14 Kasım 2019 Perşembe

SIRÂT-I MUSTAKÎM:

Sırat ‘’yol’’, Mustakîm ise ‘’insan topluluğu/kavim’’ anlamına gelir. Yollar çeşitlidir.

‘’SIRÂTULLAH’’, Allah’a ulaştıran yol demektir. Buna göre bütün yollar ve sıratlar, kendisinde yürüyen için dosdoğrudur ve bütün yollar Allah’a ulaştırır. Bu nedenle de yollar yaratıkların sayısınca artar. Bu, bütün işlerin üzerinde yürüdüğü Said ve Şaki’yi de kapsayan ve kulları Allah’a ulaştıran genel yoldur. Çünkü Allah ismi çelişen, çelişmeyen bütün isimleri kendinde toplar.  Ancak herkes kendindeki ismin Allah’a nispetiyle Hidâyet’e veya Dalâlet’e doğru koşar. ‘’Onları seçtik ve kendilerini sırât-ı mustakîme ulaştırdık’’ (En’am, 87) 

‘’SIRÂT-I HASS’’ Peygamberin yoludur ve sadece kendisine tahsis edilmiştir. Bu yol: Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın sapasağlam ipi ve kuşatıcı şeriatıdır.

‘’SIRÂTU’R-RAB’’ ise Allah’ın yolu, fakat isimleri yönünden Allah’ın yolu demektir. Sırâtu’r-Rab, teklifin ışığında onu mustakîm (doğru) hale getirmek için merbubunu (kulu, yaratılmışı) talep eder.

Fâtiha sûresi, üç farklı yoldan bahseder. 1) Doğru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, 2) gazâba uğramışların ve 3) sapmışların yoluna değil. Bu yollardan biri DOĞRU, diğer ikisi YANLIŞ yoldur. Bununla birlikte, bir açıdan yaratılış emri ile ortaya çıkmış olmaları bakımından bütün yollar doğrudur. Bütün yollar Allah’tan gelir O’na geri döner. Yaratılışta kötülük olmadığı için bütün yollar iyidir. ‘’Allah’ın yolu’’ her şeyin üzerinde yürüdüğü, her şeyi toplayan yoldur. Saadet ve hüsran da bu yolun içindedir. ‘’Bütün işler O’na döndürülecektir’’ (Hûd, 123) Ancak O’na dönen herkes mutluluğa ulaşamaz. Mutluluk ve Saadetin yolu şeriatın koyduğu yoldan başkası değildir. Çünkü her mahlûkun, her zerrenin Rabbine çekilmesi onun Sırât-ı Mustakîm’idir. Fakat en doğru yol Fâtiha sûresinde geçen ‘’ihdina’s-sırâta’l-mustakîm’’ deki Muhammedî zuhûr olan Sıraât-ı Mustakîm, yani TEVHİD’dir.

Sırât-ı mustakîm kıldan ince, kılıçtan keskin daracık yol demektir. Bu yol Kıyâmet günü haşır (toplanma yeri) ile cennet arasında cehennemin üzerine uzatılır. Mümin önündeki nûr vâsıtasıyla bu köprüyü geçer. Üzerinden geçtiği ve cennete ulaşıncaya kadar Hakk’ın ayaklarını sabitleştirdiği sırat, ‘’SIRÂTU’L HÜDÂ’’dır. Sen onu dünya hayatında zâhiri ve bâtıni sâlih (iyi, güzel) amellerinden kendin için inşa etmişsindir. Söz konusu sırat bu dünya hayatında mânevi olarak bulunur, görülmez. Kıyamet gününde ise cehennem üzerine başı haşır, sonu ise cennetin kapısına uzanacak şekilde duyulur bir köprü olarak uzatılır. Sen de, onu gördüğünde onun kendi eserin ve ürünün olduğunu anlarsın. Anlarsın ki; O köprü, dünya hayatında senin tabiat cehenneminin üzerine uzatılmış bir köprüydü.

‘’Hiç bir canlı yoktur ki Allah onun perçeminden/alnından tutmuş olmasın. Benim Rabb’im kuşkusuz Sırât-ı Mustâkim üzeredir’’ (Hûd, 56) Gerçekte Rabbinin dosdoğru yolu üzerinde bulunmayan hiçbir şey yoktur, çünkü Hakk’ın perçeminden tutmadığı hiçbir şey yoktur ve hiçbir şey perçemini sahibinin elinden kurtaramaz.

Her yürüyen, Rabbinin doğru yolu üzerinde yürür. Hepsinin varış yeri, her şeyi kuşatan ve her şeyden önce olan Rahmete’dir. Hakkın dışındaki her şey ‘’dabbe/hayvan’’ yani hayat sahibidir. Hiçbir şey kendi nefsiyle hareket etmez, başkasıyla hareket eder. Buna göre o şey, Sırât-ı Mustakîm üzere olan şeyin (Rabbinin) hükmüne tâbi olarak hareket eder.

Sırât-ı Mustakîm herkesin kendi ismine doğru aldığı yoldur. O isim bir vücuda zuhûr ettiğinde o vücut o ismin hakîkatine bağımlı olur. Başka bir şansı yoktur. O isim o kulun Rabbidir ve Allah idrakidir. Bunun için herkesin Rabbi (ismi) farklıdır. Kuldaki isim ortaya çıkana kadar vücut Kahhâr ismiyle terbiye olur, tâ ki hakîkati ortaya çıksın.

Her şey rûh sahibidir, her şeyin Sırât-ı Mustakîm’i ancak var olan Allah’ın ismine doğrudur, nefis burada rol oynamaz. Çünkü nefis diye bir şey yoktur, olmayan bir şey üzerinde de yürünemez, var olanda hareket edilir. Bu hareket kemâl noktasına kadar devam eder.  Her şey, İnsan-ı Kâmil’in kalbine girebilmek için bir yol arar ve o Sırât-ı Mustakîm’den aslına ulaşmak için hasret çeker.

Hz. Şeyh kulun Hakk’a doğru yürüyüşünü ikiye ayırır. 1. Mânevî zevke doğru yürümek 2. Rabbin emirlerine doğru yürümek. Birinci kısım yürüdüğü yolu ve son durağını bilenlerdir. Yani yürüdükleri dosdoğru yoldur kendileri için. İkinci kısım ise ne yürüdüğü yolu ne de yolun sonunu bilir.

 ‘’Eğer onlar Tevrat ve İncil’in ve kendilerine Rablerinden indirilen şeylerin hakkını yerine getirselerdi, altlarından, üstlerinden ve ayaklarının altından rızıklanırlardı (yerlerdi)’’ (Mâide, 66) Kul hem keşif ve idrakle Hakk’ı görmek için harekete geçerse, hem de onun emirlerine (şeriata) uyarak ona yanaşırsa hem üstünden hem altından rızıklanmış olur. Başlarının üzerinden yemek Bâtınî /kalbî ilimlerdir. Ayakların altından yemek ise ayaklar ilmi/Allah’a doğru yürüme bilgisi (ilm-i ercül) olup, zâhirî/maddi ilimlerdir.

Ken’an Rıfâî Hz. der ki: ‘’Mâdem ki herkes bir vazife ile mükellef ve memurdur, o halde fenalık yapanlar neden cezâ görüyor? ’’ diyecek olursanız ortaya şöyle bir cevap çıkar. Hakk’ın birbirine zıt isimleri vardır. Meselâ Muiz (izzet veren) olduğu gibi Müzil (dilediğini zillete düşüren) de vardır. Hâdi olduğu gibi Mudil (doğru yoldan saptıran) de vardır. Afüv (affedici) olduğu gibi Müntakim de (intikam alan) vardır. Bu isimler, isimlerin küllü olan Cenâb-ı Hak’tan ‘’Yâ Rabbi, bize bu isimlerin gereğini yerine getirebilmek için bir zuhûr yeri ihsan et!’’ diye niyazda bulunarak birer vücut istediler. Cenâb-ı Hak da bu taleplerini yerine getirdi ve her bir isim bir vücuda büründü.

O halde, kahır yaptığın vakit, karşında Müntakim isminin zuhûrunu bekle. Evet, bir insana fenalık yaparsan intikam alıcı isim hemen karşına gelir. Onun için ‘’Zulüm yapan neden cezâsını bulur?’’ diyemezsin. Çünkü zâlime karşı Adil ismi vardır. Neden bu kimse böyle hareket ediyor, ben olsam böyle yapmazdım demek abestir. Yapamazsın, çünkü sen o isme mazhâr değilsin. Mesela Allah seni Muiz yani İzzet ismine lâyık etmiş, Müzil (zillete düşüren) ismine değil. (Ken’an Rıfâî Hz.)

Varlık olan Hak sûretten ibâret olan Halk’tır. Aklî ilimle değil de keşfî ilme sahip olan ve keşfî ilimle bakan, Halk’ta Hakk’ı müşâhede edebilir. Hak her şeyin hakîkatidir. Kâfirin kâfir oluşu da onun Hakk’ıdır. Çünkü bu isim onun ezelinde vardır. Ancak bu bakış kâfirin şeriata ters davranışını kabul ettiremez. Anlaşılıyor ki kalben itirazı terk, vücut ile mücadeleye devam gerekir.

Firavun Mûsâ’ya sordu: ‘’Sizin Rabbiniz kimdir yâ Mûsâ?’’ Hz. Mûsâ da:’’ Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışının icâbı ne ise onu verdi ve onu o şeye, arkasından sürdü’’ (Tâ-Hâ, 49-50) dedi. Bütün hareketler dosdoğrudur, her şeyin bir doğruluğu vardır. Örn. Yayın doğruluğu eğriliğindendir, ondan istenen budur. O halde âlemde doğruluktan başka bir şey yoktur.  Allah’ın Peygamberine hitabı da bu yöndedir. ‘’Emrolunduğu gibi dosdoğru ol’’ (Hûd, 112)

Ârif Halk’ı Hakk’a davet ederken her şeyin Hak olduğunu, karşısındaki kişinin de hangi isme sahip olduğunu bilir ve ona göre muamele eder. ‘’Mürşit kalplerin casusudur’’ sözünün mânâsı budur. Onlar yanlış yolda olanın da Hakk’a doğru gittiğini bilenlerdir. Yolun başı da sonu da Hakk’tır. Bu arada Hak kulundan isim ve sıfatlarıyla tecellî eder ama aynı zamanda Hak kulundan gayrı olup, kendi zâtında TEK’tir.

Bizi imtihan eden Allah değil, ilâhi (birbirine zıt) isimlerdir. Bunun sebebi isimlerin farklılığının dünyaya, birliğinin ise âhirete ait bir özellik oluşudur. Bu durumda âhirette farklılıklar kalkacağı için Allah’ın Rahmet’i her yere hâkim olacaktır.

Sırât-ı mustakîm yeme içmede, giyimde, evlenmede, dini ve dünyevi bütün işlerde ‘’adâlet ve orta yoldan’’ ayrılmamaktır. İşte dünyadaki Sırât-ı mustakîm, âhiretteki Sırât-ı mustakîm gibidir. Sırât-ımustakîm’i tanıma konusunda Hidâyet’e erdirilmek, Allah’ın kuluna vermiş olduğu en büyük nimettir. (C.Nur Sargut/Mülk sûresi, Syf. 474-480 ve Hz. Hûd fassı, 14-60)

Rabbim dosdoğru yol üzerindedir. İnsanlar için bundan daha büyük bir müjde olabilir mi? (Füsusu’l Hikem Syf. 85)

İbnü’l Arabî Hazretleri yaratma yolundan da bahseder: ‘’Kuşkusuz Allah, kendi yolunda, kurşunla kaynamış binalar gibi, saf bağlayarak savaşanları sever’’ (Saff, 4) Kim Allah’ın görünen (Zâhiri) yolunda saf bağlayarak çalışmazsa, Allah ehli olmaz. Aynı şekilde, cemâat halinde namaz kılanların safları da, Allah yolunda bağlanmış bir saftır. Orada Allah yolunun gözükmesi için, cemâat halinde namaz kılanların birbirine sıkı sıkıya tutunması, Tek bir çizgi haline gelmesi gerekir. Hiç kuşkusuz bu durum, çokluk olmasını gerektirir. Bu da Allah’da mübarek ve yüce isimlerinin birbirine sıkı sıkıya tutunması demektir.

 İsimlerin bu şekilde sürekli birbirine tutunmasından yaratma yolu zuhûr eder. Böylece, Hayy (diri) sıfatı Alîm (her şeyi bilen) sıfatıyla, Mürîd (isteyen), Kâil (söyleyen), Kâdir (Kudret sahibi), Hakem (her şeyi yerli yerine koyan), Mukît (besleyen), Muksit (adaletle dağıtan), Müdebbir (yöneten), Mufassıl (ayıran), Râzık (rızık veren), Muhyî (dirilten) sıfatları yan yana dizilir. Buna göre, âlem diridir, bilendir, isteyendir, söyleyendir, güç ve Kudret sahibidir, hakemdir, besleyendir, adaletle dağıtandır, yönetendir ve ayırandır. Geriye kalan ilâhi isimler de bu şekilde devam eder, gider.

Târikatta (yolda) bu süreç ‘’Allah’ın isimleriyle ahlaklanma’’ diye adlandırılır. Böylece ilâhi isimler, kulda zuhûr eder, aşikâr olur. İsimlerin sürekli yan yana gelmesiyle de yaratma yolu ortaya çıkar. Eğer onların arasına yaratılışta bir boşluk girse, Allah’ın yolu kaybolur. Saflarda açılacak boşluklardan sızan şeytanların yolları açığa çıkar. Öyleyse kim bu süreklilik içinde kendi safını, kendi çizgisini oluşturursa, ‘’yaratanlar’’ arasına girecektir.

Allah’ın yolu, tıpkı noktalardan oluşan bir çizgi gibidir. İki çizgi bir yüzey, iki yüzey bir cisim oluşturur. Her cisim de, bir Zât ve yedi sıfattan meydana gelen mükemmel bir sûreti temsil etmek için sekiz öğeden ibarettir (Zât, Hayat, İlim, İrâde, Kudret, Duyma, Görme, Konuşma). Bu terkibin sonucu cisim ortaya çıkar. (İlâhi aşk, Syf. 120-123)

Nokta (sıfır boyut); Hakk,

Çizgi (iki nokta/tek boyut)); Cevher-i Ferd/melekler/rûhlar, (Duyma)

İki çizgi (yüzey/iki boyut/uzunluk ve genişlik); Cinler/Nefs (İnsanın bâtını aslında cindir),    (Görme)

Cisim (üç boyut/uzunluk, genişlik, derinlik); İnsanlar. (Hayal gücü)

Âhiret (dört boyut) (Hayal gücünden daha yüksek bir meleke gerektirmektedir)

Üç boyutlu varlıklar olmamızdan dolayı cinleri ve melekleri göremeyiz. Ancak cinler ve melekler bizi görebilir. İnsanların cinler ve melekler âlemine, bir ve iki boyuta dönüşerek geçme imkânı vardır. Mânevi yükselmede yolun başında sâlik bu tür geçişlerle karşılaşabilir. İşte bu yüzden Kâmil İnsan’lar, tâ ki Hakk’ı müşahede edene kadar rûhlarla kolayca irtibata geçebilirler. Bu nihai makama vâsıl olmadan evvel sâlik sıfır boyutta(Hak’ta) yok olmalıdır. Çünkü Hak sadece bu esrarla müşahede edilir. Ve bu esrar O’nun yarattığı her şeydedir. 

İbnü’l Arabi Hz. Zaman ve KozmoloJi, Syf. 254-261