HZ.
İNSAN:
AŞK, yaradılmışlığın ve onun devamının yegâne sebebidir.
AŞK, yaradılmışlığın ve onun devamının yegâne sebebidir.
Yaratıcının, '’Her
şeyi senin için, seni de kendim için yarattım'' hitabına lâyık
bulunan Hz. İNSAN’dır. Yani
Allah’ın halîfesi.
Bütün insanlar yalnızca
mânevî tekâmül için yaradılmışlardır. İnsan kendi doğasını tam anlamıyla yaşarsa
Hz. İnsan haline gelir. Allah insana her şeyi bizler onu tanıyalım diye
vermiştir. Mahlûkatın yaratılma sebebi, Rabbin sevgisidir. Rabbin sevgisi onun
tanınma arzusunda tecellî eder. Allah’ı bilmek, Allah’ı sevmektir.
İnsandaki gerçek aşk kişinin kendi içindeki kutsala duyduğu aşktır. İnsandaki tek gerçek şey, rûhudur. Rûh ise tamamen Allah’a aittir. Bir birey için doğumundan ölümüne kadar süren bütün yaşamı mânevî gelişimi ve tekâmülü içindir. Yeryüzü yaşamı bizim için bir okuldur. İnsanın bütün yaradılış sırrı, Hz. Âdem’de gizlidir. İnsanlar Hz. Âdem’in yaşamını araştırarak kendi varlıklarını okuyabilirler. İnsanın özü çamurlu, karanlık bir sudur.
Aşkın olduğu yer kalptir. Kalp
saf altındır ve sadır deryasının incisi, en gizli sır madeninin yâkutudur.
Hiçbir el ona değmemiş ve hiçbir gözün nazarı ona düşmemiştir. Gaybın cilâsı da,
onu parlak ve saydam kılan bir mühür koymuştur.
Âdem’in kalbinin yaradılış
amacı saf aşktı. Oysa Allah’ın başlangıçta onu yerleştirdiği yer cennetti. Cennet
ise rahat köşesiydi. Cennette aşk olmazdı,
su ile yağ karışmazdı. Yaradılışı cennet ile uyumlu değildi. Allah ona
yasak ağacın meyvesinden yedirdi ki dünya zûlmetine inmek zorunda kalsın. Âdem
cennette dolaştı ancak onu cezbedecek bir şey bulamadı. ’’BELÂ’’ ağacına ulaştı ancak bu ‘’VÂLA’’ yani mûhabbet ağacıydı. Bunun iyi bir binek olduğunu
gördü. Ağaç da yüzündeki peçeyi kaldırdı ve kendini ona gösterdi.
‘’BU YOLDA BENSİZ SEYAHAT EDEMEZSİN’’
Görüldüğü gibi başlangıç,
şanlı nihâyettir. İnsanın bu dünyaya geliş sebebi Allah’ı bilmektir. Gizli
hazineyi içimizden dışımıza aksettirmek için kulluk görevini başarı ile yerine
getirirsek onun tükenmez rahmet ve ihsanına mazhâr oluruz.
İnsanın itaatsizlikleri,
hataları, günahları, yanlışları olmasaydı, Allah nasıl Gaffar (affeden) ve Rahman
olurdu? Allah’ın merhametini bize gösterebilmesi için Âdem’in hata yapması
gerekiyordu. Hz. Peygamber; ‘’Hiçbir
günah Allah’ın affından büyük değildir’’ demiştir.
AŞK yolu dönüş yoludur.
Eğer varlığımızın köklerine geri dönersek, bütün varoluşun kaynağını bulursak
kim olduğumuzun gerçek anlamını kavrayabiliriz. Kaynakta tüm yaratılmışlardan
yansıyan sonsuz bir nûr deryası var. Aşkın tükenmez hazinesi var.
Kaynakta ne zaman, ne mekân, ne başlangıç, ne de son, ne gece, ne gündüz, ne harfler, ne de sesler var. İnsan için gerçek değişim ancak varlığımızın köklerine dönmemizle mümkün olur.
Kaynakta ne zaman, ne mekân, ne başlangıç, ne de son, ne gece, ne gündüz, ne harfler, ne de sesler var. İnsan için gerçek değişim ancak varlığımızın köklerine dönmemizle mümkün olur.
Yaratıcıyı bulmak için
gerekli olan kulluk cevheri
herkesin içinde mevcûttur. Bu gerçek mânevî oluşumdur. Kendi irâdemiz ile
ölmeden önce ölmek, varlığımızdan yok olup, Allah ile bâki (var) olmaktır. Bu
ödememiz gereken bedeldir. O zaman Rabbimizin kılıcı olup, ilâhi varlığın temsicisi,
göklerin direği, Rabbimizin gözbebeği oluruz.
AŞK’IN SIRRI SU YERİNE SUSUZLUĞU ARAMAKTIR.
Kusurlarımızın farkına varmaktır. Her an hayrette olmaktır. Her şeyi onun nûru ile görmektir.
Kusurlarımızın farkına varmaktır. Her an hayrette olmaktır. Her şeyi onun nûru ile görmektir.
Hem âşık, hem maşûk
olmaktır.
Allah mahlûkata zıt
sıfatları ile tecellî eder. İnsan bu zıt sıfatlar nedeniyle kendini bir
savaş alanında bulur. Çünkü insan iyi, kötü, güzel, çirkin, nûr ve zûlmetin cem
(toplandığı) olduğu bir varlıktır. İnsan gerçek kimliği olan saf nûr ile, sahte
kimliği olan çamur arasında bocalayıp durur. İnsanın görünüşü zâhirdir,
ancak içinde bir mânâ hazinesi gizlidir. İnsanın kendi tabiatının aslına varmak
için şerre ve kötülüğe ihtiyacı vardır. Kötülük ve şerle mücadelesi onu kâmil
bir insan yapar. Bu mücadeledeki düşmanı ise nefsidir. İşte nefsinin neler
olduğunu bilen ve tanıyan, onun zıttı olan Rabbini bulur sözü bundandır. İnsana
bu hayat mücadelesinde kendisine lâzım olan araç ve gereç verilmiştir. Bu irfan cevheridir.
İnsana, Rabbi ile
arasındaki yetmiş bin perdeyi yırtma kabiliyeti de verilmiştir. Biz onun
sıfatlarından doğup, tekrar onun sıfatlarına dönme çabası içindeyiz. Kulların
Allah’a olan ihtiyacı kendi derinliklerinde vardır ve bu varoluşumuzun
sebebidir. Vücudumuzun bütün molekülleri yaratıcımıza karşı duyarlıdır. Bütün
hücreler ona cezb olunurlar ve ona varmak isterler. Bu vûslat (kavuşma)
özlemi insanı ta o rûhlar âlemine götürür ve orada rûhlar bedene girmeden evvel
Hak’la vûslat halindeki özlem hissedilir.
Besm-i Elest meydanı o
saflığı ve tekliği sembolize eder.
İnsanların büyük bir bölümü tamamen bedensel bir hayat yaşarken, çok küçük bir
bölümü de kalplerinin içindeki özü keşfederek yaşarlar. Özlem ilâhi kaynağa
duyulan özlemdir. Parça bütüne özlem duyar. Vücut beden hapishanesinden
kurtulunca gayb hazinelerini görür ve gerçek Tevhide (birliğe) ulaşır. İşin
özüne bakılırsa zaten her şey birdir
ve bütün varlıklar saf nûrdur.
Sırât-ı Mustakîm’den
zerrece saparsak, hata ile karşılaşmak kaçınılmaz olur. Çünkü Allah’a
giden yol bıçak gibi keskidir. İnsanın bu yolu her an düşme tehlikesi ile
doludur. İnsanın kalbi yiyecek, içecek, uyku, çocuk, kadın, konuşma gibi
sair şeylerle doludur. Bu duyguları dengelemeyenlerin sonu hüsrandır.
Mânâya yükselebilmek için
tevâzu, teslimiyet ve kulluk gerekir. Kaynaktan akan sudan içebilmek için,
başımızı aşağıya eğmemiz gerekmektedir. Biz
bir bütünün parçasıyız. Kendini toplumdan tecrit ederek yaşayan
insan kaybolur, acınacak hale gelir. Ayrılığı kendisine hastalık verir ve
tek şifası diğer insanlarla kaynaşmasıdır.
BİRLİK, BERABERLİK, KUCAKLAŞMA, KAYNAŞMA.
Bunların hepsi insanın hayatta kalabilmesi için gerekli maddelerdir. Bunların hepsi rûha gıdadır. Bu sayede Îmân’ın sırrı ortaya çıkar.
Huzursuzluk, uyuşukluk,
tembellik, şikâyet, güvensizlik ve korku nefse aittir. Bu duygular
memnuniyetsizliğe, nefrete, kine, hayal kırıklığına, depresyona, kibre,
hasede ve zûlme yol açar.
Tevâzu, güzellik, iyilik,
cömertlik, sevgi ve teslimiyet rûha aittir. İnsanı güven, uyum, rıza, huzur, saadet,
mutluluk ve yakîne götürür.
İnsanların büyük bir
çoğunluğu sıkıntı ve kaderden kaçar. Mutluluk ve rızâya kolay varılmaz. Ancak
Allah’ın seçkin kulları, elem ve kederlerin kişiyi Allah’a yaklaştırıcı hâller
olduğunu bilir. Huzura varabilmek için ödememiz gereken bedel
kendimiziz. Zorluk ve imtihanlar olmaksızın yakınlık meyvesi elde edilemez.
Nefsin varabileceği en yüksek makama varmak için insanın kalp aynası dünya
kirlerinden temizlenmelidir.
Böylece gizli hazinelerin
ilâhi güzelliği, temizlenmiş olan o cilâlı yüzeyde parlayacaktır. İnsan
kendini bilme ve tanıma ilmini bu saf aynaya bakarak alacak ve bu aynaya
bakarak kendi özünü görecektir. Bu Tevhid’dir. Allah hepimize nasip
etsin.
Kaynak: Rabıa Chrıstıne
Brodbeck/Hz. İnsan