24 Kasım 2015 Salı

SALÂT/NAMAZ:

Arapça’da SALÂT, ‘’ATEŞ’’ mânâsına gelen ‘’SALYE’’ kökünden alınmıştır. Eğri bir ağaç/odun, doğrultulmak istendiği zaman ateşte ısıtılarak düzeltilir. İnsanda da, NEFS-İ EMMÂRE’nin mevcûdiyetinden dolayı birtakım eğrilikler ve bozukluklar vardır, bunların da düzeltilmesi gerekmektedir. Namaz sayesinde tecelli eden ilâhi, rabbanî azâmet nurları, namaz kılanın nefsindeki eğrilikleri eriterek yok eder. Kul bununla kalmayıp, aynı zamanda namaz sayesinde ‘’mânevî mîrâcı’’nı gerçekleştirir.

Hz. Peygamber şöyle demiştir: ‘’Âdemoğlu yalan söylememen ORUÇ’tur, kötülükten uzak durman SADAKA’dır, yaratıklardan ümir kesmen SALÂT’tır’’

NAMAZ kelimesi Farsça olup, Arapçası SALÂT’ tır. SALÂT’ın NAMAZ dışında mânâları da vardır:

DUA, ‘’Sen onlar için dua et’’ (Tevbe,103). SENÂ(ÖVGÜ), ‘’Muhakkak ki, Allah ve melekleri Peygambere salât, yani senâ etmektedir’‘ (Ahzâp,56). KIRAAT, ‘’Namazda kıraatini(okuma) fazla açıktan yapma’’ (İsrâ, 110). RAHMET,’’Onlara Rablerinden rahmetler vardır’’ (Bakara, 157)

Kur’an’ı Kerim’de SALÂT iki şekilde ele alınır. HAKK’ın salâtı, Yaratıkların salâtı.                         Hakk’ın salâtı: Hakk’ın kuluna merhameti, 
Kulun salât’ı ise Hakk’ı müşâhade etmesidir.

SALÂT, BAŞKA HER ÇEŞİT YÖNELİŞTEN UZAK, KUL İLE RAB’Bİ ARASINDAKİ BİR İLİŞKİ VEYA KAVUŞMADAN İBARETTİR.

MUSALLİ; NAMAZ KILAN, BİRİNCİDEN SONRA GELEN ANLAMINDADIR.

Bu bağlamda HAKK’da, HALK’da musalli’dir. Fakat iki farklı yönden.

HAKK MUSALLİ’DİR. ÇÜNKÜ HAKK’IN BİLİNMESİ, YARATIĞIN BİLİNMESİNDEN SONRADIR.

HALK MUSALLİ’DİR. ÇÜNKÜ MERTEBESİ RAB’BİNİN MERTEBESİNDEN SONRA GELİR.

NAMAZ TEVHİD’DEN SONRA GELEN EN ÜSTÜN İBADETTİR.

Her namaz, bir önceki namaza kadar işlediğimiz günahları siler.  Namazı beklediği süre içinde insan namazdadır.

NAMAZ KILANLARIN REKÂT’TAN KANATLARI VARDIR. REKÂTLAR KANATLARDIR. REKÂTLARIN SAYISI, MELEKLERİN KANATLARININ SAYISINA BENZER. ONLAR SAHİP OLDUKLARI BU KANATLARLA/REKÂTLARLA MÂNÂ ÂLEMİNDE UÇARLAR. (Beş vakit namaz, beş mânâ âlemidir)

FARZ VE SÜNNET OLARAK TESBİT EDİLMİŞ NAMAZLAR SEKİZ’DİR. (Beş vakit namaz, vitir namazı, Cuma namazı, Bayram namazı, Güneş ve ay tutulmalarında kılınan Küsuf namazı, Yağmur duası namazı, İstiare ve Cenaze namazı). İNSANIN NAMAZDA SORUMLU ORGANI DA SEKİZ TANEDİR.(Kulak, Göz, Dil, El, Mide, Cinsel organ, Ayak ve Kalp). ALLAH’IN İNSANDAKİ SIFAT’IDA SEKİZ TANEDİR.(Zât, Hayat, İlim, İrade, Kudret, İşitmek ve Görmektir)

Namaz abdest denilen temizlik ile başlar. Temizlik iki çeşittir. Biri su ile yapılan ve organları temizlemeye yönelik olan dış temizliktir. Diğeri ise tevbe ile yapılan iç temizliktir (Kalp temizliği/ Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak). Ayrıca suyun olmadığı zamanlarda temiz toprak, taş ve kireç sıvalı duvara eller sürülerek de teyennüm ile temizlenme yapılabilir.(Âdem topraktan, Âdemoğlu ise sudan yaratılmıştır.Allah da namaz için yapılacak temizliğin kendisinden yaratılmış olduğumuz su ve topraktan olmasını istemiştir)

Namazdaki yedi hareket, insanda yedi rûhani etki yaratır. Kabe’nin dört duvarı(Ateş, Hava, Su, Toprak) ve içindeki üç sütun(Akıl, Nefs ve Ruh), Fâtiha’nın yedi ayeti, insanın cemâlinde zuhûr eden yedi işareti temsil eder.

Ateş; Allah’ın Heybet ve Azâmeti, Hava; Allah’ın Kuvvet ve Kudret’i, Su; allah’ın ilmi, Toprak ise; Allah’ın Hikmet’i demektir. (Dört unsur)

Namaz’a niyetle başlanır. Kıyam(ayakta durmak) ikiliktir. Bir Allah var, bir de ben varım. Rükû’da hayvani sıfatlarımızdan arınıp, secde’ye varırız. Secde iki keredir. Birincisi GAYB’a iman (görülmeyene), ikincisi Allah’ın NÛR’unu görerek secde etmektir. Secde YOKLUK, secde’den kalkış ise DÜNYA’ya dönüştür(Bekâ).

Hz. Peygamber; ‘’Rüku ve secde, varlık halkasını Tanrı kapısına vurmaktır’’ der. Kim o kapının halkasını döverse elbette ona devlet baş gösterir(Allah cemâlini gösterir).

Hz. Şiblî bir gün namaza duruyor. Bir bakıyor ki, ibadet eden ve edilen, kul ve HAKK hep bir olmuş. Eğer namaz kılarsa münkir ve Münâfık olacak, kılmazsa da KÂFİR olacak. İbn. Arabi Hz. ise bu durumu; ‘’Abd(Kul) Rab’dır, Rab abd’dır(kul), öyleyse mükellef kimdir, bilemiyorum’’ diyerek izah eder. Böyle bir durumda kul HAYRET’te kalır ki, bu durum vicdâni’dir.

Namaz tek bir FÂTİHA ile dahi kılınabilir. Fâtiha hem MEKKE’de, hem de MEDİNE’de nâzil olmuştur (tekrarlanan yedi). Yarısı Allah’a, yarısı ise kula aittir. ‘’Ancak sana ibadet eder, senden yardım dileriz’’(Fâtiha-5) ise hem kula, hem de Allah’a aittir.(Ârif’ler burada tir tir titrermiş. Tercüman olan dil bütün azaların adına konuşurken bir kusurunun yüzüne vurulacağı korkusunu yaşarmış)

Namaz  melek, insan, hayvan, maden, bitki vb. gibi yaratılmışların her birine farz kılınmıştır. ‘’Göklerde ve yerde bulunan her şeyin ve kuşların Allah’ı tesbih ettiğini görmez misiniz? Hepsi kendi salât’ını ve tesbihini bilmiştir’’ (Nûr-41)

İbn. Arabi Hz. der ki; ‘’Allah bütün kâinat’ın namazını insanda CEM etmiştir(toplamıştır). Ayakta kılınan namazda bütün duvarların, ağaçların sevabını alırsın, çünkü onlarda halleriyke namaz kılarlar. Rükûya vardığında dört ayaklı hayvanların ibâdetlerinin mânâsı, yere kapandığında ise sürüngenlerin ve bitkilerin ibâdetlerinin mânâsı sende zuhur eder ve onların sevabını ve ibadetlerini yüklenirsin’’.

Namaz, Kul’un Allah’a Kalbî bir yönelişi olmasına rağmen, zâhiren de terk edilemez. Mesela, kayısı çekirdeğinin sadece içi ekilirse kayısı çıkmaz. Kabuğu ile ekilmesi zorunludur. Namaz da içtedir. Ama onu bir şekle sokmak zorunludur. Çünkü mânânın sûretle bağlılığı vardır. Zâhirde namaz kılmayan hâkikatte de kılamaz.

Namaz’da kadın ellerini göğsüne, erkek ise göbek/karın kısmına koyar. Çünkü namazda kadın kalbini, erkek ise nefsini korumaya alır. Vücudun kalp sınırından üst tarafa mânevi ve semâvi, alt kısmına da dünyevi sırlar yerleştirilmiştir.

İnsanda hem Rûh hem de nefsi duygular mevcuttur ve bunlar devamlı bir cenk halindedir. Her ikisi de diğerini tesiri altına almaya KALB’e tesir etmeye çalışır. Namaz anında bu cenk daha da şiddetlenir. İşte bu durumda sağ el sol el üzerine bağlanarak kadın kalbini, erkek ise nefsini koruma altına alır. Sonradan ellerin iki yana salınması, nefsin mağlûp edilmesidir.

SABAH NAMAZI(SIR); ‘’RIZKIN’’ dağıtıldığı AN’dır. ŞAHİTLİDİR. Çünkü gece ve gündüz meleklerinin huzurunda gerçekleşir. Gece melekleri defterlerini toplarken, gündüz melekleri defterlerini açar. Sabah namazının iki rekâtı FARZ’dır.
1. Rekât: GECE-CELÂL-LÂ TAAYYÜN(Gayb)   
2. Rekât: CEMÂL-GÜNDÜZ-TAAYYÜN(Dünya)  

ÖĞLE NAMAZI(RÛH);  Dört rekât’tır. Zât, Esma, Sıfat ve Fiil’dir. Tam tecellidir.(Saat 12 hali/CEM)

İKİNDİ NAMAZI(KALP): Orta namazdır. Çünkü KALP vücudun ortasındadır. Kalp; RÛH ile NEFS arasında Sırat-ı Müstakim’dir. Nefs yaratılmış, Rûh ise emir alemindendir.

AKŞAM NAMAZI(NEFS):  Akşam namazı, kendisindeki RÛH’un batmasından dolayı NEFS’in payıdır. Allah sabah namazında ZÂT’ıyla bize tecelli eder. Akşam namazında tekrar karanlığa dönüldüğünde, bizi farklılıklardan BİR’liğe iletir.

YATSI NAMAZI(TABİAT): Yatsı, tabiatın vasıflarından olan uyku vaktidir.

VİTR NAMAZI: Akşam namazı gündüz namazının vitridir. Vitir namazı ise, yatsı namazının vitridir. ‘’Allah TEK’tir, TEK’i sever’’  
Biz ise, çift olalım diye iki vitir namazını emretmiştir. ’’Her şeyi çift yarattık’’ (Zâriyât-49)

CUMA NAMAZI: Cuma namazına gusül abdesti ile gidilir. Guslün mânâsı KALP temizliğidir. Cuma, ÂDEM’in vücûdunun bir araya geldiği gündür. Bu nedenle o güne CUMA(toplanma) denmiştir.

BAYRAM NAMAZI: Bayram senede iki kere gelir. Zira oruçlu için iki ferahlık vardır. Bir ferahlık İFTAR sırasında(1. Bayram), bir ferahlık RAB’bine kavuştuğu sıradadır(2. Bayram). Bu zamanda da kurban kesilir(nefsin kurban olması/kurb-an/yakın olduğun an)

NÂFİLE NAMAZLAR: ‘’Bil ki, insanı Allah’a yaklaştıran ameller ya FARZ’lardır veya NÂFİLE’lerdir. FARZ’ların yanında NÂFİLE’lerin hiçbir itibar ve değeri yoktur. Vakitlerden bir vakitte farzlardan bir farzı edâ etmek, bin sene nâfile edâ etmekten daha faziletlidir’’.

NAMAZ; RÛH’UN ALLAH’A MİRÂC’IDIR VE ALLAH’IN KULUNU ANIP TENEZZÜL ETTİĞİ YEGÂNE İBÂDET ŞEKLİDİR. (Resûlullah’a Mirâç’ta ‘’Bekle ya kulum, Râb’bin salât ediyor’’ nidası gelmiştir)

NAMAZDA,  ALLAH KARŞISINDA ‘’kulun cemaati’’(bütün organlarının tek bir amaçta toplanması) HİÇ KUŞKUSUZ FARZ’dır.  RÂB’bi(ismi) İLE BERABER  NAMAZ KILAN HERKES, CEMAATTEDİR. ÇÜNKÜ ORGANLAR CEMAATTİR VE HER ORGANIN BİR NAMAZI VARDIR.(Kalp,el,ayak,mide,göz,kulak,dil)

RESÛLULLAH; ‘’İkindi namazının cemaatini kaçıran kimse, ailesini ve malını yitirmiş gibidir’’ demiştir. Çünkü cemaati kaçırmak baş sağlığını gerektiren bir olaydır.(İkindi/ORTA/KALP namazı)


İMAN namazdan üstündür. Namaz beş vakitte, İMAN ise her zaman farzdır. Namazsız İMAN olur, ancak İMAN’sız namaz olmaz. 

(Cemalnur Sargut, Gözümün nûru NAMAZ kitabından alıntıdır)

5 Kasım 2015 Perşembe



ASHÂB-I KEHF (Mağara arkadaşları)

Ashâb-ı Kehf; Kur’ân da Kehf sûresinin 9. ve 26. ayetleri arasında anlatılır, Hristiyan inancında da kabul görür ve halk arasında ‘’YEDİ UYUYANLAR’’ olarak bilinir.

M.S. 250 ‘li yıllarda Dakyus isminde bir Kral’ın yönettiği putperest bir ükede, yedi genç Hristiyan olmakla suçlanır. Gençlerden dinlerini değiştirmeleri istenir. Gençlerin karşı çıkması ile ölümle cezalandırılırlar. Gençler ölüm korkusuyla dağa kaçar ve ibâdetlerini orada yapmaya başlarlar. Ancak yakalanma korkusu ile köpekleri (Kıtmir/Râkim) ile birlikte bir mağaraya saklanırlar. Gençlerin mağarada saklandığını öğrenen zâlim Kral, mağaranın girişini kalın bir duvar ile kapattırır. Gençler, bu mağaranın içinde derin bir uykuya dalarlar.

Ashâb-ı Kehf (mağara arkadaşları), YEDİ KÂMİL kimsedir. Daima Hakk’ın emri ile kaimdirler ve âlem de onlarla kaimdir(ayakta durur). Zaman katiyen onlarsız olmaz.

YEDİ KÂMİL; Kutup, 2 İmam, 4 Evtad/Direk (Menzilleri âlemdeki Doğu, Batı, Kuzey, Güney’dir)

Mağaradan maksat bedenin içidir. Rakim ise hayvanî nefs’tir.

‘’(Resûlüm)! Yoksa sen, bizim âyetlerimizden Ashâb-ı Kehf ve Ashâb-ı Râkim’in durumlarını şaşırtıcı mı buldun’’?  O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve: Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla! Demişlerdi’’ (9-10)

Beden mağarasına sığınmışlar ve bize istidatlarımıza uygun ve istidatlarımızın gerektirdiği gibi bir rahmet ver, içinde bulunduğumuz ‘’ulvi âlemden ayrılık ve sufli âleme kemâle erme amaçlı düşüş’’ hâlinden ‘’bir kurtuluş’’ istikâmet, senin yolunu izleme, senin tarafına yönelme nasip et.

‘’Bunun üzerine biz o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (uykuya daldırdık)’’  (11)

Onları âlemlerinden ve kemâllerinden gaflet uykusuyla uyuttuk. Böylece beden mağarasında ‘’nice yıllar’’ uykuda kaldılar. Bu durum gerçek bûlûğ zamanına, irâde veya tabî ölüm vaktine kadar devam etti. (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar)

‘’Sonra da iki gruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceklerini görelim diye onları uyandırdık’’ (12)

Beden mağarasından çıkarmak ve Allah’ı tanıtmak sûretiyle onları mücerret (soyut) nefisleriyle gaflet uykusundan uyandırdık.

‘’Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakîkaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidâyetlerini arttırdık’’ (13)

Onlara, ayn-el yakın derecesine ve müşâhede mâkâmına tevfikle ulaştıran bir hidâyet bahşettik.
‘’Onların kalplerini metin kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki; Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, ondan başkasına ilâh demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz’’ (14)

Cehdin zorluklarına karşı sabırla onları güçlendirdik. Şeytanla savaşmaya, nefse mûhalefet etmeye, cismani alışkanlıkları ve maddi lezzetleri terk etmeye teşvik maksadıyla onları cesaretlendirdik.

‘’Şu bizim kavmimiz Allah’tan başka ilâh edindiler. Bâri bu ilâhlar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zâlimi var mı?’’ (15)

Nefs-i Emmâre ve kuvvetlerini ilâh edinen kavmimiz. Çünkü her kavmin kulluk ettiği bir ilâhı vardır. Allah’tan başkasının ilâhlığına, etkinliğine ve varlığına ilişkin olarak kanıt ortaya koymanın imkânsız olduğunu anlayabilseler.

‘’(İçlerinden biri şöyle demişti): Mademki siz onlardan ve onların Allah’ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık sağlasın’’ (16)

Mademki, nefsinizden ve onun isteklerinden, hevânızdan uzaklaştınız; ‘’bedene sığının’’. Bedende uzlete çekilin, nefsin arzularını kırın. İrâdi olarak ölün. O zaman müşâhedelerden lezzet alır, kemâlattan yararlanırsınız. Rahmetin yayılmasının ve içinde bulundukları durumdan kurtuluş yolunun hazırlanmasının mağara sığınmakla irtibatlandırılmış olması gösteriyor ki, istidatlarda potansiyel olarak bulunan rahmet, ancak bedene taalluk etmekle ve bedenin kemâli ile hazırlanmakla yayılır.

‘’(Resûlüm! Orada bulunsaydın) güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder, batarken de sol taraftan onlara isâbet etmeden geçerdi. (Böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı). İşte  bu, Allah’ın âyetlerindendir. Allah kime hidâyet ederse, işte o, Hakk’a ulaşmıştır, kimi de hidâyetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın’’ (17)

Rûh güneşini görürdün. ‘‘Doğduğu zaman’’ cisim örtülerinden arınarak yükselirken, meyli ve sevgisi sağ tarafıdır. Yani kutsi âlem tarafına;  hayır, fazilet, iyilik ve ibâdet gibi iyilerin amellerine meyleder. Çünkü iyiler sağ ehlidirler. Batarken de, perdelendiği, onun karanlığında ve örtülerin altında gizlendiği, nûru söndüğü zaman, sol tarafa, yani nefis tarafına, kötü ameller ve günahlar tarafından ayrılır ve uzaklaşırdı. Onlar beden mağarasının bir köşesinde; nefis ve tabiat makamında uyurlardı.

Kalbin rûha bakan yüzü aydınlık (ki buna akıl denir. İlhamının indiği yerdir), nefse bakan yüzü ise nefsin sıfatlarıyla karanlıktır. Kalbin nûra bakan yüzü hayrı, nefse bakan yüzü şerri emreder.

‘’Kendileri uykuda oldukları halde, sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış, yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı’’ (18)

Gözleri ve duyuları açık olduğu için sen onları uyanık sanırdın. Hakîkatte gaflet uykusunda idiler. Onları bazen hayır, bazen de şer ve tabiatın gerekleri cihetine döndürürdük. Nefisleri de ‘‘ön ayaklarını’’ gazabi (gazap) ve şehvani (şehvet) kuvvetlerini ‘’mağaranın girişine’’ beden boşluğuna yaymışlardı ve bedenden ayrılmayacak şekilde bekliyorlardı. Eğer Allah’ın onların içine yerleştirdiği nûraniliğe ve parlaklığa, onlara giydirdiği izzet ve görkeme, sırlarına ve vahdet içindeki makamlarına muttali olsaydın onlardan kaçardın.

‘’Böylece biz, aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık. İçlerinden biri; ‘Ne kadar kaldınız’ dedi. (Kimi) ‘Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık’ dediler. (kimi de) şöyle dediler; ‘Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin; ayrıca, nâzik davransın (gizli hareket etsin) ve sakın kimseye sezdirmesin’’ (19)

Böylece biz onları, hakîki dirilme ve mânevî canlandırma ile istidatlarına yerleştirilen anlamları, zâtlarında gizlenen hakîkatleri birbirlerine sorup araştırsınlar, kemâle ersinler diye uyandırdık. Bu ilk uyanıştır ki, sûfiler buna ‘’yakaza’’ derler. Uykuda kalış süreleri aslında az bir müddetti. Bundan maksat, beden tedbirlerine dalış, tabiat denizine batış, tabiatla meşgul oluş müddetiydi.

Gümüş paradan maksat, beraberlerindeki ilkel bilgilerdir. Bu bilgiye sahip olmak için çalışmaya gerek yoktur. Hakîki ilimler, ilâhi irfanlar bu ilkel bilgilerle elde edilir. Şehir toplanma mahallidir. Çünkü arkadaşlık, sohbet ve terbiye kaçınılmazdır. Hz. Muhammed; ‘’Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır’’demiştir. Maksat ilim şehridir. İçlerinden sadece bir kişinin gönderilmesi, bir kişinin öğrenmesinin diğerlerinin uyarılması için yeterli olduğudur. ‘’Baksın’’, şehrin halkının hangi kesimi daha temiz, ilmi daha üstündür.  İlim kalbin gıdasıdır ve İlim; hakîki ilâhi rızıktır. ‘’Nazik davransın’’ nefsi temiz, olgun, fâziletli hayat tarzına sahip kimseyi seçsin. Âlimlik taslayan, sahip olmadığı erdemleri sergilemek için hep önde görünmeye çalışan kimseyi değil. Onun sohbetinden istifade etsin, ilmini gözlemlesin, sonra gelip bizim istifademize sunsun. Perdelenmiş zâhir kimselere, tabiat âlemi sâkini münkirlere de fark ettirmesin.

‘’Çünkü onlar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyyen iflâh olmazsınız’’ (20)

Size galip gelirlerse; hevâ taşlarıyla, gazap, şehvet etkenleriyle ve lezzet istekleriyle sizi öldürürler, putlara tapmaya meyletmenizi sağlayarak dinlerine döndürürler.

‘’Böylece (insanları) onlardan haberdar ettik ki, Allah’ın vaadinin Hakk olduğunu, kıyametin şüphe götürmez olduğunu bilsinler. Hani onlar aralarında Ashâh-ı Kehf’in durumunu tartışıyorlardı. Dediler ki; ‘Üzerlerine bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir’. Onların durumuna vâkıf olanlar ise; ‘Bizler, kesinlikle onların yanı başında bir mescit yaptıracağız’ dediler’’ (21)

İstidâdı olanları, onlarla sohbet etmeleri ve hidâyetlerinden istifade etmeleri için onlardan haberdar ettik. Ölümden sonra dirilişin hem rûh, hem bedenle gerçekleşeceğini anladılar. Onlar öldükten sonra üzerlerine hankah (tekke), meşhed (şehidin gömüldüğü yer) ve mezar gibi ziyaret amaçlı bina yapın. Aynı İbrâhim, Mûhammed, Ali ve sair Nebi ve Veliler için yapıldığı gibi (Selâm üzerlerine olsun). Onların durumuna vâkıf olanlar ise; içlerinde namaz kılınacak bir mescit yaptıracağız dediler.

‘’(İnsanların kimi); ‘Onlar üç kişidir, dördüncüleri de köpekleridir’ diyeceklerdir. Yine; ’Beş kişidir, altıncıları köpekleridir’ diyeceklerdir. (Bunlar) bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (Kimileri de); ‘onlar yedi kişidir, sekizincisi köpekleridir’ derler. De ki; Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delilleri açık olması haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında (ileri geri konuşan) kimselerin hiçbirinden malûmat isteme’’ (22)

Doğru olan; Ashab-ı Kehf’in yedi kişi oldukları ve sekizincisinin de köpekleri olduğudur. Çünkü sayıyı veren muhakkiklerdir (hakîkat ehli kişiler).

‘’Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (inşallah demedikçe) hiçbir şey için ‘bunu yarın yapacağı’ deme. Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı an ve ‘Umarım rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir’ de’’ (23-24)

İnşallah/Allah dilerse demeden, hiçbir şey için bunu yapacağım deme.

‘’Onlar mağaralarında üç yüzyıl ve buna ilâveten dokuz yıl kalmışlardır. De ki; Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O’na aittir. O’nun görmesi de, işitmesi de şâyanı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların) O’ndan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez’’ (25-26)

Ashâb-ı Kehf için şöyle denilir: Onlardan her biri her ‘’BİN YILIN’’ başında ortaya çıkar. Bu da Allah katındaki bir günün süresidir. ‘’Rabbiniz nezdinde bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir’’ (Hac, 47). Bazıları ise şöyle der; Her yetmiş yılda bir veya ‘’YÜZ YILDA’’ bir ortaya çıkar. Ki bu da bir günün bir kısmına denk gelen bir süredir. ‘’Bir gün yahut daha az’’ (Bakara, 259). Gerçeği bulan mûhakkikler ise bunun bilgisini Allah’a havale edenlerdir. Bu yüzdendir ki, Resûlullah (sav) MEHDİ’nin zuhûr edeceği vakti tayin etmemiş ve ‘’Vakit belirtenler yalancılardır’’ buyurmuştur.
Her şeyin doğrusunu göklerin ve yerin sahibi Allah, bilir.

İbnü’l Arabî Hz.leri(Tefsir’i Kebîr Te’vilât)

YEDİ: Yediler (Kutup, 2 İmam, 4 direk), yedi abdal (yedi iklimin sahibi), yedi felek, yedi kat gök, yedi kat yer, yedi gezegen, Fatihâ’nın yedi ayeti, yedi dairesel tavaf, yedi sıfat (Hayat, İlim, İrâde, Kudret, Görme, Duyma, Kelâm), namazda yedi hareket, yedi nefs mertebesi, cennet ve cehennemin yedi kapısı, tekrarlanan yedi (Hicr-87), yedi renk, yedi nota, haftanın yedi günü, dünyanın yedi harikası, yedi çakra. Yedi’ler uzar gider…..