yol gösteren, hidayete eren ve doğru yolu bulan, Allah
tarafından kendisine rehberlik edilen, kıyamete yakın dönemde zûlüm ve
adaletsizliğin her tarafı kapladığı bir zamanda gelip, yeryüzünü adaletle
dolduracağı ve İslâm’ı hâkim kılacağı müjdelenen
tır.
Hz. Peygamber’in vefâtından sonra Hz.
Ali’den başlayarak 12 imam gelir. 12. İmam, İmam Mehdî’dir ve sırlanmıştır
(örtünmüştür). (el Mûntazar/Beklenen,
Sahib-üz Zaman, Hazret)
İmam; kendisine uyulan ve işlerde öne geçen kimse demektir. Peygamber
ümmetinin imamı ‘’seni insanlara imam
kıldım’’ (Bakara, 124), Halife halkın imamı, Kur’ân’ı Kerîm Müslümanların
imamıdır.
Mehdî’nin gelişi kıyamet
alâmetlerindendir. Hz. Peygamber(sav.)
kıyamet alâmetlerini şöyle anlatır; ‘’Âhir zamanda Mehdî zuhûr edecek (ortaya
çıkacak), Ehl-i Beyt’ten olacak, Îsâ ile bir olup Deccal’i öldürecek, Ashab-ı
Kehf (yediler) Mehdî’nin yardımcıları olacak ve yeryüzünü küfür kaplamadıkça Mehdî gelmeyecek’’
Mehdî’nin
çıkmasıyla mezhepler birleşir ve yeryüzünde kâfir kalmaz. Güneş de batıdan doğar.
MEHDİ, MESİH VE VELED-İ KALP AYNI
ANLAMDADIR. BURADA HZ. ÎSÂ’YA ATIF VARDIR.
Hz. Îsâ, Hz. Meryem’in babasız doğan oğludur.
Hz. Meryem ise; Zekeriya Peygamberin eşinin kardeşi olan, Hanne ve
Âl-i İmran’ın kızıdır. Yani Zekeriya Peygamber, Meryem’in teyzesinin eşi, Hz. Yahya
(Hayat) da teyze çocuğudur.
Meryem’in
kelime karşılığı Allah’ın hizmetçisidir. Çünkü annesi Mescid hizmeti için bir
erkek çocuk doğurmayı isterken, kız çocuğu olmuş ve ona da bu ismi vermiştir.
Kur’ân‘ı
Kerîm’in Meryem sûresinin 16’dan
34’e kadar olan âyetleri Hz. Îsâ’nın doğumunu detaylarıyla anlatır.
‘’(Ey Muhammed!) Kitap’ta Meryem’i de
an. Hani ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti’’. (Meryem-16)
Meryem;
ailesinden (nefsani kuvvetlerden), doğu (rûh) tarafına, kudsî âleme
çekilmiştir.
‘’(Kendini onlardan uzak tutmak için)
onlarla arasına bir perde germişti. Biz, ona Cebrâil’i göndermiştik de ona tam
bir insan şeklinde görülmüştü. Meryem, senden Rahman’a sığınırım. Eğer
Allah’tan çekinen bir insan isen (bana kötülük yapma) dedi. Cebrâil, ‘ben ancak
Rabbinin bir elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim’
dedi’’ (Meryem-17, 18,19)
Meryem’in
kendisi ile ailesi (nefsi) arasına çektiği perde kûdsiyet korunağıydı. Bu
makama gelmiş kişi dirilmeye hazırdır ve Rûhu’l Kuds olan Cebrâil vâsıtasıyla
diriltilir. (Cebrâil, diriltici Akl-ı Küll’dür)
‘’Meryem,
‘Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım halde, benim
nasıl çocuğum olabilir’ dedi’’.
(Meryem-20)
(Meryem)
nefis; kendisine bir beşer eli değmemişken, yani bir şeyhin terbiyesinden
geçmemişken, beşeri bir muallim tarafından eğitilmemişken (bakire olmanın
anlamı budur) hamile kalıp, çocuk doğuracak olmasına hayret ediyor. (İbnü’l
Arabî Hz. Veysel Karâni ve Râbiatu’l Adeviye Hz.nin mürşidi olmamış, onlar
ilâhi âlemden beslenmişlerdir)
‘’Cebrâil, ‘Evet, öyle. Rabbin diyor ki:
O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, bir rahmet kılmak için
böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir’ dedi’’ (Meryem-21)
‘’Allah dilediğini yaratır’’ cezb ve keşf ile dilediğini seçer, terbiye ve tâlim
olmaksızın ona kalp makamını bahşeder.
Bu durum Levh’te hükme bağlanmış, ezelde takdir edilmiştir.
‘’Böylece Meryem, çocuğa gebe kaldı ve
onunla uzak bir yere çekildi’’ (Meryem-22)
Cebrâil,
Meryem’in gömleğinin yakasından üfledi. Hz. Meryem’in Cebrâil’in üflemesiyle
hamile kalışı; aklı ve diriliği temsil eden Cebrâil’in yardımıyla nefsin
tekâmül etmesidir. Meryem böylece hamile kaldı ve yalnızlığa (doğu/rûh)
tarafına, önceki yerden daha uzak bir yere çekildi.
Meryem’in
Cebrâil karşısındaki teslimiyeti, onun İslâm olduğunu gösterir.
‘’Doğum
sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. ‘’Keşke bundan önce ölseydim de
unutulup gitmiş olsaydım’’ dedi. Bunun üzerine (Cebrâil) ağacın altından ona
şöyle seslendi. Üzülme, Rabbin senin alt tarafından bir dere akıttı. Hurma
ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün’’ (Meryem- 23, 24, 25)
Hurma,
tasavvufta sabrı simgeler. Doğum sancısı/dert onu ağaca götürdü ve kuru ağaç
meyve verir hale geldi. Hurma: ancak aşılandığında meyve veren bir bitkidir. Allah
burada adeta; ‘’hurma nasıl ki aşılanmadan da meyve verebiliyorsa, Meryem de
babasız çocuk dünyaya getirebilir’’ demektedir.
Hurma; Âdem’in yaratıldığı toprağın artanından, Arz da
Hurmanın artanından yaratılmıştır. Bu nedenle Hurma Âdem’in kız kardeşi, bizim
de halamızdır. (Hz. Peygamber’in eli ile diktiği Acve Hurmasının sihir ve
büyüye şifa olduğu söylenir)
Alt
taraftan akan dere çalışma ile elde edilen kesbî (vâsıtalı) ilimdir ve
dirilticidir. Üst taraf ise Allah vergisi olan vehbî (vâsıtasız) ilimlerdir (Ledûn/kalp
ilmi). ‘’şüphesiz, hem üstlerinden, hem
de ayaklarının altından yerlerdi’’
(Mâide-66). Bütün ilimler Allah’a aittir.
‘’Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan
birini görecek olursan, Şüphesiz ben Rahman’a susmayı adadım. Bugün hiç bir
insan ile konuşmayacağım de.’’
(Meryem-26)
Susma dilin iffetidir. Avamın susması dilleri ile, âriflerin susması kalpleri ile, âşıkların
susması ise sırra dair düşüncelerini korumakla olur. En büyük tevhid sükûttur.
Sükûtun vahiyden makamı vardır.
‘’Derken onu (çocuğunu) yüklenerek
kavmine getirdi, ‘Ey Meryem’ dediler. ‘Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın’
‘Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz
değildi. ‘Bunun üzerine (Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti.
‘Beşikteki bebekle nasıl konuşuruz’’ dediler’’. (Meryem-27, 28, 29)
Meryem’in
bebeği ile kavmine gelmesi, Fenâ’dan Bekâ’ya, Hakk’tan halka dönmesidir. Hârun’un
kız kardeşi diye anılması da, Hârun ve kardeşi Mûsâ’nın neslinden
olmasındandır. Ayrıca Îsâ, anne karnında normal doğumdan daha kısa bir süre
kalmıştır.
‘’(Bebek
şöyle dedi) Ben Allah’ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı.
Nerede olursam olayım, O, beni mübârek kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı ve
zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı, beni bedbaht bir zorba yapmadı.
Doğduğum gün, öleceğim dün ve diri olarak (kabirden) çıkacağım gün Allah’ın
selâmı benim üzerimedir’’ (Meryem-30, 31, 32, 33)
Meryem,
nefsin tekâmüldeki en üst seviyesini temsil eder. Meryem, nefsini rûhunun
mânâsı içinde yok etmiş, Allah da ona kendi rûhunu hediye etmiştir. Burası Sâfiye
makamıdır (nefsin en üst mertebesi). Bu makama gelebilmek için nefse ağır gelen
şeye susmak gerekir ki, halimiz konuşsun. Yani nefsi (Meryem) susanın, rûhu
(Îsâ) konuşur. Aslında nefs, rûh makamına yükselir.
Vücud
da Meryem gibidir. Her birimizin bir Îsâ’sı vardır. Bizde o dert/doğum sancısı
peyda olursa Îsâ’mız doğar. Eğer dert olmazsa Îsâ (rûh) geldiği yoldan tekrar
kendi aslına döner. Biz de ondan faydalanmaktan mahrûm kalırız.
‘’İşte hakkında tartışıp durdukları Meryem
oğlu Îsâ’nın gerçeği budur’’ (Meryem- 35)
‘’Melekler, ‘Ey Meryem! Allah kendisinden bir kelimeyi sana müjdeliyor.
Onun adı Îsâ, (lakâbı) Mesih,
sıfatı Meryem oğludur. Dünyada da âhirette de şânı yücedir. (Kendisi Allah’a)
çok yakınlardandır da. Beşiğinde de yetişkinlik hâlinde de, insanlara söz
söyleyecektir. (O) sâlihlerdendir’’ (Âl-i İmrân-45, 46)
Her varlık, Allah’ın tükenmez
kelimelerinden birisidir. ’’Eğer Rabbinin kelimelerini yazmak için
denizler mürekkep olsaydı, bir o kadarı yardıma gelse bile Rabbinin kelimeleri
tükenmeden denizler tükenirdi’’ (Kehf-109). ‘’Allah’tan bir kelime’’ (Âl-i
İmrân, 39). ’’O’nun kelimesi’’ (Nisâ, 171).
İlâhi
kelimenin Hz. Meryem’e ilkâ edilmesinin (yerleştirilmesinin) anlamı ise,
Peygamber’in Allah’ın kelâmını ümmetine nakletmesi gibi, ilâhi kelimenin ‘’ilâhi bir sûret’’ le harici bir
mazhârda zuhûr etmesi demektir. Peygamber, sûreti ve sesi olmayan aklî
mânâları, işiten ve okunulan harici lâfızların sûretinde biçimlendirerek
ümmetine nakleder.
Hz. Îsâ, ilâhi kelâmın bedenlenmesi,
yani ‘’kün’’ kelimesinin ete kemiğe bürünmüş şeklidir. Makam-ı Cem’de bulunan kişi Hakk’ın kelimesidir ve
sıfatı da ‘’Rûhullah’’dır. Çünkü
onlar ‘’Rahman’ın Nefesi’’ nin taşıyıcıları
ve nefislerini ‘’Meryem’’ kılmış
tâliplerden Îsâ’nın zuhûruna yol açacak olan mânevî dölleyici rahmet elçileridir.
Ezeli
ve ebedi canlı olan Rûhullah, Îsâ’nın Sâfiye makamındaki nefs olan Meryem’den
zuhûr edişidir. Cebrâil, Hz. Meryem’in hayalinde ürettiği bir sûrettir. Cebrâil ‘’idrak’’ tir. Hz. Meryem’in Cebrâil’in
üflemesi ile hamile kalışı, mübârek nefsinin (Sâfiye) rûh olması demektir.
Hz.
Peygamber’in miraca çıkmadan önce Meryem ile nikâhlanmasının sebebi ise
tekâmülde en yüksek nefs makamını temsil edişindendir. Peygamberin
nefsidir Meryem. (Firavun’un karısı Asiye ile de nikâhlanmış, nefsini
Müslüman etmiştir.)
İşte
susan nefs ve konuşan rûh olan Hz. Muhammed, Taif’de taşlandığında, Meryem
(nefsi) ile razı olmuş ve Rûhullah olan vücûduyla kendine kötü muamele edenlere
hayır dua etmiştir.
Rûh
vücûd da hâkim olunca, kurtuluş
âşikâr olur, nefsin kötü huyları kesilir ve vücûd da (varlıkta) mehdî gözükür. Kulun rûhu Îsâ olur.
Ken’an
Rıfaî Hz. Mehdî’yi şöyle açıklar:
Cenâb-ı Hakk, bir kuluna ‘’Hidâyet’’ (Doğru
yol) murat ettiği, yani bir kulunu ilmen bilmek derecesinden, ayn’el yani
görerek bilme derecesine yükseltmek istediği vakit o kulun kalbine Hidâyet nûru
tecelli eder. İşte o vakit o kulun Rûhu Îsâ olur. Bu Hidâyet, bu Rahman cezbesi
geldiği zaman, rûh da ‘’rûh-i izâfi’’
olup, ne kadar yaramaz ahlâk varsa; ki onlar ‘’deccal’’ dir, katleder. Böylece nefs ve rûh bir olur. Koruk üzüm olur.
Konuyu
kısaca özetleyecek olursak: Hz.
Peygamber, Allah’ın görünür âlemdeki elçisidir. Allah’tan gayrı varlık
olmadığına göre görünür âlemdeki her şey Allah’ın görünür âlemdeki tek elçisi
olan Hz. Peygamber’in isim ve sıfatlarından ibârettir. Tüm Peygamberler onun
Âdem’den Mûhammed olana kadar geçirdiği tekâmül evreleridir. Ay’ın Hilâl’den
Dolunay’a kadar geçen evreleri gibi. Hz. Âdem ilk ortaya çıkışı, Hz. Eyüp
sabrı, Hz. Zekeriya cömertliği, Hz, İbrâhim teslimiyeti, Hz. Mûsâ aklı, Hz. Îsâ rûhu, Hz. Meryem’de tekâmülde en üst seviyeye ulaşmış nefsidir.
İslâmiyet dahi Hz. Peygamberin ilm’en yakîn (Mûsevilik), ayn’el yakîn (Hristiyanlık)
ve Hakk’el yakîn olan Müslümanlığın evrelerini anlatır. Tek din İslâm gelişerek
bu güne gelmiştir.
Bu
anlayış ile Hz. Muhammed’de Hz. Îsâ olarak anlatılan Allah’ın rûhunun ortaya
çıkması için Meryem olarak ifade edilen nefsinin, her şeye susarak en yüksek
derece olan Sâfiye mâkâmına yükselmesi gerekir ki burada, Kur’ân âyetleri ile
anlatılmak istenen budur.
Bu âyeti kendimize uygulayacak
olursak: Ne zaman nefsimiz susarsa, o zaman Îsâ olan rûhumuz
konuşur. Artık konuşan Hakk’tır. İşte Veled-i Kalp yani kalbin çocuğunun
doğması, Mehdi’nin zuhûru budur.
İbn’ül
Arabî Hz. leri Tefsir-i Kebir Te’vilât ve çeşitli risâleleri.