20 Ocak 2015 Salı

EL-BASÎR/GÖRME/RÜ’YET

El-Basîr; Allah’ın isimlerinden olup, her şeyi, her durumda, tüm boyutlarıyla, eşsiz ve benzersiz biçimde, mükemmel bir görüşle gören demektir.

Allah; karanlık bir gecede, kara bir karıncanın, kapkara bir kaya üzerindeki ayak izini görendir.

El-Basîr; ‘’görmek, bakmak, bilmek’’ manasındaki ‘’BASAR’’ köküne nispet edilir. Aynı zamanda görme organı olan ‘’GÖZ’’ demektir.

RÜ’YET’de  BASAR  gibi  GÖRMEK  anlamına gelmesine rağmen, ikisi arasında fark vardır.

BASAR; VAR OLANI GÖRMEKTİR. RÜ’YET’DE GÖRÜLENDE VAR OLMA ŞARTI ARANMAZ. Bu yüzden ‘’RE’Y’’ soyut düşünce, fikir, görüş mânâsına gelir.

BASAR’SA GÖRÜLENİ İDRÂK ŞARTI ARANMAZKEN, RÜ’YET’TE GÖRÜLENİ İDRÂK ŞARTTIR.

BASAR’DA, AYN’DA ‘’göz’’ DEMEKTİR.

Ancak ayn ‘’GÖRME ALETİNE’’ verilen isimken, Basar ‘’GÖRME EYLEMİNE’’ verilen isimdir.

GÖRME ORGANI ÇALIŞMAYANA BU YÜZDEN  A’MÂ DENİLİR.

GÖZLE GÖRMEK SINIRLIDIR. Şöyle ki;

1.Görülenin sınırlanması: Göz, görmek istediğini seçip diğerlerini sınırın dışında bırakmadan görme işlemi gerçekleşmez. Görmeyi bakmaktan ayıran da burasıdır.

2.Gözün sınırı: Gözün bir görme sınırı vardır. Çok büyük ve çok küçük şeyleri göremez. Görülen şey, gözün görme sınırları dâhilinde bulunmalıdır.

3.Gözün kapasite sınırı: Gözün görme kapasitesi yüzde yüzün çok çok üzerindedir. Fakat tam kapasite gören bir göze rastlamak, adeta imkânsızdır.

4.Gözün mesafesi: Gözün bir görme mesafesi vardır. Bu mesafeden yakın veya uzak olanı göz göremez. Bir şey gözün mesafesinden çok yakın veya çok uzak olmamalıdır.

5.Görmenin sınırı: Göz gördüğünü sınırlı görür. Sadece dışını görür. İçini göremez. Dışının da, sadece kendine dönük yüzünü görür, mesela gördüğü şeyin arka yüzünü göremez.

Ayrıca;

6.Görülen ile gören arasında PERDE olmamalıdır.

7.Görülen ya kendiliğinden veya dışarıdaki bir kaynaktan ışık almış olmalıdır.

8.Görülen iç veya dış kaynaktan gelen ışığı yansıtacak kadar katılığa sahip olmalıdır.

Bütün bu şartlar yerine gelse dahi; göz yanılır, sudaki değneği kırık görür. Göz kamaşır, ışıksız göremediği gibi, çok yüksek ışıkta da kör olur göremez. Özet olarak bütün şartlar yerinde olsa dahi, Allah’ın NUR’u olmadan idrâk ve keşfedemez.

Oysa el-Basîr olan Allah’ın görmesi  asla insanî görmeye benzemez. Zira Allah gözle görmez. Görmek için Allah’ın göze de, ışığa da ihtiyacı yoktur. İlâhi görme âletsizdir, ışıksızdır, kusursuzdur, mükemmeldir, sınırsızdır, eşsiz ve benzersizdir.

Basîr olan Allah görür, fakat görülmez.

‘’Gözler O’nu idrâk edemez, fakat O gözleri idrâk eder’’. (En’âm sûresi-103)

Allah bu gözle görülür diyen iki şeyi tanımamaktadır: Hem kendini, hem Allah’ı. Böyle bir iddia Allah’ı cisim yerine koymaktır. Cisim olan her şey boyut sahibidir. Boyut sahibi her şey sınırlıdır. Sınırlı olan her şey yaratılmıştır. Yaratıcı olan Allah, bütün bunlardan münezzehtir(uzaktır).

BASÎR İSMİNİN TECELLİLERİ;

 KALP’TE TECELLİSİNE ‘’BASİRET’’

MÜMİN’DE TECELLİSİNE ‘’FERÂSET’’

EŞYADA TECELLİSİNE ‘’ŞAHÂDET’’  denir.

BASÎRET: Derin kavrayış ve ibret demektir. Basîret her insanda potansiyel olarak vardır.

‘’GÖNÜL’’ adını verdiğimiz mânevi baş ve onun gözü olan ‘’GÖNÜL GÖZÜ’’ işte budur. Baş gözü nasıl görmek için ışığa muhtaçsa, gönül gözü de görmek için mânevî  ışığa muhtaçtır. İşte Kur’an O mânevî ışıktır. İndiği ilâhi kaynak olan ARŞ, İlâhi NUR’un da kaynağıdır. Kur’an’ın bir isminin  de NUR olması tesadüf değildir.

NUR, IŞIĞI GÖRÜNMEYEN, FAKAT DEĞDİĞİNİ GÖRÜNÜR KILAN İLÂHÎ IŞIK DEMEKTİR.

Kur’an bir Basîret’tir ki; âdem- İblis kıssası üzerinden dostu düşmandan ayıracak bir Basîret kazandırır. Dostu düşmandan ayırmayanın Basîreti yoktur. Cennetteki yasak ağaç, Âdem’e  dostu- düşmandan ayırması için konulmuştur. Doğru yolda oturanla(iblis), doğru yolda yürüyeni ayıramayan, Rahman ile Şeytan’ı birbirine karıştırıyor demektir.

Gerçek görme yani Basîret gözü, her şeyin Hakk’tan olduğunu bildiğimiz halde yanlış ve abesin yanında olmamaktır.

FERÂSET: Ferâset kelimesinin türetildiği feles kelimesi ‘’AT’’ demektir. Ferâset at gibi görmektir. Zira atların gözü yaratılıştan yalnızca ön tarafı değil, arkayı da görecek şekilde yerleştirilmiştir. Atlara at gözlüğü takarlar ki, arkayı görüp de ürkmesinler diye. Fakat at gözlüğü ata lâzım olsa da, insan at gözlüğü takmamalıdır. Aksine vahyin ışığı ile bakıp Basîret kazanmalıdır. İşte o zaman Ferâset sahibi olmuş olur.

‘’Müminlerin ferâsetinden çekininiz, çünkü O Allah’ın nuruyla bakar’’ hadisinde, Müminin Ferâsetinin sebebi olarak ‘’Allah’ın nuru’’ gösterilmiştir. Kur’an’ın bir ismi de NUR’dur. Allah’ın NUR’u ile bakmaktan kasıt, ‘’Allah’ın kitabı’’ ile bakmaktır. Zira Allah O kitabı insanlık için bir Basîret kaynağı olarak indirdiğini buyurmaktadır.

Basîret nasıl gönül gözünün ışığı ise, Ferâset de o ışıkla  bakma işidir.

ŞAHÂDET: Allah’ın Basîr isminin eşyada tecellisine Şahâdet denir. Eşya şâhit olarak yaratılmıştır. Eşyanın şahâdeti bir tür gözsüz görme yeteneğine sahip olduğunu imâ eder.

Görmek mertebe mertebedir. Allah’ın görmesi, görme mertebelerinin en yücesidir.

Hayvanlar âleminde olduğu gibi, bitkiler âleminin de bir görme çeşiti olduğu muhakkaktır. Madenler âleminin görmesi ile ilgili henüz net bir bilgi yoktur. Bu konuda konuşan yine dindir.

Varlık şâhittir. Yer, gök, ay, Güneş, gece, gündüz hepsi şâhittir. Kendisine yemin edilen her şey şâhittir. Şâhit olan her varlığın da bir hafızaya sahip olması gerekir. Varlığın şâhadeti de kendine has bir görme olarak târif edilebilir. Bu gözsüz ve gönülsüz bir görmedir. Bir taşın, bir evin, bir mabedin, bir dağın, bir nehrin, bir yıldızın şâhadeti kendine has bir görme mertebesiyle izah edilebilir.

Allah Kur’an’da;  Ay’a, Yıldız’a, kuşluk vaktine, Asr’a, geceye ‘’YEMİN ETMİŞ’’ yani onları ‘’ŞAHİT’’ tutmuştur.

‘’Akşamın alaca karanlığına, geceye ve gecenin derleyip toparladığına, derlendiği zaman aya yemin ederim ki,....’’(İnşikâk sûresi-16)

‘’Yemin olsun ağaran şafağa’’ (Fecr sûresi-1)

‘’Yemin ederim bu beldeye...’’  (Beled sûresi-1)

‘’Yemin olsun güneşe ve parıltısına...’’ (Şems sûresi-1)

‘’Yemin olsun kuşluk vaktine’’(Duha sûresi-1)

‘’Yemin olsun asra’’ (Asr sûresi-1)

Hz. Peygamber’in(s.a.v.) Uhut dağına çıkarak orada şâhadet namazı kılması ve ‘’Uhut bir dağdır, o bizi sever, biz de onu severiz’’ demesi bunun göstergesidir.(Kabe’de Hacer-ül Esved’e verilen selâm O’nu ahirette şâhit tutmak içindir)

Hak kullarının gözleridir, çünkü onlar farkında olmasalar bile, sadece Hak sayesinde görebilirler; sadece Allah’ın ibâdet nuruyla gözünü açtığı kimse Allah ile gördüğünü bilip, bunu müşahade edebilir.

Vahyin penceresinden bakan,  Allah’ın gör dediği yerden bakar ve Allah’ın gösterdiğini görür. Gönlün ellerine vahiy fenerini verip gönül gözüyle varlığa ve hayata bakanlar, eşyanın kabuğuna değil özüne, insanın cesedine değil ruhuna, hayatın geçici olanına değil kalıcı olanına odaklanır.

Allah nasip etsin. Amin.


C.Nur Sargut/Mülk sûresi ‘’tebâreke’’Syf. 150-162