12
İMAM VE MEHDİ
İMAM; KENDİSİNE UYULAN
VE İŞLERDE ÖNE GEÇEN KİMSE DEMEKTİR.
PEYGAMBER ÜMMETİNİN
İMAMI, (‘’seni insanlara imam kıldım’’ Bakara, 124)
HALİFE HALKIN İMAMI,
KUR’ÂN’I KERÎM
MÜSLÜMANLARIN İMAMI’DIR.
EN ALT DERECEDEKİ
İMAMLIK; İNSANIN KENDİ ÂZÂLARI ÜZERİNDEKİ İMAM’LIĞI, ORTA DERECEDEKİ İMAM’LIK;
AİLESİ, ÇOCUKLARI, TALEBELERİ VE MEMLEKETLER ÜZERİNE İMAMLIKTIR.
BİR HADİS-İ ŞERİF’DE
‘’Hepiniz çobansınız ve hepiniz emriniz altındakilerden sorumlusunuz’’
buyrulmuştur.
İMAM’LIK BAŞKA BİR
İFADEYLE ‘’VELÂYET’’İN TA KENDİSİDİR. ÇÜNKÜ VELÂYET VE İMÂMET NEREDEYSE EŞ
ANLAMLI KULLANILIR.
EL-VELÎ; ALLAH’IN
İSİMLERİNDEN OLMASI NEDENİYLE EN YÜCE İMAM ALLAH’TIR.
İbnü’l-Arabî Hz. iki
İMAM’ın varlığından söz eder.(Peygamber ve dört Halîfe’den sonra zâhir imamla/siyasî,
bâtın imam/ehl-i beyt ayrılmışlardır. Hz. İbrahim Syf.69)
BİRİNCİSİ ZÂHİR(nâtık/konuşan)
İMAM’DIR VE SİYASİ YÖNETİCİ OLAN HALİFEDİR.
İKİNCİ İMAM İSE BÂTIN
İMAM’DIR VE GERÇEK HALÎFE’DİR.
HER ZAMAN BİRİNCİ İMAM,
İKİNCİ İMAM’A TABİDİR.
İKİNCİ HALİFE/İMAM;
KUTUP, GAVS(yardımcı) VE SAHİBU’L VAKT (zamanın sahibi) DİYE ADLANDIRILIR.
VELÂYETİN BİR
SONU(hatem) OLDUĞU GİBİ, İMÂMET DE EN BÜYÜK İMAM İLE BİTER.
EN BÜYÜK İMAM DA
‘’İMAM MEHDİ’’DİR.(C.Nur Sargut/Hz. Nuh fassı Syf.153-162))
Hz. Ali ile başlayan
‘’İMAM’’ geleneği, 12. İmam olan ‘’MEHDİ’’ ile devam etmektedir.
Birinci imam, Hz. ALİ: Hz. Peygamber(s.a.v.)
damadı, Hz. Fatma’nın sevgili eşi ve İmam HASAN ve HÜSEYİN’in babasıdır.
Hz. Peygamber’in ‘’
eti etimdir, kanı kanımdır’’, ‘’Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır’’dediği HZ. ALİ.
Kendi ifadesi ile; ‘’Sırların
sırrı, Yol göstericilerin rehberi, Âraf’ın sahibi, Muttâkilerin imamı, Kâf dağı,
Harflerin sırrı, İlmin zirvesi, Kalplerin kandili, Ruhların nur’u, Kınından
sıyrılan kılıç, Kur’an’ı CEM eden, İslâm’ın direği, Sırât-ı Müstakîm, İmamların
babası, Putları kıran, Kutupların kutbu, Hakk’ın yüzü, Allah’ın arslanı, Al-î
Aba’nın beşincisi, Resulullâhın kardeşi’’ HZ.ALİ(r.a.).
‘’O’’ dört halifeden
biri olup, 4 yıl 9 ay bu görevi sürdürdü. 661 yılında, 63 yaşında, Küfe’de,
Ramazan ayında, İbni Mülcem tarafından şehit edildi. Kabri Irak’ın Necef
şehrindedir.
Hilâfet kılıcını
kuşanan Hz. Ali, Allah’a kavuşuncaya kadar siyasî Hâlifeliği asâleten, mânevi
Hâlifeliği ise vekâleten yerine getirmiştir. Bu hilâfet gömleğini şehit,
fazilet sahibi ve Resûlullah torunları imam Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin(r.a.)
giymiştir. Bu Muhammedî vazifenin nöbeti Allah velisi ‘’MEHDÎ’’(a.s.) gelinceye
dek , gizli hazineler içinde torundan toruna geçmiştir. Bu nöbeti, mânevi
hâlifelik elbisesini giyme makamındaki Muhammedî ahlâka sahip Kerbelâ’da şehit
düşen Hz. Hüseyin’in(r.a.) torunları günümüze kadar devralmıştır.(Ahmet-er
Rıfâî Hz.Sohbet meclisleri Syf.107)
Ondan sonra gelen İmam’lar
bu görevi alarak onun emirlerine uyup, yasaklarından sakınmayı emrettiler.
İkinci imam, Hz. HASAN: Hz. Ali ve Fatma’nın büyük
oğlu olan Hz.Hasan, 6 ay gibi kısa bir süre halife olarak kalmış, daha sonra zâhir
halifeliği Muaviye’ye devretmiş, 10 yıl batın halifeliğe devam etmiştir. Bütün
dünya ihtiraslarından soyunmuş, gözü ne malda, ne mülkte, ne saltanatta olan,
yumuşak huylu bir şahsiyettir.
Üçüncü imam, Hz. HÜSEYİN: Hz. Ali ve Fatma’nın
küçük oğlu olan Hz.Hüseyin her haliyle örnek, ne maddi ne de mânevi
varlığından, yüceliğinden kendisine en küçük bir gurur ve iftihar payı
çıkarmayacak kadar mütevazi, cömert olduğu kadar başı yerde, dünya ile hiçbir
alışverişi olmayan müstesna bir genç idi. Künyesi ‘’Abdullah’’, lakapları Zeki,
Şehid, Mazlum ve sıbt’tır.Hicretin 61. Yılında 10 Muharrem’de Kerbelâ’da şehit
edilmiştir.
Dördüncü imam, Zeynel Abidin: Hz. Hüseyin’in en
küçük oğludur. Kerbelâ vâkıası yaşandığında 12 yaşında olan Zeynel Abidin, çok secde eden ‘’seccad’’ lâkabıyla ünlüdür.
Secde etmekten alnının nasır bağladığı söylenir. Öldüğü zaman O’nu yıkayanlar
tıpkı İmam Ali gibi sırtında mor lekeler gördüler. Bunlar, geceleri yoksulların
evine sırtında erzak taşıdığı zembillerin izleriydi. Kime ne veriyorsa Rab’bine
veriyormuş gibi verir, çoğu zaman vereceği şeyi öperek verirdi.
Beşinci imam, Muhammed Bakır: Zeynel Abidin’in
oğludur.Sevgide, iyilik etmede, güleryüzlülükte ve cömertlikte hududu olmayan
bir kişiydi. Ömrünü Allah için ibadetle geçiren son derece heybetli biriydi.
Altıncı imam, Câfer-i Sâdık: İmam Bakır’ın
oğludur. Sâdık lâkabını almasının nedeni, kendisinde hiç bir yalan, hiç bir
yanlış söz ve fiil sudur etmemesi yüzündendir. Kerem sahibi, alim ve ârif
biriydi.
İnsanlara hep iyi ve
güzeli tavsiye eder; ‘’Sana vermeyene ver, sana kötülük edene iyilik et. Sana
sövene selâm ver. Seninle düşman olana insaf et. Sana zûlmedeni affet. Güneşe
bir bak; kötülükleri de aydınlatıyor, iyilikleri de. Yağmura bir bak;
temizlerin üzerine de yağıyor, suçluların üzerine de’’ diyerek onlara rehber
olmuştur.
Yedinci imam, Mûsa Kâsım: İmam Câfer’in oğludur.
Bütün erenlerin kandili ve aydınlatıcısıdır. Kâsım lâkabı kendisine son derece
sabırlı ve öfkesini yenen bir insan olduğu için verilmiştir. Sabır, Sâlih ve
Emin diğer lâkaplarıdır. Asıl ‘’Muhtaçlar kapısı’’ olarak anılmıştır. Çünkü
kendisine uzanan hiç bir muhtaç eli çevirmediği ve mutlaka bir yolunu bulup
dileğini yerine getirdiği söylenir.
Sekizinci imam, İmam Rızâ: İmam Musa’nın oğludur.
İnsanlara son derece muti ve Allah’ından râzı olduğu için bu ismi almıştır.
Tevâzuda, çağında onunla hiç kimse yarışamamıştı. Güzelliği kadar nezâketiyle
de meşhurdu.
Dokuzuncu imam, İmam Takî: İmam Rıza’nın oğludur.
Çok küçük yaşta imam olmuş ve 25 yaşında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Takî,
günahtan ve haramdan kaçınan kimse demektir.
Onuncu imam, İmam Nakî: İmam Takî’nin oğludur.
Sonsuz bilgi sahibi, heybetli, vakur,mütevazi ve doğruluğu ile tanınmıştır.
Nakî, temiz, pâk ve ârif kişi anlamındadır. Dünyanın bir Pazar yeri olduğunu, ‘’kimisi
orada kâr, kimisi ise zarar eder’’, derdi.
Onbirinci imam, Hasan-ül Askerî: İmam Nakî’nin
oğludur. Hz. Ali soyu içerisinde bilgide, temizlikte, temkinde onun gibisinin
olmadığı söylenirdi. Kadılar ve fıkıhçılar sık sık onun huzuruna varıp, akıl
danışıp, müşküllerinin çözülmesi için ondan yardım isterlerdi. Bir nefes boşa geçirmeyen
örnek bir insandı.
Hz. Ali ve Hz.
Hüseyin dışındaki bütün imamlar zehirlenerek şehit edilmişlerdir.
Onikinci imam, İmam MEHDÎ: Hasan-ül Askerî’nin
oğlu olup, 255 veya 256 yılında doğmuş, 260 yılına kadar gizli yaşamış, özel
Şii’lerden başkası O’nu görme şerefine erişememiştir. Ondan sonra herşey
sırlanmış ve setredilmiştir. İmam MEHDÎ’den Sahib-üz Zaman, Hazret,
Sahib-üd-Dâr diye bahsedilir. En meşhur lâkabı ‘’beklenen’’ mânâsına gelen
‘’el-Muntazar’dır. Bir adı da ‘’KAİM’’ kıyam edendir. Kendisi ancak küçük yaşta
iken bilindi ve O’ndan sonra gelecek olan Mehdî’nin işareti olarak pîrlere el
verildi.Bunların içinde Ahmed-el Rıfâî Hz. Cüneyd Bağdâdî, Tüsteri ve Şiblî Hz.
sayılabilir. (C.Nur Sargut/Can-ı Can Syf. 221-233)
Onikinci imam
Mehdi’nin sırlanması ve kıyamete yakın ortaya çıkacağı görüşü zahir çevrelerde
farklı algılanmış, farklı beklentiler içine girilmiştir.
MEHDÎ; YOL
GÖSTEREN, HİDÂYETE EREN VE DOĞRU YOLU BULAN, ALLAH TARAFINDAN KENDİSİNE
REHBERLİK EDİLEN, KIYAMETE YAKIN DÖNEMDE ZULÜM VE ADALETSİZLİĞİN HER TARAFI
KAPLADIĞI BİR ZAMANDA GELİP, YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAĞI VE İSLÂMI HÂKİM
KILACAĞI MÜJDELENEN ‘’ZÂT’’TIR.
Hz.
PEYGAMBER(s.a.v.); ‘’Ahir zamanda MEHDî zûhur edecek, Ehl-i Beyt’ten olacak,
İSA(a.s.) ile bir olup ‘’DECCAL’’i öldürecek, Ashab-ı Kehf MEHDÎ’nin
yardımcıları olacak ve yeryüzünü küfür kaplamadıkça MEHDÎ gelmeyecek’’
demiştir.
İbn. Arabî Hz.
Fusûsu’l Hikem’in ‘’ŞİT ‘’ fassında yeryüzünde doğacak son insan(İnsan-ı Kâmil)
ile MEHDÎ’yi birler ve şöyle der:
‘’Bu insan türünde
doğacak son kişi kademi/ayağı Şit üzerinde bulunur ve O’nun sırlarının
taşıyıcısıdır. Ondan sonra bu türden doğacak kişi yoktur. Binâenaleyh o,
hatem-i evlad’dır. Onunla birlikte kız kardeşi doğar.Ondan evvel çıkar ve
kendisi, başı onun iki ayağının altında olduğu halde, kız kardeşinden sonra
çıkar. Bu çocuğun doğumu ‘’ÇİN’’de olur. Dili de, şehrinin dilidir. Erkek ve
kadında kısırlık sari olur. Binâenaleyh, onlarda doğum olmayan nikah artar.
Çocuk onları Allah’a davet eder, kendisine icabet edilmez’’.
Hz. ŞİT’in
zuhûru/ortaya çıkışı, Ahadiyet’in, Vahdâniyet’e dönüşü gibidir.Ahadiyetle(Bir)
başlayan yaradılış, Vahdâniyet’i (ikilik) temsil eden ‘’ŞİT’’ makamıyla başlar
ve biter. Başı ‘’ŞİT’’, sonu ‘’ŞİT’’ olan bu tecelli(2. Mertebe) de mânâ,
sûret, sıfat ve hükün açısından tamamlanmış olur.
Bu da ‘’HATEM’’(son)
halidir. Son doğacak çocuğun ÇİN’de doğması, vücud içinde en doğuda olan RÛH’un
tecellisi demektir. Lisanı doğu lisanı olması, KÜLL-İ AKIL derecesinden
konuşarak HİKMET söylediğindendir. Kız kardeşi ile birlikte doğması, bu ortaya
çıkışın, nefsi içinde olduğunun delilidir. Başının kız kardeşinin ayaklarının
altında olması, HATEM seviyesinde bile zaman zaman nefsin tabiatının, vücuttaki
hâkimiyetini gösterir. Erkek ve kadınların kısırlaşması, HATEM(son) oluşun ve
bu mânânın tekrar zuhûr etmeyeceğine işâret eder. Çocuğa(hatem-i evlad) biat
etmeyenler hayvâni güçlerdir.(Hz. Şit s.271-273)
Niyazi-i Mısrî Hz.
konuyu şöyle ele alır;
Kıyamette Ye’cuc ve
Me’cuc’ün ortaya çıkışı(Enbiya/96,Kehf sûresi/94), eziyet veren kötü
sıfatlardır. Deccal’in ortaya çıkışı şeytani sıfatların zuhûrundan ibarettir.
Dâbbetu’l arzın(yer hayvanı) çıkması(Neml sûresi/82), kalpte NEFSi LEVVÂME’nin(canlılık,
dirilme) zuhûrundan ibârettir. Yani kalbin kabrinde, cennetlere bir pencere
açılır ve kendisinde Allah’a bir meyil belirir. İSA(a.s.)’nın inmesi, dünyadan
uzaklaşıp mânâ’ya yönelmektir.O çıkınca Deccal öldürülür. Çünkü yakîn nurunun
zuhûruyla cehâlet karanlığı gider. MEHDÎ’nin çıkması, ‘’BÜYÜK RÛH’’un
çıkmasından ibarettir. Onun zamanında mezhepler birleşir ve yeryüzünde kâfir
kalmaz.
‘’GÜNEŞİN BATI’’dan doğması, yani ‘’BATTIĞI YERDEN DOĞMASI, RÛH’UN BEDENDEN AYRILMASI’’ demektir. Çünkü ‘’HAYVANİ RÛH’’ bedene girince batar, bedenden ayrılınca da battığı yerden doğmuş olur.(İrfan sofraları Syf. 121-130)
‘’GÜNEŞİN BATI’’dan doğması, yani ‘’BATTIĞI YERDEN DOĞMASI, RÛH’UN BEDENDEN AYRILMASI’’ demektir. Çünkü ‘’HAYVANİ RÛH’’ bedene girince batar, bedenden ayrılınca da battığı yerden doğmuş olur.(İrfan sofraları Syf. 121-130)
Ken’an-er Rıfâî
Hz. ise Mehdi’yi şöyle açıklar:
Cenab-ı Hakk bir
kuluna ‘’HİDÂYET’’ murad ettiği, yani bir kulunu ilmen bilmek
derecesinden,ayn’el yani görerek bilmek derecesine yükseltmek istediği vakit o
kulun kalbine ‘’HİDÂYET NUR’’u tecelli eder. İste o vakit bu kulun RUH’u
‘’İSA’’ olur. Bu Hidâyet, bu RAHMAN cezbesi geldiği zaman, RUH’da ‘’RÛH-İ İZÂFİ’’
olup ne kadar yaramaz ahlâk varsa; ki onlar ‘’DECCAL’’dir, katleder. Böylece
‘’RUH NEFİS, NEFİS DE RUH’’ olmuş olur.(Sohbetler)
Tasavvuf ve
Kur’ân’ı kerîm farklı anlatımlarla aslında aynı konuya değinir. Şöyle ki;
Hz. Meryem’in
Cebrail(a.s.)’ın üfelemesi ile hamile kalışı; Aklı ve diriliği temsil eden
Cebrail’in yardımıyla nefsin tekamül etmesidir. Çünkü tasavvufta Meryem(dişi)
nefsin, Cebrail ise aklın ve diriliğin temsilcisidir.
Meryem sûresi 26.
Ayette; Allah Meryem’e kendisine yapılan hakaretlere susmasını emreder. Meryem
susar. Hakaretler artar. Meryem susmaya devam eder.
Kucağındaki çocuk(Hz.
İsa) ‘’Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitabı verdi ve beni NEBİ yaptı diye
bağırır. (Meryem,30)
NE ZAMAN NEFS
SUSARSA(Meryem), O ZAMAN RÛH (Hz. İsa/ruhullah) KONUŞUR.
KİŞİ ‘’ÂRİF’’
OLUR. ARTIK ONDAN HAK KONUŞUR. İŞTE VELED-İ KALB’İN/KALP ÇOCUĞUNUN DOĞMASI, MEHDÎ’
İN ZUHÛR ETMESİ BUDUR.
Allah hepimize nasip
etsin. Amin.