KÂFİR; MÜŞRİK ve MÜNÂFIK
Tarihin herhangi bir döneminde Allah tarafından gönderilmiş olan Hak
peygamberini, ya da onun tebliğ ettiği hususların ya tamamını, ya da bir
kısmını inkâr eden kimselere KÂFİR denilir. Kâfir denmesinin nedeni, kendisine
apaçık bir biçimde görünmekte olan hakikati görmezden gelmek için hakikati
örtmesi dolayısıyladır. Kâfir kavramı ateizm ya da deizm gibi akımlar dâhil
bütün yönleriyle inançsızları kuşatan en genel kavramdır. Müşrik ve
Münafık da Kâfir kavramının kapsamındadır.
Aslında Kâfir’’ ÖRTEN’’ anlamındadır. O halde herhangi bir şeyi örten
kimse KÂFİR’dir. Küfür ise örtünme ve perdedir. Dinde küfür, ÎMAN’ın zıddı yani
Îmansızlık demektir. Küfür için Îman
edilecek şeylerin hiçbirine inanmamak şart değildir. Birine veya bir kısmına
inanmamak da küfürdür. Îman, bir bütünlüğü gerektirir. Küfür ise onun tam tersi
olduğundan, bir kısmı inkâr ile vâkî olur.
Hak her mertebeyi kuşatmıştır, her mertebede bir tecelli yüzü vardır.
Birine Îman edip, öbürünü inkâr etmekle Hak örtülmüş olur. Kâfirler, ibadetini
bir şekle tahsis ettiği için başkasını inkâr eder. Bir Müslüman Hakk’ın zuhur
ettiği varlıklardan birini inkâr ederse, din ona Müslüman demez.
Müşrik; Hakk’a karşı örtülüyken, Ehl-i Kitap dine karşı
örtülüdür. Hakk’tan perdelenen dinden de perdelenmiş olur. Çünkü, dine varmanın
zorunlu yolu Hakk’tır. Fakat, dine karşı perdelenmiş kimse, Hakk’a karşı
perdelenmemiş olabilir (deist).(Ehl-i Kitap Yahudi ve Hıristiyan dini
mensuplarıdır).
Küfür yani ÖRTÜ(pûşiş); iki kısımdır. Birinci ÖRTÜ Allah’ı görmeye ve
bilmeye mâni olur ki, bu kötü küfürdür . Bunlar inancı henüz
kökleşmemiş olanlardır. Diğeri, o ÖRTÜ
vâsıtasıyla Allah’tan başkasını ne görür, ne de bilir. Bu ise sonda
bulunanların küfrü olup, beğenilen küfürdür. ‘’Muhakkak ki o küfredenleri, ha korkutmuşsun, ha korkutmamışsın, onlar
için birdir, inanmazlar. Allah onların yüreğine mühür vurdu, kulaklarına da!
Gözleri de perdelidir. Ve onlar için büyük bir azap vardır’’
(Bakara, 6-7) Bu âyetler iki küfrü de içine almaktadır. (Azap TAD’dır)
Kötü küfre örnek verirsek: Mesela kış için odun, kömür alırken
ben bunlarsız kalırsam soğuktan kırılırım demek suretiyle kendi tedbirine
güvenmek, Allah’ın REZZÂK sıfatını inkârdır. Ve Hakk’ın bir sıfatını inkâr
etmekle de Kâfir olursun. Bildiğini bilmeyenlere öğretmekten kaçınmak,
misafirden sofra saklamak, icap ettiği vakit Allah yolunda canını esirgememek
Allah yolu yolcuları için küfürdür. Herhangi bir şeyi örten kimse kâfirdir.
Rabb’inin nimetini örten, ona karşı kâfir olmuştur. İblis de kâfirlerdendir.
Çünkü o, gücü ölçüsünde, şeriatın insan için getirdiği mutluluk yollarını
örter. Hıristiyanlar da Mesih Îsâ’ya varlık vererek Hakk’ı örtmüştür. ‘’Allah, Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kâfir olmuşlardır’’(Mâide,
17-72)
İyi küfre örnek verirsek: Melâmiler makamlarını yaratıklardan
örtmede Velîlerin büyükleridir, onlar aynı zamanda makamlarını örtenler olarak
Kâfirdirler. En büyük Kâfir-i Billâh, İNSAN-I KÂMİL’dir. Çünkü o Allah’ı, Allah
da onu örter.Çiftçiler de kâfirdir.Çünkü onlar, tohumu toprağa gömerek örter.
KÂFİR/ÖRTÜ genel bir kavramdır. O halde, Allah’ı inkâr eden de, putları
inkâr eden de Kâfirdir.
KÂFİR kavramının kapsamına
giren MÜŞRİK ise, Allah’tan başka sandığı yaratılmışa varlık isnat ederek, onun
Allah’tan gayrı bir varlığı olduğunu iddia eder. Örn: Kâbe’ye yönelen insan
nasıl aslında Allah’ın mânâsına yöneliyorsa ve Kâbe’nin hakikatinin Allah’ın
Zâtı olduğuna inanıyorsa, Müşrik de Kâbe’yi ayrı bir ibâdet yeri addederek,
Kâbe’ye secde eder. Bu ŞİRK’tir. Ancak Allah’ın emrine secde olmasından dolayı
doğru bir ŞİRK’tir. Bu yüzden emirle
yapılan ibâdet, ŞİRK dahi olsa övülmüştür. Allah’a ŞİRK koşana MÜŞRİK, ŞİRK
koşulana ŞERİK denir.
*‘’Hayır ve şer Allah’tandır’’ mânâsını reddedip, şerrin başka bir
Allah’a ait olduğunu, ya da kuldan geldiğini sananlar MÜŞRİK’lerdir. İdrâk
edenler ise bizim şer gördüğümüz şeylerin de Allah indinde hayır olduğunu
bilirler. Çünkü, Allah’tan gelen her şey hayırdır ama bize acı geldiği için şer
gibi görülür. Doktorun acı ilaç vermesi doktor yönünden hayır, hasta yönünden
şerdir. Allah’tan başka Kuvvet-i Kudret olmadığı için bana şer gelen de O’ndan
gelmiştir.
Allah, Kur’an da ‘’Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışında dilediğini
affeder’’ (Nisâ, 116) buyurmuştur. Kalbin fesadı ŞİRK iledir. ŞİRK dört
türlüdür.
Kalp bu dört türlü şirkten bozulursa,
Allah, o şirkin karşısında onu gideren bir TEVHİD ile kulu SELÂMET/KURTULUŞ
evine çağırır.
1.Müşriklerin şirki: Putlara,
vesaireye tapmak. Burada put; evlat, para ve ilim düşkünlüğü ile kendinde bir
varlık görmektir.
Birinci şirkin karşısında bulunan Tevhid:
‘’Bil ki Allah’tan başka ilâh yoktur’’(Muhammed,
19) sözüdür. Yani Allah’tan başka tapılacak varlık yoktur demektir. Bu Tevhid
ile mümin, kâfirden ayrılır.
2.Allah’ın fiillerinde şirk: Fiili
mutlak olarak kula nispet etmek. Bu şirk daha ziyade avamda bulunur. Sövüp
saymak, intikam almak, iftira etmek, öldürmek şeklinde kendini gösterir. Onlar
işleri Allah’tan değil, başkalarından görürler. Çünkü eğer bütün bu fiillerin
Allah’tan olduğunu bilselerdi barış içinde yaşarlardı.
İkinci şirke karşı Tevhid: ‘’Hiç bir canlı yoktur ki, Allah onun alnından
yakalamamış bulunsun’’ (Hûd,56) sözüdür. Bu Tevhid ile havas(seçkinler),
işi bizzat Allah’a nispet etmekle avamdan ayrılırlar. Bütün insanlar MEVLÂ
sayılırlar, çünkü onlar Allah’ın kazâsına göre fiil yaparlar.
3.Allah’ın sıfatlarında şirk: Kula
izâfi değil de mutlak olarak kemâl nispet etmek. Fiilin sahibini kul zannetmek, birine
kırılmak ya da birinin yaptığını aşırı derecede beğenmek, o fiili kulun
yaptığını zannetmek. Özellikle ileri gelenlerde, bilginlerde bulunur. Bunlar
kemâlde kendilerinden aşağıda olanlara kibirlenirler, kendilerinden üstün
olanlara haset ederler.
Üçüncü şirke mukabil Tevhid: ‘’Hamd âlemlerin rabbine mahsustur’’
sözüdür. Bu Tevhid ile seçkinlerin seçkinleri, bütün Hamd’ları bizzat Allah’a
nispet etmekle seçkinlerden ayrılırlar. Bu görüşte olan şöyle der: ‘’Her güzel şey, O’nun cemâlinin yankısıdır.
Belki her güzelin güzelliği O’dur’’
4.Gerçek vücutta(Varlık’ta) şirk:
Halk’a doğrudan doğruya varlık nispet etmek. Evliya’ya, Kâmil İnsan’a varlık
vermek. Onların varlığını Allah’tan ayrı
görmek.
Dördüncü şirke karşılık olan Tevhid:
‘’O’nun veçhinden başka her şey helâk
olacaktır’’ (Kasas, 88) sözüdür. Bu Tevhid ile Hakk’ın vücudu ile Halk’ın
vücudu ayrılır, Halk’ın vücudu yok görülür. Bâkî olan, var olan yalnız onun
varlığıdır. Tevhidin bu dört mertebesinden her biri, kendi miktarınca sahibini
SELÂMET evine sokar.
Bir de ZÂT ŞİRK’i vardır ki,
umumiyetle mevki sahiplerinde ve bazı ŞEYH’lerde bulunur. Zira bütün
mertebeleriyle vahdet-i vücudu bilselerdi, bazılarına yüz gösterip,
bazılarından da yüz çevirmezler ve aşağı mertebelere hakaret gözüyle
bakmazlardı. Burada yüz göstermek, yüz çevirmek, nazar ve irşad, sadece Allah
ile, Allah için ve Allah’ta makbuldür. * (Niyazî-i Mısrî, İrfan Sofraları- 18.
Sofra)
Yine KÂFİR kapsamına giren MÜNÂFIK ise;
NİFAK, NÂFİKA kelimesinden türemiştir. NÂFİKA, köstebek deliğine verilen addır.
Köstebeğin yuvasının iki deliği vardır. Kapıların birinden girerken, öbüründen
çıkar. Köstebek, çıkacağı bu kapıyı başıyla vurup, dışarıya çıkmasına imkân
verecek şekilde ince tutar ve bunu da başkası sezemez. Kendisini tehdit eden
tehlike, âşikâr ve belli olan giriş kapısı istikametinden gelince, hemen saklı
tuttuğu bu dayanıksız kapıdan dışarı çıkar. Kaçmak için yaptığı bu ikinci
kapıya NÂFİKA denir.
Münâfık, bir tarafıyla dine girerken, daima
kendisi için sakladığı diğer yönden de ondan çıkar. İşte içinden inanmadığı
halde inanıyor gözüken birine MÜNÂFIK denilmiştir. ’’Eğer sığınacak bir yer veya (barınacak)
mağaralar, yahut (sokulabilecek) bir delik bulsalardı; koşarak o tarafa yönelip
giderlerdi’’ (Tövbe, 57) Peki;
KÂFİR, MÜŞRİK ve MÜNÂFIK’ın sonu ne olacaktır?
‘’Kıyamette MİZÂN(terazi), saâdet ve
şekâvetin birlikte bulunmasından dolayı kurulur. Zirâ nefsâniyetin tamamen
rûhâniyete dönüşmesi durumunda mizâna ihtiyaç kalmaz. Bu kişi, hesaba
çekilmeksizin cennete girer. Aksi de böyledir, yani rûhâniyeti tamamen
nefsâniyete dönüşen de, hesaba çekilmeksizin cehenneme girer. Şayet Îmanlı ise,
suçunun karşılığı kadar azap gördükten sonra, cehennemden çıkarak cennete
girer.’’(Abdülkadir Geylâni Hz.)
Allah’ı birleyen ve Îman eden herkes
cennete girecektir. Nebiler ve müminler de Îman sahibi olup da büyük günah
işleyenlere ŞEFAAT edecektir. Küfür ehli Müşrik ve Münafık’a ŞEFAAT edilmeyecektir. ‘’defterleri sağından verilen kimse’’
(el-Hakka, 19), kastedilen MÜMİN ve mutlu kimselerdir. ‘’defterleri sol tarafından verilen kimse’’ (el-Hakka, 25),
kastedilen MÜNÂFIK’tır. KÂFİRİN İSE
DEFTERİ YOKTUR.
DİN CEZÂ yani KARŞILIK(amelin kendisine
dönmesi) demektir. MÜŞRİK yararlı amel ve iyilikler işlediğinde, bunun bir
CEZA’sı yani KARŞILIĞI yoktur. Onlar için kıyamet gününde amelleri tartan
terazi konulmayacaktır. Çünkü Allah’a ortak koşanın iyi amelleri de boşa
gitmiştir. MÜŞRİK hesaba çekilmeyecek, cehenneme girecektir. CEHENNEM bir CEZA
değil, her şeyi kuşatmış Rahmet’in belirlediği bir TAHSİS’tir.
‘’Cehennem ATEŞ’tir. Ateş melekleri gidince, NİMET melekleri gelir. Ve
böylece o ateşe muhâl olan yerde cırcır(kereviz) otu biter. Cırcır otu
yeşildir, cennette renklerin en güzeli yeşildir. Yani ateş yeşile dönüyor,
cehennem cennete çevriliyor. Bu mânâya en güzel delil, Hz. İbrâhim’in
kıssasıdır. ‘’Ey ateş! İbrâhim’e serin ve
selâmet ol’’ (Enbiya, 69)Bu emirden sonra orada reyhanlar yeşerdi, bahçeler
oldu. Cebbâr olan Allah, kademini bastıktan sonra cehennem ehlinin azâbı rahata(tada)
çevrildi. Bulundukları mekân değişmesi, ateş gitti.’’ (Abd’ül-kerîm
el-Cîlî, Hz. İnsan-ı Kâmil)
Evliya ulvî yüksek kelimeler,
eşya ise suflî alçak kelimelerdir ve bunların hepsi ’’KÜN’’ emrinden zuhûr
etmiştir. Allah’ın emri ‘’KÜN’’ yani KAF ve NUN arasındadır. K (KAF) harfinden iki anlam ortaya çıkar.
Birisi KEMÂL’in ‘’K’’ si, diğeri KÜFÜR’ün ‘’K’’si. N (NUN) harfinden de iki
anlam ortaya çıkar. Biri Mârifet ‘’N’’ si, diğeri Nekre/belirsizlik ‘’N’’ si.
Allah yaratmada kimin üzerine nurunu
saçtı ise o KÜN’ün ‘’K’’ sına Kemâl, ‘’N’’ sine Mârifet olarak tanık
oldu. Diğeri ise KÜN’ün ‘’K’’sını Küfür,
‘’N’’ sini ise Nekre/belirsizlik bildi ve kâfir oldu. Kâfir, kalbi ölü olandır.
Küfrün de hâliki (yaratanı) Allah’tır ve Allah’ın küfrü yaratması da
O’nun en büyük hikmetlerinden (kâinattaki bütün hâdiselerin ilâhi
sebeplerinden) biridir. Allah, fenâ bir şey yaratmayacağına göre küfrün de
yaratılışında bir sebep, bir mânâ, dolayısıyla hikmet vardır. Burada küfür
kelimesinin ‘’karanlık’’ mânâsını ve kâfirlerin nurdan karanlıkta kalanlar
olduğunu unutmamak doğrudur.
‘’İslâm’a göre bütün mahlûkat ister kendi
rızasıyla, ister kendi rızası olmaksızın Allah’ın irâdesine boyun eğer. İster
kâfir ve müşrik olsun, ister mümin olsun
ibâdet ettiğinde yalnızca Allah’a ibâdet
eder. Mümin Allah’a ibâdet ettiğinin farkındadır. Kâfir veya müşrik ise
Allah’tan başkasına ibâdet ettiğini düşünse de varlıkta Allah’tan, O’nun isim
ve sıfatlarından ve bu sıfatlara bağlı fiillerinden, bu fiilerin dış dünyadaki
eserlerinden başka hiçbir şey bulunmadığından dolayı ibâdeti dolaylı olarak
gerçekleşse de yine Allah’adır. Zaten küfür ve şirk eserin müessirini görememek
ve eserde takılıp kalmanın sonucudur’’( William C. Chittick, Hayal âlemleri)
Allah, kendisinden başkasına mûhabbet ve
ibâdet edilmemesi için, kendisini bütün EŞYA’nın hakikati kıldı. Kişi neye
ibâdet ederse etsin, bilsin veya bilmesin aslına O’na ibâdet eder.
Kaynak: Ken’an Rıfâî Hz. Sohbetler, İbn’ül Arabî Hz. Tefsir-i Kebir Te’vilât,
C.Nur Sargut İslâm, îman.