CELCELUTİYE
Celcelutiye; bir DUA,
İLİM
ve ŞİFA kanalı olup, ‘’FÂTİHA’’ sûresinin batınî açılımıdır. Celcelutiye, bir SİMYA yani DÖNÜŞÜM,
insanlığın bilincini ilâhi bilince yükseltecek bir BURAK(Mirâç) ve bilinç
kapısıdır ve '’İSM-İ ÂZAM’’ı içinde
barındırmaktadır.. Bu mânâ, Hz. Mûhammed (s.a.v.)e, Cebrâil (a.s.) vesîlesiyle
inmiş, Ledünni açılımı, ilmin kapısı İmâm-ı Ali(ra) ile olmuştur.
Hz. Ali(ra); olmuş ve
olacak olayları Celcelutiye bablarında EBCED ve CİFR İLMİ ile sırlamıştır.
Celcelutiye’nin büyük kısmı Arapça olarak yazılmıştır. Ancak EBCED ve CİFR
hesaplarının denkleşmesi ve bazı bilgilerin gizli kalması, ancak ehlinin
bilmesi için, bazı kısımları Arapça’nın kardeş dillerinden, Âdem ve İbrâhim(as)
dilleri olan, kadîm Süryânice olarak yazılmıştır.
Bu dillerin seslerinin, tını ve kelime yapılarının DNA’mızdaki bilgiler
üzerinde çok olumlu etkileri vardır.
Celcelutiye, Kadîm
Süryânice ismidir. Arapça’da ‘’El-Bediu’’ esmasına bakar. ‘’El-Bediu’’; eşsiz,
benzersiz bir şekilde örnek edinmeksizin yaratan anlamının yanında, güzellik ve
bütünlük yani TEVHİD mânâlarını içerir.
İmam-ı Buni, İmam-ı
Gazâli, Said-i Nursî, Ahmed-i Gümüşhavenî, Câfer es Sadık, Mûhammed el –Bakır,
Zeynel Abidin gibi bir çok âlim, Celcelutiye’nin bir çok boyutları açtığını,
derin ilimlerin ve etki alanlarının olduğunu anlatmış ve bu sırlı dua ile
ilgili eserler yazmışlardır.
CELCELUTİYE,
KAYNAĞI VAHİY OLAN CANLI VE SIRLI BİR KANALDIR.
Celcelutiye’de ana
kanal Peygamber’dir. Onun genel yayıcıları ise Sahabe ve VELİ’lerdir.
Celcelutiye, bizde
açılmayı bekleyen, potansiyel ‘’ESMA’’ları aktive eden sırlı bir çalışmadır ve
bunun nasip olması isteğimize ve ‘’İSTİDÂDIMIZ’a bağlıdır. Ancak hayat sadece
bir esmadan veya âyetten ibaret değildir. HAYAT, İSM-İ ÂZAM’IN YAŞANMASIDIR. Çünkü,
Celcelutiye’nin hazinesi İSM-İ ÂZAM, kaynağı Mûhammed Mustafa(sav), üstâdı da
İmam ALİ’dir(Aliyy).
Özümüz BİR ve
TEK’tir. Ancak nefis dediğimiz benlik, ÖZ’ün gelişimine, açılımına direnç
gösterdiği ölçüde sancı çekecektir. Acı, gelişime gösterilen dirençtir. Alışkanlıkların
çözülmesi, yani putların kırılmasının başlangıç süresi biraz zahmetlidir. Ancak
başı ZAHMET, sonu ise RAHMET’tir.
Beden dünya boyutuna
aittir. Zaman ve mekânla sınırlıdır. Fakat nefes, burada olmasına rağmen
dünyaya ait değildir. Bütün bedenleri birbirine bağlayan ve insanı kâinatla
ilişkilendiren unsur ‘’NEFES’’tir. Beden ve kâinat arasındaki görünmez
köprüdür. Bütün aktarımlar nefes aracılığıyla olur. Koku, renk, görüntü, bilgi,
vb... Nefesin içinde ‘’PRANA’’ denilen bir ÖZ vardır ve bu ÖZ nefesten
bağımsızdır. Nefes bu ÖZ’ün kabuğudur. PRANA(RÛH) her yerdedir, kuşatandır. O
zaman nefesle üflenen ‘’RÛH’’tur. ‘’Âdeme rûhumdan üfledim’’ (Hicr-29, Sad-72)
Nefes çok önemlidir.
Örneğin; Nefesi daha çok veriyorsan çok fedakârsın; daha çok alıyorsan aç
gözlüsün; tutuyorsan bencilsin; kesik kesik alıyorsan endişeli ve kaygılısın;
sıcak olması, soğuk olması farklı zihin hallerini gösterir vs.... Çünkü Nefes,
zihindeki duygu değişimlerini, nefsin hangi mertebesinde olduğunu gösteren
işarettir.
NEFİS MERTEBELERİ
VE ÇAKRALAR:
KÖK ÇAKRA:
Kuyruk sokumu veya omuriliğin en sonundaki menzil. Bu bölgede ‘’ACB-UZ ZENNEB’’
denilen, insanın ölümünden sonra bedeni çürüse de yok olmayan, bedenin
çekirdeği olarak kabul edilen bir kemik bulunur. İnsanın bu ‘’ACB’’dan
yaratıldığı ve tekrar ondan meydana geleceği söylenir. Bu hayatta ve
bilmediğimiz boyutlarda yaptığımız her şey bir tohum gibi, burada kayıt altına
alınmıştır. Kuyruk sokumunun sonundaki bu çok önemli merkez, ‘’KUNDALİNİ’’ enerjisini
barındırır. Kundalini, insan bedeninde ‘’RÛH’’un(aslında NEFS’in) dirilmesi ve farkındalık için verilmiş bir
enerjidir. Bu uyuyan bir yılan olarak sembolize edilir. Yılanın uyandırılıp
yedi mertebeden(omurilikten) geçerek tepe çakrasında özgürleşmesi ve KUŞ
metaforuyla ‘’ZÜMRÜT-Ü ANKA’’ya dönüştürülmesi amaçlanır. Kundaliniyi uyandıran
‘’NAMAZ’’dır.
CİNSEL ÇAKRA:
Cinsel organlar bölgesidir. Cinsel daire; kök enerjinin kendisini dişil ve eril
olarak ikiye ayırdığı ve TEKVİN(yaratma) için bir araya geldiği, ancak
birbirine karışmadığı noktadır. ÖZ’ü anlaşılabilirse, rûhani âlemlere
geçiş kapısıdır. Anlaşılmazsa, nefsaniyeti arttırır. Cennete(cenin-rahim),
RÛH’un doğumuna açılan kapıdır.
MİDE ÇAKRASI: Göbek bölgesindedir. Hadiste ‘’EBHER’’ olarak
geçmektedir. Hz. Peygamber; vefâtı anında ‘’EBHER’im KOPTU’’ dedikten sonra
BERZAH ÂLEMİ’ne intikâl etmiştir. Bu, bir tür kordondur. Bizi bu dünyaya, maddeye bağlayan parlak bir
damardır. Ana rahmine nasıl göbek kordonu ile bağlıysak, duble bedenimize ve
astral âleme de aynı noktada gümüş kordon adı verilen bir bağ(ebher) ile
bağlıyız. Burada, mide ve kalp dairesinin birlikte ele alınması gerekir. Mide,
maddi hayatın, kalp ise manevi hayatın merkezidir. Biri maddi, diğeri mânevi
rızıktır. Mide ve Kalp daireleri sağlam olursa, diğer menzillerin de DENGE’de
olacağı söylenir. Bir hadiste; ‘’kalp iyi olursa diğer azalar da iyi olur’’
denilmiştir. Aynı şey mide için de söylenir. İnsan yediğine dönüşür. Her
hastalığın temelinde tokluk vardır. Mide maddi denge merkezidir. Bir
insanı göbekten tavana as, dengede durur. Nefes buraya gelir, ne kadar
derinlere giderse o oranda ilhamlar başlar. Bu daireyi ‘’İNFAK’’ uyandırır.
Nefesi almaya değil vermeye dikkat et. Verenlerden ol. İnfâka, önce nefesi vererek
başla. Nefesi verebildiğin kadar ver, almaya sen karışma. Beden ne kadar
alacağını senden daha iyi bilir. Nefes buraya düşer ve buradan yükselir.
Aydınlanma, göbek merkezlidir.
‘’Nefsini/Nefesini bilen RÂB’bini bilir’’. Hayat göbekten girer, ancak kalpte
yaşanırsa KEMÂL olur. Biri dişil, biri erildir.
Din ve imân
göğüstedir, kalptedir.Kadınlar ellerini göğüslerine bağlar, çünkü enerji
merkezleri kadınlarda göğüs(cemâl-rahim) bölgesidir. Erkekler ise ellerini göbek(celâl-rahman)
dairesine bağlar, çünkü erkeklerin enerji merkezi, farkındalık noktası
orasıdır. Mide dairesi RIZIK’la ilgilidir ve erkek burada rızkı verenin Allah
olduğunu unutup, dengeyi kaybedebilir. Mide dairesi, ancak kalp dairesi ile
dengelenirse yanılsamalardan kurtulunur. Biri semâvîdir, biri arzîdir. Kadın ve
erkek dengesi Ârif’liktir. Karın bölgesinin Arapçadaki ismi BATIN’dır. Yani
mide bölgesi hem zâhir, hem batın’dır. Zâhir ve Bâtın birdir. Tohum ile ağaç,
Rûh ile beden gibi....
KALP ÇAKRASI: Kalbin
dirilmesi, Kalp gözünün açılması bu dairededir.
BOĞAZ ÇAKRASI:
Boğaz, baş ile bedeni birbirine bağlar. Madde ile mâna birlikteliği İSLÂM
noktasıdır. Beyin bedenin isteklerini, beden de beynin ihtiyacını bilir. Gerçek
iletişim. Domuzun boynu yoktur meselâ. Bu dairenin salgı bezi tiroittir ve
tiroit vücudun enerji dengelerini düzenler. Bedensel ve rûhsal gelişim arasında
dengeleyici hormonları salgılar ve hücreleri aktive eder, besler ve
büyümelerini sağlar. Tiroidin şekli, tıpkı kanatlarını açmış kuş gibidir. Kuş
metaforu, kuş dili, rûhsal âlemlerden haber almayı, iletişimi sembolize eder.
‘’Bütün insanların kuşunu boynuna bağladık’’(İsrâ-13) Bu bölge yılanın, kuşa
veya kanatlara dönüşmesi ve rûhsal bilgilerin semâvî âlemden gelmeye
başlamasıdır.
Şimdi; Bel kemiği
yani OMURGA, kök çakra ile başladı değil mi?. Kök çakrayı aktive eden neydi?
NAMAZ. Namaz yani SALAT aynı zamanda ‘’BEL KEMİĞİ’’demek. Beden de baş, ‘’MİM’’
harfinin baş kısmı, kuyruğu ise omurga. Bilim adamlarına göre omurga beynin
uzantısı. Bu omurganın içinden geçen ‘’GÜMÜŞ KORDON’’var. Hassas bir sinir. Dik
durduğunda, kıyamlarda, namazda bu siniri kesinlikle hissedersin. Bu sinir, yer
çekimine ters hareket eder ve enerjiyi yukarıya çeker. Dik durmayıp, kambur
durduğun an, boyun bölgesine yakın o enerji tıkanır yukarı çıkamaz. Sırt bölgesi geçmiş, ön bölge gelecektir.Beyine
çıkamayan bu ince enerji, tam boyun bölgesinde topaklaşır ve tıkanır. Migrene,
kamburlaşmaya neden olur. Geçmiş yükler ve tıkanan enerjiler, astral planda
odunlar olarak sırt kısımda görülür. Onlar biriken duygu ve düşüncelerdir.
Omurganın esnekliği ile bedenin alıcılığı, rûhsal idrak arasında bir ilişki ve
orantı vardır.
İşte KUNDALİNİ,
KUDRET YILANI omurgadan, bu gümüş kordon
yolu ile yükselir. MİRAÇ merdiven demektir. Merdiven ise omurgadır.
3. GÖZ- RA DAİRESİ:
Kûrbiyet noktası. Kâbe kavseyn ev edna; iki yay aralığı, hatta daha da yakın
olan nokta(Necm-9). İki kaş aralığı, 3. GÖZ noktasıdır. Ön alın bölgesi, SECDE
mahalli öyle mübarek bir beldedir ki, burası sıfatlardan fena bulma mahallidir.
Bu bölgenin salgı bezi olan hipotalamus ve hipofiz, orkestra şefi gibi bütün
sistemi koordine eder. Hipotalamus, kökleri aşağıda, dalları yukarıda bir ağaca
benzer. Zaten insan bedeni, tüm sinir ağı yapısı ile ağaç şeklindedir.
Hipotalamus; niyetlerimizi, duygu ve düşüncelerimizi PEPTİT adı verilen
kimyasallar üreterek gerçeğe dönüştürür. Üzüntü, korku, sevgi, nefret, şehvet
gibi....Kimyasallar burada hazırlanır. Niyet et, hayal et, gerçekleşsin.
RA; Nûr, Güneş
anlamındadır. ‘’AM’’, Sevgi. ‘’AMON - RA; KOZMİK SEVGİ GÜNEŞİ DEMEKTİR’’. ’’AMOR’’ ise Aşk
demek. AMİN; AM-İN, Sevgi kapısı.
Tüm alt daireler bu
daireye gelebilmek içindir. Herkes kendi istidâdınca bu daireden hissedardır.
Bu işlerin pirlerinin, üstadlarının HİMMET’leri olmadan şifreler, kilitler açılmaz.
Makam-ı Râziye’de şükre devam ettikçe, RAZI oldukça 3. GÖZ beslenir. 3. GÖZ
Merdiye makamıdır, irade ve ÖZ BEN kanalıdır. Burada farkındalık o kadar
yüksektir ki, damarlarından akan kanın sesi duyulur. Kulaklarda çok güçlü
uğultular, gök gürültüsü ve çan sesleri gibi sesler ile bedendeki bütün
biyokimya değişir. Bu sesler, Hz. Peygamber’in ilk boyut değiştirmesindeki zil
seslerine benzetilebilir. Eğer o anda kişi, maddi göz ile değil, 3. GÖZ ile
bakabilirse her tarafı NÛR denizi olarak görür. İlizyon kaybolur, her şey
enerji formuna dönüşür. Rahmet sağanakları yağmaya başlar. Bu tepe çakrasının
açıldığının işaretidir.
Sıkışık enerji bir
anda patlar ve çözülür. Her tarafı saf bir NÛR alır, eşya ve tüm nesneler
kaybolur. Beden oradadır, ancak yoktur. Tıpkı bir tül gibi havada
sallanmaktadır. Maddi beden yerdedir, ancak astral beden havada tül gibi
sallanmaktadır. Âlemin nabzını bizzat kendisinde hisseder. Kendisi âleme
dönüşmüştür. Yıldızları, güneş ve ayı, hepsini net ve asılları ile bütün
sistemi, galaksileri uzayı görür. Bunlar fizik planda değil, astral planda
gerçekleşen olaylardır. Çok kısa süren bir olay, salike saatlerce gelebilir.
TEPE ÇAKRASI:
ARŞ dairesi. Sıdret’ül Müntehâ, Son sınır, Makam-ı İbrahim. Bu yedi çakranın
açılıp birleşmesi , sekizinci noktayı, sekizinci daireyi açar ki, Allah adına
Hâlife’lik burada başlar. Ferdiyet, birlik. Özgürlüğe kanat açmak. Kulluk
budur.. Bu bölgenin salgı bezleri ‘’EPİFİZ ve BEYİN’’dir. EPİFİZ bezi PİNEAL
diye de anılır. Bu bez, üç hormon salgılar. 1. MELATONİN hormonu, uyku
ve uyanıklığı belirler. Karanlıkta aktive olur. 2. SEROTONİN hormonu, mutluluk
hormonu olarak da bilinir, zindelik verir. 3. DMT(Dimetil-Triptamil)
hormonu, uyku sırasında salgılanan bir çeşit halisinojendir. Salgılanması
RÜYA’ların görüldüğü evreye denk gelir ve etkilerinin arasında zaman algısında
değişim oluşur.
Tepe çakrasının sembolü
‘’YILDIZ’’dır. Pentegram. Beş köşeli
YILDIZ. İnsan bir baş, iki el ve iki ayak ile aslında bir yıldız âlemidir. Bu
yıldızda 10 köşe ve 10 açı vardır. 10 dönüşümlerin sayısıdır.
Celcelutiye’nin en
nihayetindeki yolu, insandaki İSM-İ ÂZAM’ı uyandırıp, onu yaratan ve yaratılan
yanılsamasından kurtarmak ve fenafillah’a ulaştırmaktır. Herkesin İSM-İ ÂZAM’ı
farklıdır. Senin İSM-İ Âzam’ın, bu varoluşta tutunduğun isimdir. O isim ile,
diğer isimleri okursun, o isim diğer isimleri açar.
Celcelutiye, harfler
ve semboller ilmidir. Semboller, kadîm bilgileri ve bilgilerin deneyimlerini,
enerjilerini kendinde depolayan rûhsal çiplerdir. Yani bir düşünce, evrensel
bir bilgi veya bir olay, sayılara veya şekillere aktarılıyor ve bağlanıyor. Ve
sen o şekli gördüğün anda, o bilginin ana klasörüne ulaşmış oluyorsun. Sende o
dosya açılıyor. Her harfin, her sayının ve her şeklin taşımış olduğu anlamlar
ve enerjiler vardır. Semboller, değerler kötüye kullanılmasın diyedir.
Kur’an’daki müteşabih ayetler demek, zaten sembollerdir. Semboller bir mânâyı
gizleyerek açıklar. Burada önemli olan sembol değil, sembol ile açılan
bilinçtir.
Hz. Süleyman’ın
yüzüğünde, Celcelutiye’deki bazı semboller vardı ve rüzgarları yönlendirirken
bazı esmaları sesli söyleyip, havada bazı şekiller çiziyordu. Ehl-i Beyt’in iç
gömleklerinde, Osmanlı Padişahlarının tılsımlı gömleklerinde de semboller
vardır. Hz. Ali’nin Zülfikâr’ında, Davût (as) kalkanında, Hz. Süleymanın
kılıcında da Celcelutiye’den semboller bulunurdu. Hz. Fatma, şifa vereceği
zaman, bu sembolleri kişinin üzerine işaret parmağı ile çizerdi.
Ashab-ı Suffa,
Rical-i Gaybler, Kırklar Meclisi, Agarta, Hermes ve Khufu Rahipleri gibi
görevli kişiler veya aydınlanmışlar, insan bilincinin yaratıcı bilinçle eş
zamanlı işletiminin bilgilerini ve bunun yollarının nasıl olduğunu aktarmak
için, semboller kullanmışlardır. Ashab-ı Suffa okulunun bir köyü vardır.
Dışarıdan hiç kimsenin girememiş olduğu ‘’Al-Kulfa’’ köyü. Buranın varlığı
hakkında zerece şüphe yoktur, çünkü tarihte adı geçer. Bu köyün yerini bulmak
kimseye nasip olmamıştır. Ancak derin meditasyona giren Sufi, şimdi Al
Kulfa’nın nerede olduğunu bilir ve oraya gidebilir. Bu köy, sıradan zihinlerin kaldıramayacağı
titreşimler yayar. Buraya ancak HİÇ’lik ile girilebilir. Bu köyün İSLÂM’dan
önce de olduğu söylenir. Burası 3. GÖZ enerjisi ile ziyaret edebileceğin bir
zamansızlık ve mekânsızlık noktasıdır. Oraya tensel değil, ancak astral
ulaşılır.
Hira dağının yapısı,
MİKA mineralidir. Mika minerali, cam kristallerine benzer. Yalıtım özelliğine
sahiptir. Güneş ışığı mikaya, mineraline, madenine yansıdığı zaman orası
rengârenk olur. Ayrıca , mika mineraline hangi bilgiyi yükler ve hangi niyetle
kodlarsan, o enerjiyi kat be kat arttırarak geri bildirim yapar. Tıpkı su elementi gibi. Hira
dağı, Hİ-RA bir adı da NÛR dağıdır ve güneşli havalarda parlar. Hira mağarası
da dünyasal mekânda 3. GÖZ’ü temsil eder. RA(güneş) kanalını kendinde toplayıp
yayan bir özelliğe sahip. Pİ-RA-MİT’ler de kezâ öyle. İstanbul’un da çok özel
bir ‘’RA’’ merkezi var. Sultan Ahmet Camii, Ayasofya ve Mısır(sütun- Hermes
asası). Burada RA’nın; Güneşin rolü, bilincin ve elementin niteliklerini
uyumlamak ve aktive etmek. Sürecin hızlanması. Böylece enerji birikiyor,
birikiyor ve belli bir eşiğe geldiğinde kuantum sıçraması yapıyor.
Tevrat; Yakup(as) ile
Tanrı’nın yüz yüze görüşmesinden bahseder. PİNEAL(Epifiz) İbrânice ‘’Tanrının
yüzünü görmek’’ anlamındadır. Lâtince de ise ‘’ÇAM KOZALAĞI’’ anlamını
taşır. Bu bez; florürlü diş macunları,
tuz ve şeker tüketimiyle kireçlenir ve aktifliği yavaş yavaş azalır. Ali Baba
ve Kırk Haramiler; ‘’açıl susam açıl’’ dediğinde hazinelerle dolu mağaranın
kapıları açılırdı. Simsim, Arapçada susam demek. Samsamin esması,
Celcelutiye’de kalp gözünün açılmasına bakar. Simsim de hazinenin açılması.
Beden mağarasında saklı duran hazine....
Göklerde ne varsa, yerde
de o vardır. Güneşteki değişiklikler dünyayı, dünyadaki değişiklikler insanı
etkiler. Allah, yıldızların üzerine yemin etmiştir. Sembol ile hakikat,
birbirine organik olarak bağlanmıştır. Örn: Venüs, sende sakinlik ve uyumla ilgiliyken, Mars; tam tersi seni tetikleyen, yerinde
durdurmayan bir enerji yayar. Ay ve Güneş tutulmaları ise farklı farklıdır. Bu
dönemde ve dolunayda kılınan özel namazlar ve özel dualar vardır. Gezegenler
daha çok insan ve kollektif bilinçten etkilenirken, yıldızlar kozmik ve kozmik
süper bilinçten etkilenir. Doğduğumuz anda ufuktaki takımyıldızı, yıldızlar,
gezegenler, bilinçaltını etkiler. Allah, yıldızlar, gezegenler ile beyni
kodluyor. Bu ilâhi kaderin kalemi gibi. Sen, sana en uygun olan dönemde,
zamanda bu varlık sahnesine yansıyorsun. Öyle tesadüfi değil. ‘’Her şeyi tek
tek saydık, ölçtük, biçtik’’(Nebe-29) Kendin hakkında endişelenme, bütün, seni
senden daha çok düşünüyor.
Her gezegen, hem
kendi etrafında, hem de Güneş etrafında büyük bir hızla döner. Samanyolu, Güneş
sistemi de dahil tüm takım yıldızlarla beraber, kendi merkezi etrafında
dönmekte olup, bir turunu 225 ile 250 milyon yılda tamamlar. Ayrıca Güneş
sistemi de, Solar Apeks denen yörüngede spiral dönüşle 72.000 km/saat hızla
ilerler ve her spiral dönüş 26.000 yılda tamamlanır. Bu büyük döngü (çark,
ZOYDAK) 26.000 yılda bir, başladığı noktaya geri gelir. ZOYDAK, büyük döngüdür.
12 burçlu dev bir saat. Bir burçtan
diğer bir burca geçiş 2160 yılda oluyor ve başın sona gelmesi 26.000 (2160x12= 25.920)
yıl alıyor. İşte, 21.12.2012 yılı ZOYDAK’taki başlangıç ve sonun birleştiği,
devirin tamamlandığı yıl. ( 9 gezegen var. 10. Gezegenin 2005 yılında
keşfedilen Marduk olduğu söyleniyor)
Peki sonra ne olacak,
yaşam bitecek mi?. Hayır, yeni esmalar ile tanışacağız. Yeni döngülere geçiş
olacak. Her 25.920 yılda bir, Güneş sistemi ve Dünya için başlangıç ve son
noktasının birleşmesi ile yeni bir dönem başlayacak. Buna FOTON KUŞAĞI
deniliyor. FOTON ışık parçacıkları bulutu. Yeni bilinçlerin ve yeni
görünümlerin sergilendiği bir dönem. Bu döneme 1987 yılında girildiği
söyleniyor. Yani süreç başladı, ancak kemâle gelmesi, önümüzdeki dönem içinde
olacak. Bu çağ, kimileri için hayır, kimileri için şer olacak. Güneş gibi.....
Hayatta olanlara çiçek açtıracak, ölü olanları kokutacak. Sistem döngüsü, İHLÂS
SÛRESİ ile tamamlanacak. EHAD, TEKLİK BİLİNCİ. Aslında bütün Kâdim
öğretilerdeki bilgiler de İHLÂS SÛRESİ’nin şerhinden başka bir şey değildir.
EHÂD ile başlayıp, EHÂD ile biten bir süreç.....
Tek bir hedef vardır;
Rıza-ı ilâhi. Bu da her mertebede HAKK’ı bilmek demektir. Sen bu bilinçte
olursan, o zaman sakin olursun. Ve sakin olan insandan doğal olarak Ahlâk-ı
Mûhammedi çıkar. Bulanık sularda inci arama. Sakin ol ki, su bulanmasın. O
zaman hemen ayağının dibindeki incileri, mercanları görebilirsin. Sen melekleri
görünce başarılı olmuş, görmeyince başarısız olmuş olmuyorsun. O ibadetin
içinde Rabbinle, Allah ile sohbette isen, ister melek gelmiş, ister ışık
gelmiş, ister gelmemiş... Bunların hiç önemi yok. Bunlar bir hedef gibi algılanmasın.
O zaman işin içine hırs girer ve ihlâs kaybolur.
Bir deprem, bizim
handi sallantımızın; bir tusunami, bizim hangi taşmamızın; dünyadaki bu
savaşlar, kalp dairesindeki hangi çatışmamızın yansıması acaba? Çünkü tüm bu
savaşlar ve değişimler, senin âleminin yansıması. Kendini hor kullanma ki,
doğada bu kadar seller olmasın. Senin toprakların kayıyor, senin ağaçların
yanıyor. Kendinle barış ki, savaşlarda çocuklar ölmesin. Senin çocukların,
lâfifelerin ölüyor.
Tasavvufta avam
amelinden, havas ise düşüncelerinden dahi sorumludur. Çünkü senin birine zarar
verme düşüncen, havaya yaydığın o enerji, gider iradesi zayıf birine musallat
olur. O adam bunu yapar, sorumlusu sen olursun. Düşüncelerimize, yaşama
kalitemize göre dağlar, taşlar, denizler bize dua veya beddua ediyor...Bazı
musibetler de dualarının gerçekleşmesi adına olabiliyor.
Bu yolda tek bir
şeyden kork. Seni sürekli öven veya yeren insandan. Aşırı övmek, dolayısıyla
seni öldürmek, boynunu kırmak için yapılan, sana karşı olan bir nefrettir.
Yermek, aşırı öfke de bastırılmış sevgidir. İnadından dolayı sevgisi, öfke
olarak çıkar. Onun için inat, kötü ahlaktır.
Celâl ayrıştırmak,
Cemâl barıştırmak için gelir. Celâl hasat zamanıdır. Yani olgunlaşanlar
olgunlaştı, olgunlaşmayanlar ise, yeniden ekilmek üzere arınacak, ateşe
atılacak.
Mitolojide
kertenkele, ölümsüzlüğü temsil eder. Kertenkele kuyruğunu yeniler, hatta bir
türü, tüm organlarını yeniler. Kuyruk insanda Nefs-i Emmâre’dir ve bazıları
kuyruktan kurtulamamış olarak görülürler astral âlemde. Nefs, sürekli kendini
yeniler ve haklı çıkarır. Bize düşen, o kuyruk bilincini yani omurgayı sürüngen
seviyesinden KUŞ/RÛH bilincine yükseltmektir. (Allah nasip etsin.AMİN)
İSM-İ ÂZAM: Allah’ın
en büyük ismidir ve âdeta bir sırdır. İsm-i Âzam’ı bildiğini söyleyen Dr. Münir
Derman(Ö.1989); ‘’İsm-i Âzam’ın peşine düşmenin beyhûde olduğunu, onun
bilinemeyip, ancak varlığının farkına varılacağını, bilinse bile,
söylenilmesinin ve yazılmasının asla mümkün olamayacağını üstüne basa basa
ifade eder.
Pek çok mutasavvıf,
İSM-İ ÂZAM’ın ne olduğu konuşunda farklı görüşler öne sürer. Onlara göre;
‘’HUVE-O, ALLAH, ER-RAHMAN, ER-RAHİM, HANNAN, EL-HAYYU’L-KAYYUM, ZU’L-CELÂLİ
VE’L İKRÂM, LÂ İLÂHE İLLALLAH, BESMELE, MÂLİKU’L-MÜLK, ELİF-LÂM-MİM’’ bunlardan
bazılarıdır.
Hz. Peygambere göre
ise Kûr’an’da İSM-İ ÂZAM aşağıdaki iki ayettedir; ‘’Allah bir tek ilahtır.
O’ndan başka ilah yoktur, O Rahman’dır, Râhim’dir’’ (Bakara, 163)
‘’Elif, Lâm, Mim.
Allah, Kendisinden başka ilâh olmayan, Sonsuza kadar diri, Hayatın ve Varlığın
kaynağı ve Dayanağı olan, Her şeyi Hükmüne, İradesine Bağlı Kılan Yaratıcıdır’’
(Âl-i İmrân,1-2)
Mesele İSM-İ ÂZAM’ın
bilinmesi değil, o ismin anlamının kulda kendiliğinden tecelli etmesidir.
Çünkü; Bel’am, Kârûn ve Samiri gibi âlim kişiler, İsm-i Âzam’ı öğrenmiş, ancak
kendi menfaatleri doğrultusunda kullandıkları için makamlarından düşmüşlerdir.
‘’Kalbini huzur hâlinde, ayık, hassas ve incelmiş bir biçimde gördüğünde, ne
istiyorsan onu, Yüce Allah’tan iste!. İşte o isim, Allah’ın İSM-İ ÂZAM’ıdır’’.
İsm-i Âzam; KÜN-OL mesâbesindedir.
İSM-İ ÂZAM’IN TAM VE
GERÇEK MAZHÂRI; KÂMİL KUL OLAN ,RESÛL-İ EKREM EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED’DİR.
Allah hepimizi onun yolunda sabit kılsın. AMİN.