25 Temmuz 2018 Çarşamba


KUR’ÂN VE İNSAN:

Kur’ân-ı Kerîm Hz. Peygamber’e vahiy (Cebrâil/Külli Akıl) aracılığıyla indirilmiş Allah kelâmıdır ve kadîmdir.  Bir anlamda da anayasamızdır. Kur’ân; diğer Peygamberlere gelen üç semâvi kitabı da (Tevrat, Zebur, İncil) içinde barındırır.

Kur’ân; tüm zamanı geçmişi, An’ı ve geleceği kapsayan bir kâinat kitabıdır. Meselâ  Hz. Ali; ‘’çölde atımı kaybetsem, onu Kur’ân da ararım’’ demiştir. Kur’ân’ı anlamaya çalışmak çok önemlidir. Çünkü biz insanlar için indirilmiş bir rehberdir.

Kur’ân da geçen her âyet ve sûre, bize bir şeyler anlatan mesaj ve semboller ile doludur. Kur’ân tüm zamanları kapsadığından, âyetler her an inmektedir.

Kur’ân’ı Kerîm Peygamberler aracılığıyla insanı ve onun geçirdiği, geçireceği gelişim aşamalarını anlatır.  Çünkü Kur’ân ve insan (İnsan-ı Kâmil) ikizdir.

İnsan; beden, nefs, rûh, kalp ve akıldan müteşekkildir.

Beden rûhun kalıbı/yani bineğidir. Rûh lâtiftir ve beden rûhu görünür kılar. 

Rûh Rahman’ın nefesi, sırrı yani canımız, canlılığımızdır. Nefes almadan yaşayamayız.

Nefs rûhun ham hali ve Allah’ın tekâmül için kuluna verdiği en kıymetli hediyedir. Çünkü onunla yol alırız.

Kalp Allah’ın tecellîgâhı, yani kuluna tecellî ettiği yerdir. 

Akıl da düşünme ve kavrama yetimizdir. Aklı olmayanın sorumluluğu da yoktur.

Bedenin huzuru için hepsinin huzurda olması gerekir.

Bu beşli yapı genellikle Kur’ân-ı Kerîm’deki bütün sûre ve âyetlerde de mevcuttur. Âyet, işaret ve flama demektir. Allah adeta insan ile Kur’ân âyetleri arasında bir bağ olduğuna dikkat çekmektedir. Bu anlayış ile okunduğunda Kur’ân  bir rehber niteliğindedir.

Örn: Mûsâ ve Hızır (a.s.) kıssasının anlatıldığı Kehf sûresinde;  Mısır beden şehri, Mûsâ kalp, balık akıl, Yûşa Hz. genç nefs, Hızır rûhtur. Burada kalbin, dirilmiş nefs (ölü balığın dirilmesi) ile rûha doğru yaptığı yolculuğu anlatılır. İki denizin birleştiği yer (madde ve mânâ) kalp mâkâmıdır, ancak Mûsâ bu birlikteliğe dayanamaz, ayrılırlar.

Mûsâ ve Firavun kıssasında da; Mısır, beden şehridir. Mûsâ kalp, Firavun nefstir. Mûsâ ‘nın kayınpederi Şuayb (a.s.) rûh makamı, kızları nazari ve âmeli akıldır. Mûsâ’nın Firavun olan nefsinin boğulmasıyla yolculuk başlar. Tûr olan benlik dağı parçalanır ve Mûsâ Ken’an iline varır. 

Yine Kehf sûresinin Zûlkarneyn kıssasında; Zûlkarneyn kalp, doğu tarafı rûh, batı tarafı nefs, ye’cüc ve me’cüc nefsin sıfatları, yola çıktığı yer de beden şehridir.

Burada da Zûlkarneyn nefsin sıfatlarına erimiş bakır ve demir (iyi niyet ve amel) ile set çekerek kalp makamına ulaşır.

Hızır Zûlkarney’in ordusunda askerdir. Ab-ı Hayat suyunu bulur ve ölümsüzlüğe kavuşur.  Yani Hızır kalbin askeridir ve ölümsüzlük suyuna, rûh makamına erişerek dirilir.

Sebe sûresinde Hz. Süleyman kalp, babası Hz. Davut rûh, Hüdhüd akıl, Sebe de beden şehridir. Sebe melikesi Belkıs da beden şehrinde nefsani kuvvetlerden tahtı olan hayvani nefstir. Sonunda kalbi temsil eden Süleyman’a tabi olarak Müslüman/teslim olur.

Yûsuf sûresinde Hz. Ya’kûb rûh, Hz. Yûsuf Kalp, Züleyha nefs, Mısır şehri beden, Yûsuf’un kardeşi Bünyamin idrâktir. Sonunda Hz. Yûsuf Mısır/beden şehrinin sultanı olur.

Meryem sûresinde de; Meryem Cebrâil’in üflemesiyle yani akıl aracılığıyla dirilmiş nefstir. Nefs susar, râzı/fâni olur. O zaman vücûd da kalbin çocuğu doğar. Îsâ olan rûh konuşmaya başlar.

Kur’ân âyetlerinin ilk başlarında nefsin dirilmesi (Kalbi temsil eden Hz. Mûsâ’nın nefsten rûha yönelmesi ve Rûhu temsil eden Îsâ’nın doğması) ve tekâmülünde geçirdiği süreçler anlatılır. Sonlarına doğru Hz. Peygambere hitap vardır ve zâti ayetlerdir. Örn: Ey örtüsüne bürünen, kalk.  Kalk ve uyar. Batmakta olan yıldıza andolsun ki…(burada Hz. Peygamberin varlığının kaybolduğu yani fâni olduğu anlatılmak istenir)

Daha doğrusu anlatılmak istenen bizim beden şehrimizden ulvî âleme yaptığımız bilinçli veya bilinçsiz yolculukta nasıl bir yol izlememiz gerektiğidir. Yolculuk yani hicret kalbedir. Aslında gidiş de, geliş de yoktur. Ayrılık yoktur ki, kavuşma olsun. Tüm mücâdele içseldir. Çünkü Allah bir an bu âlem Ayna’sından yüz çevirse âlem yok olur. Yani yokluğa döner.

Bu tekâmül sürecinde rehberimiz Kur’ân ve yaşayan Kur’ân olan Hz. Mûhammed’dir.

 



24 Temmuz 2018 Salı

MEHDÎ – MESİH – VELED-İ KALP:

Mehdi; yol gösteren, hidayete eren ve doğru yolu bulan, Allah tarafından kendisine rehberlik edilen, kıyamete yakın dönemde zûlüm ve adaletsizliğin her tarafı kapladığı bir zamanda gelip, yeryüzünü adaletle dolduracağı ve İslâm’ı hâkim kılacağı müjdelenen ‘’zât’’ tır.

Hz. Peygamber’in vefâtından sonra Hz. Ali’den başlayarak 12 imam gelir. 12. İmam, İmam Mehdî’dir ve sırlanmıştır (örtünmüştür). (el Mûntazar/Beklenen, Sahib-üz Zaman, Hazret)

İmam; kendisine uyulan ve işlerde öne geçen kimse demektir. Peygamber ümmetinin imamı ‘’seni insanlara imam kıldım’’ (Bakara, 124), Halife halkın imamı, Kur’ân’ı Kerîm Müslümanların imamıdır.

Mehdî’nin gelişi kıyamet alâmetlerindendir. Hz. Peygamber(sav.) kıyamet alâmetlerini şöyle anlatır; ‘’Âhir zamanda Mehdî zuhûr edecek (ortaya çıkacak), Ehl-i Beyt’ten olacak, Îsâ ile bir olup Deccal’i öldürecek, Ashab-ı Kehf (yediler) Mehdî’nin yardımcıları olacak ve yeryüzünü küfür kaplamadıkça Mehdî gelmeyecek’’

Mehdî’nin çıkmasıyla mezhepler birleşir ve yeryüzünde kâfir kalmaz. Güneş de batıdan doğar.

MEHDİ, MESİH VE VELED-İ KALP AYNI ANLAMDADIR. BURADA HZ. ÎSÂ’YA ATIF VARDIR.  
 
Hz. Îsâ, Hz. Meryem’in babasız doğan oğludur.

Hz. Meryem ise; Zekeriya Peygamberin eşinin kardeşi olan, Hanne ve Âl-i İmran’ın kızıdır. Yani Zekeriya Peygamber, Meryem’in teyzesinin eşi, Hz. Yahya (Hayat) da teyze çocuğudur.

Meryem’in kelime karşılığı Allah’ın hizmetçisidir. Çünkü annesi Mescid hizmeti için bir erkek çocuk doğurmayı isterken, kız çocuğu olmuş ve ona da bu ismi vermiştir.

Kur’ân‘ı Kerîm’in Meryem sûresinin 16’dan 34’e kadar olan âyetleri Hz. Îsâ’nın doğumunu detaylarıyla anlatır.

‘’(Ey Muhammed!) Kitap’ta Meryem’i de an. Hani ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti’’. (Meryem-16)

Meryem; ailesinden (nefsani kuvvetlerden), doğu (rûh) tarafına, kudsî âleme çekilmiştir.
‘’(Kendini onlardan uzak tutmak için) onlarla arasına bir perde germişti. Biz, ona Cebrâil’i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görülmüştü. Meryem, senden Rahman’a sığınırım. Eğer Allah’tan çekinen bir insan isen (bana kötülük yapma) dedi. Cebrâil, ‘ben ancak Rabbinin bir elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim’ dedi’’  (Meryem-17, 18,19)

Meryem’in kendisi ile ailesi (nefsi) arasına çektiği perde kûdsiyet korunağıydı. Bu makama gelmiş kişi dirilmeye hazırdır ve Rûhu’l Kuds olan Cebrâil vâsıtasıyla diriltilir. (Cebrâil, diriltici Akl-ı Küll’dür)

 ‘’Meryem, ‘Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım halde, benim nasıl çocuğum olabilir’ dedi’’. (Meryem-20)

(Meryem) nefis; kendisine bir beşer eli değmemişken, yani bir şeyhin terbiyesinden geçmemişken, beşeri bir muallim tarafından eğitilmemişken (bakire olmanın anlamı budur) hamile kalıp, çocuk doğuracak olmasına hayret ediyor. (İbnü’l Arabî Hz. Veysel Karâni ve Râbiatu’l Adeviye Hz.nin mürşidi olmamış, onlar ilâhi âlemden beslenmişlerdir)

‘’Cebrâil, ‘Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir’ dedi’’   (Meryem-21)

‘’Allah dilediğini yaratır’’ cezb ve keşf ile dilediğini seçer, terbiye ve tâlim olmaksızın ona kalp makamını bahşeder. Bu durum Levh’te hükme bağlanmış, ezelde takdir edilmiştir.
‘’Böylece Meryem, çocuğa gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi’’  (Meryem-22)

Cebrâil, Meryem’in gömleğinin yakasından üfledi. Hz. Meryem’in Cebrâil’in üflemesiyle hamile kalışı; aklı ve diriliği temsil eden Cebrâil’in yardımıyla nefsin tekâmül etmesidir. Meryem böylece hamile kaldı ve yalnızlığa (doğu/rûh) tarafına, önceki yerden daha uzak bir yere çekildi.
Meryem’in Cebrâil karşısındaki teslimiyeti, onun İslâm olduğunu gösterir.

 ‘’Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. ‘’Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım’’ dedi. Bunun üzerine (Cebrâil) ağacın altından ona şöyle seslendi. Üzülme, Rabbin senin alt tarafından bir dere akıttı. Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün’’ (Meryem- 23, 24, 25)

Hurma, tasavvufta sabrı simgeler. Doğum sancısı/dert onu ağaca götürdü ve kuru ağaç meyve verir hale geldi. Hurma: ancak aşılandığında meyve veren bir bitkidir. Allah burada adeta; ‘’hurma nasıl ki aşılanmadan da meyve verebiliyorsa, Meryem de babasız çocuk dünyaya getirebilir’’ demektedir.

Hurma; Âdem’in yaratıldığı toprağın artanından, Arz da Hurmanın artanından yaratılmıştır. Bu nedenle Hurma Âdem’in kız kardeşi, bizim de halamızdır. (Hz. Peygamber’in eli ile diktiği Acve Hurmasının sihir ve büyüye şifa olduğu söylenir)

Alt taraftan akan dere çalışma ile elde edilen kesbî (vâsıtalı) ilimdir ve dirilticidir. Üst taraf ise Allah vergisi olan vehbî (vâsıtasız) ilimlerdir (Ledûn/kalp ilmi). ‘’şüphesiz, hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi’’ (Mâide-66). Bütün ilimler Allah’a aittir.

‘’Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, Şüphesiz ben Rahman’a susmayı adadım. Bugün hiç bir insan ile konuşmayacağım de.’’ (Meryem-26)

Susma dilin iffetidir. Avamın susması dilleri ile,  âriflerin susması kalpleri ile, âşıkların susması ise sırra dair düşüncelerini korumakla olur. En büyük tevhid sükûttur. Sükûtun vahiyden makamı vardır.

‘’Derken onu (çocuğunu) yüklenerek kavmine getirdi, ‘Ey Meryem’ dediler. ‘Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın’ ‘Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi. ‘Bunun üzerine (Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti. ‘Beşikteki bebekle nasıl konuşuruz’’ dediler’’. (Meryem-27, 28, 29)

Meryem’in bebeği ile kavmine gelmesi, Fenâ’dan Bekâ’ya, Hakk’tan halka dönmesidir. Hârun’un kız kardeşi diye anılması da, Hârun ve kardeşi Mûsâ’nın neslinden olmasındandır. Ayrıca Îsâ, anne karnında normal doğumdan daha kısa bir süre kalmıştır.

 ‘’(Bebek şöyle dedi) Ben Allah’ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O, beni mübârek kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı, beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim dün ve diri olarak (kabirden) çıkacağım gün Allah’ın selâmı benim üzerimedir’’  (Meryem-30, 31, 32, 33)

Meryem, nefsin tekâmüldeki en üst seviyesini temsil eder. Meryem, nefsini rûhunun mânâsı içinde yok etmiş, Allah da ona kendi rûhunu hediye etmiştir. Burası Sâfiye makamıdır (nefsin en üst mertebesi). Bu makama gelebilmek için nefse ağır gelen şeye susmak gerekir ki, halimiz konuşsun. Yani nefsi (Meryem) susanın, rûhu (Îsâ) konuşur. Aslında nefs, rûh makamına yükselir.

Vücud da Meryem gibidir. Her birimizin bir Îsâ’sı vardır. Bizde o dert/doğum sancısı peyda olursa Îsâ’mız doğar. Eğer dert olmazsa Îsâ (rûh) geldiği yoldan tekrar kendi aslına döner. Biz de ondan faydalanmaktan mahrûm kalırız.

’İşte hakkında tartışıp durdukları Meryem oğlu Îsâ’nın gerçeği budur’’  (Meryem- 35)
’Melekler, ‘Ey Meryem! Allah kendisinden bir kelimeyi sana müjdeliyor. Onun adı Îsâ, (lakâbı) Mesih, sıfatı Meryem oğludur. Dünyada da âhirette de şânı yücedir. (Kendisi Allah’a) çok yakınlardandır da. Beşiğinde de yetişkinlik hâlinde de, insanlara söz söyleyecektir. (O) sâlihlerdendir’’  (Âl-i İmrân-45, 46)

Her varlık, Allah’ın tükenmez kelimelerinden birisidir. ’’Eğer Rabbinin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsaydı, bir o kadarı yardıma gelse bile Rabbinin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi’’ (Kehf-109).  ’Allah’tan bir kelime’’  (Âl-i İmrân, 39). ’’O’nun kelimesi’’ (Nisâ, 171).

İlâhi kelimenin Hz. Meryem’e ilkâ edilmesinin (yerleştirilmesinin) anlamı ise, Peygamber’in Allah’ın kelâmını ümmetine nakletmesi gibi, ilâhi kelimenin ‘’ilâhi bir sûret’’ le harici bir mazhârda zuhûr etmesi demektir. Peygamber, sûreti ve sesi olmayan aklî mânâları, işiten ve okunulan harici lâfızların sûretinde biçimlendirerek ümmetine nakleder.

Hz. Îsâ, ilâhi kelâmın bedenlenmesi, yani ‘’kün’’ kelimesinin ete kemiğe bürünmüş şeklidir. Makam-ı Cem’de bulunan kişi Hakk’ın kelimesidir ve sıfatı da ‘’Rûhullah’’dır. Çünkü onlar ‘’Rahman’ın Nefesi’’ nin taşıyıcıları ve nefislerini ‘’Meryem’’ kılmış tâliplerden Îsâ’nın zuhûruna yol açacak olan mânevî dölleyici rahmet elçileridir.

Ezeli ve ebedi canlı olan Rûhullah, Îsâ’nın Sâfiye makamındaki nefs olan Meryem’den zuhûr edişidir. Cebrâil, Hz. Meryem’in hayalinde ürettiği bir sûrettir. Cebrâil ‘’idrak’’ tir. Hz. Meryem’in Cebrâil’in üflemesi ile hamile kalışı, mübârek nefsinin (Sâfiye) rûh olması demektir.

Hz. Peygamber’in miraca çıkmadan önce Meryem ile nikâhlanmasının sebebi ise tekâmülde en yüksek nefs makamını temsil edişindendir.  Peygamberin nefsidir Meryem. (Firavun’un karısı Asiye ile de nikâhlanmış, nefsini Müslüman etmiştir.)

İşte susan nefs ve konuşan rûh olan Hz. Muhammed, Taif’de taşlandığında, Meryem (nefsi) ile razı olmuş ve Rûhullah olan vücûduyla kendine kötü muamele edenlere hayır dua etmiştir.

Rûh vücûd da hâkim olunca, kurtuluş âşikâr olur, nefsin kötü huyları kesilir ve vücûd da (varlıkta) mehdî gözükür. Kulun rûhu Îsâ olur.

Ken’an Rıfaî Hz. Mehdî’yi şöyle açıklar: Cenâb-ı Hakk, bir kuluna ‘’Hidâyet’’ (Doğru yol) murat ettiği, yani bir kulunu ilmen bilmek derecesinden, ayn’el yani görerek bilme derecesine yükseltmek istediği vakit o kulun kalbine Hidâyet nûru tecelli eder. İşte o vakit o kulun Rûhu Îsâ olur. Bu Hidâyet, bu Rahman cezbesi geldiği zaman, rûh da ‘’rûh-i izâfi’’ olup, ne kadar yaramaz ahlâk varsa; ki onlar ‘’deccal’’ dir, katleder. Böylece nefs ve rûh bir olur. Koruk üzüm olur.

Konuyu kısaca özetleyecek olursak: Hz. Peygamber, Allah’ın görünür âlemdeki elçisidir. Allah’tan gayrı varlık olmadığına göre görünür âlemdeki her şey Allah’ın görünür âlemdeki tek elçisi olan Hz. Peygamber’in isim ve sıfatlarından ibârettir. Tüm Peygamberler onun Âdem’den Mûhammed olana kadar geçirdiği tekâmül evreleridir. Ay’ın Hilâl’den Dolunay’a kadar geçen evreleri gibi. Hz. Âdem ilk ortaya çıkışı, Hz. Eyüp sabrı, Hz. Zekeriya cömertliği, Hz, İbrâhim teslimiyeti, Hz. Mûsâ aklı, Hz. Îsâ rûhu, Hz. Meryem’de tekâmülde en üst seviyeye ulaşmış nefsidir. İslâmiyet dahi Hz. Peygamberin ilm’en yakîn (Mûsevilik), ayn’el yakîn (Hristiyanlık) ve Hakk’el yakîn olan Müslümanlığın evrelerini anlatır. Tek din İslâm gelişerek bu güne gelmiştir.

Bu anlayış ile Hz. Muhammed’de Hz. Îsâ olarak anlatılan Allah’ın rûhunun ortaya çıkması için Meryem olarak ifade edilen nefsinin, her şeye susarak en yüksek derece olan Sâfiye mâkâmına yükselmesi gerekir ki burada, Kur’ân âyetleri ile anlatılmak istenen budur.

Bu âyeti kendimize uygulayacak olursak: Ne zaman nefsimiz susarsa, o zaman Îsâ olan rûhumuz konuşur. Artık konuşan Hakk’tır. İşte Veled-i Kalp yani kalbin çocuğunun doğması, Mehdi’nin zuhûru budur.

İbn’ül Arabî Hz. leri Tefsir-i Kebir Te’vilât ve çeşitli risâleleri.