25 Mayıs 2011 Çarşamba


HZ. İNSAN:

AŞK, yaradılmışlığın ve onun devamının yegâne sebebidir.

Yaratıcının, '’Her şeyi senin için, seni de kendim için yarattım''  hitabına lâyık bulunan Hz. İNSAN’dır.  Yani Allah’ın halîfesi.

Bütün insanlar yalnızca mânevî tekâmül için yaradılmışlardır. İnsan kendi doğasını tam anlamıyla yaşarsa Hz. İnsan haline gelir. Allah insana her şeyi bizler onu tanıyalım diye vermiştir. Mahlûkatın yaratılma sebebi, Rabbin sevgisidir. Rabbin sevgisi onun tanınma arzusunda tecellî eder. Allah’ı bilmek, Allah’ı sevmektir.

İnsandaki gerçek aşk kişinin kendi içindeki kutsala duyduğu aşktır. İnsandaki tek gerçek şey, rûhudur. Rûh ise tamamen Allah’a aittir. Bir birey için doğumundan ölümüne kadar süren bütün yaşamı mânevî gelişimi ve tekâmülü içindir. Yeryüzü yaşamı bizim için bir okuldur. İnsanın bütün yaradılış sırrı, Hz. Âdem’de gizlidir. İnsanlar Hz. Âdem’in yaşamını araştırarak kendi varlıklarını okuyabilirler. İnsanın özü çamurlu, karanlık bir sudur.

Aşkın olduğu yer kalptir. Kalp saf altındır ve sadır deryasının incisi, en gizli sır madeninin yâkutudur. Hiçbir el ona değmemiş ve hiçbir gözün nazarı ona düşmemiştir. Gaybın cilâsı da, onu parlak ve saydam kılan bir mühür koymuştur.

Âdem’in kalbinin yaradılış amacı saf aşktı. Oysa Allah’ın başlangıçta onu yerleştirdiği yer cennetti. Cennet ise rahat köşesiydi. Cennette aşk olmazdı, su ile yağ karışmazdı. Yaradılışı cennet ile uyumlu değildi. Allah ona yasak ağacın meyvesinden yedirdi ki dünya zûlmetine inmek zorunda kalsın. Âdem cennette dolaştı ancak onu cezbedecek bir şey bulamadı. ’’BELÂ’’ ağacına ulaştı ancak  bu ‘’VÂLA’’ yani mûhabbet ağacıydı. Bunun iyi bir binek olduğunu gördü. Ağaç da yüzündeki peçeyi kaldırdı ve kendini ona gösterdi.

‘’BU YOLDA BENSİZ SEYAHAT EDEMEZSİN’’

Görüldüğü gibi  başlangıç, şanlı nihâyettir. İnsanın bu dünyaya geliş sebebi Allah’ı bilmektir. Gizli hazineyi içimizden dışımıza aksettirmek için kulluk görevini başarı ile yerine getirirsek onun tükenmez rahmet ve ihsanına mazhâr oluruz.
İnsanın itaatsizlikleri, hataları, günahları, yanlışları olmasaydı, Allah nasıl Gaffar (affeden) ve Rahman olurdu? Allah’ın merhametini bize gösterebilmesi için Âdem’in hata yapması gerekiyordu. Hz. Peygamber; ‘’Hiçbir günah Allah’ın affından büyük değildir’’ demiştir.

AŞK yolu  dönüş yoludur. Eğer varlığımızın köklerine geri dönersek, bütün varoluşun kaynağını bulursak kim olduğumuzun gerçek anlamını kavrayabiliriz. Kaynakta tüm yaratılmışlardan yansıyan sonsuz bir nûr deryası var. Aşkın tükenmez hazinesi var.
Kaynakta ne zaman, ne mekân, ne başlangıç, ne de son, ne gece, ne gündüz, ne harfler, ne de sesler var. İnsan için gerçek değişim ancak varlığımızın köklerine dönmemizle mümkün olur.

Yaratıcıyı bulmak için gerekli olan kulluk  cevheri herkesin içinde mevcûttur. Bu gerçek mânevî oluşumdur. Kendi irâdemiz ile ölmeden önce ölmek, varlığımızdan yok olup, Allah ile bâki (var) olmaktır. Bu ödememiz gereken bedeldir. O zaman Rabbimizin kılıcı olup, ilâhi varlığın temsicisi, göklerin direği, Rabbimizin gözbebeği oluruz.

AŞK’IN SIRRI SU YERİNE SUSUZLUĞU ARAMAKTIR.

Kusurlarımızın farkına varmaktır. Her an hayrette olmaktır. Her şeyi onun nûru ile görmektir.
Hem âşık, hem maşûk olmaktır.

Allah mahlûkata zıt sıfatları ile tecellî eder. İnsan bu zıt sıfatlar nedeniyle kendini bir savaş alanında bulur. Çünkü insan iyi, kötü, güzel, çirkin, nûr ve zûlmetin cem (toplandığı) olduğu bir varlıktır. İnsan gerçek kimliği olan saf nûr ile, sahte kimliği olan çamur arasında bocalayıp durur. İnsanın görünüşü zâhirdir, ancak içinde bir mânâ hazinesi gizlidir. İnsanın kendi tabiatının aslına varmak için şerre ve kötülüğe ihtiyacı vardır. Kötülük ve şerle mücadelesi onu kâmil bir insan yapar. Bu mücadeledeki düşmanı ise nefsidir. İşte nefsinin neler olduğunu bilen ve tanıyan, onun zıttı olan Rabbini bulur sözü bundandır. İnsana bu hayat mücadelesinde kendisine lâzım olan araç ve gereç verilmiştir. Bu irfan cevheridir.

İnsana, Rabbi ile arasındaki yetmiş bin perdeyi yırtma kabiliyeti de verilmiştir. Biz onun sıfatlarından doğup, tekrar onun sıfatlarına dönme çabası içindeyiz. Kulların Allah’a olan ihtiyacı kendi derinliklerinde vardır ve bu varoluşumuzun sebebidir. Vücudumuzun bütün molekülleri yaratıcımıza karşı duyarlıdır. Bütün hücreler ona cezb olunurlar ve  ona varmak isterler. Bu vûslat (kavuşma) özlemi insanı ta o rûhlar âlemine götürür ve orada rûhlar bedene girmeden evvel Hak’la vûslat halindeki özlem hissedilir.

Besm-i Elest meydanı o saflığı ve tekliği sembolize eder. İnsanların büyük bir bölümü tamamen bedensel bir hayat yaşarken, çok küçük bir bölümü de kalplerinin içindeki özü keşfederek yaşarlar. Özlem ilâhi kaynağa duyulan özlemdir. Parça bütüne özlem duyar. Vücut beden hapishanesinden kurtulunca gayb hazinelerini görür ve gerçek Tevhide (birliğe) ulaşır. İşin özüne bakılırsa zaten her şey birdir ve bütün varlıklar saf nûrdur.

Sırât-ı Mustakîm’den  zerrece saparsak, hata ile karşılaşmak kaçınılmaz olur. Çünkü Allah’a giden yol bıçak gibi keskidir. İnsanın bu yolu her an düşme tehlikesi ile doludur. İnsanın kalbi yiyecek, içecek, uyku, çocuk, kadın, konuşma gibi sair şeylerle doludur. Bu duyguları dengelemeyenlerin sonu hüsrandır.

Mânâya yükselebilmek için tevâzu, teslimiyet ve kulluk gerekir. Kaynaktan akan sudan içebilmek için, başımızı aşağıya eğmemiz gerekmektedir. Biz bir bütünün parçasıyız. Kendini toplumdan tecrit ederek yaşayan insan kaybolur, acınacak hale gelir. Ayrılığı kendisine hastalık verir ve tek şifası diğer insanlarla kaynaşmasıdır.

BİRLİK, BERABERLİK, KUCAKLAŞMA, KAYNAŞMA.

Bunların hepsi insanın hayatta kalabilmesi için gerekli maddelerdir. Bunların hepsi rûha gıdadır. Bu sayede Îmân’ın sırrı ortaya çıkar.

Huzursuzluk, uyuşukluk, tembellik, şikâyet, güvensizlik ve korku nefse aittir. Bu duygular memnuniyetsizliğe, nefrete, kine, hayal kırıklığına, depresyona, kibre, hasede ve zûlme yol açar.

Tevâzu, güzellik, iyilik, cömertlik, sevgi ve teslimiyet rûha aittir. İnsanı güven, uyum, rıza, huzur, saadet, mutluluk ve yakîne götürür.

İnsanların büyük bir çoğunluğu sıkıntı ve kaderden kaçar. Mutluluk ve rızâya kolay varılmaz. Ancak Allah’ın seçkin kulları, elem ve kederlerin kişiyi Allah’a yaklaştırıcı hâller olduğunu bilir. Huzura varabilmek için ödememiz gereken  bedel kendimiziz. Zorluk ve imtihanlar olmaksızın yakınlık meyvesi elde edilemez. Nefsin varabileceği en yüksek makama varmak için insanın kalp aynası dünya kirlerinden  temizlenmelidir.

Böylece gizli hazinelerin ilâhi  güzelliği, temizlenmiş olan o cilâlı yüzeyde parlayacaktır. İnsan kendini bilme ve tanıma ilmini bu saf aynaya bakarak alacak ve bu aynaya bakarak kendi özünü görecektir. Bu Tevhid’dir. Allah hepimize nasip etsin.   

Kaynak: Rabıa Chrıstıne Brodbeck/Hz. İnsan