27 Temmuz 2016 Çarşamba


HIZIR (as.):

Kur’ân’ı Kerîm’in; Kehf sûresi 60. ve 82. âyetleri arasında geçen ‘’HIZIR VE MÛSÂ’’ kıssalarında, Hızır’dan çokça bahsedilir.

Hızır(Ebû’l Abbas Ahmed el- Hıdır); Zu’lkarneyn’in ordusunda bir askerdir. Zu’lkarneyn tarafından su kaynağı bulmak üzere görevlendirilmiş, Ab-ı Hayat/ölümsüzlük suyunu bulmuş ve o sudan içerek ölümsüzlüğe kavuşmuştur. (Zu’lkarneyn; iki boynuzlu. DOĞU ve BATI’ya yani RÛH ve NEFS’e hükmeden KALP’tir)

KEHF SÛRESİNDE HIZIR VE MÛSA İLE İLGİLİ VÂKIA ŞÖYLE ANLATILIR:

‘’Mûsâ(a.s.), genç arkadaşı(Yûşa a.s.) ile birlikte ‘’iki denizin birleştiği’’ yere doğru sefere çıkarlar. İki denizi birleştiği yere vardıkları halde farkına varmazlar, yollarına devam ederler. ‘’kaya’’ ya sığındıkları sırada yanlarına azık olarak aldıkları ‘’balık’’ larını unuttuklarını hatırlarlar. Ölü olan balık canlanmış, denizde belli bir iz bırakarak gözden kaybolmuştur. Hemen balığın bıraktığı izi takip ederek geri dönerler’’

‘’Orada Allah’ın kullarından bir Abd’ı/kulu (Hızır’ı) bulurlar. Mûsâ;  Hızır’a, kendisine tâbi olmak ve Allah’ın ona bahşettiği ilminden (Ledün ilmi) yararlanmak istediğini söyler. Hızır da, Mûsâ’ya kendisi ile bir birlikteliğe gücünün yetmeyeceğini anlatır. Mûsâ’nın ısrarları üzerine birlikte bir yolculuğa çıkarlar’’

‘’Bir gemiye binerler ve Hızır gemiyi deler. Mûsâ, bu duruma itiraz eder. Hızır da onun kendisi ile bu yolculuğa dayanamayacağını tekrarlar. Mûsâ özür diler ve yolculuğa devam ederler’’

‘’Yolda bir erkek çocuğa rastlarlar. Hızır çocuğu öldürür. Mûsâ, tertemiz bir nefse kıydığı için Hızır’ı kınar. Hızır ise onun kendisi ile bu yolculuğa dayanamayacağını yineler. Mûsâ özür diler ve bir daha onun işine karışırsa kendisini terk etmesini kabul edeceğini söyler’’

‘’Nihayet bir köye varırlar. Köy halkı onlara yemek vermez ve onları misafir etmez. Hızır ise, orada yıkılmakta olan bir duvarı doğrultur. Mûsâ, bunun karşılığında Hızır’a bir ücret talep etmesini söyler’’

‘’Hızır; ‘’Bu, senin ve benim aramızın ayrılmasıdır’’ der ve sabredemediği şeylerin iç yüzünü Mûsâ’ya anlatır’’.

‘’Gemi, denizde çalışan ‘’MİSKİN’’ kimselere aitti ve ben onu delerek kusurlu kıldım. Çünkü peşlerinde bir ‘’MELİK’’ vardı ve her sağlam gemiyi gasp ediyordu. Onu kusurlu kılarak onların gemilerini kurtardım’’

‘’Erkek çocuğa gelince, onun ana ve babası MÜMİN kimselerdi. Çocuk ise gelecekte KÂFİR olacaktı. Rableri onlara daha iyisini versin istedim’’

‘’Yıkık olan duvar ise, şehirdeki iki yetim çocuğundu ve altında onlara ait bir ‘’HAZİNE’’ vardı. Onların babaları SÂLİH bir kimse idi. Rabbin diledi ki, çocuklar rüştlerine ersinler ve kendilerine ait defineyi çıkarsınlar’’

‘’Ben bu işleri kendiliğimden yapmadım’’. İşte sabredemediğin işlerin Te’vil’i budur.

İbnü’l Arabî Hazretleri, Tefsir’i Kebir’de bu âyetleri şöyle yorumlar:

Kalp Mûsâ’sı; nefis genci ile beraber(Yûşa a.s.) bir yolculuğa/Seyr-i Süluk’a çıkarlar. Hedefleri ‘’iki denizin birleştiği’’ yere varmaktır. İki deniz ise tatlı ve tuzlu su konumundaki, CİSİM ve RÛH âlemidir (Macme’ül Bahreyn. Konya’da Hz. Şems ve Mevlâna’nın buluştukları yerin de ismidir).

İki denizin yani MADDE ve MÂNÂ’nın birleştiği yerde, ‘’kaya’’ ya sığındıkları (Mânâ sütü ile beslendikleri) sırada ‘’balık’’ larını yani ‘’nefsi’’ unuttuklarını fark ederler. Balık/nefs, beden denizinde bir yol bırakarak gitmiştir. O yolu takip ederek geri dönerler (Balıkla simgelenen nefs, iki denizin birleştiği yerde, ‘’Abı-ı Hâyat’’ suyu ile ölü iken dirilmiştir. Nefs, tekâmül için Allah’ın kuluna bir lûtfudur. Nefs olmadan yol alınamaz).

Orada Allah’ın kullarından bir Abd’ı (Hızır’ı) bulurlar. Aradıkları O’dur. Mûsâ, bir zamanlar kendisinden daha âlim birinin olmadığını iddia etmiş, Allah da kendisine, Ondan daha âlim birinin olduğunu, iki denizin birleştiği yerde onu bulabileceğini söylemiştir. Bu ise; ‘’kutsî akıl’’ olan HIZIR’dır. (İlk akıl, Cebrâil, Rûh, Nûr, Kalem, Levha aynı anlamı taşır)

Mûsâ; Kudsî Akıl olan Hızır’a tâbi olmak ve onun ilminden yararlanarak kemâle ermek için onunla bir yolculuğa çıkmak ister. Hızır, bu yolculuğun Mânâ yolculuğu olduğunu, henüz Madde ile perdeli olan Mûsâ’nın bu yolculuğa/seyr-i süluğa dayanamayacağını söyler, ancak Mûsâ çok ısrarcıdır.

Hızır kabul eder ve Mûsâ’ya (kalbe); Seyirde, amellerde, riyâzatta, ahlâkta ve mücâdelede ona tâbi olmasını, vakti gelince olayların hakîkatlerini kendisine bildireceğini söyler.

Birlikte bir gemiye binerler ve Hızır gemiyi deler. Hızır; Allah’a doğru seyir amacıyla, heyûli denizinde, kutsî âleme doğru yol alan ve kulluğa elverişli beden gemisini, riyâzatla, yiyeceğini azaltmakla, düzenini bozmakla ve onu zayıf düşürmekle güçsüz bırakır. Mûsâ/kalp, hayvani ve nebati kuvvetlerin boğulması gayesiyle yapılan bu olayları hoş karşılamaz ve Hızır’ı kınar. Hızır’ın uyarması ile Mûsâ özür diler. Bu Nefs-i Levvâme (2. mertebe) makamında bir özürdür.

Yollarına devam ederler. Hızır bir erkek çocuğu öldürür. Çocuktan maksat sıfatlarıyla ortaya çıkıp kalbi perdeleyen ve kötülüğü emreden Nefs-i Emmare’dir. Öldürülmesi de gazap, şehvet ve benzeri sıfatların yok edilmesi anlamındadır. Mûsâ’nın ‘’tertemiz bir nefsi öldürdün’’ diyerek itiraz etmesi, kalbin hala nefse yönelik sempatisinin olmasındandır (Telvin/kalp hâlden hâle geçmektedir). Hızır, Mûsâ’yı bu mânevî yolculuğa dayanamayacağı hususunda tekrar uyarır. Mûsâ/Kalp, bir daha itiraz ederse kendisi ile yollarının ayrılmasına itiraz etmeyeceğini söyler.

Yine yürürler. Nihayet bir köy halkına/bedensel kuvvetlere rastlarlar. Köy halkının yani bedensel kuvvetlerin onlara yiyecek vermemesi ve misafir etmemesi, o sırada onların gıdalarının üst taraftan, kutsî nurlardan, ilâhi mârifetlerden, gaybi tecellilerden kaynaklanmasındandır. Artık gıdaları, bundan önceki gibi ayaklarının altından değildir.

Yıkılmak üzere olan duvar ise Nefs-i Mutmainne’dir (emin olmuş nefs). Hızır’ın onu doğrultması, kemâlat ve güzel faziletlerle sağlamlaştırması anlamındadır. Mûsâ’nın bu iş karşısında Hızır’a ‘’bir ücret alsaydın’’ teklifi ise yollarının ayrılmasına sebep olur. Hızır; ‘’Riyazat aracılığıyla nefsi imar etmek, fazilet ve ilâhi ahlakla ahlaklanmak sevap ve bir gaye için değildir. Gaye, ortaya perde koymak değil,  nefsin perdelerinin açılmasıdır.’’ der ve Mûsâ’nın sabredemediği şeylerin TE’VİL’ini (iç yüzünü) açıklar. (İbnü’l Arabî Hz. Tefsir-i Kebir Te’vilat Syf.708-715)

Gemi insanın varlığıdır. O varlık gemisinde bir delik açılır da varlığa İlm-i Ledünden dolmaya başlarsa Nefs-i Emmâre olan hükümdar o insandan elini çeker. Zira o beden artık onun işine yaramaz.

Çocuk, Nefs-i Emmâre’dir, daha işin başında başını koparmak, kesmek gerekir.

Doğrultulan duvar da vücûddur, yani Hızır(Rûh) vücudu doğrultur, vücudun Vücûdullah (Allah’ın vücûdu) olduğunu ispat eder. İki yetimden biri ÖZ, biri de SÖZ’dür. ÖZ zât, SÖZ sıfattır. Nefs-i Emmâre olan çocuk öldürülmezse sıfat ve zâta zarar verecektir. Define HAKÎKAT’tir. Hakîkat’te okumakla, duymakla olmaz. Onun üstadı da İnsan-ı Kâmil’dir. (Niyâzî-i Mısrî Divanı Syf. 290)

 ‘’Ben bu işleri kendiliğimden yapmadım’’ işte en can alıcı söz budur.

Hızır; Ab-ı Hayat denilen Ledünni bilgiye, vehbî/vâsıtasız ilme sahip bir zâttır.

Hızır bu bilgiyi, Allah ile kulun arasındaki ‘’özel yön’’ den Vech-i Has’tan almıştır. Her yaradılmışta,  Allah ile kendi arasında böyle bir yön vardır.

Hızır Mûsâ’nın, Mûsâ’da Hızır’ın bilgisine sahip değildir.

Hızır’ın bir adı da ‘’YEŞİL’’ dir. Böyle anılmasının nedeni bulunduğu her yeri canlandırmasındandır. Çünkü Hızır, Rûhullah’tır. (Cili Hz. İnsan-ı Kâmil Syf. 437)

Hızır ayrıca; ‘’dört sütun’’ dan biridir. Diğerleri; 4. Semâ’da yaşayan İdris, 2. Semâ’da yaşayan Îsâ ve yeryüzünde yaşayan İlyas’tır. Bunlar din evini ayakta tutan sütunlardır. Risâlet, Nübüvvet, Velâyet ve Îmân’ı korurlar.

Özetlersek; Tâlip, suflî âlem de denilen dünyaya geldiği günden beri, koptuğu ulvî âleme geri dönebilmek için, Mânâ ve Madde’sini (iki deniz) birleştirme çabası içindedir. Bu birleşme ile ilk dirilen nefs olur. Bu içsel bir yolculuktur ve KALP ile yapılır.

Bu yolculuk sırasında pek çok yol kesici ortaya çıkar. Nefsâni arzular, bedensel kuvvetler ve benzerleri. KALP de, NEFS ve RÛH arasında gider gelir. Kalbi nefsin esaretinden kurtarmak için, gemi diye tabir edilen bedenin riyâzat, açlık ile düzeninin bozularak kusurlu kılınması gerekir.

Bir süre sonra bu çabalar işe yarar ve kalp güçlenmeye, parlamaya ve eğer istidâdında da varsa Ledün ilmî de denilen ilâhi tecellîler kalbe akmaya başlar. Bu ‘’Rûhullah’’ olan HIZIR (diriltici Rûh) aracılığıyla gerçekleşir. Artık Nefs, tekâmül yolundadır.

Hızır’ın Ledûn ilmi; Ab-ı Hayat/ölümsüzlük suyu da denilen vâsıtasız/vehbî ilimdir. Bu ilimle gıdalananlara, başlarının üzerinden beslendikleri için, BAŞSIZ’da denir. Bunlar, ilmi başlarından, ayaklarının altından (vâsıtalı/kesbî) değil, kalplerinden aracısız alanlardır.


Mûsâ, Hızır ile yolculuğa dayanamamıştır. Çünkü Mûsâ aklı, Hızır rûhu temsil etmektedir. Aklın diğer adı ‘’KÖSTEK’’ tir. Hz. Peygamber bile Mirâca çıkarken Kutsî aklı temsil eden Cebrâil ile Sıdre’ye kadar çıkmış, sonra bineğini değiştirerek AŞK’ı temsil eden ‘’REF REF’’e binmiştir.