5 Ağustos 2018 Pazar


KÂFİR;  MÜŞRİK ve MÜNÂFIK

Tarihin herhangi bir döneminde Allah tarafından gönderilmiş olan Hak peygamberini, ya da onun tebliğ ettiği hususların ya tamamını, ya da bir kısmını inkâr eden kimselere KÂFİR denilir. Kâfir denmesinin nedeni, kendisine apaçık bir biçimde görünmekte olan hakikati görmezden gelmek için hakikati örtmesi dolayısıyladır. Kâfir kavramı ateizm ya da deizm gibi akımlar dâhil bütün yönleriyle inançsızları kuşatan en genel kavramdır. Müşrik ve Münafık da Kâfir kavramının kapsamındadır.

Aslında Kâfir’’ ÖRTEN’’ anlamındadır. O halde herhangi bir şeyi örten kimse KÂFİR’dir. Küfür ise örtünme ve perdedir. Dinde küfür, ÎMAN’ın zıddı yani  Îmansızlık demektir. Küfür için Îman edilecek şeylerin hiçbirine inanmamak şart değildir. Birine veya bir kısmına inanmamak da küfürdür. Îman, bir bütünlüğü gerektirir. Küfür ise onun tam tersi olduğundan, bir kısmı inkâr ile vâkî olur.

Hak her mertebeyi kuşatmıştır, her mertebede bir tecelli yüzü vardır. Birine Îman edip, öbürünü inkâr etmekle Hak örtülmüş olur. Kâfirler, ibadetini bir şekle tahsis ettiği için başkasını inkâr eder. Bir Müslüman Hakk’ın zuhur ettiği varlıklardan birini inkâr ederse, din ona Müslüman demez.

Müşrik; Hakk’a karşı örtülüyken, Ehl-i Kitap dine karşı örtülüdür. Hakk’tan perdelenen dinden de perdelenmiş olur. Çünkü, dine varmanın zorunlu yolu Hakk’tır. Fakat, dine karşı perdelenmiş kimse, Hakk’a karşı perdelenmemiş olabilir (deist).(Ehl-i Kitap Yahudi ve Hıristiyan dini mensuplarıdır).

Küfür yani ÖRTÜ(pûşiş); iki kısımdır. Birinci ÖRTÜ Allah’ı görmeye ve bilmeye mâni olur ki, bu kötü küfürdür . Bunlar inancı henüz kökleşmemiş olanlardır.  Diğeri, o ÖRTÜ vâsıtasıyla Allah’tan başkasını ne görür, ne de bilir. Bu ise sonda bulunanların küfrü olup, beğenilen küfürdür. ‘’Muhakkak ki o küfredenleri, ha korkutmuşsun, ha korkutmamışsın, onlar için birdir, inanmazlar. Allah onların yüreğine mühür vurdu, kulaklarına da! Gözleri de perdelidir. Ve onlar için büyük bir azap vardır’’ (Bakara, 6-7) Bu âyetler iki küfrü de içine almaktadır. (Azap TAD’dır)

Kötü küfre örnek verirsek: Mesela kış için odun, kömür alırken ben bunlarsız kalırsam soğuktan kırılırım demek suretiyle kendi tedbirine güvenmek, Allah’ın REZZÂK sıfatını inkârdır. Ve Hakk’ın bir sıfatını inkâr etmekle de Kâfir olursun. Bildiğini bilmeyenlere öğretmekten kaçınmak, misafirden sofra saklamak, icap ettiği vakit Allah yolunda canını esirgememek Allah yolu yolcuları için küfürdür. Herhangi bir şeyi örten kimse kâfirdir. Rabb’inin nimetini örten, ona karşı kâfir olmuştur. İblis de kâfirlerdendir. Çünkü o, gücü ölçüsünde, şeriatın insan için getirdiği mutluluk yollarını örter. Hıristiyanlar da Mesih Îsâ’ya varlık vererek Hakk’ı örtmüştür. ‘’Allah, Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kâfir olmuşlardır’’(Mâide, 17-72)

İyi küfre örnek verirsek: Melâmiler makamlarını yaratıklardan örtmede Velîlerin büyükleridir, onlar aynı zamanda makamlarını örtenler olarak Kâfirdirler. En büyük Kâfir-i Billâh, İNSAN-I KÂMİL’dir. Çünkü o Allah’ı, Allah da onu örter.Çiftçiler de kâfirdir.Çünkü onlar, tohumu toprağa gömerek örter.

KÂFİR/ÖRTÜ genel bir kavramdır. O halde, Allah’ı inkâr eden de, putları inkâr eden de Kâfirdir.

KÂFİR kavramının  kapsamına giren MÜŞRİK ise, Allah’tan başka sandığı yaratılmışa varlık isnat ederek, onun Allah’tan gayrı bir varlığı olduğunu iddia eder. Örn: Kâbe’ye yönelen insan nasıl aslında Allah’ın mânâsına yöneliyorsa ve Kâbe’nin hakikatinin Allah’ın Zâtı olduğuna inanıyorsa, Müşrik de Kâbe’yi ayrı bir ibâdet yeri addederek, Kâbe’ye secde eder. Bu ŞİRK’tir. Ancak Allah’ın emrine secde olmasından dolayı doğru bir ŞİRK’tir.  Bu yüzden emirle yapılan ibâdet, ŞİRK dahi olsa övülmüştür. Allah’a ŞİRK koşana MÜŞRİK, ŞİRK koşulana ŞERİK denir.

*‘’Hayır ve şer Allah’tandır’’ mânâsını reddedip, şerrin başka bir Allah’a ait olduğunu, ya da kuldan geldiğini sananlar MÜŞRİK’lerdir. İdrâk edenler ise bizim şer gördüğümüz şeylerin de Allah indinde hayır olduğunu bilirler. Çünkü, Allah’tan gelen her şey hayırdır ama bize acı geldiği için şer gibi görülür. Doktorun acı ilaç vermesi doktor yönünden hayır, hasta yönünden şerdir. Allah’tan başka Kuvvet-i Kudret olmadığı için bana şer gelen de O’ndan gelmiştir.
Allah, Kur’an da ‘Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışında dilediğini affeder’’ (Nisâ, 116) buyurmuştur. Kalbin fesadı ŞİRK iledir. ŞİRK dört türlüdür.

Kalp bu dört türlü şirkten bozulursa, Allah, o şirkin karşısında onu gideren bir TEVHİD ile kulu SELÂMET/KURTULUŞ evine çağırır.

1.Müşriklerin şirki: Putlara, vesaireye tapmak. Burada put; evlat, para ve ilim düşkünlüğü ile kendinde bir varlık görmektir.

Birinci şirkin karşısında bulunan Tevhid: ‘’Bil ki Allah’tan başka ilâh yoktur’’(Muhammed, 19) sözüdür. Yani Allah’tan başka tapılacak varlık yoktur demektir. Bu Tevhid ile mümin, kâfirden ayrılır.

2.Allah’ın fiillerinde şirk: Fiili mutlak olarak kula nispet etmek. Bu şirk daha ziyade avamda bulunur. Sövüp saymak, intikam almak, iftira etmek, öldürmek şeklinde kendini gösterir. Onlar işleri Allah’tan değil, başkalarından görürler. Çünkü eğer bütün bu fiillerin Allah’tan olduğunu bilselerdi barış içinde yaşarlardı.

İkinci şirke karşı Tevhid: ‘’Hiç bir canlı yoktur ki, Allah onun alnından yakalamamış bulunsun’’ (Hûd,56) sözüdür. Bu Tevhid ile havas(seçkinler), işi bizzat Allah’a nispet etmekle avamdan ayrılırlar. Bütün insanlar MEVLÂ sayılırlar, çünkü onlar Allah’ın kazâsına göre fiil yaparlar.

3.Allah’ın sıfatlarında şirk: Kula izâfi değil de mutlak olarak kemâl nispet etmek.  Fiilin sahibini kul zannetmek, birine kırılmak ya da birinin yaptığını aşırı derecede beğenmek, o fiili kulun yaptığını zannetmek. Özellikle ileri gelenlerde, bilginlerde bulunur. Bunlar kemâlde kendilerinden aşağıda olanlara kibirlenirler, kendilerinden üstün olanlara haset ederler.

Üçüncü şirke mukabil Tevhid: ‘’Hamd âlemlerin rabbine mahsustur’’ sözüdür. Bu Tevhid ile seçkinlerin seçkinleri, bütün Hamd’ları bizzat Allah’a nispet etmekle seçkinlerden ayrılırlar. Bu görüşte olan şöyle der: ‘’Her güzel şey, O’nun cemâlinin yankısıdır. Belki her güzelin güzelliği O’dur’’

4.Gerçek vücutta(Varlık’ta) şirk: Halk’a doğrudan doğruya varlık nispet etmek. Evliya’ya, Kâmil İnsan’a varlık vermek.  Onların varlığını Allah’tan ayrı görmek.

Dördüncü şirke karşılık olan Tevhid: ‘’O’nun veçhinden başka her şey helâk olacaktır’’ (Kasas, 88) sözüdür. Bu Tevhid ile Hakk’ın vücudu ile Halk’ın vücudu ayrılır, Halk’ın vücudu yok görülür. Bâkî olan, var olan yalnız onun varlığıdır. Tevhidin bu dört mertebesinden her biri, kendi miktarınca sahibini SELÂMET evine sokar.

Bir de ZÂT ŞİRK’i vardır ki, umumiyetle mevki sahiplerinde ve bazı ŞEYH’lerde bulunur. Zira bütün mertebeleriyle vahdet-i vücudu bilselerdi, bazılarına yüz gösterip, bazılarından da yüz çevirmezler ve aşağı mertebelere hakaret gözüyle bakmazlardı. Burada yüz göstermek, yüz çevirmek, nazar ve irşad, sadece Allah ile, Allah için ve Allah’ta makbuldür. * (Niyazî-i Mısrî, İrfan Sofraları- 18. Sofra)

Yine KÂFİR kapsamına giren MÜNÂFIK ise; NİFAK, NÂFİKA kelimesinden türemiştir. NÂFİKA, köstebek deliğine verilen addır. Köstebeğin yuvasının iki deliği vardır. Kapıların birinden girerken, öbüründen çıkar. Köstebek, çıkacağı bu kapıyı başıyla vurup, dışarıya çıkmasına imkân verecek şekilde ince tutar ve bunu da başkası sezemez. Kendisini tehdit eden tehlike, âşikâr ve belli olan giriş kapısı istikametinden gelince, hemen saklı tuttuğu bu dayanıksız kapıdan dışarı çıkar. Kaçmak için yaptığı bu ikinci kapıya NÂFİKA denir.

Münâfık, bir tarafıyla dine girerken, daima kendisi için sakladığı diğer yönden de ondan çıkar. İşte içinden inanmadığı halde inanıyor gözüken birine MÜNÂFIK denilmiştir. ’’Eğer sığınacak bir yer veya (barınacak) mağaralar, yahut (sokulabilecek) bir delik bulsalardı; koşarak o tarafa yönelip giderlerdi’’ (Tövbe, 57)  Peki; KÂFİR, MÜŞRİK ve MÜNÂFIK’ın sonu ne olacaktır?

‘’Kıyamette MİZÂN(terazi), saâdet ve şekâvetin birlikte bulunmasından dolayı kurulur. Zirâ nefsâniyetin tamamen rûhâniyete dönüşmesi durumunda mizâna ihtiyaç kalmaz. Bu kişi, hesaba çekilmeksizin cennete girer. Aksi de böyledir, yani rûhâniyeti tamamen nefsâniyete dönüşen de, hesaba çekilmeksizin cehenneme girer. Şayet Îmanlı ise, suçunun karşılığı kadar azap gördükten sonra, cehennemden çıkarak cennete girer.’’(Abdülkadir Geylâni Hz.)

Allah’ı birleyen ve Îman eden herkes cennete girecektir. Nebiler ve müminler de Îman sahibi olup da büyük günah işleyenlere ŞEFAAT edecektir. Küfür ehli Müşrik ve  Münafık’a ŞEFAAT edilmeyecektir. ‘’defterleri sağından verilen kimse’’ (el-Hakka, 19), kastedilen MÜMİN ve mutlu kimselerdir. ‘’defterleri sol tarafından verilen kimse’’ (el-Hakka, 25), kastedilen MÜNÂFIK’tır.  KÂFİRİN İSE DEFTERİ YOKTUR.

DİN CEZÂ yani KARŞILIK(amelin kendisine dönmesi) demektir. MÜŞRİK yararlı amel ve iyilikler işlediğinde, bunun bir CEZA’sı yani KARŞILIĞI yoktur. Onlar için kıyamet gününde amelleri tartan terazi konulmayacaktır. Çünkü Allah’a ortak koşanın iyi amelleri de boşa gitmiştir. MÜŞRİK hesaba çekilmeyecek, cehenneme girecektir. CEHENNEM bir CEZA değil, her şeyi kuşatmış Rahmet’in belirlediği bir TAHSİS’tir.

‘’Cehennem ATEŞ’tir. Ateş melekleri gidince, NİMET melekleri gelir. Ve böylece o ateşe muhâl olan yerde cırcır(kereviz) otu biter. Cırcır otu yeşildir, cennette renklerin en güzeli yeşildir. Yani ateş yeşile dönüyor, cehennem cennete çevriliyor. Bu mânâya en güzel delil, Hz. İbrâhim’in kıssasıdır. ‘’Ey ateş! İbrâhim’e serin ve selâmet ol’’ (Enbiya, 69)Bu emirden sonra orada reyhanlar yeşerdi, bahçeler oldu. Cebbâr olan Allah, kademini bastıktan sonra cehennem ehlinin azâbı rahata(tada) çevrildi. Bulundukları mekân değişmesi, ateş gitti.’’ (Abd’ül-kerîm el-Cîlî,  Hz. İnsan-ı Kâmil)

 Evliya ulvî yüksek kelimeler, eşya ise suflî alçak kelimelerdir ve bunların hepsi ’’KÜN’’ emrinden zuhûr etmiştir. Allah’ın emri ‘’KÜN’’ yani KAF ve NUN arasındadır.  K (KAF) harfinden iki anlam ortaya çıkar. Birisi KEMÂL’in ‘’K’’ si, diğeri KÜFÜR’ün ‘’K’’si. N (NUN) harfinden de iki anlam ortaya çıkar. Biri Mârifet ‘’N’’ si, diğeri Nekre/belirsizlik ‘’N’’ si. Allah yaratmada kimin üzerine nurunu  saçtı ise o KÜN’ün ‘’K’’ sına Kemâl, ‘’N’’ sine Mârifet olarak tanık oldu. Diğeri ise KÜN’ün  ‘’K’’sını Küfür, ‘’N’’ sini ise Nekre/belirsizlik bildi ve kâfir oldu. Kâfir, kalbi ölü olandır.

Küfrün de hâliki (yaratanı) Allah’tır ve Allah’ın küfrü yaratması da O’nun en büyük hikmetlerinden (kâinattaki bütün hâdiselerin ilâhi sebeplerinden) biridir. Allah, fenâ bir şey yaratmayacağına göre küfrün de yaratılışında bir sebep, bir mânâ, dolayısıyla hikmet vardır. Burada küfür kelimesinin ‘’karanlık’’ mânâsını ve kâfirlerin nurdan karanlıkta kalanlar olduğunu unutmamak doğrudur.

‘’İslâm’a göre bütün mahlûkat ister kendi rızasıyla, ister kendi rızası olmaksızın Allah’ın irâdesine boyun eğer. İster kâfir  ve müşrik olsun, ister mümin olsun ibâdet ettiğinde  yalnızca Allah’a ibâdet eder. Mümin Allah’a ibâdet ettiğinin farkındadır. Kâfir veya müşrik ise Allah’tan başkasına ibâdet ettiğini düşünse de varlıkta Allah’tan, O’nun isim ve sıfatlarından ve bu sıfatlara bağlı fiillerinden, bu fiilerin dış dünyadaki eserlerinden başka hiçbir şey bulunmadığından dolayı ibâdeti dolaylı olarak gerçekleşse de yine Allah’adır. Zaten küfür ve şirk eserin müessirini görememek ve eserde takılıp kalmanın sonucudur’’( William C. Chittick, Hayal âlemleri)

Allah, kendisinden başkasına mûhabbet ve ibâdet edilmemesi için, kendisini bütün EŞYA’nın hakikati kıldı. Kişi neye ibâdet ederse etsin, bilsin veya bilmesin aslına O’na ibâdet eder.

Kaynak: Ken’an Rıfâî Hz. Sohbetler,  İbn’ül Arabî Hz. Tefsir-i Kebir Te’vilât, C.Nur Sargut İslâm, îman.