Dünyamız çok
özel bir süreçten geçiyor. Zengin ve fakirin, kadın ve erkeğin, Îmanlı ve
Îmansızın, genç ile yaşlının eşitlendiği böyle bir dönem olmamış.
Gözle
görülemeyen, elle tutulamayan adına da ‘’virüs’’ dedikleri bir muamma dünyayı kasıp
kavuruyor ve musallat olmak için adeta insan seçiyor.
Korunma yolu
çok basit ve ucuz. Evden çıkma, elini yıka, hiçbir şeye dokunma. Hijyen için de
‘’sabun’’ yeterli. Her evde olmazsa
olmaz ve çok ucuz bir materyal. Şaka gibi. İlaç yok, aşı yok.
Kâbe kapandı,
camiler kapandı. Düğün yok, alışveriş yok, sinema ve tiyatrolar kapalı. Cebinde
bol paran olsa ne işine yarar. Sarayda otursan kendini nasıl korursun gözle
bile görülemeyenden. Savaş dönemi gibi herkes hayatta kalma mücadelesi içinde.
Bu neyin savaşı acaba?
Kâbe’yi
kapatmak kimin haddine, bir virüs bunu nasıl başarabilir? Eğer vazifeliyse tabi
ki emre itaat edecek. Allah asrı saadette Kâbe’ye zarar vermek isteyen Fil
ordularını dahi Ebâbil kuşlarının attığı taşlar ile engellemedi mi? Peki şimdi
niçin kapandı?. Allah’ımız bize ne demek istiyor?. Bu dünyaya gelme sebebimizi
hiç sorguladık mı? BİZ KİMİZ ve NİÇİN BURADAYIZ?
Kâbe’ye
gittik de ne oldu. Döndük, hayatımıza kaldığımız yerden devam ettik. Neyi
değiştirebildik. Tabi ki değiştirenler olmuştur. Ne mutlu onlara. Kâbe’nin
anlamını ve kıymetini o saadetli topraklarda yaşayanlar dahi bilememişken,
çevresini devasa binalarla saygısızca yükselterek, işi ticarete dökerek
amacından saptırmışken kendimizi ne kadar suçlayabiliriz. Kendini suçlamak da,
kendinde bir varlık görmek ve ŞİRK değil mi?
Bunlar zâhir sebepler. Zâhir olacak ki bâtın olsun. Her maddi
varlık bir maneviyatı işâret için vücûd bulmuştur. Her olay sebebiyle kâinata
iner.
Hz.
Peygamber ‘’insanlar uykudadır, dünya hayal içinde hayaldir’’ buyurmuşlar. Dünyada
yaşadığımız her şey rüya içinde rüya ise bunun daha yaşarken bu dünyada tevil
edilmesi, yorumlanması gerekir ki bu gaflet uykusundan uyanalım. Herkes bu rüyayı
idrâki ölçüsünde yorumlayacak ve istidadı ölçüsünde pay alacak.
Âyetleri/işaretleri takip edelim.
Müslümanların
kıblesi eskiden Mescid-i Aksâ (Kudüs) iken sonradan Mescid-i Haram’a (Mekke)
dönmüştür. Pek çok mutasavvıf Mescid-i Aksâ’yı RÛH/Mürşid makamı, Mescid-i
Haram’ı KALP makamı olarak açıklar. Anne çocuğuna bir süreliğine süt verir.
Sonra sütten keser. Acaba diyorum; Allah bizi evlerimize yani kalplerimize mi
yönlendiriyor? Artık afaktaki Kâbe’yi değil, enfüsteki Kâbe’yi/ kalbinini tavaf
et, kıblen kalbin mi olsun diyor? İçine, hakîkatine yönel, dünyanın hevâ ve
heveslerinden iyice temizlenerek uzaklaş mı diyor? Uzlet et derken, hiçbir şeye
‘’dokunma’’ derken acaba kimsenin meşrebine, yaradılış gayesine dokunma, her
şeyi olduğu gibi kabul et mi diyor? Sokağa çıkma derken, dünyanın cazibesi seni
kirletebilir günaha yaklaşma mı diyor?
Düşünün bir
de bu ‘’virüs’’ dediğimiz vazifeli sebepten ölenler ŞEHİT sayılıyor. Hadis var;
salgın hastalıktan ölenler şehittir diye. Şehit öbür dünyada sorgu ve suale
tabi tutulmayacak olanlar. Ve çevresinde 70 kişiye ŞEFAAT edebilecekler. Allah
Allah!. Kahır içinde lütuf, lütuf içinde kahır. Allah adeta dünyayı temizliyor.
Peki; korkmamalı mıyız?. Tabi ki
korkmalıyız. Korku acziyetin belirtisi. Havf ve recâ, korku ve ümit kuşun iki
kanadı. Onlarsız uçamayız ki.
Önümüzde epey
süre var görünüyor. Doğruyu ve zamanı sadece Allah bilir. Lütfen düşünelim ve bu
süreci idrâkle atlatalım. İnşallah.