EL-BASÎR/GÖRME/RÜ’YET
El-Basîr; Allah’ın
isimlerinden olup, her şeyi, her durumda, tüm boyutlarıyla, eşsiz ve benzersiz
biçimde, mükemmel bir görüşle gören demektir.
Allah; karanlık bir
gecede, kara bir karıncanın, kapkara bir kaya üzerindeki ayak izini görendir.
El-Basîr; ‘’görmek,
bakmak, bilmek’’ manasındaki ‘’BASAR’’ köküne nispet edilir. Aynı zamanda görme
organı olan ‘’GÖZ’’ demektir.
RÜ’YET’de BASAR gibi
GÖRMEK anlamına gelmesine rağmen, ikisi arasında fark
vardır.
BASAR; VAR OLANI GÖRMEKTİR. RÜ’YET’DE GÖRÜLENDE VAR OLMA
ŞARTI ARANMAZ. Bu yüzden ‘’RE’Y’’ soyut düşünce, fikir, görüş mânâsına
gelir.
BASAR’SA GÖRÜLENİ İDRÂK ŞARTI ARANMAZKEN, RÜ’YET’TE
GÖRÜLENİ İDRÂK ŞARTTIR.
BASAR’DA, AYN’DA
‘’göz’’ DEMEKTİR.
Ancak ayn ‘’GÖRME
ALETİNE’’ verilen isimken, Basar ‘’GÖRME EYLEMİNE’’ verilen isimdir.
GÖRME ORGANI
ÇALIŞMAYANA BU YÜZDEN A’MÂ DENİLİR.
GÖZLE GÖRMEK
SINIRLIDIR. Şöyle ki;
1.Görülenin sınırlanması: Göz, görmek istediğini
seçip diğerlerini sınırın dışında bırakmadan görme işlemi gerçekleşmez. Görmeyi
bakmaktan ayıran da burasıdır.
2.Gözün sınırı: Gözün bir görme sınırı vardır. Çok
büyük ve çok küçük şeyleri göremez. Görülen şey, gözün görme sınırları
dâhilinde bulunmalıdır.
3.Gözün kapasite sınırı: Gözün görme kapasitesi
yüzde yüzün çok çok üzerindedir. Fakat tam kapasite gören bir göze rastlamak,
adeta imkânsızdır.
4.Gözün mesafesi: Gözün bir görme mesafesi vardır.
Bu mesafeden yakın veya uzak olanı göz göremez. Bir şey gözün mesafesinden çok
yakın veya çok uzak olmamalıdır.
5.Görmenin sınırı: Göz gördüğünü sınırlı görür.
Sadece dışını görür. İçini göremez. Dışının da, sadece kendine dönük yüzünü
görür, mesela gördüğü şeyin arka yüzünü göremez.
Ayrıca;
6.Görülen ile gören arasında PERDE olmamalıdır.
7.Görülen ya kendiliğinden veya dışarıdaki bir
kaynaktan ışık almış olmalıdır.
8.Görülen iç veya dış kaynaktan gelen ışığı
yansıtacak kadar katılığa sahip olmalıdır.
Bütün bu şartlar
yerine gelse dahi; göz yanılır, sudaki değneği kırık görür. Göz kamaşır,
ışıksız göremediği gibi, çok yüksek ışıkta da kör olur göremez. Özet olarak
bütün şartlar yerinde olsa dahi, Allah’ın NUR’u olmadan idrâk ve keşfedemez.
Oysa el-Basîr olan
Allah’ın görmesi asla insanî görmeye
benzemez. Zira Allah gözle görmez. Görmek için Allah’ın göze de, ışığa da
ihtiyacı yoktur. İlâhi görme âletsizdir, ışıksızdır, kusursuzdur, mükemmeldir,
sınırsızdır, eşsiz ve benzersizdir.
Basîr olan Allah
görür, fakat görülmez.
‘’Gözler O’nu idrâk
edemez, fakat O gözleri idrâk eder’’. (En’âm sûresi-103)
Allah bu gözle görülür diyen iki şeyi tanımamaktadır: Hem kendini, hem
Allah’ı. Böyle bir iddia Allah’ı cisim yerine koymaktır. Cisim olan her şey
boyut sahibidir. Boyut sahibi her şey sınırlıdır. Sınırlı olan her şey
yaratılmıştır. Yaratıcı olan Allah, bütün bunlardan münezzehtir(uzaktır).
BASÎR İSMİNİN TECELLİLERİ;
KALP’TE TECELLİSİNE ‘’BASİRET’’
MÜMİN’DE TECELLİSİNE ‘’FERÂSET’’
EŞYADA TECELLİSİNE ‘’ŞAHÂDET’’ denir.
BASÎRET: Derin kavrayış ve ibret
demektir. Basîret her insanda potansiyel olarak vardır.
‘’GÖNÜL’’ adını
verdiğimiz mânevi baş ve onun gözü olan ‘’GÖNÜL GÖZÜ’’ işte budur. Baş gözü
nasıl görmek için ışığa muhtaçsa, gönül gözü de görmek için mânevî ışığa muhtaçtır. İşte Kur’an O mânevî
ışıktır. İndiği ilâhi kaynak olan ARŞ, İlâhi NUR’un da kaynağıdır. Kur’an’ın
bir isminin de NUR olması tesadüf
değildir.
NUR, IŞIĞI GÖRÜNMEYEN, FAKAT DEĞDİĞİNİ
GÖRÜNÜR KILAN İLÂHÎ IŞIK DEMEKTİR.
Kur’an bir Basîret’tir ki; âdem- İblis kıssası üzerinden dostu
düşmandan ayıracak bir Basîret kazandırır. Dostu düşmandan ayırmayanın Basîreti
yoktur. Cennetteki yasak ağaç, Âdem’e
dostu- düşmandan ayırması için konulmuştur. Doğru yolda oturanla(iblis),
doğru yolda yürüyeni ayıramayan, Rahman ile Şeytan’ı birbirine karıştırıyor
demektir.
Gerçek görme yani Basîret gözü, her şeyin Hakk’tan olduğunu bildiğimiz
halde yanlış ve abesin yanında olmamaktır.
FERÂSET: Ferâset kelimesinin
türetildiği feles kelimesi ‘’AT’’ demektir. Ferâset at gibi görmektir. Zira
atların gözü yaratılıştan yalnızca ön tarafı değil, arkayı da görecek şekilde
yerleştirilmiştir. Atlara at gözlüğü takarlar ki, arkayı görüp de ürkmesinler
diye. Fakat at gözlüğü ata lâzım olsa da, insan at gözlüğü takmamalıdır. Aksine
vahyin ışığı ile bakıp Basîret kazanmalıdır. İşte o zaman Ferâset sahibi olmuş
olur.
‘’Müminlerin ferâsetinden
çekininiz, çünkü O Allah’ın nuruyla bakar’’ hadisinde, Müminin Ferâsetinin
sebebi olarak ‘’Allah’ın nuru’’ gösterilmiştir. Kur’an’ın bir ismi de NUR’dur.
Allah’ın NUR’u ile bakmaktan kasıt, ‘’Allah’ın kitabı’’ ile bakmaktır. Zira
Allah O kitabı insanlık için bir Basîret kaynağı olarak indirdiğini
buyurmaktadır.
Basîret nasıl gönül gözünün ışığı ise, Ferâset de o ışıkla bakma işidir.
ŞAHÂDET: Allah’ın Basîr isminin
eşyada tecellisine Şahâdet denir. Eşya şâhit olarak yaratılmıştır. Eşyanın
şahâdeti bir tür gözsüz görme yeteneğine sahip olduğunu imâ eder.
Görmek mertebe mertebedir. Allah’ın görmesi, görme mertebelerinin en
yücesidir.
Hayvanlar âleminde olduğu gibi, bitkiler âleminin de bir görme çeşiti
olduğu muhakkaktır. Madenler âleminin görmesi ile ilgili henüz net bir bilgi yoktur.
Bu konuda konuşan yine dindir.
Varlık şâhittir. Yer, gök, ay, Güneş, gece, gündüz hepsi şâhittir.
Kendisine yemin edilen her şey şâhittir. Şâhit olan her varlığın da bir
hafızaya sahip olması gerekir. Varlığın şâhadeti de kendine has bir görme
olarak târif edilebilir. Bu gözsüz ve gönülsüz bir görmedir. Bir taşın, bir
evin, bir mabedin, bir dağın, bir nehrin, bir yıldızın şâhadeti kendine has bir
görme mertebesiyle izah edilebilir.
Allah Kur’an’da; Ay’a, Yıldız’a,
kuşluk vaktine, Asr’a, geceye ‘’YEMİN ETMİŞ’’ yani onları ‘’ŞAHİT’’ tutmuştur.
‘’Akşamın alaca karanlığına,
geceye ve gecenin derleyip toparladığına, derlendiği zaman aya yemin ederim
ki,....’’(İnşikâk sûresi-16)
‘’Yemin olsun ağaran şafağa’’
(Fecr sûresi-1)
‘’Yemin ederim bu beldeye...’’
(Beled sûresi-1)
‘’Yemin olsun güneşe ve
parıltısına...’’ (Şems sûresi-1)
‘’Yemin olsun kuşluk vaktine’’(Duha
sûresi-1)
‘’Yemin olsun asra’’ (Asr
sûresi-1)
Hz. Peygamber’in(s.a.v.) Uhut dağına çıkarak orada şâhadet namazı
kılması ve ‘’Uhut bir dağdır, o bizi sever, biz de onu severiz’’ demesi bunun
göstergesidir.(Kabe’de Hacer-ül Esved’e verilen selâm O’nu ahirette şâhit
tutmak içindir)
Hak kullarının gözleridir, çünkü onlar farkında olmasalar bile, sadece
Hak sayesinde görebilirler; sadece Allah’ın ibâdet nuruyla gözünü açtığı kimse
Allah ile gördüğünü bilip, bunu müşahade edebilir.
Vahyin penceresinden bakan,
Allah’ın gör dediği yerden bakar ve Allah’ın gösterdiğini görür. Gönlün
ellerine vahiy fenerini verip gönül gözüyle varlığa ve hayata bakanlar, eşyanın
kabuğuna değil özüne, insanın cesedine değil ruhuna, hayatın geçici olanına
değil kalıcı olanına odaklanır.
Allah nasip etsin. Amin.
C.Nur Sargut/Mülk sûresi ‘’tebâreke’’Syf. 150-162