17 Ekim 2014 Cuma

DUÂ

‘’Rab’biniz buyurdu ki, siz bana duâ edin, ben de duânızı kabul edeyim’’(Mü’min sûresi-60)

‘’İçinizden yalvararak ve ürpererek, haddi aşmadan Rab’binize duâ ediniz, hiç şüphesiz o haddi aşanları sevmez’’(A’raf sûresi-55)

‘’Kulların beni senden sorarlarsa de ki; ben onlara yakınım. Bana duâ edenin duâsını kabul ederim. Buna karşılık onlar da benim emirlerime uyup, bana iman etsinler ki, doğru yola kavuşmuş olsunlar’’ (Bakara sûresi-186)

‘’De ki, duânız olmazsa Rab’bim size ne diye değer versin ki’’ (Furkân sûresi- 77)

Duâ nedir ve Allah kullarının neden O’na dua etmesini ister?.

DUÂ İHTİYACIN NETİCESİDİR VE İHTİYAÇSIZ OLAN YALNIZ ALLAH’TIR.

Hz. Şems; Allah’ın huzuruna vardığında ‘’açın kapıları ben geldim, Allah’ta olmayan bir şey getirdim’’ demiş. Melekler ‘’Ya Şeyh, Allah’da olmayan ne var’’ diye sordukları zaman, ‘’Duâ ve niyaz Allah’da yoktur, çünkü O ihtiyaçsızdır’’ diye buyurmuştur.

Öyleyse Duâ bizim hiçliğimizin, Allah’ın ise herşeye muktedir olduğunun delilidir.

DUÂ;  RAB İLE KUL ARASINDAKİ EN YÜCE İLİŞKİDİR VE ALLAH BU İLİŞKİYİ İSTEMİŞTİR.

Hz. Mevlâna; ‘’insanı Allah’tan uzak kılan iki şey mal ve sıhhattir’’ demiştir. Çünkü ihtiyaç ve istek Allah ile kul arasında güçlü bir bağdır.

Duâ huzura vesiledir. İhsana kavuşmak ise geri dönmeyi gerektirir. Öyleyse kapıda beklemek, sevap alıp dönmekten daha mükemmeldir.

Allah’ın ‘’duâ edin icâbet edeyim’’ demesine rağmen; neden bazı dualar kabul edilirken, bazıları kabul görmez?.

Duâların kabul edilmeye en yakın olanı, HÂL ile yapılan duâdır.

HÂL İLE YAPILAN DUÂ  ODUR Kİ, DUÂ SAHİBİNİN ÇARESİZ KALMIŞ OLMASI VE O İHTİYACI İSTEMEKTEN BAŞKA ÇARESİ OLMAMASIDIR.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘’Nefsini Kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, gerçekten kul duâ eder, hâlbuki Allah ona öfkelidir. Bundan dolayı ondan yüz çevirir. Sonra kul yine duâ eder. Allah Teâla yine yüz çevirir. Sonra tekrar duâ eder. Bunun üzerine Hak Celle ve Âlâ meleklerine der ki: Kulum benden başkasına duâ etmekten sakındı, duâsını kabul ettim’’ (Kuşeyri Risâlesi)

Halkın duâsı sözleriyledir, Zâhitlerin duâsı fiilleriyledir, Âriflerin duâsı HÂL’leriyledir.
Meselâ bir dilenci gelip ‘’ban on para ver’’ der. Bu lisan-ı kâl ile yapılan duâdır. Diğeri boynunu büküp, el açar. Bu lisân-ı hâl ile sadaka talep etmektir. Bazen bir fakir, ne lisan ile ne de hâl ile sizden sadaka istemediği halde, siz onun muhtaç olduğunu anlar ve ona yardımda bulunursunuz. İşte bu da lisan-ı istîdad ile olur.
ÇÜNKÜ İSTİDÂD EN GİZLİ DUÂ’DIR. (onun istidadında/kaderinde o sadakayı almak vardır).

Sebebu’l-icâbe(talebi kabul etmek veya etmemenin sebebi): Doğru bir şekilde Hakk’a yönelmek veya yönelmemek.

Kul Allah hakkında doğru ve geçerli bir bilgi sahibi olup, O’na hakkıyla itaat ederse, bir şey istemek niyetiyle Hakk’a yönelişi geçerli olabilir. Böyle bir kulun dileğine, Hakk katından sür’atle karşılık verilir. Kul, doğru bilgi sahibi, Hakk’ın emirlerini gözeten, O’na itaatkar ve emirlerini yerine getirmekte arzulu olduğu ölçüde, Hakk da, diğer kullarına göre onun dileğini hızla yerine getirir.

Oysa, Hakk’a dair doğru bilgiden yoksun ve emirlerine itaat etmeyen kimse, duâsı kabul edilenlerden olamaz.

Müşahade’ye dayanan(kalp gözü ile görme), sahih/doğru bilgisi olmayan kimse de ‘’bana dua edin, size icabet edeyim’’ ayetiyle, duâsına karşılık verileceği vadedilmiş kimselerden değildir. Böyle bir kişi, zihninde somutlaşmış bir sûrete yönelmiştir. Söz konusu sûret, kendi düşüncesinden, hayalinden veya başka bir insanın hayal ve düşüncesinden oluşmuştur. Bu nedenle böyle bir insan, duâsına icabet edilmekten mahrumdur.

Hz. Peygamber’e, amcası Ebû Tâlib ‘’Rab’bin duâna ne kadar hızlı icabet ediyor, Rab’nin sana ne kadar da itaatkâr,Ya Muhammed’’ dediğinde, Hz. Peygamberde ‘’Amca! Sen O’na itaat edersen, O da sana itaat eder’’ diye cevap vermiştir. (Abdürrezzak Kâşâni Hz.)

Yaptığı duâya bu dünyada karşılık göremeyen kişi,ahirette bol ecir alır. Günahları, hatâları bağışlanır. Duâlarının karşılığını öbür âlemde görür.

Hz.Peygamber(s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurmuştur; ‘’Kıyamet günü, imanlı kimse amel defterinde bir çok iyi şeylerin mükafatı şeklinde bazı şeyler görür, hayret eder’’
Bunun nedeni kula şöyle izah edilir; ‘’işte bunlar, senin dünyada duâ yoluyla istediğin şeylerin karşılığıdır. Kaderinde olmadığı için orada verilmedi; burada onların mükafatını alıyorsun’’ (Abdülkâdir Geylanî Hz.)

Allah bazı ihsanları ise, sevgilisinin yakarışına bağlamıştır. Biri Hz. Musa’ya, devamlı Allah’a yalvardığını ve bir evlat istediğini söyler. Hz. Musa’da bu bebeğin, adamın levh-i mahfuzunda görülmediğini anlatır. Ama adam duaya devam eder ve eşi hamile kalır. Hz. Musa şaşkınlık içinde bu hadisenin iç yüzünü sorduğunda, Allahu Azimüşşan;  BAZEN SEVDİĞİMİN, GİZLİ HAZİNEMDEN ALMASINA İZİN VERİRİM’’ diye buyurur. Buradan da anlaşılıyor ki;

LEVH-İ MAHFUZ’UN İÇİNDE KİMSENİN BİLMEDİĞİ BİR MUALLAK BÖLÜM VARDIR Kİ, ALLAH BUNU SEVDİĞİNİN DUÂSIYLA MUKAYYET KILMIŞTIR.

GÖRÜLÜYOR Kİ, LEVH-İ MAHFUZ’UN İÇİNDEKİ  ÖZEL OLAN MUALLAK KISIM, GENEL MUALLAKTAN FARKLI OLUP, EVLİYÂNIN DUASIYLA ORTAYA ÇIKAR.

ASLINDA İSTEK DENEN ŞEY  ALLAH’IN  KULUN GÖNLÜNE KENDİSİ İLE İLİŞKİ KURMASI İÇİN YERLEŞTİRDİĞİ ŞEYDEN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR.

DUÂNIN VEYA ISRARIN İSTEĞİN OLMASINDA HİÇBİR ROLÜ YOKTUR.

ÇÜNKÜ DUÂ ZÂT-I İLÂHİ İLE İLİŞKİ KURMAKTAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR.

ONUN İSTEK VASITASIYLA BİZE ULAŞMASINI İDRAK ETTİĞİMİZİN ŞÜKRÜNE DUÂ DENİR.

BİR KİMSE ALLAH’TAN HERHANGİ BİR ŞEYİ TALEP ETTİĞİ ZAMAN, TAMAMEN KENDİ ‘’İSTİDÂD’’ ININ HÜKMÜ ALTINDA BULUNUR. TALEBİNİN BİR SONUCU OLARAK ELDE ETTİĞİNİ DE, YİNE ONUN ‘’İSTİDÂD’’I BELİRLER. HATTA ONUN HERHANGİ BİR TALEPDE BULUNMASINI DAHİ ‘’İSTİDÂD’’ I BELİRLEMEKTEDİR.

VARLIK, ALLAH’IN LÛTFU OLAN İSTEMEYİ, EZELİ İSTİDADINA GÖRE YAPTIĞINDAN, BU İSTEK  HAKK’TIR.

SAKÎ(mutsuz), ÂYÂN-I SÂBİTE’sindeki  ŞEKÂVETİ ORTAYA ÇIKARACAK ŞEKİLDE İSTER.

SAİD(mutlu), ÂYÂN-I SÂBİTE’sindeki  SAİD’liğini  AŞİKÂR EDECEK ŞEKİLDE İSTER.

ÂRİF İSE İSTEMEZ;  ÇÜNKÜ O, HER ‘’AN’’ ALLAH’I İLE VE ONUN TECELLİ ETTİĞİ GÖNLÜNDEKİ ZUHÛRATLA MEŞGULDÜR.

İnsan-ı Kâmil’lerin bir kısmı Allah’tan istekte bulunmazlar, zira O’nun işine karışmak gafletine düşmekten korkarlar, bir kısmı ise, ‘’duâ et’’ emrine uyarak başkaları için duâ ederler.

Peygamberler ise, Allah’tan emir almadıkça duâ etmez. Zaten bu durumda duâyı eden ve kabul eden birlenir.

Hz. Peygamber şöyle duâ etmiştir:

‘’Yarabbi, Sen’den af ve afiyet dileriz ve yine senin ismin affedicidir, bizleri af eyle’’

‘’Yarabbi, bize hayrı, hayır olarak göster ki uyalım. Şerri, şer olarak göster ki, ondan kaçalım’’

‘’Yarabbi, senin affınla cezandan, rızânla gazabından, seninle senden sana sığınırım’’

Hz. Peygamber’in Allah’ın verdiği sıkıntı ve belâdan, memnun olduğunu göstermek üzere, kendisine eziyet  edenlere duâ etmesi bizlere örnek olmak içindir.

Duânın ve rızâ göstermenin hakikati de budur.

HZ. DAVUT; ‘’ALLAH’IN BÜYÜKLÜĞÜNÜ, HER DUÂ’MIN KABUL EDİLMEYİŞİYLE ANLADIM’’ demesi, gerçekleşmesini istediğimiz ve bu nedenle duâ ettiğimiz isteklerimizin, bazen gerçekleşmemesinin  bizim için hayırlı olduğuna  işaretidir.

ALLAH(c.c.) DER Kİ; BENİ ZİKRETMEKTEN DUÂ ETMEYE FIRSAT BULAMAYAN KULUMA, BANA DUÂ EDİP İSTEKTE BULUNAN  KULUMA VERDİĞİMDEN DAHA FAZLASINI VERİRİM.

ALLAH HERŞEYİ BİLEN, GÖZETEN VE MERHAMETLİLERİN MERHAMETLİSİDİR. HER OLANDA VE OLMAYANDA BİR HAYIR VARDIR. BUNU İDRAK ETMEK MARİFET’TİR.

DUÂ ALLAH İLE İRTİBAT KURMAKTIR. DUÂ EDEN KİBİRLİ DEĞİLDİR. EHL-İ ÎMAN, DUÂ’DAN KAÇINMAMALIDIR. (Abdülkâdir Geylanî Hz.)

Allah idrak etmeyi nasip etsin. Amin.