8 Ekim 2015 Perşembe


ZU’LKARNEYN:

Kur’ân’da, Kehf suresinde geçen, Peygamber veya Veli olduğuna inanılan Zu’lkarneyn’in kelime karşılığı iki boynuzludur. İki boynuzlu denilmesinden maksat, varlığın Doğu’suna ve  Batı’sına (rûha ve nefse) hükmeden KALP’tir.

‘’Sana Zu’lkarneyn’i sorarlar. De ki; Onunla ilgili kıssayı size ileride okuyacağım. Gerçekten biz onu arzda iktidar ve kudret sahibi kıldık. Ona her şey için sebep verdik.’’ (83-84)

‘’O da (batı ülkelerine doğru) bir yol tuttu. Nihayet Güneşin battığı yere varınca, onu(sanki) kara balçıkta batar buldu ve onun yanında bir kavme rastladı. Dedik ki; Ey Zu’lkarneyn! Onlara ya azap edeceksin veya haklarına iyilik etme yolunu seçeceksin.’’  (85-86)

Allah, Zu’lkarneyn’e (kalbe) beden arzında Kudret, İlim ve İktidar vermiş, doğudan batıya istediği tarafa gitmesini sağlamıştır. Zu’lkarneyn batı ülkelerine doğru (bedende suflî âleme) teveccüh sûretiyle bir yol tutmuş, güneşin (rûh güneşinin) battığı yere gelince onu balçığa (bedensel maddeye) bulanmış bulmuştur. Onun yanındaki kavim de, nefsin bedenî ve rûhanî kuvvetleridir. Zu’lkarneyn’in onlara davranışı ya; riyâzat, kahır, öldürme sûretiyle azab, veya adaleti gözeterek paylarını eksiksiz vererek iyilik etme şeklinde olacaktır.

‘’Dedi ki; Kim zulüm ederse ona azap edeceğiz.  Sonra o, Rabbine gönderilecek ona, korkunç azap eder. Ama kim de iman edip salih amel işlerse artık onun için güzel bir karşılık vardır ve ileride ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.‘’ (87-88)

Zûlüm edeni; şehvet, gazap, vehim gibi ifrata kaçanı, teslim olmayanı, boyun eğmeyeni, riyâzata tabi tutarak cezalandıracağız. Sonra o Rabbine dönecek, küçük Kıyâmet’te Rabbinin huzuruna dönecek, ya da büyük Kıyâmet’te yok etme (fenâ)azabına tâbi tutulacaktır.  Îman edip sâlih âmel işleyenlere, iyi işler yapan, boyun eğen ve itaat eden kimseye bir karşılık vardır. Sıfat cennetinden, sıfat nûrlarından, sıfat ilimlerinden oluşan bir sevap vardır.

‘’Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki; onlar için Güneşe karşı (kendilerini koruyacak) bir siper yapmamıştık. İşte böyle! Gerçekten onunla ilgili her şeyden haberdardık.’’ (89-90-91)

Zu’lkarneyn, tekrar bir yol izleyerek, maddeden arınma ve temizlenme yöntemiyle Allah’a yükselme ve sülûk etme yolunu izledi. Güneşin (rûh güneşinin) doğduğu yere ulaşınca onu bir kavmin üzerine doğar buldu (Nazari ve ameli akıl, fikir ve kutsi kuvvetten oluşan bir kavim). Onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık. Çünkü onun nûruyla aydınlanıyor ve külli mânâları idrak ediyorlardı. Biz onunla ilgili her şeyden, ilimlerden, faziletlerinden, mârifetlerden, kemâlattan haberdardık.

‘’Sonra yollardan birine tabi oldu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde bir kavim buldu. Hemen hiç bir sözü anlamıyorlardı. Dediler ki; Ya Zu’lkarneyn! Gerçekten Ye’cüc ve Me’cüc bu arzda fesat çıkarıyorlar. Bizimle onların arasına bir set yapman için sana harç versek olmaz mı?’’ (92-93-94)

Sonra Zu’lkarneyn Allah’ta seyir yoluna devam etti. Nihayet İki dağ/kevn arasına (kalbe) varınca (o doğu ve batı/rûh ve nefs arasında sefer eden bir makamdadır) onların önünde bir kavim buldu. Bunlar bedensel tabiat kuvvetleri ve zâhiri duygulardı. Bunlar hiç söz anlamıyor ve anlamlarını idrak edemedikleri gibi konuşamıyorlardı da. Zu’lkarneyd’e Ye’cüc (vehim menşeli dürtüler, arzular) ve Me’cüc’ün (vesveseler, hayali güçler) bozgunculuk yaptığı konusunda şikâyette bulunarak beden arzında, onlar ve kendileri arasında, ameli ve kalbî hikmetten oluşan bir set oluşturmasını istediler.

‘’Dedi ki; Rabbimin beni içinde bulundurduğu iktidar daha iyidir. Bana bedenen yardım edin de sizinle onların arasına aşılmaz bir engel yapayım. Bana demir kütleleri getirin. Bunlar dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince ‘‘üfleyin’’ dedi. Nihayet demir kütleleri, bir ateş haline gelince ’’Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim’’ dedi. Artık onu aşmaya muktedir olamadılar ve onu delmeye güçleri yetmez.’’ (95-96-97)

 Zu’lkarneyn onlardan iki dağ’ın arasına yerleştirmek için ‘’demir’’ kütleleri (ameller ve ilim) getirin dedi. Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (denge) hayvani kuvvetlere ‘’üfleyin’’ dedi. Onu kor haline sokunca (başlı başına bir İLİM haline gelince) üzerine dökmek için erimiş ‘’bakır’’ (niyet ve amaç) istedi. Çünkü bunlar ilim ile amel arasında vâsıta konumundadır. Böylece set oluşmuş oldu. Nefis onunla mutmain olup, düşündü ve Îman etti. Ondan sonra Ye’cüc ve Me’cüc (vehim ve vesvese) bu seddi aşmaya güç yettiremediler.

‘’Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi Hakk’tır. Rabbimin vaadi gelince O, bunu yerle bir eder. O gün, biz onları, birbirlerine çarparak çalkalanır bir halde bırakmışızdır ve sura da üfürülmüş ve böylece onları bütünüyle bir araya getirmişizdir.’’(98-99)

Rabbin vaadinin (küçük kıyamet/fenâ), vakti gelince o, bunu yerle bir eder, tuz buz olmuş bâtıla(yokluğa) dönüştürür. Ölümden sonraki hayatta yeniden diriliş için SÛR’a üfürülür ve kendileriyle değil, Allah ile oluşlarıyla bir araya getirilir. (İbnü’l Arabî Hz. Tefsir-i Kebir Te’vilat)
Bu ayetin bâtın anlamını daha iyi anlayabilmek için, ‘’kıyamet’’ alâmetlerinden sayılan aşağıdaki HADİS’in ne ifade ettiğini anlamak gerekir.

‘’Güneş Batı’dan doğmadıkça, kıyamet kopmaz’’

İnsanın doğusu ‘’rûh’’, batısı ‘’nefs’’ tir.  Güneş insanda rûhtan doğar, nefste batar.
İşte güneşin battığı yerden, yani batıdan doğması, nefsin rûha tabî olmasıdır.
O zaman vücûd da nefs hâkimiyetini kaybeder, senlik-benlik kalkar, birlik meydana gelir. Böylece o kişinin kıyameti kopar. Kıyam-et; ayağa kalkmaktır.
İnsan nefsinin istek ve arzularından kurtulduğu zaman kıyameti kopar ve dirilir. İşte bu ‘’ölmeden önce ölmek’’ anlamındadır. (Niyâzî-i Mısrî Divanı)

Zu’lkarneyn kıssasını kısaca özetleyecek olursak;

Zu’lkarneyn bedendeki ‘’kalp’’ tir. Zu’lkarneyn’in anlamı olan ‘’iki boynuz’’ kalbin doğuya ve batıya, yani rûha ve nefse  bakan iki yüzüdür. Zu’lkarneyn, yani KALP sürekli ikisi arasında gider gelir. (Zu’lkarneyn’in doğuya ve batıya seyahat etmesi). Kalp yüzünü NEFS’e dönünce kararır, RÛH’a dönünce aydınlanır.

Nitekim Zu’lkarneyn batıya/nefse doğru seyahat edince güneşi/rûhu balçığa bulanmış (kararmış) buldu. Doğuya/rûha doğru seyahat edince güneşi perdesiz gördü. Sonunda nefsinin sıfatları olan Ye’cüc ve Me’cüc’den kurtulmak için doğu ve batıyı, yani RÛH ve NEFS’i eşitlemek için DEMİR (İlim ve amel) kütlelerine ihtiyaç duydu. Sonra onların üzerine bir örtü olarak erimiş BAKIR(niyet) döktü. Sabitledi, sağlamlaştırdı. Nefs’in vesveseleri olan Ye’cüc ve Me’cüc o seti aşamadılar.

Tâ ki; Allah’ın yardımıyla, KÜÇÜK ve BÜYÜK kıyamet kopana kadar. Sonra KALB’in sağı solu kalmadı. NEFS ve RÛH bir oldu. KIYAMET KOPTU.

Deniz Erten ise ‘’İŞARET’’ adlı kitabında Zu’lkarneyn kıssasını şöyle anlatır;

İki boynuzdan maksat; beynin sağ ve sol lobudur. Zu’lkarneyn, beynin sağ ve sol lobunu (epifiz ve hipofiz bezi) kullanan, birleştiren aydınlanmış kişidir.

BİRLEŞTİRME: Kalbin doğu ve batısının birleştirilmesi veya beynin sağ ve sol lobunun birleştirilmesi. İç ve Dışın, Mânâ ve Maddenin, Dünya ile Âhiret’in, Rûh ve Nefs’in, Kadın ve Erkeğin (gerçekte birdir), İki denizin (Hızır ve Mûsâ) birleşmesi. Hıdır ve İlyas’ın (Hıdrellez) buluşması, dünyayı ikiye bölen Ekvator (istivâ/eşitleme) hattının iki yanının eşitlenmesi. Hepsi ikilikten ‘’BİR’’liğe geçmek, aydınlanmak içindir.

İnsan ‘’BİR’’den üçe; BEDEN, NEFS ve RÛH olarak bölünmüş olarak yaratılmış olup, tekrar ‘’BİR’’e, ‘’BİRLİĞE’’ yükselme çabası içinde olan bir varlıktır.

Zu’lkarneyn kıssasında iki KEVN’in birleştirilmesi için kullanılan DEMİR ve ERİMİŞ BAKIR, SEMBOL olarak kullanılmasına rağmen çok anlamlıdır.

DEMİR’i yumuşatma mûcizesi Hz. Davut’a, ERİMİŞ BAKIR ise Hz. Süleyman’a verilmiştir. Hz. Davut ‘’İLK HALİFE’’dir ve bu Kur’ân’da ayet olarak vahyedilmiştir. ‘’Ey Davut! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde yeryüzünde adaletle hükmet’’ (Sad sûresi-26)

Hz. Süleyman, SEBE sûresi ve ERİMİŞ BAKIR ilişkisi de çok dikkat çekicidir.
‘’Süleyman’ın buyruğuna rüzgarı vermiştik..... Onun için ERİMİŞ BAKIR’ı su gibi akıttık. Rabbinin izniyle yanında çalışan cinleri de buyruğuna sokmuştuk’’ (Sebe sûresi-12)

SEBE; Çaba, bir şehir ismi, yaşlılıktan dolayı bunamak ve BAKIRLA ÇİNKO MADENİNDEN yapılan pirinç anlamlarındadır.

Kadında (Venüs sembolü) erkeğe göre BAKIR elementi daha fazla iken, erkekte (Mars’ın sembolü) kadına göre DEMİR elementi daha fazladır. Daha da ilginci BAKIR elementi ile KADIN sembolü, DEMİR elementi ile ERKEK sembolü aynıdır. (BAKIR/KADIN, DEMİR/ERKEK)

Ayrıca BEYNİN SAĞ LOBU ‘’DİŞİL’’, SOL LOBU ‘’ERİL’’ dir.

Tıb; vücutta var olan Bakır ve Demir minerallerinin miktarlarındaki dengesizliklerin, insanda Parkinson, Depresyon, Şizofreni ve Bunama ile Sanrısal, cinni etkiler oluşturabileceğini belirtmektedir. (Acaba Bakır’a Nefs, Demir’e Akıl/ Rûh diyebilir miyiz?)

Bunun dışında; bir mıknatıs gibi beynin ve bedenin manyetik alanını DEMİR, elektriksel alanını ise BAKIR yaratır. Demir tarafından oluşturulan manyetik alan, Bakır aracılığıyla oluşan elektriği taşır.

İşte Zu’lkarneyn; bu bağı kurarak ve burada büyük bir elektromanyetik alan oluşturup, adeta büyük bir trafo meydana getirmiş ve beynin iki lobunu birleştirip (Demir ve Bakır, Erkek ve Kadın, Mânâ ve Madde, Rûh ve Nefs) birbiriyle etkileşime sokmak sûretiyle gerek nefsani, gerek bedensel bilinç titreşimlerinin üzerine çok daha yüksek bir elektromanyetik alan oluşturmuştur.

Ek bir BİLGİ olarak; Hz. Hızır, Zu’lkarneyn’in ordusunda bir askerdir ve ÂB-I HAYAT’ı (ölümsüzlük suyu/İlm-i Ledûn) bulmuştur. Bu gün bile diridir ve makamı her yüzyılda bir devreder.