ŞECERETÜ’L-KEVN (VARLIK AĞACI):
Cihân bâğında
insan bir şecerdir gayrılar yaprak,
Nebîler
meyvedir sen zübbesisin yâ Resûlullah. (Niyâzî Mısrî)
İlâhi Zât
ağaca, dalları ise Zât’a ait isimlere benzetilir. Ağacın ortaya çıkan
dallarından yüksek mertebeli olanlar mânâya, aşağı mertebeli olan
sûrete, kabuğu mülk âlemine, özü ve taşıdığı incelikleri melekût
âlemine, ağacın hayatını ve sürekliliğini sağlayan su ceberut âlemine,
ağacı çevreleyen sınırlar gök cisimlerine ve tüm kâinata, ağacın
yaprakları göğün tabakalarına işaret eder. Arş bu ağacın bir hazinesi, melekler
arşta ikâmet eden ve ağacın işleriyle ilgilenen hizmetçiler gibidir. Ağacın
dalları birbirinden farklı, meyveleri çeşit çeşittir. Çünkü ilâhi isimler zuhûr
itibariyle birbirlerinden farklı, o isimlerin tecellîlerine mazhar olanlar
çeşit çeşittir. Bu ağaçta var olan ve olacak olan her şey bir kitapta
yazılıdır. Cennet ve cehennem ağacın meyvelerini koymak için hazırlanmış iki
ambara benzer. Ağacın baharı ve çiçeklenmesi dünya, meyve vermesi âhirettir.
Çünkü bu ağaç ilâhi kudret ve irâde ile varlığını sürdürmektedir. Yine de
dallar ve meyveler ne denli çeşitli olsalar da kök birdir. Başlangıcı bir olanın sonu da bir olacaktır ki o
da ‘’kün’’ emridir.
Varlık
(kevn) bir dairedir ve başlangıç ile sonuç bu dairede birbirlerine kavuşurlar. Her şey bu daire içindedir, ortaya
çıkan ne varsa tekrar çıktığı asla geri döner. Mirac da bir asla dönüştür.
‘’Kün’’, dairede başlangıçla sonun kesiştiği noktadır. Kün çekirdeği hep ikili
biçimde dallanmaktadır. Hep birliğe geri dönen bu ikilik, varlığın ortaya
çıkışında bir prensip olarak vurgulanır. Hakîkati tasdik sayılan iman ile ona zıt düşme anlamına
gelen küfür de bu ikilikten
kaynaklanır.
Sanki
‘’kün’’ çekirdek, kâinat bir ağaçtır. Çekirdek boy vermeye başladığında önce
iki dal belirir, sonra bu dallar çoğalırlar. Varlık irâde kökünden varlık
dallarına doğru uzanır. Dallanıp budaklanmanın çoğalması, varlık düzeylerini
arttırdığından ve bu süreç her düzeyde ayrı bir görünüm kazandığından bu dallar
her boy verişlerinde ayrı bir hüviyet alırlar.
‘’Kün’’
kelimesinin iki harfi vardır. Kef ve
nun. Her harfinin de iki yönü bulunur. ‘’Kef’’ harfinden bir yön
mükemmelliğe, bir yön noksanlık ve örtülülüğe yani küfre: ‘’nun’’ harfinde bir yön
mârifet, yani bilinirliğe, diğer bir yön inkâra (nekre) dönüktür. Zuhûr
âleminde bu türlü ikilikler izâfi sayılır, yani bakana göre görünürler.
‘’Kün’’ emri tüm var edilmişlerin hisse
(pay) bulduğu bir külli hakîkat olarak kavranınca, yokluk karanlığa, varlık
aydınlığa benzetilir. Böylece ‘’kün’’ çekirdeğindeki mükemmellik ve
mârifet hidâyete (doğru yola), inkâr ise dalâlete (yoldan çıkmaya) işaret
sayılır. Allah Teâlâ mahlûkatını zulmette (karanlıkta) halk ederek (yaratarak)
üzerlerine kendi nûrundan serpti. Bu nurdan kime isâbet vâki oldu ise hidâyete
erişti, kime hata vâki oldu ise o kimse
dalâlette kaldı.
Varlık ağacı
ilâhi takdire bağlı olarak, kudret yellerinin esmesiyle, hikmet gıdalarının
beslemesiyle, irâde bulutlarının yağmur indirmesiyle meyve verir. Ağacın
dallarından biri nûra, diğeri zulmete bakar. Hayr nûrdan, şer zulmettendir.
Yine melekler nûrdan, şeytanlar zulmettendir. Âdem ise hem nûra hem zulmete,
hem hayra hem şerre, hem melekliğe hem şeytanlığa kabiliyetlidir. Nûr ve hayr bereket ve saadetin bir sembolü
olan sağ tarafa, zulmet ve şer bedbahtlığın bir sembolü olan sol tarafa
yerleşir. Her insan kabiliyetince bu
iki taraftan birine katılır.
Varlık
ağacının meyvesi ‘’kün’’ çekirdeğidir ve varlık ağacı onun için filizlenmiştir.
Tasavvuf anlayışında bu meyve ‘’nûr-ı Muhammedî’’ ya da ‘’hakîkat-i Muhammedî’’
diye ifâde edilen ilkenin karşılığıdır. Varlık bir ceset, Hazreti Muhammed’in
hakîkati rûh, varlık bir zulmet, Hazreti Muhammed’in hakîkati bir kandil
gibidir. Varlık ağacının mânâsı hakîkat-ı Muhammediyye, hakîkat-i Muhammediyye’nin
sûreti ise varlık ağacıdır. Varlık ağacındaki gelişmeler, serpilmeler,
çiçeklenme ve meyvelenmeler, riyâzetler, müşâhadeler v.s. tüm bunların hepsi Muhammedî
daldan aldıkları aşı ile var olup süreklilik kazanırlar. Âlemdeki sûretlerden
her birinde insandan bir şeyler vardır. Küçük âlem olan insan ile büyük âlem
olan kâinat birbirinden ayrılmaz. Bu anlayış ile insan kâinatın bir minyatürü,
kâinat da insandakilerin bir açılımı gibidir. Dağlarla kemikler, yollarla
damarlar, güneşle rûh, akılla ay, yıldızlarla beş duyu arasında
karşılaştırmalar yapılır.
Çekirdeğe
bakan birliği, dallara ve yapraklara bakan o çekirdekten ayrı olmayan çokluğu
görür. Çekirdekte ağacı, ağaçta çekirdeği görmek, sadece baş gözüyle olmaz. Başlangıçla
sonun esrarengiz bütünlüğünü sezmek ayrı bir mazhariyet sayılır. Ağaçtaki
dallar ne kadar çeşitlenseler, farklı farklı görünseler, sürekli değişseler
bile, her biri kökteki mânânın kendini belli ettiği mecralardır. Varlık da böyledir. Sınırsız sayıda
ayrılıklar, başkalaşımlar, farklı yöneliş ve oluşumlar, aslında tek Zât’ın
yaratan (Hâlık) ve icad eden (Mûcid) isimlerinin tasarruflarına bağlıdır.
Varolan ne varsa hepsi Hakk’ın elindedir. O’nun tarafından kuşatılmıştır.
Varlık
harflerden, kelimelerden, âyetlerden ve sûrelerden ibâret bir kitaptır.
Kelimelerin harflerden, harflerin de nefesten (nefes-i rahmanî) ortaya çıkması
gibi, varlıklar da ilâhi ilimdeki sonsuz imkânları ifâde eden sabit hakîkatlerden
(a’yan-ı sâbite) yani ilâhi kelimelerden ortaya çıkmaktadır. Bütün kelimelerin
kendisiyle anlamlı ve belirgin olduğu Kelime
ise ‘’hakîkati Muhammediyye, yani
İnsan-ı Kâmil’’dir. Çünkü iç ve dışa, bir ve çoğa, gizli ve aşikâra
aynı anda bakabilen, birlikteki çokluğu ve çokluktaki birliği nasılsa öyle
gören ancak İnsan-ı Kâmil’dir. (İbn Arâbî Hz. Seceretü’l Kevn)