FETÂ/FÜTÜVVET:
Hz.
Peygamber Bedir savaşından dönerken; ‘’Esas
şimdi daha zor bir savaşa gidiyoruz. O da nefsimizle savaş’’ diyerek,
savaş sembolizminin bâtınî ve zâhirî yönleri olduğunu hatırlatır. Yine bir
sözünde ‘’Ben kıyâmete yakın kılıçla gönderildim’’ derken kadîm
kimya ilminde kılıç sembolizminin ‘’ARINMA’’ demek olduğundan hareketle, sanki ‘’İnsan rûhunu temizlemek için gönderildim’’
der gibidir. Sonra bu kutsal seyfullah’ı (kılıcı) Ali’ye verir. ‘’Lâ
fetâ illâ Ali, lâ seyfe illâ zülfikâr’’ der, verirken. Yâni ‘’Ali
gibi Fetâ (yiğit), Zülfikâr gibi kılıç yoktur’’
İslâm’ın bu
kılıcı, zâlime karşı sallanan bir bayrak gibi Hüseyin’e geçer. Hamza’dan,
Ali’den, Ebû Zer’den, Hüseyin’den geçerek gelen bu kılıcın rûhu daha sonra
Cüneyd’ler, Sülemi’ler, İbnü’l Arabî’ler, Kübrâ’lar vb. gibi büyük âriflerin
eliyle İslâm FÜTÜVVET neşvesi (sevinci)
olarak sistemleştirilir.
Fütüvvet;
sözlükte genç, yiğit, civanmert, delikanlı, cömert vb. anlamlara gelen ‘’FETÂ’’ dan türetilmiş bir kelime
olmakla birlikte, daha ziyade İSAR
(kendinden çok başkasını düşünme) ağırlıklı bir kavram olarak kullanılmıştır.
Sûfi
çevrelerinde Fütüvvet kelimesinin çok geniş içerikli tanımlamaları
yapılmıştır. Ca’fer es-Sâdık’a göre Fütüvvet; ele geçen bir şeyi tercihen
başkalarına sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmektir. Ebû Bekir
el-Verâk ise; kişinin hasmının olmamasını, yani herkesle iyi geçinmesini
ve herkesle barışık olmasını, sofrasında yemek yiyen müminle kâfir arasında
ayırım gözetmemesini Fütüvvet olarak târif etmiştir. Harakâni
Hazretleri bu hâli ‘’Her kim bu eve gelirse ekmeğini verin, adını dahi sormayın,
zirâ ulu Allah’ın dergâhında rûh taşımaya lâyık olan herkes elbette
Ebû’l-Hasan’ın sofrasında ekmek yemeye lâyıktır’’ diye açıklar.
Kûşeyri Hazretleri Fütüvvet’in; dilenci veya yardım isteyenlerin geldiğini görünce kaçmamak, insanlara eziyetten kaçınıp bol bol ikramda bulunmak olduğunu ifâde etmiştir. Sülemî’nin eserlerinde Fütüvvet; bir kimsenin başkalarının hak ve menfaatlerini kendisindekinden üstün tutması, başkalarından gelen ezâ ve cefâlara katlanması, hataları görmezden gelmesi, özür dilemeyi gerektirecek davranışlardan sakınması, kendisini aşağıda ve başkalarını kendisinden kıymetli bilmesi, sözüne sadık olması, vefâlı olması ve olduğu gibi görünmesidir.
İbnü’l Arabî Hz.leri ise Fütüvvet’i ilâhi bir sıfat olarak sayar. Allah’ın Fütüvvet kelimesinden türeyen bir ismi yoksa da Fütüvvet; Her şeyin Ona muhtaç olup, O’nun hiçbir şeye muhtaç olmamasıdır. Bu Fütüvvet tarifi Allah’ın SAMET ismini hatırlatır.
Kûşeyri Hazretleri Fütüvvet’in; dilenci veya yardım isteyenlerin geldiğini görünce kaçmamak, insanlara eziyetten kaçınıp bol bol ikramda bulunmak olduğunu ifâde etmiştir. Sülemî’nin eserlerinde Fütüvvet; bir kimsenin başkalarının hak ve menfaatlerini kendisindekinden üstün tutması, başkalarından gelen ezâ ve cefâlara katlanması, hataları görmezden gelmesi, özür dilemeyi gerektirecek davranışlardan sakınması, kendisini aşağıda ve başkalarını kendisinden kıymetli bilmesi, sözüne sadık olması, vefâlı olması ve olduğu gibi görünmesidir.
İbnü’l Arabî Hz.leri ise Fütüvvet’i ilâhi bir sıfat olarak sayar. Allah’ın Fütüvvet kelimesinden türeyen bir ismi yoksa da Fütüvvet; Her şeyin Ona muhtaç olup, O’nun hiçbir şeye muhtaç olmamasıdır. Bu Fütüvvet tarifi Allah’ın SAMET ismini hatırlatır.
Hallâc-ı
Mansur; Fütüvvet kavramını sebat yönünden ele alır ve Fütüvvet’i, ‘’bir dava
sahibi olmak ve neye mâl olursa olsun bu davadan dönmemek’’ diye tarif
eder. Süleyman Uludağ’a göre Fütüvvet, güzel ahlâkı temsil etmesi sebebi ile Tasavvuf’un temel terimlerinden
biridir. Fütüvvet ehli Hak aşkı ve halk sevgisiyle doludur. Onlar, sevdikleri
kimseye gerek sevdiği gerek sevmediği hususlarda mûhalif olmaz, dostları bağışlar,
onları azarlamaz, halka güzel zan besler ve onlara saygıyı muhafaza eder.
Hâce
Abdullah Ensârî’ye göre Fütüvvet; Hakk’a karşı karşılık beklemeden,
O’nun iyi bir kulu olmak için çabalamak, halka karşı kendi
kusurlarını gizlememek ancak başkalarının ayıplarını görmezden gelmek, nefsine
karşı ise kibri ve kendini beğenmeyi bırakmaktır.
Sülemî,
Melâmetiye Risâlesinde Fütüvvet’i şöyle anlatır: ‘’Âdem’in özür dileyiciliği,
Nûh’un dayanıklılığı, İbrâhim’in vefâsı, İsmâil’in sadâkati, Mûsâ’nın ihlâsı,
Eyyûb’ün sabrı, Dâvut’un ağlaması, Hz. Mûhammed’in cömertliği, Ebû Bekir’in
inceliği, Ömer’in cesâreti, Osman’ın hayâsı, Ali’nin ilmi....’’ En büyük ‘’FETÂ’’ Hz. Mûhammed’dir.
Çünkü kıyamet gününde herkes ‘’nefsim nefsim’’ diyerek
nefsini kurtarma derdine düşerken o, ‘’ümmetim ümmetim’’ diye
ümmetinin derdine düşecektir. Ancak; Fütüvvet geleneğinin Hz. Mûhammed’e vâris
ve Fütüvvet anlayışını en iyi temsil eden Hz. Ali’ye dayandırılması dikkat
çekicidir. Sonuçta Hz. Ali, ideal bir ‘’FETÂ’’ kimliğiyle bir sembol haline
getirilmiş ve hemen hemen bütün Fütüvvet-nâmelerde kendisine özel bir yer
verilmiştir.
Doğruluk,
vefâ, cömertlik, kerem, güzel huy, din-dil-ırk-soy -renk ayırımı yapmaksızın
herkesi bir ve eşit görmek, göz tokluğu, arkadaşlarla iyi geçinme, iyilik yapma
arzusu, kötü söz söylememe, güzel komşuluk, güzel konuşma, ahde vefâ, çocukları
terbiye etme, büyüklere edepli davranma, kin ve aldatmadan uzak durma, misâfire
hizmet, kötülüğe iyilikle karşılık verme, tevâzu, şikâyet ve kibirden uzak
durma, ana-babaya iyilik, akrabayı ziyâret, kabahati örtme, fakirlere acıma,
zenginlere şefkât, âlimlere tevâzu, yalandan, gıybetten, kulağı yanlışı
işitmekten, gözü haramdan uzak tutma, iyilerle arkadaşlık, kötülerden kaçınma,
dünyadan yüz çevirme, Allah’a yönelme, belâlara sabır, Allah’ın yasaklarına
uyma, az tamah, günahkârlara şefkât, içi ve dışı bir olma. Hâsılı ‘’sünnete
uymak ve güzel ahlâk’’ Fütüvvet’in yollarından ve huylarındandır.
Fütüvvet;
çocukluk ve yaşlılık arasındaki bir dönemdir. Bu dönem, insanın yetişkinlik
çağından kırk yaşına ulaştığı ömrüdür. Allah bu makam hakkında şöyle der:
‘’Sizi zayıflıktan yaratıp, zayıflıktan sonra güç yaratan Allah’tır.’’ İşte bu
Fütüvvet halidir ve kişi bu halde GENÇ/FETÂ
diye isimlendirilir. Allah ardından şöyle buyurur: ‘’Güçten sonra zayıflık ve yaşlılık yarattı.’’ (Rum-54) Buradaki
zayıflık, ömrün sonuna kadar olan yaşlılık zayıflığı, yaşlılık ise vakar, yani
hareketteki zayıflıktan meydana gelen durağanlık ve ağır başlılıktır. Çünkü
vakar, ağırlık anlamına gelen VIKR kelimesinden türer.
Hz.
İbrâhim’in bir yaşlıyı gördüğünde şöyle söylediği rivâyet edilir: ‘’Ey Rabbim!
Bu nedir?’’ Allah şöyle buyurur: ‘’Vakardır’’ Bunun üzerine İbrâhim
şöyle der: ‘’Allah’ım! Benim vakarımı arttır.’’
Bu makam ve
hâlin mensupları, gençler/yiğitler diye isimlendirilir. Onlar, bütün güzel huyları
elde etmiştir. Bir FETÂ, elde ettiği huyları kullanacağı ve kendileriyle
görüneceği mahalli bilmedikçe güzel huylara sahip olamaz. Bu nedenle Fütüvvet
ehli, geniş bilgi sahibidir. Binaenaleyh,
varolanların değerini ve ilâhi mertebenin değerini bilen kimse GENÇ/FETÂ diye
isimlendirilebilir.
GENÇ, kendi
nefsinin arzusunu bırakıp efendisi ve Rabbi olan Yaratıcısına dönerek ‘’ben bir kulum (köleyim)’’ demelidir.
Efendisinin sınırında durup onun kurallarına uyan ve kıyas veya teorik düşünceyle
bir ekleme veya tevile eksiltme yapmadan getirdiği şeye muhalefet etmeyen kimse
GENÇ diye isimlendirilir. GENÇ hasmı olmayan, yaratıklara muamele ederken,
imkânı ve kudreti ölçüsünde Hakk’ı razı edecek şekilde davranan kimsedir.
‘’GENÇ/FETÂ’’
nefsinin arzularına karşı çıkabilen yiğittir. ‘’FETÂ, NEFİS PUTUNU KIRAN KİŞİDİR’’ Fetâ; irâdesine hâkimdir
‘’Rabbi için nefsinin hasmıdır’’ Fütüvvet
ehli, cinsiyet gözetmeden Allah’a yakın olan kimselere denir ki, İnsan-ı
Kâmil’ler bu gruba girer.
EL-FETÂ, Kûr’ân’da da geçmektedir. ‘’O yiğit gençler mağaraya sığınmışlardı’’ (Kehf-10) ‘’Hakîkaten onlar rablerine inanmış gençlerdi’’(Kehf-13) ’’Bir vakit Mûsâ genç adama şöyle demişti’’ (Kehf-60) ‘’Buluşma yerlerini geçip gittiklerinde, genç adama Mûsâ şöyle dedi’’(Kehf-62) ‘’Kendisine İbrâhim denilen bir genç delikanlı’’ (Enbiya-60)
Mânevî
varlıkları çoğunlukla nesnel simgelerle açıklayan İbnü’l Arabî Hazretleri, Kâbe’yi
tavaf ederken Hacer-ül Esved tarafından kendisine doğru bir yiğit
delikanlının(EL-FETÂ) geldiğini söyler. ‘’EL-FETÂ’’ rûhun tecessüm ederek
kişiselleşmesinin simgesel bir yöntemle anlatımıdır. EL-FETÂ, yiğit delikanlı,
Şeyh’in hacda karşılaştığı kişiliktir.
EL-FETÂ, Hac
ibadetini yapan Şeyh’e haccın başlangıcında gözüken ‘’Rabbani sıfatlarla donanmış rûhani bir Zât’’ olarak tasvir
edilir. İbnü’l Arabî Hz.leri bunu ‘’ikilikten
kurtulmanın bir sembolü’’ olarak yorumlar. Şeyh’in 560 ciltten oluşan
şâheser eseri Fütühat-ı Mekkiyye, kendisinin FETÂ ile Kâbe’de ikinci kez karşılaşması
sırasında doğmuştur.
İbnü’l Arabî
Hz.leri FETÂ’yı şöyle anlatır; Hem mevcûd hem madûm (yok), hem basit hem
mürekkep, ne diri ne ölü, bilinen ve bilen ilim, hikmet, hikmetin konusu ve
Hakîm(Bilge), hem müşâhede eden hem müşâhede edilen, Kâbe’nin bir tecellîsi, ya
da Kâbe’nin içeriği, onun sırrını teşkil eden varlık olarak bu FETÂ, ete ve kemiğe bürünen Kâbe’dir. KÂBE VAR OLUŞUN KALBİDİR.
EL-FETÂ;
sükût hâlinde konuşur. Onunla Şeyh arasında geçen konuşma sessiz bir
diyalogdur. Engin bir nûra benzettiği bu yiğit delikanlının kendisinde
gizli olan bilgileri gözler önüne serdiğini, tavaf esnasında bu eseri
mânen kendisinden okuduğunu belirtir. Ancak eserin yazıya dökülüşü 31
yıl sürmüştür. Şeyh; bu eseri rabbinden aldığı emir ile yazdığını sıkça
vurgular.
Sülemî
Kitâbü’l Fütüvve’sinde ‘’Fütüvvet’le
Muhammed’e açık bir FETİH verildi’’ ifâdesini kullanır. Fütüvvet,
FETİH ve FÜTÛHÂT kavramları ile ilişkilendirilmiş, İbnü’l Arabî Hz.leri de
Fütûhât-ı Mekkiye (Mekke’deki Fetih’ler) adlı eserinde ‘’FETÂ olduğunu iddia
eden kimsenin yaşlanmayacağı’’ bahsinde ’’FETÂ; FETİH ve FÜTÛHÂT
sahibidir’’ diyerek bu üç kavramı birleştirmiştir.
Bu anlamda
‘’Fetih sûresinin 1. âyetinde ’’Hz. Peygamber’e adeta bir hitap vardır. ‘’Biz sana doğrusu açtık; feth-i mubiyn’i (apaçık,
parlak zafer) verdik...’’
Hz.
Resûlullah’ın (sav.) fetihleri üç kısımdır. Birincisi: Yakın fetihtir. Bundan maksat, NEFİS makamından
yükselmek sûretiyle KALP kapısının açılmasıdır.
İkincisi: Rûh nûrlarının zuhûr etmesi ve
kalbin RÛH makamına yükselmesi ile gerçekleşen apaçık, parlak fetih; FETH-İ MUBİYN. Böylece NEFİS de KALP
makamına yükselir.
Üçüncüsü: Mutlâk
fetih. Buna da ‘’Allah’ın yardımı ve
fetih gelince’’ (Nasr-1) âyeti ile işaret edilmiştir. Bundan maksat da
mutlâk FENA sonucu VAHDET kapısının açılması, zâti müşâhede ile CEM aynına gark
olunması ve teklik nûrunun zuhûr etmesidir.
Sonuç olarak
konuyu tek bir çatı altında toplarsak; Fetâ,
nefis putunu kırarak nefsani arzularından kurtulan, irâdesine sahip,
Peygamberin sünnetine uyan, güzel ahlâk sahibi kimsedir. Bu Fütüvvet ehli kimseler;
nefislerini önce kalp, sonra rûh makamına yükselterek vücûtlarında BİRLİK bilincini oluşturmuş ve bu
anlayışlarını hâl haline getirerek topluma örnek olmuşlardır. İstidatları ölçüsünde ismini; isimlerini,
kendi hakîkatlerini açığa çıkaran bu kimseler Hakk’ın kâinatta kendileriyle
tasarruf ettiği en temiz AYNA’lardır.
Kaynak: İsmi
geçen zâtların çeşitli risaleleri. Hz. Peygamber ve Fütüvvet kitabı.