24 Ekim 2022 Pazartesi

 ŞECERETÜ’L-KEVN (VARLIK AĞACI):

Cihân bâğında insan bir şecerdir gayrılar yaprak,

Nebîler meyvedir sen zübbesisin yâ Resûlullah. (Niyâzî Mısrî)

 Kûr’an’ın âyetlerinden (işâretlerinden) kaynaklanan ve muhayyileye (hayale) dayanan anlatımlar aslında bir misâldir. Bu anlayış ile tüm varlık durumları mertebelerine göre kısımlandırılıp çekirdek ile ağaç ilişkisi üzerinden anlatılır.

İlâhi Zât ağaca, dalları ise Zât’a ait isimlere benzetilir. Ağacın ortaya çıkan dallarından yüksek mertebeli olanlar mânâya, aşağı mertebeli olan sûrete, kabuğu mülk âlemine, özü ve taşıdığı incelikleri melekût âlemine, ağacın hayatını ve sürekliliğini sağlayan su ceberut âlemine, ağacı çevreleyen sınırlar gök cisimlerine ve tüm kâinata, ağacın yaprakları göğün tabakalarına işaret eder. Arş bu ağacın bir hazinesi, melekler arşta ikâmet eden ve ağacın işleriyle ilgilenen hizmetçiler gibidir. Ağacın dalları birbirinden farklı, meyveleri çeşit çeşittir. Çünkü ilâhi isimler zuhûr itibariyle birbirlerinden farklı, o isimlerin tecellîlerine mazhar olanlar çeşit çeşittir. Bu ağaçta var olan ve olacak olan her şey bir kitapta yazılıdır. Cennet ve cehennem ağacın meyvelerini koymak için hazırlanmış iki ambara benzer. Ağacın baharı ve çiçeklenmesi dünya, meyve vermesi âhirettir. Çünkü bu ağaç ilâhi kudret ve irâde ile varlığını sürdürmektedir. Yine de dallar ve meyveler ne denli çeşitli olsalar da kök birdir. Başlangıcı bir olanın sonu da bir olacaktır ki o da ‘’kün’’ emridir.

Varlık (kevn) bir dairedir ve başlangıç ile sonuç bu dairede birbirlerine kavuşurlar. Her şey bu daire içindedir, ortaya çıkan ne varsa tekrar çıktığı asla geri döner. Mirac da bir asla dönüştür. ‘’Kün’’, dairede başlangıçla sonun kesiştiği noktadır. Kün çekirdeği hep ikili biçimde dallanmaktadır. Hep birliğe geri dönen bu ikilik, varlığın ortaya çıkışında bir prensip olarak vurgulanır. Hakîkati tasdik sayılan iman ile ona zıt düşme anlamına gelen küfür de bu ikilikten kaynaklanır.

Sanki ‘’kün’’ çekirdek, kâinat bir ağaçtır. Çekirdek boy vermeye başladığında önce iki dal belirir, sonra bu dallar çoğalırlar. Varlık irâde kökünden varlık dallarına doğru uzanır. Dallanıp budaklanmanın çoğalması, varlık düzeylerini arttırdığından ve bu süreç her düzeyde ayrı bir görünüm kazandığından bu dallar her boy verişlerinde ayrı bir hüviyet alırlar.

‘’Kün’’ kelimesinin iki harfi vardır. Kef ve nun. Her harfinin de iki yönü bulunur. ‘’Kef’’ harfinden bir yön mükemmelliğe, bir yön noksanlık ve örtülülüğe yani küfre: ‘’nun’’ harfinde bir yön mârifet, yani bilinirliğe, diğer bir yön inkâra (nekre) dönüktür. Zuhûr âleminde bu türlü ikilikler izâfi sayılır, yani bakana göre görünürler. ‘’Kün’’  emri tüm var edilmişlerin hisse (pay) bulduğu bir külli hakîkat olarak kavranınca, yokluk karanlığa, varlık aydınlığa benzetilir. Böylece ‘’kün’’ çekirdeğindeki mükemmellik ve mârifet hidâyete (doğru yola), inkâr ise dalâlete (yoldan çıkmaya) işaret sayılır. Allah Teâlâ mahlûkatını zulmette (karanlıkta) halk ederek (yaratarak) üzerlerine kendi nûrundan serpti. Bu nurdan kime isâbet vâki oldu ise hidâyete erişti,  kime hata vâki oldu ise o kimse dalâlette kaldı.

Varlık ağacı ilâhi takdire bağlı olarak, kudret yellerinin esmesiyle, hikmet gıdalarının beslemesiyle, irâde bulutlarının yağmur indirmesiyle meyve verir. Ağacın dallarından biri nûra, diğeri zulmete bakar. Hayr nûrdan, şer zulmettendir. Yine melekler nûrdan, şeytanlar zulmettendir. Âdem ise hem nûra hem zulmete, hem hayra hem şerre, hem melekliğe hem şeytanlığa kabiliyetlidir.  Nûr ve hayr bereket ve saadetin bir sembolü olan sağ tarafa, zulmet ve şer bedbahtlığın bir sembolü olan sol tarafa yerleşir. Her insan kabiliyetince bu iki taraftan birine katılır.

Varlık ağacının meyvesi ‘’kün’’ çekirdeğidir ve varlık ağacı onun için filizlenmiştir. Tasavvuf anlayışında bu meyve ‘’nûr-ı Muhammedî’’ ya da ‘’hakîkat-i Muhammedî’’ diye ifâde edilen ilkenin karşılığıdır. Varlık bir ceset, Hazreti Muhammed’in hakîkati rûh, varlık bir zulmet, Hazreti Muhammed’in hakîkati bir kandil gibidir. Varlık ağacının mânâsı hakîkat-ı Muhammediyye, hakîkat-i Muhammediyye’nin sûreti ise varlık ağacıdır. Varlık ağacındaki gelişmeler, serpilmeler, çiçeklenme ve meyvelenmeler, riyâzetler, müşâhadeler v.s. tüm bunların hepsi Muhammedî daldan aldıkları aşı ile var olup süreklilik kazanırlar. Âlemdeki sûretlerden her birinde insandan bir şeyler vardır. Küçük âlem olan insan ile büyük âlem olan kâinat birbirinden ayrılmaz. Bu anlayış ile insan kâinatın bir minyatürü, kâinat da insandakilerin bir açılımı gibidir. Dağlarla kemikler, yollarla damarlar, güneşle rûh, akılla ay, yıldızlarla beş duyu arasında karşılaştırmalar yapılır.

Çekirdeğe bakan birliği, dallara ve yapraklara bakan o çekirdekten ayrı olmayan çokluğu görür. Çekirdekte ağacı, ağaçta çekirdeği görmek, sadece baş gözüyle olmaz. Başlangıçla sonun esrarengiz bütünlüğünü sezmek ayrı bir mazhariyet sayılır. Ağaçtaki dallar ne kadar çeşitlenseler, farklı farklı görünseler, sürekli değişseler bile, her biri kökteki mânânın kendini belli ettiği mecralardır.  Varlık da böyledir. Sınırsız sayıda ayrılıklar, başkalaşımlar, farklı yöneliş ve oluşumlar, aslında tek Zât’ın yaratan (Hâlık) ve icad eden (Mûcid) isimlerinin tasarruflarına bağlıdır. Varolan ne varsa hepsi Hakk’ın elindedir. O’nun tarafından kuşatılmıştır.

Varlık harflerden, kelimelerden, âyetlerden ve sûrelerden ibâret bir kitaptır. Kelimelerin harflerden, harflerin de nefesten (nefes-i rahmanî) ortaya çıkması gibi, varlıklar da ilâhi ilimdeki sonsuz imkânları ifâde eden sabit hakîkatlerden (a’yan-ı sâbite) yani ilâhi kelimelerden ortaya çıkmaktadır. Bütün kelimelerin kendisiyle anlamlı ve belirgin olduğu Kelime ise ‘’hakîkati Muhammediyye, yani İnsan-ı Kâmil’’dir. Çünkü iç ve dışa, bir ve çoğa, gizli ve aşikâra aynı anda bakabilen, birlikteki çokluğu ve çokluktaki birliği nasılsa öyle gören ancak İnsan-ı Kâmil’dir. (İbn Arâbî Hz. Seceretü’l Kevn)

İbn Arâbî Hz. göre; Vâhid (Bir) olan varlık, birliğinde durdukça zuhûru mümkün değildir. Vâhid ancak kendi sûreti ile çift hale gelmekte ve zuhûr etmektedir. Buna göre Hakk’ın vücûdu, varlığın sûreti olan insan ile çift hale gelmiştir. İnsan (İnsan-ı Kâmil), Hakk’ın Zâtı’ndan ilk taayyün sonucu zuhûr eden ve tüm varlığı icmâlen kendinde barındıran ‘’Nûr-i Muhammedî’’ terimi yerine kullanılmıştır. (Osman Nuri Küçük/ Sayılar ve Rüyalar Syf. 128)

Bilgi: 7. Semâ’da bir makam olup, mahlûkatın amelleriyle varacağı son durak olarak ifâde edilen ‘’Sıdretü’l münteha’’ bir ağaç olarak tasfir edilmiştir. ‘’kökü sabit ve dalları gökyüzündedir.’’ İbrâhim sûresi, 24. Yine kökü Semâ’da dalları yeryüzünde olan ‘’Tûba ağacı’’ da Hz. Âdem a.s. olarak tasfir edilir. Her iki ağaç da ‘’İnsan-ı Kâmil’’ i sembolize etmektedir.