HIZIR (as.):
Kur’ân’ı
Kerîm’in; Kehf sûresi 60. ve 82. âyetleri arasında geçen ‘’HIZIR VE MÛSÂ’’
kıssalarında, Hızır’dan çokça bahsedilir.
Hızır(Ebû’l Abbas Ahmed el- Hıdır); Zu’lkarneyn’in
ordusunda bir askerdir. Zu’lkarneyn tarafından su kaynağı bulmak üzere
görevlendirilmiş, Ab-ı Hayat/ölümsüzlük suyunu bulmuş ve o sudan içerek
ölümsüzlüğe kavuşmuştur. (Zu’lkarneyn; iki boynuzlu. DOĞU ve BATI’ya yani RÛH
ve NEFS’e hükmeden KALP’tir)
KEHF
SÛRESİNDE HIZIR VE MÛSA İLE İLGİLİ VÂKIA ŞÖYLE ANLATILIR:
‘’Mûsâ(a.s.),
genç arkadaşı(Yûşa a.s.) ile birlikte ‘’iki
denizin birleştiği’’ yere doğru sefere çıkarlar. İki denizi birleştiği yere
vardıkları halde farkına varmazlar, yollarına devam ederler. ‘’kaya’’ ya sığındıkları sırada yanlarına
azık olarak aldıkları ‘’balık’’ larını
unuttuklarını hatırlarlar. Ölü olan balık
canlanmış, denizde belli bir iz bırakarak gözden kaybolmuştur. Hemen balığın
bıraktığı izi takip ederek geri dönerler’’
‘’Orada
Allah’ın kullarından bir Abd’ı/kulu (Hızır’ı) bulurlar. Mûsâ; Hızır’a, kendisine tâbi olmak ve Allah’ın ona
bahşettiği ilminden (Ledün ilmi) yararlanmak istediğini söyler. Hızır da, Mûsâ’ya
kendisi ile bir birlikteliğe gücünün yetmeyeceğini anlatır. Mûsâ’nın ısrarları
üzerine birlikte bir yolculuğa çıkarlar’’
‘’Bir gemiye binerler ve Hızır gemiyi deler. Mûsâ, bu duruma itiraz eder. Hızır da onun
kendisi ile bu yolculuğa dayanamayacağını tekrarlar. Mûsâ özür diler ve
yolculuğa devam ederler’’
‘’Yolda bir erkek çocuğa rastlarlar. Hızır çocuğu
öldürür. Mûsâ, tertemiz bir nefse kıydığı için Hızır’ı kınar. Hızır ise onun
kendisi ile bu yolculuğa dayanamayacağını yineler. Mûsâ özür diler ve bir daha
onun işine karışırsa kendisini terk etmesini kabul edeceğini söyler’’
‘’Nihayet
bir köye varırlar. Köy halkı onlara yemek vermez ve onları misafir etmez. Hızır
ise, orada yıkılmakta olan bir duvarı doğrultur. Mûsâ, bunun karşılığında
Hızır’a bir ücret talep etmesini söyler’’
‘’Hızır; ‘’Bu,
senin ve benim aramızın ayrılmasıdır’’ der ve sabredemediği şeylerin iç
yüzünü Mûsâ’ya anlatır’’.
‘’Gemi,
denizde çalışan ‘’MİSKİN’’ kimselere
aitti ve ben onu delerek kusurlu kıldım. Çünkü peşlerinde bir ‘’MELİK’’ vardı ve her sağlam gemiyi
gasp ediyordu. Onu kusurlu kılarak onların gemilerini kurtardım’’
‘’Erkek
çocuğa gelince, onun ana ve babası MÜMİN
kimselerdi. Çocuk ise gelecekte KÂFİR
olacaktı. Rableri onlara daha iyisini versin istedim’’
‘’Yıkık olan
duvar ise, şehirdeki iki yetim çocuğundu ve altında onlara ait bir ‘’HAZİNE’’ vardı. Onların babaları SÂLİH bir kimse idi. Rabbin diledi ki,
çocuklar rüştlerine ersinler ve kendilerine ait defineyi çıkarsınlar’’
‘’Ben bu işleri
kendiliğimden yapmadım’’. İşte sabredemediğin işlerin Te’vil’i budur.
İbnü’l Arabî
Hazretleri, Tefsir’i Kebir’de bu âyetleri şöyle yorumlar:
Kalp Mûsâ’sı;
nefis genci ile beraber(Yûşa a.s.) bir yolculuğa/Seyr-i Süluk’a çıkarlar.
Hedefleri ‘’iki denizin birleştiği’’
yere varmaktır. İki deniz ise tatlı ve tuzlu su konumundaki, CİSİM ve RÛH
âlemidir (Macme’ül Bahreyn. Konya’da Hz. Şems ve Mevlâna’nın buluştukları yerin
de ismidir).
İki denizin
yani MADDE ve MÂNÂ’nın birleştiği yerde, ‘’kaya’’
ya sığındıkları (Mânâ sütü ile beslendikleri) sırada ‘’balık’’ larını yani ‘’nefsi’’
unuttuklarını fark ederler. Balık/nefs, beden denizinde bir yol bırakarak
gitmiştir. O yolu takip ederek geri dönerler (Balıkla simgelenen nefs, iki
denizin birleştiği yerde, ‘’Abı-ı Hâyat’’ suyu ile ölü iken dirilmiştir. Nefs, tekâmül
için Allah’ın kuluna bir lûtfudur. Nefs olmadan yol alınamaz).
Orada
Allah’ın kullarından bir Abd’ı (Hızır’ı) bulurlar. Aradıkları O’dur. Mûsâ, bir
zamanlar kendisinden daha âlim birinin olmadığını iddia etmiş, Allah da
kendisine, Ondan daha âlim birinin olduğunu, iki denizin birleştiği yerde onu
bulabileceğini söylemiştir. Bu ise; ‘’kutsî
akıl’’ olan HIZIR’dır. (İlk akıl, Cebrâil, Rûh, Nûr, Kalem, Levha aynı
anlamı taşır)
Mûsâ; Kudsî Akıl olan Hızır’a tâbi
olmak ve onun ilminden yararlanarak kemâle ermek için onunla bir yolculuğa
çıkmak ister. Hızır, bu yolculuğun Mânâ yolculuğu olduğunu, henüz Madde ile
perdeli olan Mûsâ’nın bu yolculuğa/seyr-i süluğa dayanamayacağını söyler, ancak
Mûsâ çok ısrarcıdır.
Hızır kabul
eder ve Mûsâ’ya (kalbe); Seyirde, amellerde, riyâzatta, ahlâkta ve mücâdelede ona
tâbi olmasını, vakti gelince olayların hakîkatlerini kendisine bildireceğini
söyler.
Birlikte bir
gemiye binerler ve Hızır gemiyi deler. Hızır; Allah’a doğru seyir amacıyla,
heyûli denizinde, kutsî âleme doğru yol alan ve kulluğa elverişli beden
gemisini, riyâzatla, yiyeceğini azaltmakla, düzenini bozmakla ve onu zayıf
düşürmekle güçsüz bırakır. Mûsâ/kalp, hayvani ve nebati kuvvetlerin boğulması
gayesiyle yapılan bu olayları hoş karşılamaz ve Hızır’ı kınar. Hızır’ın
uyarması ile Mûsâ özür diler. Bu Nefs-i
Levvâme (2. mertebe) makamında bir özürdür.
Yollarına
devam ederler. Hızır bir erkek çocuğu öldürür. Çocuktan maksat sıfatlarıyla
ortaya çıkıp kalbi perdeleyen ve kötülüğü emreden Nefs-i Emmare’dir. Öldürülmesi de gazap, şehvet ve benzeri
sıfatların yok edilmesi anlamındadır. Mûsâ’nın ‘’tertemiz bir nefsi öldürdün’’
diyerek itiraz etmesi, kalbin hala nefse yönelik sempatisinin olmasındandır (Telvin/kalp
hâlden hâle geçmektedir). Hızır, Mûsâ’yı bu mânevî yolculuğa dayanamayacağı
hususunda tekrar uyarır. Mûsâ/Kalp, bir daha itiraz ederse kendisi ile
yollarının ayrılmasına itiraz etmeyeceğini söyler.
Yine
yürürler. Nihayet bir köy halkına/bedensel kuvvetlere rastlarlar. Köy halkının
yani bedensel kuvvetlerin onlara yiyecek vermemesi ve misafir etmemesi, o
sırada onların gıdalarının üst taraftan, kutsî nurlardan, ilâhi mârifetlerden,
gaybi tecellilerden kaynaklanmasındandır. Artık gıdaları, bundan önceki gibi
ayaklarının altından değildir.
Yıkılmak
üzere olan duvar ise Nefs-i
Mutmainne’dir (emin olmuş nefs). Hızır’ın onu doğrultması, kemâlat ve güzel
faziletlerle sağlamlaştırması anlamındadır. Mûsâ’nın bu iş karşısında Hızır’a ‘’bir ücret alsaydın’’ teklifi ise
yollarının ayrılmasına sebep olur. Hızır; ‘’Riyazat
aracılığıyla nefsi imar etmek, fazilet ve ilâhi ahlakla ahlaklanmak sevap ve
bir gaye için değildir. Gaye, ortaya perde koymak değil, nefsin perdelerinin açılmasıdır.’’ der ve
Mûsâ’nın sabredemediği şeylerin TE’VİL’ini (iç yüzünü) açıklar. (İbnü’l Arabî
Hz. Tefsir-i Kebir Te’vilat Syf.708-715)
Gemi insanın
varlığıdır. O varlık gemisinde bir delik açılır da varlığa İlm-i Ledünden dolmaya
başlarsa Nefs-i Emmâre olan hükümdar o insandan elini çeker. Zira o beden artık
onun işine yaramaz.
Çocuk,
Nefs-i Emmâre’dir, daha işin başında başını koparmak, kesmek gerekir.
Doğrultulan
duvar da vücûddur, yani Hızır(Rûh) vücudu doğrultur, vücudun Vücûdullah (Allah’ın vücûdu) olduğunu
ispat eder. İki yetimden biri ÖZ, biri de SÖZ’dür. ÖZ zât, SÖZ sıfattır. Nefs-i
Emmâre olan çocuk öldürülmezse sıfat ve zâta zarar verecektir. Define HAKÎKAT’tir. Hakîkat’te okumakla,
duymakla olmaz. Onun üstadı da İnsan-ı Kâmil’dir. (Niyâzî-i Mısrî Divanı Syf.
290)
‘’Ben bu işleri kendiliğimden yapmadım’’ işte en can alıcı söz budur.
Hızır; Ab-ı Hayat denilen Ledünni
bilgiye, vehbî/vâsıtasız ilme sahip bir zâttır.
Hızır bu bilgiyi, Allah ile kulun
arasındaki ‘’özel yön’’ den Vech-i Has’tan almıştır. Her yaradılmışta, Allah ile kendi arasında böyle bir yön
vardır.
Hızır
Mûsâ’nın, Mûsâ’da Hızır’ın bilgisine sahip değildir.
Hızır’ın bir
adı da ‘’YEŞİL’’ dir. Böyle
anılmasının nedeni bulunduğu her yeri canlandırmasındandır. Çünkü Hızır, Rûhullah’tır.
(Cili Hz. İnsan-ı Kâmil Syf. 437)
Hızır
ayrıca; ‘’dört sütun’’ dan biridir.
Diğerleri; 4. Semâ’da yaşayan İdris, 2. Semâ’da yaşayan Îsâ ve yeryüzünde
yaşayan İlyas’tır. Bunlar din evini ayakta tutan sütunlardır. Risâlet,
Nübüvvet, Velâyet ve Îmân’ı korurlar.
Özetlersek;
Tâlip, suflî âlem de denilen dünyaya geldiği günden beri, koptuğu ulvî âleme
geri dönebilmek için, Mânâ ve Madde’sini (iki deniz) birleştirme çabası
içindedir. Bu birleşme ile ilk dirilen nefs
olur. Bu içsel bir yolculuktur ve KALP
ile yapılır.
Bu yolculuk
sırasında pek çok yol kesici ortaya çıkar. Nefsâni arzular, bedensel kuvvetler
ve benzerleri. KALP de, NEFS ve RÛH arasında gider gelir. Kalbi nefsin esaretinden
kurtarmak için, gemi diye tabir edilen bedenin riyâzat, açlık ile düzeninin
bozularak kusurlu kılınması gerekir.
Bir süre
sonra bu çabalar işe yarar ve kalp güçlenmeye, parlamaya ve eğer istidâdında
da varsa Ledün ilmî de denilen ilâhi tecellîler kalbe akmaya başlar. Bu
‘’Rûhullah’’ olan HIZIR (diriltici Rûh) aracılığıyla gerçekleşir. Artık Nefs,
tekâmül yolundadır.
Hızır’ın
Ledûn ilmi; Ab-ı Hayat/ölümsüzlük suyu da denilen vâsıtasız/vehbî ilimdir. Bu
ilimle gıdalananlara, başlarının üzerinden beslendikleri için, BAŞSIZ’da denir. Bunlar, ilmi başlarından,
ayaklarının altından (vâsıtalı/kesbî) değil, kalplerinden aracısız alanlardır.
Mûsâ, Hızır
ile yolculuğa dayanamamıştır. Çünkü Mûsâ aklı, Hızır rûhu temsil etmektedir.
Aklın diğer adı ‘’KÖSTEK’’ tir. Hz.
Peygamber bile Mirâca çıkarken Kutsî aklı temsil eden Cebrâil ile Sıdre’ye
kadar çıkmış, sonra bineğini değiştirerek AŞK’ı
temsil eden ‘’REF REF’’e binmiştir.