BEŞ İLAHÎ MERTEBE:
HAZARAT-I
HAMS/BEŞ HAZRET:
Varlıklar
Allah’tan zuhûr etmek sûreti ile derece derece uzaklaşıp, aşağıya inerek
meydana gelir. Allah’a ulaşmak için ise aynı yollar teker teker çıkılarak
yaklaşılır. Bu çıkışa ‘’HAZARAT’’
hazretler denir.
Beş HAZRET
yaratılışın beş mertebesidir. Bunlar aşağıdaki gibidir.
MUTLAK GAYB: Bu mertebe varlığın ilk
mertebesidir. Ayrıca bu mertebe; Mutlak Gayb, Âlem-i Lâhût, Âlem-i lâ Taayyün,
Âlem-i Itlâk, Amâ-yı Mutlak, Vücûd-i Mahz, Vücûd-i Mutlak, Zât-ı Sırf, Ümmü’l
Kitap, Beyan-ı Mutlak, Nokta-yı Basîta, Gaybu’l-Guyûb diye de isimlendirilir.
Bu
isimlendirmelerin tamamı Hakk’ın mutlaklığını ifade etmek için koyulmuş
tabirler olup, O’nun mutlaklığının durumunu bir bakımdan insan zihnine
yaklaştırmayı hedefler ve hepsi Hakk’ın ‘’ZÂT’’ına işaret eder. Bu mertebe hiçbir
şekilde mahlukâtın bilgisi dâhiline girmediğinden dolayı Mutlak Gayb, Gaybu’l-Guyûb
yani gaybların gaybı, Amâ-yı Mutlak yani
mutlak körlük (Amâ, bulut anlamına gelmekle birlikte, bu mertebedeki anlamı hiç
bir şekilde kendisinden bilgi alınamayan ve karanlıkta kalan ZÂT’a işaret
etmesinden dolayı körlükle nitelenir) diye adlandırılır.
Ulûhiyetin hakikati olmasından dolayı ona Âlem-i Lâhût denir. Hiç bir şekilde kendisinde zuhûr ve taayyün eseri bulunmaması nedeniyle ‘’Âlem-i lâ-taayyün, Âlem-i Itlâk, Vücûd-i Mahz, Vücûd-i Mutlak ve Zât-ı Sırf’’ diye nitelenir.
Ayrıca kendisi bütün mertebelerin anası olması nedeniyle Ümmü’l Kitap, mutlak açıklık olduğu için Beyan-ı Mutlak denir. Maddî, ve mânevî bütün âlemlerin varlık kaynağı olması bakımından Nokta-yı Basita yani hiçbir taraftan bölünme ve parçalanma kabul etmeyen BİRLİK diye adlandırılır. Çünkü harflerin aslı nokta olup, nokta kendisini tekrar ederek düz çizgiyi yani Elif harfini ve Elif de eğilip bükülerek diğer harfleri meydana getirir.
Hakk’ın zâtı bu mertebede saflığın en
mükemmel hâlindedir ve Hakk bu mertebede isim ve sıfatlar mertebesine
inmemiştir.
ÂLEM-İ CEBERÛT(AŞK): Zorlama anlamına gelen ‘’CEBR’’
kelimesinden türetilen bu terim Hakk’ın ululuk, azâmet ve kudretini ifade eder.
Bu âlem duyularla hissedilir şeylerin âlemi olan şahâdet âlemi ile insanın bilgisinin erişmesine imkân bulunmayan mutlak gayb âlemi arasında yer
alan ve maddî âlemde yer alıp da gayb âleminin bilgisini elde etmek için ona
yönelen nefislerin, o âleme erişmesine engel olan, onları zorlayan, onlar
üzerinde kahredici bir güç uygulayan âlem ve varlık mertebesidir.
Bu mertebe
mutlak varlıktan sudûr eden/ortaya çıkan ilk zuhûr mertebesi olması hasebiyle ‘’Taayyün-i Evvel’’ (ilk taayyün), ‘’Tecelli-yi Evvel’’ (ilk tecelli) diye
adlandırılır.
Akl-ı Evvel (ilk akıl), Cevher-i Evvel (ilk cevher), Hakîkat-ı
Muhammed-i (Hz. Muhammed’in hakîkati), Nûr-u
Muhammedi bu mertebenin diğer isimlerindendir.
Kendisi
hayat sahibi olduğu ve âlemdeki her şey kendisiyle hayat bulduğu için bu
hakîkat Rûh-i Külli (tümel/külli
rûh) olarak, ve hayatını doğrudan doğruya Hakk’ın zâtından aldığı için Rûh-İzâfi (izâfi rûh) diye
adlandırılır.
Yine bu
mertebe âlemdeki varlıkların zuhûrunun tafsilatlı bilgisini içermesinden dolayı
Kitab-ı Mübin (apaçık kitap) ve Levh-i Mahfûz (korunmuş levha) diye
isimlendirilir.
Ayrıca
burası; Âlem-i Esma (ilâhi isimler
âlemi) ve A’yân-ı Sâbite (sabit yani
değişmez hakîkatler) âlemidir.
Yine bu âlem
kendisi uzayda yer kaplamayan ve uzayda yer kaplayan herhangi bir şeyin
içine de girmeyen varlıkların oluşturduğu Âlem-i Mücerredât (maddeden soyut varlıklar) âlemidir.
Bunlar maddî
ve mânevî âlemde yer alan şeylerin hakîkatleri olup bunlara mâhiyetler, ayn’lar
ve hakîkatler gibi isimler verilir. Bunlara şeriat dilinde mukarrebûn melekler,
felsefe dilinde göksel akıllar ve yüce nûrlar denir. Bunların hiç bir biçimde
madde ile ilişkisi bulunmaz.
Arş’ı
taşıyan melekler, dört büyük melek, dağlarla, denizlerle, yıldızlarla, dört
unsurla ilgili olan bütün melekler bu kâtegoriye dâhildirler. Bunlar maddeden
soyut oldukları için en, boy, derinlik gibi cisme ait özelliklere sahip
değildir ve bir sûret ile sûretlenmedikçe uzayda yer kaplamazlar. Zira bunlar
Hakk’ın sıfatlarıdır ve Hakk’ın sıfatları da mahlûk(yaratılmış) değildir.
Bu mertebe
varlıkların Mutlak Gayb mertebesine ulaşmalarına engel olduğu ve onlarla ‘’Mutlak Gayb’’ mertebesi
arasında perde vazifesi icrâ ettiğinden dolayı ‘’Berzah-ı Kübra’’ (en büyük berzah) diye adlandırılır.
ÂLEM-İ MELEKÛT(AKIL): Varlık mertebelerinin üçüncüsü
olan bu mertebeye Âlem-i Misâl, Âlem-i Hayal, Vâhidiyyet, Taayyün-ü Sâni
(ikinci zuhûr), Tecellî-yi Sâni (ikinci tecelli), Sidretü’l-Müntehâ, Berzah-i Sugrâ
(küçük berzah) ve Âlem-i Tafsîl de derler.
Melekût;
Mülkiyet, Kudret, Hükümdarlık, büyüklük anlamına gelen ve ilâhi yönetme ve
tasarruf gücünü ifade eden bir kelimedir. Ceberût âlemindeki hakîkatler bu
mertebede insanın muhayyile (hayal) gücü ile idrâk edebileceği misâlî ve hayalî
sûretler kazandığından buraya âlem-i
misâl ve âlem-i hayal denir.
Hakk’ın bütün isim ve sıfatları bu mertebede Allah isminin şemsiyesi altında
toplanmışlardır. Bu bakından bu mertebe ‘’Vâhidiyyet’’
mertebesi diye adlandırılır.
‘’Vahidiyyet’’ ilâhi isimlerin kendisinden doğup,
kendisinde birleşmeleri yönünden zâta işaret eden mertebedir.
‘’Sidretü’l Müntehâ’’ yedinci kat gökte bulunan ağaç suretinde
bir makamın adıdır. Mahlûkatın bilgisinin sınırını temsil eder. Akıl yolu ile
varılabilecek son makamdır.
Ayrıca
burası Maddî âlem ile Mânevî âlem arasında bir perde olması itibariyle de ‘’Berzah-i Sugrâ’’ (en küçük berzah)
diye nitelendirilir.
Bir önceki
âlemde hakikatleri ile var olan mümkünler burada varlık kazandıkları için de ‘’Âlem-i Tafsîl’’ diye adlandırılır.
ŞAHÂDET ÂLEMİ(HİS): Varlığın dördüncü mertebesidir.
Bu mertebeye Âlem-i Mülk, Âlem-i Nâsût, Âlem-i Halk, Âlem-i His, Âlem-i Anâsır,
Âlem-i Eflâk u Encum ve Âlem-i Mevâlîd de denilir.
Bu mertebe
varlıkların yönetimi ve sahipliği nedeniye ‘’Alem-i
Mülk’’, insanlarla ilgili ve insanların bilgisi dâhilinde olduğundan ‘’Âlem-i Nâsût’’, duyularla
algılanabilir olduğundan ‘’Âlem-i His’’,
maddi âlemin temel esasları dört unsurdan oluştuğundan ‘’Âlem-i Anâsır’’ (unsurlar âlemi/ateş, hava, su, toprak), felekler
ve yıldızların oluşturduğu kozmolojik bir sistem olması bakımından ‘’Âlem-i Eflâk u Encum’’ (felekler ve
yıldızlar) âlemidir.
Ayrıca bu
felekler ve yıldızların dönüşleri ve etkileri dört unsurla(ateş, hava, su,
toprak) birleşmesinden yeryüzünde üç türeyen (maden, bitki ve hayvan) ortaya
çıkması dolayısıyla da ‘’Âlem-i Mevâlîd’’ (türeyenler)
âlemi olarak isimlendirilir.
İnsân-ı Kâmil: İnsân-ı Kâmil bu bahsi geçen
mertebeler ve âlemlerin hepsini içerir ve kapsar. Bu nedenle İnsân-ı Kâmil
mertebesi varlık mertebelerini ‘’cem’’
eden mertebedir ve ‘’İsm-i Âzam’’
makamıdır. İnsân-ı Kâmil’in kuşatmadığı ve zâti sirâyet ile kendisine sirâyet
etmediği zâhiri ve bâtini hiç bir varlık mertebesi yoktur. Çünkü İnsan-ı Kâmil
o varlık mertebelerinin ayn’ıdır (özü).
Lâhut’un aynası Ceberût, Ceberût’un
aynası Melekût, Melekût’un aynası ise İnsan-ı Kâmil’dir. Çünkü İnsan-ı Kâmil
Allah’ın halîfesidir ve Allah’ı gösteren aynadır.
Bir Hadis-i
Kûdside; ‘’yerler ve gökler beni kuşatamadı,
ancak Mü’min kulumun kalbi beni kuşattı’’ diye buyurulur. Yine ‘’Mü’min mü’minin aynasıdır’’ denilir
ki; burada kastedilen birinci mü’min İnsan-ı Kâmil, ikinci mü’min ise
Allah’tır. Bu sözün anlamı İnsan-ı Kâmil’in gönlü Allah’ın aynasıdır demektir.
Eğer Kâmil bir mürşide erişip nefsini
tanırsan her şeyin sende olduğunu ve senin de her şey olduğunu, hatta belki her
şeyin sen olduğunu yakînen bilirsin. Sâlik, İnsan-ı Kâmil mertebesine ulaşınca mutlak
olan Hakk’a ‘’AYNA’’ olur. Çünkü bir varlığın varacağı son
nokta İnsan-ı Kâmil’e ulaşmaktır.
İnsan-ı
Kâmil on sekiz bin âlemi, on sekiz bin gözle seyreder. Her bir âleme girer ve
girdiği âlemi o âleme uygun gözle seyreder. Hissedilirler âlemini (mülk) duyu
gözüyle, akledilirler âlemini (melekût) akıl gözüyle, mânâlar yani rûhlar
âlemini kalp gözüyle seyreder.
Kur’ân’ı
Kerîm’de Allah habibine der ki; ‘’Eğer
benim rabbimin kelimelerini yazmada bütün denizler mürekkep olsaydı denizler
tükenirdi de rabbimin kelimeleri yine de tükenmezdi’’ (Kehf,109). Çünkü ağaçlar ve bitkiler kalem, bütün
denizler mürekkep ve insanlar, cinler ve melekler de kâtip olsalar bu âlemin
yaratılışından mahşere dek İnsan-ı Kâmil’in hallerini ve azâmetini
anlatamazlardı.
On sekiz bin
âlem cüzzi âlemler olup, aslında bunlar on sekiz ‘’Külli Âlem’’dir. Şöyle ki:
AKL-I
KÜLL/KALEM (Cebrail a.s.)
NEFS-İ
KÜLL/LEVHA (Hz. Muhammed s.a.v.)
ARŞ
KÜRSİ
YEDİ GÖK (Satürn/Zûhal, Jüpiter/Müşteri, Mars/Merih, Güneş, Venüs/Zühre, Merkür/Utarit, Ay)
DÖRT UNSUR (Ateş,
Hava, Su, Toprak)
ÂLEM-İ MEVÂLÎD (Maden,
Bitki, Hayvan)
BİLGİ; Arş, Kürsi ve Yedi Gök, Dokuz
Felek olarak da anılır. Dokuz feleğin tümünün hareketleri ve onların
yıldızlarının seyri ile dünya ve dünyadakiler var olmuştur. Yine dünya ve
dünyadakiler onların hareketleriyle yok olacaktır. (İbnü’l Arabî Hz. Öz’ün ÖZ’ü
Syf. 36-53)
On sekiz Külli Âlemi kısaca açıklamaya
çalışalım:
Akl-ı Küll/Kalem: Yaratıcı kudretin faal
tecellisi. Allah Kudret’ini ve sanatının sırlarını ortaya çıkarmak istediği
zaman kendi nûrundan büyük bir ‘’cevher’’
yaratıp, bütün kâinatı bundan sırası ile yavaş yavaş yaratmıştır.
İlâhi Kalem, bütün varlıkların aslını teşkil eden
akıllar nazariyesinin (kuram, teori) ilk basamağını oluşturan ‘’ilk akıl’’dır. Zira yöneltilen
hitapları vâsıtasız olarak anlayan akıldır. Allah’ın yarattığı ilk soyut varlık
olan akl-ı evvel, kendi zâtını ve başlangıcını idrâk etmesi açısından akıl diye
adlandırılırken, diğer varlıkların meydana gelişi ve bilgilerin yazılışında vâsıta
olması bakımından ‘’kalem’’, nübüvvet nûrunun yayılmasına aracılık etmesi itibariyle de Nûr-ı Muhammedî diye isimlendirilir. Aslında hepsi tekbir nûrdan
ibarettir. Bu nûr, kula nisbet edilince ‘’Akl-ı
Evvel’’, Hakk’a nisbet edilince ‘’Kalem-i
A’lâ’’ adını alır. Ayrıca akıl ‘’cevher’’
diye de adlandırılır. Şeriat dilinde ise adı Cebrail’dir. (Şuayb
Şerefüddin, Nokta ve Kalem Syf. 46-47)
Nefs-i Küll/Levha: Akl-ı Küll’ün pasif
yansımasıdır. Akıl ‘’levha’’ üzerine yazı yazan kalemdir.
Cebrâil ‘’kalem’’, Hz. Muhammed ise ‘’levha’’dır. Çünkü levha aklın yani
kalemin ifade mahallidir.
Kur’ân,
Cebrâil/Akıl/Kalem aracılığıyla Hz. Muhammed’in kalbine/Levha indirilmiştir
ARŞ: Allah’ın kudret ve
saltanatının tecelli ettiği, tahtının bulunduğu en yüksek gök katıdır. Taht
maddi olarak düşünülemez, İslâmiyet’te Allah mekândan münezzehtir(uzaktır).
Maksat Cenâb-ı Hakk’ın saltanatının tecellîsini ifadedir. Tasavvuf anlayışında
insanın gönlü de ARŞ yani tecellî yeridir.
Arş âlemi
saran şeydir ve âlemin tamamıdır. O emir ve yasakların icad edildiği kaynaktır.
Arş, tüm mümkün varlıkları çevreleyen külli
rûh; tüm hakikatleri içine alan ‘’İnsan-ı
Kâmil’in kalbi’’, cisimler âlemini kuşatan cisim ya da Hz. Muhammed’in en
kapsayıcı olmasından dolayı büyük âlemin tamamından ibarettir.
KÜRSİ: Varlık mertebelerinden biridir.
Arş’ta birlik, Kürsi’de ise farklılık
vardır(iki ayak).
Tecelligah Kürsi’dir ve de zuhûr yeri
odur. Hakk’ın iki
kademi oradan sarkmıştır. Orası İDAM ve
İCAD yani var etme ve yok etme, FENA VE BEKA makamıdır. Orada verir, orada
alır, yükseltir, düşürür, aziz eder, zelil eyler.
Kürsi
menzilinde sîne vardır. Orası nefis
ve kalp kapısına açılan saha gibidir. Sonra, ondan iki kapı açılır. Biri nefse,
öbürü de kalbe. Oradan dışarı akanlar, iki şekilde gelir. Biri nefisten, öbürü
de kalpten. Kalpten gelen hayır, nefsten gelen şer olur. Ne gelirse gelsin; hepsinin
hasılat yeri sinedir.(Cemâlnur Sargut/Ayetü’l Kürsi Syf. 146-155)
Arş’ta bütünlük, Kürsi’de bölünme
vardır. Kürsi rahmet ile karışık gazâba da tekabül eder. Bunun sebebi Allah’ın
ZIT isimlerinin ortaya çıkmak istemesidir, çünkü zıtlıkta gazap vardır.
YEDİ GÖK: Yedi gök yani Semâ’nın her
birinin bir yıldızı, her yıldızın bir rûhu ve Peygamber’i vardır.
Âlemlerin idaresini bu rûhlar yapar.
Ay’da Âdem,
Merkür’de Îsâ, Venüs’te Yusuf, Güneş’te İdris, Mars’da Dâvut, Jüpiter’de Mûsâ,
Satürn’de İbrahim Peygamber bulunur. Bütün Peygamber’ler Hz. Muhammed (sav.)’in
vekili olarak görev yaparlar.
Bu yedi
semanın her birinde gökteki gezegenlerin karşılığı olarak sıfat diye
adlandırılan yüzen gezegenler yaratılmıştır. Bu sıfatlar; Hayat, İlim, İrade,
Kudret, İşitme, Görme ve Konuşma’dır. Bunların hepsi belirlenmiş bir ecele
doğru akıp gitmektedir.
Ayrıca yedi
kat gökte bulunan Burç’lar ana karnına düşen çocuğu, bir ay boyunca terbiye
eder, yetiştirir. 4. ayda Güneş’in sırası gelince çocuk canlanır. 7. ayda
Zûhal yıldızının tesiri ile terbiye olur. 9. Ayda Müşteri yıldızının etkisi
altında doğar.
4. ayda bir Melek gelip; kaderini,
rızkını, ecelini ve SAİD veya ŞÂKİ mi olacağını Allah’tan aldığı emir ile
yazar.
DÖRT UNSUR: Her şeyin aslı bu dört unsurdur. Ateş, Hava, Su, Toprak. Ateş esir
maddesidir(el-kabz). Hava unsuru Rahmani
Nefes’e en yakın olandır (el-Hayy). Su (el-Muhyi/hayat
veren) ismin tecellisidir. Toprak
ise (el-Mümit) isminin tecellisidir.
İbnü’l Arabî
Hz. dört unsuru, cismi oluşturan dört temel Cevher ve element olarak
görmediğini, aksine dört unsurun aslında tek
bir cevherin farklı sûretleri oluğunu ileri sürer. Her bir unsur diğer üç
unsuru da içerir. Bu nedenle bir zaman ateş olarak görülürken, bir zaman toprak
veya su veya hava olabilir.
ÂLEM-İ MEVÂLİD: Felekler ve yıldızların
dönüşleri ve etkilerinin dört unsurla birleşmesinden yeryüzü âleminde üç
türeyen yani maden, bitki, hayvan ortaya çıkar.
İşte insan
bütün bu mertebelerden sonra zuhûra çıkar. İnsan mertebesine ulaştığında varlık
mertebesinin yarım dairesi tamamlanır.
Sonra tekrar
bu mertebeleri istidâdı ölçüsünde tırmanarak başlangıç noktasına
gelir ve daire tamamlanır. Varacağı son nokta, başlangıcı olan ilk
noktadır.
Bütün mertebelere( beş Hazarat) hâkim
olan, karşısındakinin hangi mertebede olduğunu bilen ve onunla o mertebeden
konuşan, vücudu ile dünyada, mânâsı ile Melâkut âleminde, idrak ve zevki
ile Cebârut’u yaşayan SULTAN’dır.
SULTAN ÂLEMİN KALBİDİR.