VATAN:
Varoluş
içinde Allah Tealâ’dan, O’nun sıfatlarından ve O’nun fiillerinden başka hiçbir
şey yoktur. Her şey O’dur, O’nunladır, O’ndandır ve O’nadır. Eğer O, âlemlerden
göz açıp kapayıncaya kadar da olsa, bir an için gizlenecek olsaydı, âlem bir
anda yok olurdu. Dolayısıyla, âlemin bekâsı/varlığı ancak O’nun korumasıyla ve
ona nazar etmesiyledir. Ancak, O’nun zuhûru, nûrunda öylesine şiddetlidir ki akıllar,
idrakler onu anlatmada, onu algılamasında zayıf ve âciz kalırlar. Bu nedenle
O’nun zuhûru bir örtü (Hicap) olarak adlandırılır.
Âlem/dünya,
çokluk üzerindeki Ahâdiyetin ezici gücüyle her ‘’an’’ ‘’yokluk’’ içinde yok olup gitmektedir. Ve esas ‘’aşk’’ gücüyle her ‘’an’’ âlemin bir benzeri ortaya
çıkmaktadır. Çünkü âlemin varoluşu onun yokluğunun ‘’AN’’ haline dönüşmesi
demektir. Âlem zâhirden bâtına, bâtından zâhire durmadan yok olur ve
durmadan var olur. Yani bunlar sürekli yenilenen bir
yaradılışla yokluktan (Adem), varlığa (vücûd) geçerler. İşte buna durmadan
yeniden yaratılış ‘’halkun cedîd’’ denilir.
Bu benzerlikler akışından sonuç olarak çıkar gibi gözüken hayalî uzantı, ‘’zaman’’ denilen şeydir; hareket ise
onun ölçümüdür.
Zaman
tarafından temsil edilen benzerliklerin durmadan yenilenmesi o tarzda cereyan
eder ki, bir şey yok olup sona ererken, aynı anda bir başka benzer şey
başlar. Bir beyaz yok olurken, bir diğer beyaz var olur. Eğer bir beyaz yok olsaydı ve ardından onun zıddı
olan bir siyah meydana gelseydi, bu durum eşyanın tabiatını bozardı.
Allah
dışındaki her şey ‘’fanî’’ dir. Yani
yok olucudur. Eğer bir olayın gerçek süresinin bir AN’ın sınırlarını aşması
imkânsızsa, o zaman ortaya çıkan her şey ‘’vaktin
oğlu’’ dur ve başka bir şey değildir.
Vakit kılıçtır. Kılıç dokunduğu şeyi nasıl kesip
atarsa, vakit de Cenab-ı Hakk’ın kula takdir ettiği ve icrasına hükmettiği şeyi
muhakkak kulda icra eder. Şöyle ki; Kılıcın dokunulan kısmı yumuşak, ağzı
keskindir. Kim onun yumuşak kısmına hafifçe dokunursa tehlikeden kurtulur. Onun
keskin kısmına çarpan ise helâk olur.
Vakit de
böyledir. Kim vakit içinde başına gelen ilâhi hükme boyun eğerse kurtulur,
onunla çekişmeye giren ise baş aşağı yuvarlanır, helâk olur. Akıllı kişi vaktin
hükmüne göre hareket eder.
Vakit, senin
zaman içerisindeki hâlini belirler. Bu hâl ne geçmişe, ne de geleceğe bağlanır.
Eğer senin vaktin senin hâlinin kaynağıysa, o zaman sen vaktin oğlusun; vaktin
senin ne olduğunu belirler, çünkü o mevcuttur, sen mevcut değilsin, sen
vehimsin; o ise sabittir. Eğer senin vaktin muti ise ve hâl ne olursa olsun kulluğa yakışan bir müşâheden varsa,
o zaman sen ‘’bâki’’ olanlar arasına
katılırsın. Aksi hâlde ‘’fâni’’ olanlar
arasına katılırsın. Birinci durumda senin vaktin yakınlıktır (kurb). İkinci
durumda ise, uzaklıktır (bu’d).
Kim durmadan
geçmiş zamana hayıflanırsa ve şimdiki zamanı geçmiş zamanla doldurursa, o kimse
uzak olanlar arasına girer; çünkü o kimse şimdiki zamanın gerektirdiği şeylerin
kayıp gitmesine göz yumuyor ve hiç bir zaman geri gelmeyecek olan şeylerle
kendisini oyalıyor demektir.
İşte varolmayışın özü
budur. Gelecekle uğraşanlar da aynı durumdadırlar.
Olay vakte gereklidir; vakit de olaya
gereklidir.
Olayı belirleyen
vakittir; çünkü olay vakitten ayrılamaz.
Böylece
vakit, olayın meydana geldiği yer, ya da ‘’VATAN’’
olmaktadır.
Vakitler
sınırsızdır; dolayısıyla VATANLAR da
sınırsızdır.
Vatan; içinde nesnelerin ve
varlıkların meydana geldiği vakitlerin mahallidir.
Vatanlar,
her ne kadar çoksa da, altıya indirgenebilir. Ötekiler de bu altı vatandan
türerler.
Birincisi, Allah’ın bize ‘’Elestü
bi-rabbüküm’’ yani ‘’Ben sizin Rabbiniz
değil miyim’’ diye sorduğu vatandır. Bu vatan varoluştan önceki varoluş
vatanıdır. Fiziksel varlığımızla biz o vatandan ayrıldık. İkincisi, şu
anda içinde bulunduğumuz bu dünya vatanıdır. Üçüncüsü, büyük ve
küçük ölümden sonra içinden geçeceğimiz ’’berzah’’ vatanıdır. Dördüncüsü,
uyanan toprakta diriliş (haşr) ve ilk duruma dönüş vatanıdır. Beşincisi,
cennet ve cehennem vatanıdır. Altıncısı, cennetin dışındaki ‘’Kum
tepesi’’ (el-kesîb) vatanıdır.
İnsan
nereden geldiğini, nerede bulunduğunu ve nereye doğru gittiğini bilmeden bu
vatanları anlayamaz. Böylece insan içinde bulunduğu vatana uygun düşecek
tarzda hareket etmeli, içinde bulunduğu vatandan ayrıldıktan sonra da gideceği
vatana uygun tarzda hareket etmelidir. Ayrıca; her vatana gereken ilgiyi gerektiği
kadar göstermelidir.
Birinci vatan: Allah’ın bize ‘’Elestü bi rabbiküm’’ diye sorduğu vatandır. Bu vatan, senin fiziki
varoluşundan önce rûhlar arasında bir atom, bir öz, bir rûh olarak bulunduğun
vatandır. Allah sana iyilikle ve cömertlikle senin benzersiz varlığını
tasarladığını sana bildirdiğinde, Allah’ın senin O’nu bu vatanda bulmanı
dilediğini bilirsin. Bu nedenle sen, bu vatanda senden beklenilen şeyleri,
tereddüt etmeden derhal yerine getirmek için acele ettin; çünkü Allah öyle
istiyordu ve onu doğrudan doğruya istiyordu. O’nun irâdesi karşısında hiç bir
şey dayanamaz, özellikle bu istek doğrudan olduğu ve hiçbir aracının aracılığı
olmadığı zaman, böyledir.
Allah’ın bu
vatanda senden istediği O’nun üstünlüğünü ve yüceliğini tasdik etmendir. Allah
Tealâ şöyle buyuruyor: ‘’Kıyamet gününde,
‘’biz bundan habersizdik’’ demeyesiniz diye, Rabbin Âdemoğullarından, onların
bellerinden zürriyetlerini aldı ve onları kendilerine şahit tuttu ve onlara:
‘’Ben sizin rabbiniz değil miyim?’’ dedi. Onlar da ‘’Evet, Rabbimiz olduğuna
şahit olduk’’ dediler. (Âraf sûresi-172) İşte bu öyle bir sırdır ki, bunu ancak görev ve
sorumluluk bilinci taşıyanlar bilebilir.
Sonra, sen
rûhlar âleminin derinliklerine ulaşmak için indiğin zaman, hem bu vatanı, hem
de başına gelenleri unuttun. Eğer sen, Allah’a doğru dönüp O’na yönelirsen,
O’nu ararsan, Allah’ın izniyle, vaktiyle O’nun üstünlüğünü ve yüceliğini
hatırlayacaksın.
İkinci vatan: Bu dünya vatanı, teklif,
ameller, sorumluluk, sınav ve çalışma vatanıdır. Ameller, bu vatandan sonraki
vatanlardaki ilâhî lütfu bize kazandırır; çünkü
bütün bu vatanlar arasında, bu vatanın dışında teklifle, sorumlulukla yükümlü
olunan başka bir vatan yoktur. Çünkü bu vatan (dünya) ‘’Kral’ın zindanıdır’’, daimî kalacağın gerçek meskenin değildir.
Bu zindanı tamamen terk etmeden Kral’ı bulmak mümkün değildir.
Üçüncü vatan: Berzah âlemi olan bu
vatan, bu dünya ile öte dünya arasında bir geçittir. ‘’berzah’’ iki farklı şeyi birbirinden ayıran şeydir; tıpkı
gölgeyle güneşi ayıran çizgi gibi. ‘’Allah
iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır,
bu nedenle birbirlerine karışmıyorlar’’ (Rahman sûresi-19-20) Birbirlerine
karışmıyorlar demek, ikisini birbirinden ayıran bu engel/berzah nedeniyle biri
diğerine karışmıyor demektir. Bu engel/berzah çıplak gözle fark edilemez; eğer
aniden o fark edilecek olsa, o zaman berzah diye bir şey mevcut olmaz. Bu engel
bilinenle bilinmeyeni, varolanla varolmayanı, inkâr edilenle tasdik edileni
birbirinden ayırdığı zaman ‘’berzah’’ diye
adlandırılır. Ve işte bu berzah hayaldir.
Hayal ne var
olandır, ne de yok olandır; ne bilinendir ne de bilinmeyendir; ne inkâr
edilendir ne de tasdik edilendir.
Dördüncü vatan: Uyuyan yeryüzünde diriliş ‘’haşr’’ vatanıdır. Yani insanların
yeryüzünde yeniden bir araya gelecekleri vatandır. Bu vatan yeryüzünün
yüzeyidir. Burada ‘’uyuyan yeryüzü’’ ifadesi
kullanılmıştır. Çünkü yeryüzü
uyanıklıkla uyku halini birleştirmektedir.
İbnü’l Arabî
Hz. ‘’diriliş’’ ile ilgili şöyle
demektedir: ‘’Ey kardeşim! Bil ki insanlar mezarlarından doğrularak ayağa
kalkacaklar ve Yüce Allah’ bu yeryüzünün başka bir yeryüzü olmasına karar
verecektir. O zaman yeryüzü, Allah’ın emriyle uzayıp yayılacaktır ve
karanlıkların üstünde bir köprü kurulacaktır. Bütün yaratıklar orada duracaktır.
O zaman Allah bu dünyayı, bu yeryüzünü dilediği bir şekle sokacak, ‘’uyanmış yeryüzü’’ (es-sâhire) adında
başka bir dünya şekline çevirecektir. O dünyada hiç bir varlık artık uykuya
dalmayacaktır. Allah o dünyayı bir deri gibi yayacak ve genişletecektir. Ve sen
orada ne bir düzensizlik, ne bir uygunsuzluk, ne de bir sapma bulacaksın’’.
Beşinci vatan: Cennet ve cehennem vatanıdır.
Cennet, yıldızsız kürenin iç bükeyliğiyle (konkav) semavî menziller, gökler
küresinin dış bükeyliği (konveks) arasında yer alır. Cehennem ise, semavî
menziller, gökler küresinin iç bükeyliğinden (konkav) yerin merkezine kadar
uzanır.
Yedi gök ve unsurlar, Kıyamet günündeki taksim ve yargılamadan sonra, şekil değiştirecekler ve cehennem şeklini alacaklardır.
Altıncı vatan: Kum tepesi (el Kesîb)
vatanıdır. ‘’O gün(kıyamet günü), yeryüzü
ve dağlar sarsılır; dağlar çöküntü ile akıp giden kum yığınına (el Kesîb)
döner’’ (Müzzemmil-14). Bu ‘’kum
tepesi’’ beyaz Misk ten yapılmıştır. Yüce Allah’ı görme (rü’yet) anında
yaratıkların bulunduğu yerdir burası. Bu kum tepesi vatanı cennetin
dışındadır; Çünkü burası ADN (Aden) cennetindedir. Adn cenneti ise, zorlu,
güçlü bir yerdir ve öteki cennetlerin dışında bir hisardır. İnsanların çoğu
Kral’ın (Melik, Tanrı) huzuruna ancak bu yeri ziyaret ederlerse
girebileceklerdir.
Başlangıçta
öğrenmen gereken; taharet, abdest, namaz, oruç ve Takvadır. Daha fazlasını
öğrenmek zorunda değilsin. Seyr-i Sülûk’un/Allah’a yolculuğun ilk kapısı
budur. Sonra bu bilgileri amel etmek, uygulamak gerekir. Sonra VERA (günahtan
ve şüpheli şeylerden kaçınma) gelir. Sonra ZÜHD (dünya arzularından vazgeçip,
kendini Allah’a adamak) gelir. Sonra da, TEVEKKÜL (Allah’ın irâdesine tam
teslim olmak) gelir.
Bundan sonra
sırasıyla, arka arkaya makamlar, hâller, kerametler ve inişler (tenezzülât)
gelecektir sana, ta ölünceye kadar. Allah! Allah!
‘’Her şey tayin edilmiş
belli bir vakte kadar devam eder’’ (Tâhâ-129). Sonra, eceli gelince Allah o şeyi, o varlığı
ortadan kaldırır; fakat onun asıl varlığını yok etmez, çünkü ‘’tayin edilmiş
belli bir vakte kadar’’ ifadesi kullanılmıştır. (Çünkü asıl varlıklar bu dünya
zamanı içinde bir varoluşa sahip değillerdir). İşte o tayin edilmiş belli
süre gelince, o varlığın ya da nesnenin ‘’sürekliliği’’
durur, ‘’fâni’’ varlığı sona erer,
fakat asıl varlığı ‘’bâkî’’ olur.
(İbnü’l Arabî Hz. Nûrlar Risâlesi)