23 Mart 2016 Çarşamba

RAB’LIK ve KULLUK:

İlâhi isimler, âlemin var oluşunun sebebidir ve varlıkların vücudunun zûhûra gelişi bu isimlerle olmaktadır. Âlemdeki bütün varlıklar Allah’ın isimlerinin ‘’Hakk’’ adı altında ortaya çıkmasından ibarettir.

Allah’ı Zât’ı ile bilmek mümkün olmadığından, O’nu ancak isim ve sıfatları ile tanımaya çalışıyoruz. Çünkü Allah ‘’bilinmek istediği için’’ kâinatı yaratmıştır.

Allah’ın sonsuz isimlerinin içinde yer alan ve ‘’el-Mâlik’’ anlamına gelen ‘’Rab’’ ismi; her şeyi derece derece kemâle erdiren, nezâreti altında terbiye eden, büyüten ve besleyen mânâsındadır.

İşte; her canlı, Allah’ın bir veya birkaç isminin mazhârı (görüldüğü yer) olması nedeniyle kul iken, o kulda isminin görünmesi nedeniyle de  Rab’dır. O halde, Allah’ın evvel ezelde kuluna verdiği ve kulun ‘’beli’’ diyerek kabul ettiği ismi ‘’kulun Rab’bi’’ terbiye edicisi,  Allah ismi ise tüm isimleri kendinde toplamasından dolayı ‘’âlemlerin Rab’’ bidir.

Allah’ın bizde tecelli eden ismi O’na bağlı olup, müsemmadan (isimlendirenden) farklıdır. İsmin Rab’lığı, bağlı oluşu yönünden seni terbiye ederken, farklı oluşu yönünden terbiyeye ihtiyaç için bu âleme geldiğini gösterir.

Eğer Rab bir isim olarak vücutta ortaya çıkmazsa Rab’lık (terbiye edicilik) ortadan kalkar. Çünkü Rab/isim, kendisine Rab’bi olarak ibadet edecek birini bulduğu zaman âşikar olur (talep eden olmadan öğretmen olmaz).

Peki, bu varlık (kul) ölüp gitse Rab ismi ne olur? Cevap; ‘’bu ismin hakikati Âyân-ı Sâbite’de ebediyen ‘’bâki’’ kalacağı ve daima Rab’bine/Allah’a kulluk edeceğidir’’. Şu halde fertlerin sürekli değişim ve yok oluşlarına rağmen Âyân-ı Sâbite ebediyen kalır ve Rab’lık da daima bâki’dir.

Peki, mâdem ki en önemli şey Ayân-ı Sâbite,  bu olmayan vücuda bunca emek nedendir? Cevap; ‘’ Yüce Allah isim ve sıfatlarının ortaya çıkmasını (bilinmek), halka yani isimlere Zât’ını bildirmek istemiştir’’.

Kula ait isim, Allah’ın sonsuz birliği içinde mânâ olarak vardır, fakat ‘’kuvveden fiile’’ ortaya çıkışı açısından da sonsuz olasılığı vardır.

Kişi, Allah’ı sûretiyle örterken, ismini çıkarmakla da zâhir etmiş olur. O, her iki ismi ile de Râb’dır (kulun da, Râb’bın da Râb’bidir).

Zâhir bâtını, bâtın da zâhiri terbiye eder. Bâtının zâhiri terbiye etmesi o vücud üzerinde Allah’ın isminin hükümlerinin ortaya çıkmasıdır. Zâhirin bâtını terbiye etmesi ise vücudun o ismin hakikatiyle tecelli etmesidir.

 BURADA VÜCUD KUL, İSİM RAB’DIR.

Her kulun Rab’bi farklıdır,  fakat Rab’lerin Rab’bi olan Allah’ın çeşitli sûretlerdeki tecellilerinden ibarettir. Bu yüzden kul, diğer bir kulun Allah’ını tanıyamaz.

Kendisinin vücudunun Hakk’ın isminin zuhûr (görüldüğü) yeri olduğunu idrak eden Kul’dur. ‘’En kâmil kul’’ ise, kulluğunun her an farkında olandır.

‘’Hz. Peygamber’in Allah karşısında ‘’kul’’ olduğu tam olarak anlaşılsın diye sadaka alması yasaklanmıştır. Kendilerine bir ihsan olarak, ailesi de (âli, kendisine inanan seçkinler ve âlimler) bu konuda ona katılmıştır. Çünkü köle (kul), efendisinin (Allah’ın) karşısında bir şeye sahip olamaz’’. (İbnü’l Arabi Hz./Fütühat-ı Mekkiye, 4 syf. 377)

Kulun kendisinde varlık kalmayınca, kul Rab olur (Allah’ın isminden ibâret olur).

İnsan bir yüzünde Rab’lık özelliklerini, diğer yüzünde ise kulluğun eksikliklerini gösteren iki yüzlü bir ’ayna’’dır.

Rab’lık özellikleri taşıması itibariyle mertebe bakımından insandan daha izzetli kılınmış bir yaratık olmadığı gibi, kulluk özellikleriyle de ondan daha zelil (aşağı) kılınmış bir yaratık yoktur. Rab’lık bütün mertebelerin en yükseği olduğu gibi, onun karşıtı olan kulluk da tüm mertebelerin en aşağısıdır.

Bir vakit olur ki kul, şüphesiz Rab olur. Başka bir vakitte de kulluk derecesine iner. Kul, kulluk derecesine inerse ‘’Hakk’’ ile genişler. Rab olursa yaşayışı daralır ve Rab oluşundan dolayı da mülk ve melekût âlemlerindeki bütün mahlûkatların kendisinden bir şey istediklerini görür. Hâlbuki onların bu dileklerini yerine getirmekten Zât’ıyla acizdir. Ârifler bu yüzden ağlarlar.

O halde sen Rab’bın kulu ol, O’nun kulunun Rab’bı olmaya bakma. Yoksa bu ilgi sebebiyle ateşe ve erimeye mahkûm olursun.

İnsan kendi kişiliğinde Rab’lık ve kulluğun ikisini de taşır. Bunun için insandan başkası kendisindeki kuvvetten dolayı Rab’lık iddiasında bulunmadı. İnsandan başka, âlemdeki hiçbir yaratık böyle bir davaya girişmedi.

Kulluk ve Rab’lık aslında birbirine zıt olmakla beraber, biri diğerine razı, diğeri razı olunandır. mutlâklık yönünden ‘’kul (abd) Rab’dır, Rab kuldur (abd)’’ denilemez. Zira kulluk ve Rab’lık cem olmayınca birbirine zıt olur. Çünkü sadece vahdette birlik, kesrette ise Rab’lık ve kulluk gözükür. Aslında Hakk’dan gayrı hiçbir şey ‘’bâki’’ değildir. O’nun dışındaki her şey ‘’fâni’’ dir. Bu sebeple ne benzerlik, ne de farklılık vardır. Bu gerçeği kalbi ile müşahede eden hakîkate erişir.

Allah şöyle buyurur; ‘’Rab’bine kullukta hiç kimseyi ortak koşmasın’’. Bu ayet hiç kimsenin mutlak birliği (Ahâdiyet) yönünden Allah’a ibadet edemeyeceği sonucu çıkar. Çünkü Ahâdiyet, kulun varlığını ortadan kaldırır.

Allah sanki şöyle der; ‘’Ancak  Rab’liği yönünden Rab’be ibâdet edilebilir. Çünkü seni Rab var etmiştir ve O’na bağlan’’. Ahâdiyet seni bilmez ve seni kabul etmez.  Sonsuz birlik bölünme kabul etmeyip, bölünmeye de ihtiyaç duymadığı için farklılığı bilmez. Kul da ancak tanıdığı şeye ibadet edeceği için Allah’ın kendisindeki ismine doğru ibâdet eder. Çünkü ilişkiyi kuran bu isimdir. (Allah ise taptığımız isimdir)

Sebebu’l icâbe (talebi kabul etme veya etmemenin sebebi). Doğru bir şekilde Hakk’a yönelmek veya yönelmemek:

Kul Allah hakkında doğru ve geçerli bilgi sahibi olup, O’na hakkı ile itaat ederse, bir şey istemek niyetiyle Hakk’a yönelişi geçerli olabilir. Böyle bir kulun dileğine süratle karşılık verilir.

Kul doğru bilgi sahibi, Hakk’ın emirlerini gözeten, O’na itaatkâr ve emirlerini yerine getirmeye arzulu olduğu ölçüde, Hakk’da diğer kullarına göre onun dileğini hızla yerine getirir.

Bilindiği gibi, Hakk’a dair doğru bilgiden yoksun ve emirlerine itaat etmeyen kimse, duâsı kabul edilenlerden olamaz. ( CemalNur Sargut/Hz. Şit Syf. 49)

Cafer-i Sâdık da, kendisine ‘’Allah’a duâ ettiğimiz halde, duâmıza icâbet edilmiyor, bunun sebebi nedir?’’ diye sorulduğunda, ‘’Çünkü sizler, bilmediğiniz birisine duâ etmektesiniz’’ demiştir.( Syf. 52)

İstidat (ezeli kader) en gizli duâdır. Bu ne demektir? ‘’Duâların senin kaderin ile uyumlu ise kabul olur’’ demektir.

Ezelde kabul ettiğimiz ve ‘’beli’’ dediğimiz isminin (Râb’binin) ortaya çıkması için yaşadığın bütün hayat ve sebepler aynı zamanda senin kaderindir. Her şey senin isminin aşikâr olması içindir. Çünkü varlık gayen Allah’ın ismini ortaya çıkarman ve o isme ‘’ayna’’ olmandır.

Sen isminin ortaya çıkışına, yani kaderine uyumlu olmayan bir istekte bulunursan o kabul olmayacaktır.

Allah ismi bölünme ve parçalanma kabul etmeyen ‘’Mutlâk birlik’’ tir. Allah ismi dünyaya gelmez. Allah isminin yaratmaya meyilli haline ‘’Hakk’’ denir.

Birlik (Allah), parçayı (isimleri) tanımaz. Biz Allah dediğimizde; Allah’ın Mutlâk birliği içinde ‘’Hakk’’ adıyla yer alıp, ‘’Halk’’ olarak bizlerde görülen ismimize seslenmiş oluruz. Duâlarımız o isme, isteklerimiz o isimdendir. Allah ismi ise taptığımız ve ululadığımız Zât’i isimdir.

İşte bildiğin Allah’a duâ et demek; ‘’Rab’bin senin ismin ve kaderindir, ne verirse o verir, onu tanı, irtibatı onunla kur’’ demektir. Yoksa Allah deme ‘’Râb’’ de demek değildir.

İster Râb de, ister Hakk de, ister Hû de. Bütün isimler Allah’a aittir. O, bütün isimleri ‘’Cem’’ edendir.  Allah hakkında doğru bilgi sahibi olan kul, duası kabul edilmediğinde; ‘’kaderimde (ismimde) bu isteğim yazılı değilmiş. Benim için de hayır olan buymuş’’ diyebilendir.

Peki, Allah vermeyeceği şey için neden duâ ettirir. ‘’Kulu ile irtibat kurmak için.’’

İşte Allah’ın bizimle irtibat kurmak için, içimize verdiği isteğin şükrüne ‘’duâ’’ denir.

Cemalnur Sargut’un Hz. İsmâil kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.

9 Mart 2016 Çarşamba

HAYAT VE ÖLÜM

HAYAT; ALLAH’IN HAYY İSMİNİN SIFATI, AYRICA YEDİ İMAM İSMİN DE İMAMI’DIR (El-Hayy, El-Âlîm, El- Mürid, El-Kâdir, Es-Semî, El-Basîr, El-Mütekellim). ÇÜNKÜ BU SIFATLAR ANCAK HAYY/DİRİ OLANIN SIFATLARIDIR.

İLÂHÎ HAYAT, BÜTÜN MEVCÛDATA YAYILMIŞ OLAN MUTLAK VARLIKTAN İBARETTİR. HAKK VE HALK’IN ZUHÛR’U BU VARLIKLA GERÇEKLEŞİR. (Abdülkerim Cili Hz.)

‘’Yerde ve göklerde hiç bir şey yoktur ki O’nu hamd ile tesbih etmesin. Lâkin siz onların tesbihlerini anlayamazsınız’’ (İsrâ, 44).  HER ŞEY ALLAH’I TESBİH EDER, TESBİH EDEN HER ŞEY DE CANLIDIR.

HERKESİN VÜCUDUNDA, HAYAT’LA HAKK’A İRTİBAT VARDIR.

HAYAT’IN ÜÇ DERECESİ VARDIR:

- İLİM  HAYATI; Kalbin cehaletten kurtulup ilim ile dirilmesi (İLİM; eşyanın hakikatidir),

- HAYAT-I CEM; Kalbin tefrikadan(kesret/çokluk) kurtulup CEM(birlik) ile hayat bulması,

- HAYAT-I HAK; Hak ile hayat bulmak.Allah’ta FANİ olup, Allah ile BAKÎ olmak.’’Bedr-i Habeşî Hz.leri vefat edince onu yıkayacak kişi heybetinden etkilenir ve elini süremez. Hazret gözünü açar ve ‘’YIKA’’ der. Tekrar gözünü kapar’’. (Rûh’un özgürleşmesi. Güneşin BATI’dan doğması)

RÛH KUŞKUSUZ CANLIDIR, ANCAK HER CANLI RUH DEĞİLDİR. (Örn. TUR dağı parçalanmış tekrar dağ olarak ayağa kalkamamış, Hz. Musa bayılmış ve tekrar ayılarak ayağa kalkmıştır.)

RÛH; ‘’Yürek kaynağından yükselen ve damarlar aracılığıyla beyne çıkan, yine damarlar aracılığıyla beyinden bütün bedene yayılan ve böylece her yerde ‘’İSTİDADINA GÖRE’’ iş işleyen, gözle görülemeyecek derecede ince olan buhardır. O hayatın taşıyıcısıdır’’. (Davud-el Kayserî Hz.)

İNSANDA ÜÇ TÜRLÜ ’’RÛH’’ VARDIR. ZÂTİ, SIFATİ  ve HAYVANΠ RÛH.

ZÂT’İ RÛH; YER TUTMAZ, ÇÜNKÜ ZÂT’IN SIR’RIDIR.

SIFATÎ RÛH; DA YER TUTMAZ. ÇÜNKÜ MEKÂNI DİMAĞ VE AKILDIR. ‘’Rûh’umdan Rûh üfledim’’in manasıdır.

‘’Allah Akl-ı Küllî  vâsıtasıyla yaratmasına rağmen, Allah’ın dünyadaki her mahlûka doğrudan bakan VÂSITASIZ bir ‘’vech-i has’’sı bulunmaktadır.Aynı Güneş’in ışığını hem doğrudan(Zât), hem de Ay(sıfat) vâsıtasıyla vermesi gibi.Oysa Ay ışığını Güneş’ten almaktadır’’(Zaman ve Kozmoloji-190)

Akl-ı Küll; ‘’yaratıcı KUDRET’in faal tecellisi. Allah, Kudret’ini ve sanatının SIR’larını ortaya çıkarmak istediği zaman, kendi NÛR’undan bir CEVHER yaratıp, bütün kâinatı bundan sırası ile yavaş yavaş yaratmıştır. Bu CEVHER’e Hakikât-i Muhammedi, Levh-i Mâhfuz, Rûh-i İzâfi, ve Aklı-ı Küll denir. Şeriat dilinde adı CEBRAİL’dir''.

HAYVANÎ RÛH; YER TUTAR Kİ, YERİ KARACİĞERDİR. YANİ CİĞERDE OLAN DUMAN BUHARIDIR Kİ, BEDENE YAYILMIŞ DAMARLAR NEDENİYLE BEDENE SİRAYET EDER. (Hayvan; Hayat demektir) (İsmail Hakk Bursevi Hz. İlâhi isimler)

 ‘’La’l-i Cânân olalıdan ey Niyâzî meşrebin, Sözlerin uşşak içinde ab-ı hayvân eyledi’’

Kâmilin sözü âşıklara cân bahşeder. Zirâ onların sohbeti hayât suyu, ab-ı hayât’tır. Âdemin yaradılışındaki su, bu sudur.Suyun karıştırılıp çamur hâline getirilen topraksa, özü oluşturan CEVHER’dir. Karıştır ikisini, şimdi o  oluşması gereken şekli almıştır, alır. Yani HİKMET olur. Bu ikisinin karışımından meydana gelen varlığın istidadı oluşmuştur. Neye ? ‘’RÛH’u KABÛLE’’

İSTİDAT; RÛH’U KABULDÜR. BU İSTİDAT OLUŞMADAN RÛH ÜFLENMEZ. (İnsanî Rûh)

HAYAT ALLAH’IN SIFATIDIR. KÂMİLİN SÖZLERİ CANLIDIR. ZİRÂ KÂMİLİN KELÂMI AB-I HAYVAN’DIR. YANİ AB-I HAYÂT’TIR. HAYVAN CÂNLI, YAŞAYAN DEMEKTİR. (Niyazî Mısrî Divanı Syf. 186-187)

Ken’an Rıfâî Hz.ise şöyle der; Bir de izâfi Rûh vardır ki, o ancak bir Kâmil İnsan’a vusul ile kazanılır. İşte CEZBE’yi kabul eden bu Rûh, ‘’CÂN-I CÂN-I CAN’’dır. Yani bir CAN(Hayvani Rûh) vardır, sonra bunun içinde bir CAN(Sıfati Rûh) daha vardır ki o da Hakikât-i Muhammedi’dir. Bir CAN daha vardır ki ‘’SIRRULLAH’’tır, ALLAH’ tır. Yani ‘’CÂN-I CÂN-I CAN’’ budur. (Hz. İsmâil Syf. 69)

ÖLÜM; İNSANİ RÛH’UN AYRILMASI VE HAYVANÎ RÛH’UN SÖNMESİDİR. İNSANİ RÛH ELEMDEN HABERSİZDİR. HAYVANÎ RÛH İSE AYRILMAYI HİSSEDER VE AZAP ÇEKER. CEHENNEMDE AZAP ÇEKENLERİN ELEMİ DE HAYVANÎ ELEMDİR. ‘’Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez’’

ÇÜNKÜ NEFS-İ NATIKÂ(insanın hakîkati) KUDSİ BİR RÛH’TUR VE HAK’KIN ZÂT’INA BAĞLIDIR. HAK’KIN ZÂT’INDA YARADILIŞ SIFATI OLMAZ.

ÖLÜM DÜNYA MENZİLİNDEN, AHİRET(Misal-Hayal) ÂLEMİNE İNTİKÂL(DOĞUM) DEMEKTİR.

Dünyada her şeyin HAYAT’ı, belli bir süreye kadar devam eder. Bir canlının nefeslerinin sona ermesi, BERZAH âlemine intikalle gerçekleşen son nefestir.

BERZAH; BEYNE-BEYNE(ikisinin ortasında, ikisinin arasında anlamında, Mücerret/soyut) demektir.

BERZAH; iki şeyi ayıran ve hiç bir zaman uç olmayan bir şeydir. Gölge ve Güneşi ayıran çizgi gibi.

BERZAH; Bilinen- bilinmeyen, var olan- olmayan, akledilir olan ve olmayan şeyler arasında ayırıcı bir durumdur. Hayal BERZAH gibidir. Ne vardır, ne yoktur. Ne bilinir, ne bilinmez.

BERZAH; Aralarında bulunduğu iki şey ile ZÂT’ı gereği kavuşur. BERZAH’I BERZAH YAPAN ÖZELLİK, KENDİSİNDE BERZAH BULUNMAMASIDIR. Berzah iki ucu da kendinde birleştirirken, aynı zamanda iki âlem arasındaki mekândır.

BERZAH’ın, Berzah olabilmesi için her iki uçtan da kendinde var olması gerekir. Örn: Münafık; Kâfir ile Mümin arasında, Kalp; Rûh ve Nefs arasında, BESMELE(B harfi); Kur’ân’ın her sûresinde KUL ile ZÂT’I ÂKDES/İLÂHİ KAYNAK arasında BERZAH’tır.Araf’da, cennet ve cehennem arasında BERZAH’tır.

MİSAL ÂLEMİ; MADDİ VE MANEVÎ ÂLEM ARASINDAKİ ‘’BERZAH-I SUĞRÂ’’(en küçük Berzah) iken,CEBARÛT ÂLEMİ;  VARLIKLARIN MUTLÂK GAYB MERTEBESİNE ULAŞMASINI ENGELLEYEN ‘’BERZAH-I KÜBRÂ’’(en büyük Berzah) dır.

HZ. PEYGAMBER de; HAKK VE HALK ARASINDA BERZAH’TIR.

İNSANÎ RÛH, BERZAH’TA İLİMLER VE ÂMELLER SÛRETİNDE BİR ŞEKİL VE SÛRETE GİRER. ORADA İDRAK HAKİKİDİR.  BERZAH’taki sürenin ardından KIYAMET’teki süre  başlar.

KIYAMET GÜNÜNDEKİ YEDİ TEMEL YER:

-AMELLERİN SUNUM YERİ VE DEFTERLERİN ALINMASI: Defteri sağından verilen kimse MÜMİN VE MUTLU iken, solundan verilen kimse MÜNAFIKTIR. KAFİR’in (örtülünün) ise defteri yoktur.

-TERAZİLERİN KONDUĞU YER: Amelleri tartmak için teraziler konulur. Burada RÛH âmelleri tartılır (göz, kulak, dil, el, mide, cinsel uzuv ve ayak) . Allah’a ortak koşanlar için kıyamet gününde terazi konulmaz.

-YOL: Sırat yoludur. Bu yolun kıldan ince, kılıçtan keskin olduğu söylenmiştir. Bu yol şeriat bilgisidir. Şeriat dosdoğru yoldur. İnsanların âmelleri kendilerini yolda tutar.

-A’RAF: Cennet ve Cehennem arasında bir SUR’dur. Bir tarafı Cennete bakar ki, RAHMET’tir. Bir tarafı Cehennem’e bakar ki, AZAP’tır. Terazilerinin kefeleri eşit olan kimseler orada bulunur. A’raf ‘’HAKK’I GÖRENLER’’ ile ondan ’’PERDELENENLER’’ arasındaki bir sınırdır. A’RAF, ORTA YERDİR.

-ÖLÜMÜN KURBAN EDİLMESİ: Allah ÖLÜM’ü ‘’PARLAK BİR KOÇ’’ sûretinde ortaya çıkarır. YAHYA(a.s.), elinde bir bıçak olduğu halde gelir ve ölümü yatırıp boğazını keser. Cennetlikler; ‘’Allah seni mübarek etsin. Bizi dünya sıkıntısından kurtardın’’ diye sevinirken, Cehennemlikler ise; ‘’orada ne ölür, ne hayat bulurlar’’(El-A’la-28) ayeti gereği uykuda gibidirler. Hz. Peygamber ‘’Ölüm mümin için bir hediyedir’’ demiştir. Ölümün kurban edildiği gün ‘’HASRET GÜNÜ’’ diye isimlendirilir. Bu durum her iki grup için de ‘’EBEDİLİĞİN’’ özelliğini ortaya koyar.
Cennet ehli nasıl Cennet’ten lezzet ve tat alırsa, Cehennem ehli de AZAP’tan öyle tat alır. Azap TAD’dır.‘’Tadın azabımı’’(Kâmer-39) güzel şeyler tadılır. Cehennemlikler ateş ehlidir. Ateş, ateşi yakmaz.

‘’Yahya; Hayy/Hayat demektir ve bu isim ona Allah tarafından verilmiştir. ÖLÜM’ü de ancak onun zıddı olan HAYAT yok edebilir’’.

-HÜKÜMDARIN ZİYAFET SOFRASI: Bu sofra , hükümdarın cennetliklere sunduğu bir sofradır. Ziyafet sofrasının bulunduğu meydanın toprağı ise tıpkı güneşin kursu gibi beyaz topraktır. Cennetlikler Yunus balığının ciğeri ile nimetlenirken, Cehennemlikler’e  Boğa’nın dalağı verilir. (İbn Arabi Hz. Fütühat-ı Mekkiye'den alıntılar) 

KONUYA BATINÎ BOYUTUYLA BAKACAK OLURSAK KIYAMET; KIYAM ETMEK YANİ AYAĞA KALKMAKTIR. SÛR’a üfleyecek olan İSRAFİL, Hayat veren, dirilten İnsan-ı Kâmil’dir.

HAYY/DİRİ ve HAYAT SAHİBİ SADECE ALLAH’tır. HALK/ yaradılmışlar ise varlıklarıyla ALLAH için, ALLAH nedeniyle HAYAT sahibidirler. Onların HAYAT’ı ‘’İZÂFİ’’ (başkasına bağlı olarak devam eden)bir hayattır. Bu nedenle zamanı geldiğinde o HAYAT geri alınır.

Halk, Allah nedeniyle HAYAT sahibidir. Allah’ın HALK’taki HAYAT’ı ‘’TAM ve TEK’’ hayattır. Ancak yaradılmışlarda çeşitli görünümler (çokluk) arzeder. İliyyun Melekleri, Kalem-i Âla, Levh-i Mahfuz gibi tabiat unsurlarından meydana gelmeyen şeyler, hepsi İnsan-ı Kâmil’in içindedir. 

Hayvani İnsan, Melek, Cin, Bitkiler, Madenler, görünmeyen canlılar(virüs, mikrop) bunların hepsi kendileri için değil, başkaları için vardır. Hepsinin bir hayatı vardır, ancak izafidir. HER ŞEYİN HAYATI, TAM HAYATIN İÇİNDE’dir.


ÇÜNKÜ, HAYAT TEK BİR CEVHER'DEN İBARETTİR.