26 Eylül 2016 Pazartesi

CELCELUTİYE

Celcelutiye; bir DUA,  İLİM ve ŞİFA kanalı olup, ‘’FÂTİHA’’ sûresinin batınî açılımıdır.  Celcelutiye, bir SİMYA yani DÖNÜŞÜM, insanlığın bilincini ilâhi bilince yükseltecek bir BURAK(Mirâç) ve bilinç kapısıdır ve 'İSM-İ ÂZAM’’ı içinde barındırmaktadır.. Bu mânâ, Hz. Mûhammed (s.a.v.)e, Cebrâil (a.s.) vesîlesiyle inmiş, Ledünni açılımı, ilmin kapısı İmâm-ı Ali(ra) ile olmuştur.

Hz. Ali(ra); olmuş ve olacak olayları Celcelutiye bablarında EBCED ve CİFR İLMİ ile sırlamıştır. Celcelutiye’nin büyük kısmı Arapça olarak yazılmıştır. Ancak EBCED ve CİFR hesaplarının denkleşmesi ve bazı bilgilerin gizli kalması, ancak ehlinin bilmesi için, bazı kısımları Arapça’nın kardeş dillerinden, Âdem ve İbrâhim(as) dilleri olan, kadîm  Süryânice olarak yazılmıştır. Bu dillerin seslerinin, tını ve kelime yapılarının DNA’mızdaki bilgiler üzerinde çok olumlu etkileri vardır.

Celcelutiye, Kadîm Süryânice ismidir. Arapça’da ‘’El-Bediu’’ esmasına bakar. ‘’El-Bediu’’; eşsiz, benzersiz bir şekilde örnek edinmeksizin yaratan anlamının yanında, güzellik ve bütünlük yani TEVHİD mânâlarını içerir.

İmam-ı Buni, İmam-ı Gazâli, Said-i Nursî, Ahmed-i Gümüşhavenî, Câfer es Sadık, Mûhammed el –Bakır, Zeynel Abidin gibi bir çok âlim, Celcelutiye’nin bir çok boyutları açtığını, derin ilimlerin ve etki alanlarının olduğunu anlatmış ve bu sırlı dua ile ilgili eserler yazmışlardır.

CELCELUTİYE, KAYNAĞI VAHİY OLAN CANLI VE SIRLI BİR KANALDIR.

Celcelutiye’de ana kanal Peygamber’dir. Onun genel yayıcıları ise Sahabe ve VELİ’lerdir.

Celcelutiye, bizde açılmayı bekleyen, potansiyel ‘’ESMA’’ları aktive eden sırlı bir çalışmadır ve bunun nasip olması isteğimize ve ‘’İSTİDÂDIMIZ’a bağlıdır. Ancak hayat sadece bir esmadan veya âyetten ibaret değildir. HAYAT, İSM-İ ÂZAM’IN YAŞANMASIDIR. Çünkü, Celcelutiye’nin hazinesi İSM-İ ÂZAM, kaynağı Mûhammed Mustafa(sav), üstâdı da İmam ALİ’dir(Aliyy).

Özümüz BİR ve TEK’tir. Ancak nefis dediğimiz benlik, ÖZ’ün gelişimine, açılımına direnç gösterdiği ölçüde sancı çekecektir. Acı, gelişime gösterilen dirençtir. Alışkanlıkların çözülmesi, yani putların kırılmasının başlangıç süresi biraz zahmetlidir. Ancak başı ZAHMET, sonu ise RAHMET’tir.

Beden dünya boyutuna aittir. Zaman ve mekânla sınırlıdır. Fakat nefes, burada olmasına rağmen dünyaya ait değildir. Bütün bedenleri birbirine bağlayan ve insanı kâinatla ilişkilendiren unsur ‘’NEFES’’tir. Beden ve kâinat arasındaki görünmez köprüdür. Bütün aktarımlar nefes aracılığıyla olur. Koku, renk, görüntü, bilgi, vb... Nefesin içinde ‘’PRANA’’ denilen bir ÖZ vardır ve bu ÖZ nefesten bağımsızdır. Nefes bu ÖZ’ün kabuğudur. PRANA(RÛH) her yerdedir, kuşatandır. O zaman nefesle üflenen ‘’RÛH’’tur. ‘’Âdeme rûhumdan üfledim’’ (Hicr-29, Sad-72)

Nefes çok önemlidir. Örneğin; Nefesi daha çok veriyorsan çok fedakârsın; daha çok alıyorsan aç gözlüsün; tutuyorsan bencilsin; kesik kesik alıyorsan endişeli ve kaygılısın; sıcak olması, soğuk olması farklı zihin hallerini gösterir vs.... Çünkü Nefes, zihindeki duygu değişimlerini, nefsin hangi mertebesinde olduğunu gösteren işarettir.

NEFİS MERTEBELERİ VE ÇAKRALAR:

KÖK ÇAKRA: Kuyruk sokumu veya omuriliğin en sonundaki menzil. Bu bölgede ‘’ACB-UZ ZENNEB’’ denilen, insanın ölümünden sonra bedeni çürüse de yok olmayan, bedenin çekirdeği olarak kabul edilen bir kemik bulunur. İnsanın bu ‘’ACB’’dan yaratıldığı ve tekrar ondan meydana geleceği söylenir. Bu hayatta ve bilmediğimiz boyutlarda yaptığımız her şey bir tohum gibi, burada kayıt altına alınmıştır. Kuyruk sokumunun sonundaki bu çok önemli merkez, ‘’KUNDALİNİ’’ enerjisini barındırır. Kundalini, insan bedeninde ‘’RÛH’’un(aslında NEFS’in)  dirilmesi ve farkındalık için verilmiş bir enerjidir. Bu uyuyan bir yılan olarak sembolize edilir. Yılanın uyandırılıp yedi mertebeden(omurilikten) geçerek tepe çakrasında özgürleşmesi ve KUŞ metaforuyla ‘’ZÜMRÜT-Ü ANKA’’ya dönüştürülmesi amaçlanır. Kundaliniyi uyandıran ‘’NAMAZ’’dır.

CİNSEL ÇAKRA: Cinsel organlar bölgesidir. Cinsel daire; kök enerjinin kendisini dişil ve eril olarak ikiye ayırdığı ve TEKVİN(yaratma) için bir araya geldiği, ancak birbirine karışmadığı noktadır. ÖZ’ü anlaşılabilirse, rûhani âlemlere geçiş kapısıdır. Anlaşılmazsa, nefsaniyeti arttırır. Cennete(cenin-rahim), RÛH’un doğumuna açılan kapıdır.

MİDE ÇAKRASI: Göbek bölgesindedir. Hadiste ‘’EBHER’’ olarak geçmektedir. Hz. Peygamber; vefâtı anında ‘’EBHER’im KOPTU’’ dedikten sonra BERZAH ÂLEMİ’ne intikâl etmiştir. Bu, bir tür kordondur. Bizi  bu dünyaya, maddeye bağlayan parlak bir damardır. Ana rahmine nasıl göbek kordonu ile bağlıysak, duble bedenimize ve astral âleme de aynı noktada gümüş kordon adı verilen bir bağ(ebher) ile bağlıyız. Burada, mide ve kalp dairesinin birlikte ele alınması gerekir. Mide, maddi hayatın, kalp ise manevi hayatın merkezidir. Biri maddi, diğeri mânevi rızıktır. Mide ve Kalp daireleri sağlam olursa, diğer menzillerin de DENGE’de olacağı söylenir. Bir hadiste; ‘’kalp iyi olursa diğer azalar da iyi olur’’ denilmiştir. Aynı şey mide için de söylenir. İnsan yediğine dönüşür. Her hastalığın temelinde tokluk vardır. Mide maddi denge merkezidir. Bir insanı göbekten tavana as, dengede durur. Nefes buraya gelir, ne kadar derinlere giderse o oranda ilhamlar başlar. Bu daireyi ‘’İNFAK’’ uyandırır. Nefesi almaya değil vermeye dikkat et. Verenlerden ol. İnfâka, önce nefesi vererek başla. Nefesi verebildiğin kadar ver, almaya sen karışma. Beden ne kadar alacağını senden daha iyi bilir. Nefes buraya düşer ve buradan yükselir. Aydınlanma, göbek  merkezlidir. ‘’Nefsini/Nefesini bilen RÂB’bini bilir’’. Hayat göbekten girer, ancak kalpte yaşanırsa KEMÂL olur. Biri dişil, biri erildir.

Din ve imân göğüstedir, kalptedir.Kadınlar ellerini göğüslerine bağlar, çünkü enerji merkezleri kadınlarda göğüs(cemâl-rahim) bölgesidir. Erkekler ise ellerini göbek(celâl-rahman) dairesine bağlar, çünkü erkeklerin enerji merkezi, farkındalık noktası orasıdır. Mide dairesi RIZIK’la ilgilidir ve erkek burada rızkı verenin Allah olduğunu unutup, dengeyi kaybedebilir. Mide dairesi, ancak kalp dairesi ile dengelenirse yanılsamalardan kurtulunur. Biri semâvîdir, biri arzîdir. Kadın ve erkek dengesi Ârif’liktir. Karın bölgesinin Arapçadaki ismi BATIN’dır. Yani mide bölgesi hem zâhir, hem batın’dır. Zâhir ve Bâtın birdir. Tohum ile ağaç, Rûh ile beden gibi....

KALP ÇAKRASI: Kalbin dirilmesi, Kalp gözünün açılması bu dairededir.

BOĞAZ ÇAKRASI: Boğaz, baş ile bedeni birbirine bağlar. Madde ile mâna birlikteliği İSLÂM noktasıdır. Beyin bedenin isteklerini, beden de beynin ihtiyacını bilir. Gerçek iletişim. Domuzun boynu yoktur meselâ. Bu dairenin salgı bezi tiroittir ve tiroit vücudun enerji dengelerini düzenler. Bedensel ve rûhsal gelişim arasında dengeleyici hormonları salgılar ve hücreleri aktive eder, besler ve büyümelerini sağlar. Tiroidin şekli, tıpkı kanatlarını açmış kuş gibidir. Kuş metaforu, kuş dili, rûhsal âlemlerden haber almayı, iletişimi sembolize eder. ‘’Bütün insanların kuşunu boynuna bağladık’’(İsrâ-13) Bu bölge yılanın, kuşa veya kanatlara dönüşmesi ve rûhsal bilgilerin semâvî âlemden gelmeye başlamasıdır.

Şimdi; Bel kemiği yani OMURGA, kök çakra ile başladı değil mi?. Kök çakrayı aktive eden neydi? NAMAZ. Namaz yani SALAT aynı zamanda ‘’BEL KEMİĞİ’’demek. Beden de baş, ‘’MİM’’ harfinin baş kısmı, kuyruğu ise omurga. Bilim adamlarına göre omurga beynin uzantısı. Bu omurganın içinden geçen ‘’GÜMÜŞ KORDON’’var. Hassas bir sinir. Dik durduğunda, kıyamlarda, namazda bu siniri kesinlikle hissedersin. Bu sinir, yer çekimine ters hareket eder ve enerjiyi yukarıya çeker. Dik durmayıp, kambur durduğun an, boyun bölgesine yakın o enerji tıkanır yukarı çıkamaz. Sırt  bölgesi geçmiş, ön bölge gelecektir.Beyine çıkamayan bu ince enerji, tam boyun bölgesinde topaklaşır ve tıkanır. Migrene, kamburlaşmaya neden olur. Geçmiş yükler ve tıkanan enerjiler, astral planda odunlar olarak sırt kısımda görülür. Onlar biriken duygu ve düşüncelerdir. Omurganın esnekliği ile bedenin alıcılığı, rûhsal idrak arasında bir ilişki ve orantı vardır.

İşte KUNDALİNİ, KUDRET YILANI  omurgadan, bu gümüş kordon yolu ile yükselir. MİRAÇ merdiven demektir. Merdiven ise omurgadır.

3. GÖZ- RA DAİRESİ: Kûrbiyet noktası. Kâbe kavseyn ev edna; iki yay aralığı, hatta daha da yakın olan nokta(Necm-9). İki kaş aralığı, 3. GÖZ noktasıdır. Ön alın bölgesi, SECDE mahalli öyle mübarek bir beldedir ki, burası sıfatlardan fena bulma mahallidir. Bu bölgenin salgı bezi olan hipotalamus ve hipofiz, orkestra şefi gibi bütün sistemi koordine eder. Hipotalamus, kökleri aşağıda, dalları yukarıda bir ağaca benzer. Zaten insan bedeni, tüm sinir ağı yapısı ile ağaç şeklindedir. Hipotalamus; niyetlerimizi, duygu ve düşüncelerimizi PEPTİT adı verilen kimyasallar üreterek gerçeğe dönüştürür. Üzüntü, korku, sevgi, nefret, şehvet gibi....Kimyasallar burada hazırlanır. Niyet et, hayal et, gerçekleşsin.

RA; Nûr, Güneş anlamındadır. ‘’AM’’, Sevgi. ‘’AMON - RA; KOZMİK  SEVGİ GÜNEŞİ DEMEKTİR’’. ’’AMOR’’ ise Aşk demek. AMİN;  AM-İN, Sevgi kapısı.

Tüm alt daireler bu daireye gelebilmek içindir. Herkes kendi istidâdınca bu daireden hissedardır. Bu işlerin pirlerinin, üstadlarının HİMMET’leri olmadan şifreler, kilitler açılmaz. Makam-ı Râziye’de şükre devam ettikçe, RAZI oldukça 3. GÖZ beslenir. 3. GÖZ Merdiye makamıdır, irade ve ÖZ BEN kanalıdır. Burada farkındalık o kadar yüksektir ki, damarlarından akan kanın sesi duyulur. Kulaklarda çok güçlü uğultular, gök gürültüsü ve çan sesleri gibi sesler ile bedendeki bütün biyokimya değişir. Bu sesler, Hz. Peygamber’in ilk boyut değiştirmesindeki zil seslerine benzetilebilir. Eğer o anda kişi, maddi göz ile değil, 3. GÖZ ile bakabilirse her tarafı NÛR denizi olarak görür. İlizyon kaybolur, her şey enerji formuna dönüşür. Rahmet sağanakları yağmaya başlar. Bu tepe çakrasının açıldığının işaretidir.

Sıkışık enerji bir anda patlar ve çözülür. Her tarafı saf bir NÛR alır, eşya ve tüm nesneler kaybolur. Beden oradadır, ancak yoktur. Tıpkı bir tül gibi havada sallanmaktadır. Maddi beden yerdedir, ancak astral beden havada tül gibi sallanmaktadır. Âlemin nabzını bizzat kendisinde hisseder. Kendisi âleme dönüşmüştür. Yıldızları, güneş ve ayı, hepsini net ve asılları ile bütün sistemi, galaksileri uzayı görür. Bunlar fizik planda değil, astral planda gerçekleşen olaylardır. Çok kısa süren bir olay, salike saatlerce gelebilir.

TEPE ÇAKRASI: ARŞ dairesi. Sıdret’ül Müntehâ, Son sınır, Makam-ı İbrahim. Bu yedi çakranın açılıp birleşmesi , sekizinci noktayı, sekizinci daireyi açar ki, Allah adına Hâlife’lik burada başlar. Ferdiyet, birlik. Özgürlüğe kanat açmak. Kulluk budur.. Bu bölgenin salgı bezleri ‘’EPİFİZ ve BEYİN’’dir. EPİFİZ bezi PİNEAL diye de anılır. Bu bez, üç hormon salgılar. 1. MELATONİN hormonu, uyku ve uyanıklığı belirler. Karanlıkta aktive olur. 2. SEROTONİN hormonu, mutluluk hormonu olarak da bilinir, zindelik verir. 3. DMT(Dimetil-Triptamil) hormonu, uyku sırasında salgılanan bir çeşit halisinojendir. Salgılanması RÜYA’ların görüldüğü evreye denk gelir ve etkilerinin arasında zaman algısında değişim oluşur.

Tepe çakrasının sembolü  ‘’YILDIZ’’dır. Pentegram. Beş köşeli YILDIZ. İnsan bir baş, iki el ve iki ayak ile aslında bir yıldız âlemidir. Bu yıldızda 10 köşe ve 10 açı vardır. 10 dönüşümlerin sayısıdır.

Celcelutiye’nin en nihayetindeki yolu, insandaki İSM-İ ÂZAM’ı uyandırıp, onu yaratan ve yaratılan yanılsamasından kurtarmak ve fenafillah’a ulaştırmaktır. Herkesin İSM-İ ÂZAM’ı farklıdır. Senin İSM-İ Âzam’ın, bu varoluşta tutunduğun isimdir. O isim ile, diğer isimleri okursun, o isim diğer isimleri açar.

Celcelutiye, harfler ve semboller ilmidir. Semboller, kadîm bilgileri ve bilgilerin deneyimlerini, enerjilerini kendinde depolayan rûhsal çiplerdir. Yani bir düşünce, evrensel bir bilgi veya bir olay, sayılara veya şekillere aktarılıyor ve bağlanıyor. Ve sen o şekli gördüğün anda, o bilginin ana klasörüne ulaşmış oluyorsun. Sende o dosya açılıyor. Her harfin, her sayının ve her şeklin taşımış olduğu anlamlar ve enerjiler vardır. Semboller, değerler kötüye kullanılmasın diyedir. Kur’an’daki müteşabih ayetler demek, zaten sembollerdir. Semboller bir mânâyı gizleyerek açıklar. Burada önemli olan sembol değil, sembol ile açılan bilinçtir.

Hz. Süleyman’ın yüzüğünde, Celcelutiye’deki bazı semboller vardı ve rüzgarları yönlendirirken bazı esmaları sesli söyleyip, havada bazı şekiller çiziyordu. Ehl-i Beyt’in iç gömleklerinde, Osmanlı Padişahlarının tılsımlı gömleklerinde de semboller vardır. Hz. Ali’nin Zülfikâr’ında, Davût (as) kalkanında, Hz. Süleymanın kılıcında da Celcelutiye’den semboller bulunurdu. Hz. Fatma, şifa vereceği zaman, bu sembolleri kişinin üzerine işaret parmağı ile çizerdi.

Ashab-ı Suffa, Rical-i Gaybler, Kırklar Meclisi, Agarta, Hermes ve Khufu Rahipleri gibi görevli kişiler veya aydınlanmışlar, insan bilincinin yaratıcı bilinçle eş zamanlı işletiminin bilgilerini ve bunun yollarının nasıl olduğunu aktarmak için, semboller kullanmışlardır. Ashab-ı Suffa okulunun bir köyü vardır. Dışarıdan hiç kimsenin girememiş olduğu ‘’Al-Kulfa’’ köyü. Buranın varlığı hakkında zerece şüphe yoktur, çünkü tarihte adı geçer. Bu köyün yerini bulmak kimseye nasip olmamıştır. Ancak derin meditasyona giren Sufi, şimdi Al Kulfa’nın nerede olduğunu bilir ve oraya gidebilir.  Bu köy, sıradan zihinlerin kaldıramayacağı titreşimler yayar. Buraya ancak HİÇ’lik ile girilebilir. Bu köyün İSLÂM’dan önce de olduğu söylenir. Burası 3. GÖZ enerjisi ile ziyaret edebileceğin bir zamansızlık ve mekânsızlık noktasıdır. Oraya tensel değil, ancak astral ulaşılır.

Hira dağının yapısı, MİKA mineralidir. Mika minerali, cam kristallerine benzer. Yalıtım özelliğine sahiptir. Güneş ışığı mikaya, mineraline, madenine yansıdığı zaman orası rengârenk olur. Ayrıca , mika mineraline hangi bilgiyi yükler ve hangi niyetle kodlarsan, o enerjiyi kat be kat arttırarak geri  bildirim yapar. Tıpkı su elementi gibi. Hira dağı, Hİ-RA bir adı da NÛR dağıdır ve güneşli havalarda parlar. Hira mağarası da dünyasal mekânda 3. GÖZ’ü temsil eder. RA(güneş) kanalını kendinde toplayıp yayan bir özelliğe sahip. Pİ-RA-MİT’ler de kezâ öyle. İstanbul’un da çok özel bir ‘’RA’’ merkezi var. Sultan Ahmet Camii, Ayasofya ve Mısır(sütun- Hermes asası). Burada RA’nın; Güneşin rolü, bilincin ve elementin niteliklerini uyumlamak ve aktive etmek. Sürecin hızlanması. Böylece enerji birikiyor, birikiyor ve belli bir eşiğe geldiğinde kuantum sıçraması yapıyor.

Tevrat; Yakup(as) ile Tanrı’nın yüz yüze görüşmesinden bahseder. PİNEAL(Epifiz) İbrânice ‘’Tanrının yüzünü görmek’’ anlamındadır. Lâtince de ise ‘’ÇAM KOZALAĞI’’ anlamını taşır.  Bu bez; florürlü diş macunları, tuz ve şeker tüketimiyle kireçlenir ve aktifliği yavaş yavaş azalır. Ali Baba ve Kırk Haramiler; ‘’açıl susam açıl’’ dediğinde hazinelerle dolu mağaranın kapıları açılırdı. Simsim, Arapçada susam demek. Samsamin esması, Celcelutiye’de kalp gözünün açılmasına bakar. Simsim de hazinenin açılması. Beden mağarasında saklı duran hazine....

Göklerde ne varsa, yerde de o vardır. Güneşteki değişiklikler dünyayı, dünyadaki değişiklikler insanı etkiler. Allah, yıldızların üzerine yemin etmiştir. Sembol ile hakikat, birbirine organik olarak bağlanmıştır. Örn: Venüs, sende  sakinlik ve uyumla ilgiliyken,  Mars; tam tersi seni tetikleyen, yerinde durdurmayan bir enerji yayar. Ay ve Güneş tutulmaları ise farklı farklıdır. Bu dönemde ve dolunayda kılınan özel namazlar ve özel dualar vardır. Gezegenler daha çok insan ve kollektif bilinçten etkilenirken, yıldızlar kozmik ve kozmik süper bilinçten etkilenir. Doğduğumuz anda ufuktaki takımyıldızı, yıldızlar, gezegenler, bilinçaltını etkiler. Allah, yıldızlar, gezegenler ile beyni kodluyor. Bu ilâhi kaderin kalemi gibi. Sen, sana en uygun olan dönemde, zamanda bu varlık sahnesine yansıyorsun. Öyle tesadüfi değil. ‘’Her şeyi tek tek saydık, ölçtük, biçtik’’(Nebe-29) Kendin hakkında endişelenme, bütün, seni senden daha çok düşünüyor.

Her gezegen, hem kendi etrafında, hem de Güneş etrafında büyük bir hızla döner. Samanyolu, Güneş sistemi de dahil tüm takım yıldızlarla beraber, kendi merkezi etrafında dönmekte olup, bir turunu 225 ile 250 milyon yılda tamamlar. Ayrıca Güneş sistemi de, Solar Apeks denen yörüngede spiral dönüşle 72.000 km/saat hızla ilerler ve her spiral dönüş 26.000 yılda tamamlanır. Bu büyük döngü (çark, ZOYDAK) 26.000 yılda bir, başladığı noktaya geri gelir. ZOYDAK, büyük döngüdür. 12 burçlu dev bir  saat. Bir burçtan diğer bir burca geçiş 2160 yılda oluyor ve başın sona gelmesi 26.000 (2160x12= 25.920) yıl alıyor. İşte, 21.12.2012 yılı ZOYDAK’taki başlangıç ve sonun birleştiği, devirin tamamlandığı yıl. ( 9 gezegen var. 10. Gezegenin 2005 yılında keşfedilen Marduk olduğu söyleniyor)

Peki sonra ne olacak, yaşam bitecek mi?. Hayır, yeni esmalar ile tanışacağız. Yeni döngülere geçiş olacak. Her 25.920 yılda bir, Güneş sistemi ve Dünya için başlangıç ve son noktasının birleşmesi ile yeni bir dönem başlayacak. Buna FOTON KUŞAĞI deniliyor. FOTON ışık parçacıkları bulutu. Yeni bilinçlerin ve yeni görünümlerin sergilendiği bir dönem. Bu döneme 1987 yılında girildiği söyleniyor. Yani süreç başladı, ancak kemâle gelmesi, önümüzdeki dönem içinde olacak. Bu çağ, kimileri için hayır, kimileri için şer olacak. Güneş gibi..... Hayatta olanlara çiçek açtıracak, ölü olanları kokutacak. Sistem döngüsü, İHLÂS SÛRESİ ile tamamlanacak. EHAD, TEKLİK BİLİNCİ. Aslında bütün Kâdim öğretilerdeki bilgiler de İHLÂS SÛRESİ’nin şerhinden başka bir şey değildir. EHÂD ile başlayıp, EHÂD ile biten bir süreç.....

Tek bir hedef vardır; Rıza-ı ilâhi. Bu da her mertebede HAKK’ı bilmek demektir. Sen bu bilinçte olursan, o zaman sakin olursun. Ve sakin olan insandan doğal olarak Ahlâk-ı Mûhammedi çıkar. Bulanık sularda inci arama. Sakin ol ki, su bulanmasın. O zaman hemen ayağının dibindeki incileri, mercanları görebilirsin. Sen melekleri görünce başarılı olmuş, görmeyince başarısız olmuş olmuyorsun. O ibadetin içinde Rabbinle, Allah ile sohbette isen, ister melek gelmiş, ister ışık gelmiş, ister gelmemiş... Bunların hiç önemi yok. Bunlar bir hedef gibi algılanmasın. O zaman işin içine hırs girer ve ihlâs kaybolur.

Bir deprem, bizim handi sallantımızın; bir tusunami, bizim hangi taşmamızın; dünyadaki bu savaşlar, kalp dairesindeki hangi çatışmamızın yansıması acaba? Çünkü tüm bu savaşlar ve değişimler, senin âleminin yansıması. Kendini hor kullanma ki, doğada bu kadar seller olmasın. Senin toprakların kayıyor, senin ağaçların yanıyor. Kendinle barış ki, savaşlarda çocuklar ölmesin. Senin çocukların, lâfifelerin ölüyor.

Tasavvufta avam amelinden, havas ise düşüncelerinden dahi sorumludur. Çünkü senin birine zarar verme düşüncen, havaya yaydığın o enerji, gider iradesi zayıf birine musallat olur. O adam bunu yapar, sorumlusu sen olursun. Düşüncelerimize, yaşama kalitemize göre dağlar, taşlar, denizler bize dua veya beddua ediyor...Bazı musibetler de dualarının gerçekleşmesi adına olabiliyor.

Bu yolda tek bir şeyden kork. Seni sürekli öven veya yeren insandan. Aşırı övmek, dolayısıyla seni öldürmek, boynunu kırmak için yapılan, sana karşı olan bir nefrettir. Yermek, aşırı öfke de bastırılmış sevgidir. İnadından dolayı sevgisi, öfke olarak çıkar. Onun için inat, kötü ahlaktır.

Celâl ayrıştırmak, Cemâl barıştırmak için gelir. Celâl hasat zamanıdır. Yani olgunlaşanlar olgunlaştı, olgunlaşmayanlar ise, yeniden ekilmek üzere arınacak, ateşe atılacak.

Mitolojide kertenkele, ölümsüzlüğü temsil eder. Kertenkele kuyruğunu yeniler, hatta bir türü, tüm organlarını yeniler. Kuyruk insanda Nefs-i Emmâre’dir ve bazıları kuyruktan kurtulamamış olarak görülürler astral âlemde. Nefs, sürekli kendini yeniler ve haklı çıkarır. Bize düşen, o kuyruk bilincini yani omurgayı sürüngen seviyesinden KUŞ/RÛH bilincine yükseltmektir. (Allah nasip etsin.AMİN)

İSM-İ ÂZAM: Allah’ın en büyük ismidir ve âdeta bir sırdır. İsm-i Âzam’ı bildiğini söyleyen Dr. Münir Derman(Ö.1989); ‘’İsm-i Âzam’ın peşine düşmenin beyhûde olduğunu, onun bilinemeyip, ancak varlığının farkına varılacağını, bilinse bile, söylenilmesinin ve yazılmasının asla mümkün olamayacağını üstüne basa basa ifade eder.

Pek çok mutasavvıf, İSM-İ ÂZAM’ın ne olduğu konuşunda farklı görüşler öne sürer. Onlara göre; ‘’HUVE-O, ALLAH, ER-RAHMAN, ER-RAHİM, HANNAN, EL-HAYYU’L-KAYYUM, ZU’L-CELÂLİ VE’L İKRÂM, LÂ İLÂHE İLLALLAH, BESMELE, MÂLİKU’L-MÜLK, ELİF-LÂM-MİM’’ bunlardan bazılarıdır.

Hz. Peygambere göre ise Kûr’an’da İSM-İ ÂZAM aşağıdaki iki ayettedir; ‘’Allah bir tek ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur, O Rahman’dır, Râhim’dir’’ (Bakara, 163)

‘’Elif, Lâm, Mim. Allah, Kendisinden başka ilâh olmayan, Sonsuza kadar diri, Hayatın ve Varlığın kaynağı ve Dayanağı olan, Her şeyi Hükmüne, İradesine Bağlı Kılan Yaratıcıdır’’ (Âl-i İmrân,1-2)

Mesele İSM-İ ÂZAM’ın bilinmesi değil, o ismin anlamının kulda kendiliğinden tecelli etmesidir. Çünkü; Bel’am, Kârûn ve Samiri gibi âlim kişiler, İsm-i Âzam’ı öğrenmiş, ancak kendi menfaatleri doğrultusunda kullandıkları için makamlarından düşmüşlerdir. ‘’Kalbini huzur hâlinde, ayık, hassas ve incelmiş bir biçimde gördüğünde, ne istiyorsan onu, Yüce Allah’tan iste!. İşte o isim, Allah’ın İSM-İ ÂZAM’ıdır’’. İsm-i Âzam; KÜN-OL mesâbesindedir.


İSM-İ ÂZAM’IN TAM VE GERÇEK MAZHÂRI; KÂMİL KUL OLAN ,RESÛL-İ EKREM EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED’DİR.

Allah hepimizi onun yolunda sabit kılsın. AMİN.