7 Mayıs 2015 Perşembe


VATAN:

Varoluş içinde Allah Tealâ’dan, O’nun sıfatlarından ve O’nun fiillerinden başka hiçbir şey yoktur. Her şey O’dur, O’nunladır, O’ndandır ve O’nadır. Eğer O, âlemlerden göz açıp kapayıncaya kadar da olsa, bir an için gizlenecek olsaydı, âlem bir anda yok olurdu. Dolayısıyla, âlemin bekâsı/varlığı ancak O’nun korumasıyla ve ona nazar etmesiyledir. Ancak, O’nun zuhûru, nûrunda öylesine şiddetlidir ki akıllar, idrakler onu anlatmada, onu algılamasında zayıf ve âciz kalırlar. Bu nedenle O’nun zuhûru bir örtü (Hicap) olarak adlandırılır.

Âlem/dünya, çokluk üzerindeki Ahâdiyetin ezici gücüyle her ‘’an’’ ‘’yokluk’’ içinde yok olup gitmektedir. Ve esas ‘’aşk’’ gücüyle her ‘’an’’ âlemin bir benzeri ortaya çıkmaktadır. Çünkü âlemin varoluşu onun yokluğunun ‘’AN’’ haline dönüşmesi demektir. Âlem zâhirden bâtına, bâtından zâhire  durmadan yok olur ve durmadan var olur. Yani bunlar sürekli yenilenen bir yaradılışla yokluktan (Adem), varlığa (vücûd) geçerler. İşte buna durmadan yeniden yaratılış ‘’halkun cedîd’’ denilir. Bu benzerlikler akışından sonuç olarak çıkar gibi gözüken hayalî uzantı, ‘’zaman’’ denilen şeydir; hareket ise onun ölçümüdür.

Zaman tarafından temsil edilen benzerliklerin durmadan yenilenmesi o tarzda cereyan eder ki, bir şey yok olup sona ererken, aynı anda bir başka benzer şey başlar. Bir beyaz yok olurken, bir diğer  beyaz var olur. Eğer bir beyaz yok olsaydı ve ardından onun zıddı olan bir siyah meydana gelseydi, bu durum eşyanın tabiatını bozardı.

Allah dışındaki her şey ‘’fanî’’ dir. Yani yok olucudur. Eğer bir olayın gerçek süresinin bir AN’ın sınırlarını aşması imkânsızsa, o zaman ortaya çıkan her şey ‘’vaktin oğlu’’ dur ve başka bir şey değildir.

Vakit kılıçtır. Kılıç dokunduğu şeyi nasıl kesip atarsa, vakit de Cenab-ı Hakk’ın kula takdir ettiği ve icrasına hükmettiği şeyi muhakkak kulda icra eder. Şöyle ki; Kılıcın dokunulan kısmı yumuşak, ağzı keskindir. Kim onun yumuşak kısmına hafifçe dokunursa tehlikeden kurtulur. Onun keskin kısmına çarpan ise helâk olur.

Vakit de böyledir. Kim vakit içinde başına gelen ilâhi hükme boyun eğerse kurtulur, onunla çekişmeye giren ise baş aşağı yuvarlanır, helâk olur. Akıllı kişi vaktin hükmüne göre hareket eder.

Vakit, senin zaman içerisindeki hâlini belirler. Bu hâl ne geçmişe, ne de geleceğe bağlanır. Eğer senin vaktin senin hâlinin kaynağıysa, o zaman sen vaktin oğlusun; vaktin senin ne olduğunu belirler, çünkü o mevcuttur, sen mevcut değilsin, sen vehimsin; o ise sabittir. Eğer senin vaktin muti ise ve hâl ne olursa olsun kulluğa yakışan bir müşâheden varsa, o zaman sen ‘’bâki’’ olanlar arasına katılırsın. Aksi hâlde ‘’fâni’’ olanlar arasına katılırsın. Birinci durumda senin vaktin yakınlıktır (kurb). İkinci durumda ise, uzaklıktır (bu’d).

Kim durmadan geçmiş zamana hayıflanırsa ve şimdiki zamanı geçmiş zamanla doldurursa, o kimse uzak olanlar arasına girer; çünkü o kimse şimdiki zamanın gerektirdiği şeylerin kayıp gitmesine göz yumuyor ve hiç bir zaman geri gelmeyecek olan şeylerle kendisini oyalıyor demektir. 

İşte varolmayışın özü budur. Gelecekle uğraşanlar da aynı durumdadırlar.

Olay vakte gereklidir; vakit de olaya gereklidir.

Olayı belirleyen vakittir; çünkü olay vakitten ayrılamaz.

Böylece vakit, olayın meydana geldiği yer, ya da ‘’VATAN’’ olmaktadır.

Vakitler sınırsızdır; dolayısıyla VATANLAR da sınırsızdır.

Vatan; içinde nesnelerin ve varlıkların meydana geldiği vakitlerin mahallidir.

Vatanlar, her ne kadar çoksa da, altıya indirgenebilir. Ötekiler de bu altı vatandan türerler.

Birincisi, Allah’ın bize ‘’Elestü bi-rabbüküm’’ yani ‘’Ben sizin Rabbiniz değil miyim’’ diye sorduğu vatandır. Bu vatan varoluştan önceki varoluş vatanıdır. Fiziksel varlığımızla biz o vatandan ayrıldık. İkincisi, şu anda içinde bulunduğumuz bu dünya vatanıdır. Üçüncüsü, büyük ve küçük ölümden sonra içinden geçeceğimiz ’’berzah’’ vatanıdır. Dördüncüsü, uyanan toprakta diriliş (haşr) ve ilk duruma dönüş vatanıdır. Beşincisi, cennet ve cehennem vatanıdır. Altıncısı, cennetin dışındaki ‘’Kum tepesi’’ (el-kesîb) vatanıdır.

İnsan nereden geldiğini, nerede bulunduğunu ve nereye doğru gittiğini bilmeden bu vatanları anlayamaz. Böylece insan içinde bulunduğu vatana uygun düşecek tarzda hareket etmeli, içinde bulunduğu vatandan ayrıldıktan sonra da gideceği vatana uygun tarzda hareket etmelidir. Ayrıca; her vatana gereken ilgiyi gerektiği kadar göstermelidir.

Birinci vatan: Allah’ın bize ‘’Elestü bi rabbiküm’’ diye sorduğu vatandır. Bu vatan, senin fiziki varoluşundan önce rûhlar arasında bir atom, bir öz, bir rûh olarak bulunduğun vatandır. Allah sana iyilikle ve cömertlikle senin benzersiz varlığını tasarladığını sana bildirdiğinde, Allah’ın senin O’nu bu vatanda bulmanı dilediğini bilirsin. Bu nedenle sen, bu vatanda senden beklenilen şeyleri, tereddüt etmeden derhal yerine getirmek için acele ettin; çünkü Allah öyle istiyordu ve onu doğrudan doğruya istiyordu. O’nun irâdesi karşısında hiç bir şey dayanamaz, özellikle bu istek doğrudan olduğu ve hiçbir aracının aracılığı olmadığı zaman, böyledir.

Allah’ın bu vatanda senden istediği O’nun üstünlüğünü ve yüceliğini tasdik etmendir. Allah Tealâ şöyle buyuruyor: ‘’Kıyamet gününde, ‘’biz bundan habersizdik’’ demeyesiniz diye, Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini aldı ve onları kendilerine şahit tuttu ve onlara: ‘’Ben sizin rabbiniz değil miyim?’’ dedi. Onlar da ‘’Evet, Rabbimiz olduğuna şahit olduk’’ dediler. (Âraf sûresi-172) İşte bu öyle bir sırdır ki, bunu ancak görev ve sorumluluk bilinci taşıyanlar bilebilir.

Sonra, sen rûhlar âleminin derinliklerine ulaşmak için indiğin zaman, hem bu vatanı, hem de başına gelenleri unuttun. Eğer sen, Allah’a doğru dönüp O’na yönelirsen, O’nu ararsan, Allah’ın izniyle, vaktiyle O’nun üstünlüğünü ve yüceliğini hatırlayacaksın.

İkinci vatan: Bu dünya vatanı, teklif, ameller, sorumluluk, sınav ve çalışma vatanıdır. Ameller, bu vatandan sonraki vatanlardaki ilâhî lütfu bize kazandırır; çünkü bütün bu vatanlar arasında, bu vatanın dışında teklifle, sorumlulukla yükümlü olunan başka bir vatan yoktur. Çünkü bu vatan (dünya) ‘’Kral’ın zindanıdır’’, daimî kalacağın gerçek meskenin değildir. Bu zindanı tamamen terk etmeden Kral’ı bulmak mümkün değildir.

Üçüncü vatan:  Berzah âlemi olan bu vatan, bu dünya ile öte dünya arasında bir geçittir. ‘’berzah’’ iki farklı şeyi birbirinden ayıran şeydir; tıpkı gölgeyle güneşi ayıran çizgi gibi. ‘’Allah iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, bu nedenle birbirlerine karışmıyorlar’’ (Rahman sûresi-19-20) Birbirlerine karışmıyorlar demek, ikisini birbirinden ayıran bu engel/berzah nedeniyle biri diğerine karışmıyor demektir. Bu engel/berzah çıplak gözle fark edilemez; eğer aniden o fark edilecek olsa, o zaman berzah diye bir şey mevcut olmaz. Bu engel bilinenle bilinmeyeni, varolanla varolmayanı, inkâr edilenle tasdik edileni birbirinden ayırdığı zaman ‘’berzah’’ diye adlandırılır. Ve işte bu berzah hayaldir.

Hayal ne var olandır, ne de yok olandır; ne bilinendir ne de bilinmeyendir; ne inkâr edilendir ne de tasdik edilendir.

Dördüncü vatan: Uyuyan yeryüzünde diriliş ‘’haşr’’ vatanıdır. Yani insanların yeryüzünde yeniden bir araya gelecekleri vatandır. Bu vatan yeryüzünün yüzeyidir. Burada ‘’uyuyan yeryüzü’’ ifadesi kullanılmıştır. Çünkü yeryüzü uyanıklıkla uyku halini birleştirmektedir.

İbnü’l Arabî Hz. ‘’diriliş’’ ile ilgili şöyle demektedir: ‘’Ey kardeşim! Bil ki insanlar mezarlarından doğrularak ayağa kalkacaklar ve Yüce Allah’ bu yeryüzünün başka bir yeryüzü olmasına karar verecektir. O zaman yeryüzü, Allah’ın emriyle uzayıp yayılacaktır ve karanlıkların üstünde bir köprü kurulacaktır. Bütün yaratıklar orada duracaktır. O zaman Allah bu dünyayı, bu yeryüzünü dilediği bir şekle sokacak, ‘’uyanmış yeryüzü’’ (es-sâhire) adında başka bir dünya şekline çevirecektir. O dünyada hiç bir varlık artık uykuya dalmayacaktır. Allah o dünyayı bir deri gibi yayacak ve genişletecektir. Ve sen orada ne bir düzensizlik, ne bir uygunsuzluk, ne de bir sapma bulacaksın’’.

Beşinci vatan: Cennet ve cehennem vatanıdır. Cennet, yıldızsız kürenin iç bükeyliğiyle (konkav) semavî menziller, gökler küresinin dış bükeyliği (konveks) arasında yer alır. Cehennem ise, semavî menziller, gökler küresinin iç bükeyliğinden (konkav) yerin merkezine kadar uzanır.

Yedi gök ve unsurlar, Kıyamet günündeki taksim ve yargılamadan sonra, şekil değiştirecekler ve cehennem şeklini alacaklardır.

Altıncı vatan:  Kum tepesi (el Kesîb) vatanıdır. ‘’O gün(kıyamet günü), yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar çöküntü ile akıp giden kum yığınına (el Kesîb) döner’’ (Müzzemmil-14). Bu ‘’kum tepesi’’ beyaz Misk ten yapılmıştır. Yüce Allah’ı görme (rü’yet) anında yaratıkların bulunduğu yerdir burası. Bu kum tepesi vatanı cennetin dışındadır; Çünkü burası ADN (Aden) cennetindedir. Adn cenneti ise, zorlu, güçlü bir yerdir ve öteki cennetlerin dışında bir hisardır. İnsanların çoğu Kral’ın (Melik, Tanrı) huzuruna ancak bu yeri ziyaret ederlerse girebileceklerdir.

Başlangıçta öğrenmen gereken; taharet, abdest, namaz, oruç ve Takvadır. Daha fazlasını öğrenmek zorunda değilsin. Seyr-i Sülûk’un/Allah’a yolculuğun ilk kapısı budur.  Sonra bu bilgileri amel etmek, uygulamak gerekir. Sonra VERA (günahtan ve şüpheli şeylerden kaçınma) gelir. Sonra ZÜHD (dünya arzularından vazgeçip, kendini Allah’a adamak) gelir. Sonra da, TEVEKKÜL (Allah’ın irâdesine tam teslim olmak) gelir.

Bundan sonra sırasıyla, arka arkaya makamlar, hâller, kerametler ve inişler (tenezzülât) gelecektir sana, ta ölünceye kadar. Allah! Allah!

‘’Her şey tayin edilmiş belli bir vakte kadar devam eder’’ (Tâhâ-129). Sonra, eceli gelince Allah o şeyi, o varlığı ortadan kaldırır; fakat onun asıl varlığını yok etmez, çünkü ‘’tayin edilmiş belli bir vakte kadar’’ ifadesi kullanılmıştır. (Çünkü asıl varlıklar bu dünya zamanı içinde bir varoluşa sahip değillerdir). İşte o tayin edilmiş belli süre gelince, o varlığın ya da nesnenin ‘’sürekliliği’’ durur, ‘’fâni’’ varlığı sona erer, fakat asıl varlığı ‘’bâkî’’ olur. 

 (İbnü’l Arabî Hz. Nûrlar Risâlesi)