21 Mayıs 2017 Pazar

İSLÂM’IN ‘’BEŞ’’ ŞARTI

Hz. MUHAMMED; ‘’İSLÂMİYET ‘’BEŞ’’ÜZERİNE BİNA OLUNMUŞTUR’’ demiştir.   
                    
1. İSLÂM’IN ŞARTLARI: Namaz kılmak, Oruç tutmak, Hac’ca gitmek, Zekât vermek, Kelimeyi Şahâdet getirmek.

2. NAMAZIN VAKİTLERİ: Sabah, Öğle, Akşam, İkindi ve Yatsı namazları.

3. YARADILIŞ ÂLEMLERİ: Ahâdiyet, Cebârut, Melâkut, Mülk ve İnsan-ı Kâmil.

4. ALLAH’IN RESÛLÜ MÛHAMMED ve ONUN YANINDA BULUNANLAR; Hz. Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali’dir. Hepsi ‘’BEŞ’’ olur.

5. EHL-İ BEYT: Hz. Mûhammed, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin. 

Eldeki parmaklar ‘’BEŞ’’tir. (Sağ el:Hz. Mûhammed, Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali)

Âdem(a.s.) halk olunup da NÛR-I MÛHAMMEDİ alnında parladığı zaman, melekler onu görüp NÛR-I MÛHAMMED’i selâmladılar. Halbuki Âdem(a.s.) bu NÛR’u kendi alnında göremiyordu. Onun üzerine Cenab-ı Hakk’a hitap ederek ‘’Yâ Rabbi! Oğlum Mûhammed’in NÛR’unu görmek isterim. Alnımdaki yerini a’zâlarımdan başka biriyle tahvîl et(değiştir) ki görebileyim’’ niyâzında bulunmuştu. Cenab-ı Hakk, bu NÛR’u Âdem’in alnından alıp, sağ elinin işâret parmağında tahvîl buyurdu. Sonra, Âdem bakıp bu NÛR’un şehâdet parmağında parladığını görünce, şehâdet parmağını kaldırıp ‘’eşhedü en lâ ilâhe illâllah  ve enne Mûhammeden Resûlullah’’demiş idi. İşte bundan dolayı bu parmağa ‘’MÜSEBBİHA’’ ismi verilmiştir. Sonra Âdem (a.s.); ‘’Yâ Rabbi! Benim sûlbümde bu türlü NÛR’lardan göremediğim bir şey kalmış mıdır?’’ deyince Cenab-ı Hakk da; Nûr-ı  Ebûbekir’i orta parmağa, Nûr-ı Ömer’i yüzük parmağına, Nûr-ı Osman’ı serçe parmağına, Nûr-ı İmâm-ı Ali’yi de başparmağına tevdî ve emânet eylemiştir. Bu ‘’BEŞ’’ NÛR’un sağ elin ‘’BEŞ’’ parmağına konulmasındaki hikmet, sen bu ‘’BEŞ’’ parmağın başlarını bu ‘’BEŞ NÛR’’ sahiplerinin mûhabbeti üzerine KABZ ederek Resûlullah ile ashâbının aralarını ayırmayasın diyedir.

Ayrıca sağ eldeki parmaklar; Baş parmak Hz. Mûhammed, İşaret parmağı Hz. Ali, Orta parmak Hz. Fâtıma, diğer parmaklar Hasan ve Hüseyin yani Ehl-i Beyt’tir.

Sağ ve sol ayak parmakları da ‘’BEŞ’’dir. Sağ ayak BEŞ rekât NAMAZ’a, sol ayak ‘’BEŞ’’ dirhem ZEKÂT’a işaret etmektedir. İnsan hayırlı işlere koşarak ‘’BEŞ’’ vakit NAMAZ ve ZEKÂT ibâdetlerini yerine getirebilir. (İbnü’l Arabî Hz. Varlık Ağacı)

NAMAZ: Hz. Peygamber; ‘’Bana üç şey sevdirildi. Kadın, güzel koku ve gözümün nuru NAMAZ’’ demiştir. Kadın, NEFS’tir. Nefs, Allah’ın kuluna verdiği en kıymetli hediyedir. Nefs olmazsa tekâmül gerçekleşemez.. Koku, HAKÎKAT’tir. Peygamber’e herkesin Hâkikati/kokusu sevdirilmiştir. NAMAZ ise karanlık gönülleri aydınlatan NÛR’dur. NÛR ile yol alınır.

Namaz, abdest denilen temizlik ile başlar. Temizlik iki çeşittir. Biri su(Hayy) ile yapılan ve organları diriltmeye, temizlemeye yönelik olan dış temizlik, diğeri TÖVBE ile yapılan iç temizliktir(Kalp temizliği). Ayrıca suyun olmadığı zamanlarda temiz toprak, taş ve kireç sıvalı duvara el sürülerek de teyennüm ile temizlik yapılabilir.(Âdem topraktan, Âdemoğulları ise sudan yaratıldığı için Allah, temizliğin kendisinden yaratıldığımız su ve toprak ile olmasını istemiştir). Bir de SIR’rın abdesti vardır ki; Dünyayı terk, ahireti terk, varlığı terk ve terki terk’tir. Abdest alınırken ‘’AMENTÜ’’ duası okunur. Namaza; Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Âhirete, Hayır ve Şerrin Allah’tan olduğuna inanarak hazırlanılır.

Hz. Peygamber; ‘’Rükû ve secde, varlık halkasını tanrı kapısına vurmaktır’’ der. Kim o kapının halkasını döverse, elbette ona devlet baş gösterir(Allah, cemâlini gösterir)

Namaz tek bir FÂTİHA ile dahi kılınabilir. Namaz; melek, insan, hayvan, maden, bitki vb. gibi yaratılmışların her birine farz kılınmıştır.‘’Allah her canlıyı bir tür sudan yarattı. Onların bir kısmı karnı üzerinde yürür, bir kısmı iki ayağı üzerinde yürür, bir kısmı dört ayağı üzerinde yürür. Allah, neyi dilerse onu yaratır’’ (Nûr- 45)

Karnı üzerinde yürüyen yılanlar ve kurtcağızlar, iki ayağı üzerinde yürüyen kuşlar ve insanlar, dört ayak üzerinde yürüyen diğer hayvanlardır.

’Hiç bir canlı yoktur ki O’nu hamd ile beraber tesbih ediyor olmasın’’(İsrâ, 44) Bu âyet gereği bütün yaradılmış Allah’ı tesbih eder. Allah, bütün mahlûkatın ibâdet ve namazını insan da CEM etmiştir. İnsan, kıyamda karnı ve dört ayak üzerinde yürüyenlerin, secde de ağaçların ve duvarların da namazını kılarak bütün kâinatın namazını ifâ eder. İşte Kıyam, Rükû ve Secde deki fazilet budur.

Namaz; Kul’un Allah’a kalbi bir yönelişi olmasına rağmen, zâhiren de terk edilemez. Meselâ, kayısı çekirdeğinin sadece içi ekilirse kayısı çıkmaz. Kabuğu ile ekilmesi zorunludur. Namaz da içtedir, ama onu bir şekle sokmak zorunludur. Çünkü, mânânın sûretle bağlılığı vardır. Zâhirde NAMAZ kılmayan, hâkikatte de kılamaz.

Namaz’da kadın ellerini göğsüne, erkek ise göbek/karın kısmına koyar. Çünkü namazda kadın kalbini, erkek ise nefsini koruma altına alır. Vücudun kalp sınırından üst tarafına mânevi ve semâvi, alt kısmına da dünyevi sırlar yerleştirilmiştir. İnsanda hem Rûh, hem NEFS mevcûttur ve bunlar devamlı bir cenk halindedir. Her ikisi de diğerini etkisi altına almaya, KALB’e tesir etmeye çalışır. Namaz anında bu CENK daha da şiddetlenir. İşte bu durumda kadın kalbini, erkek ise nefsini koruma altına alır. Sonradan ellerin iki yana salınması, nefsin mağlûp edilmesidir.

SABAH NAMAZI(SIR): ‘’RIZKIN’’ dağıtıldığı ‘’AN’’dır. ŞAHİTLİDİR. Çünkü, gece ve gündüz meleklerinin huzurunda gerçekleşir. Gece melekleri defterlerini toplarken, gündüz melekleri defterlerini açar. (ŞÜKÜR)

ÖĞLE NAMAZI(RÛH): Tam tecelli. Saatin 12 hali/CEM. Gölgesizlik.

İKİNDİ NAMAZI(KALP): Orta namazdır. Çünkü KALP vücûdun ortasındadır. Kalp; RÛH ve NEFS arasında SIRAT-I MÜSTAKİM’dir.

AKŞAM NAMAZI(NEFS):  Akşam namazı, kendisindeki RÛH’un batmasından dolayı NEFS’in payıdır. Allah, sabah namazında ZÂT’ıyla bize tecelli eder. Akşam namazında tekrar karanlığa döndüğünde, bizi farklılıklardan BİR’liğe döndürür.(HAMD)

YATSI NAMAZI(TABİAT): Yatsı, tabiatın vasıflarından olan uyku vaktidir.

VİTR NAMAZI:  Akşam namazı gündüz namazının vitridir. Vitir namazı ise, yatsı namazının vitridir. ‘’ALLAH TEK’tir, TEK’i sever’’. Biz ise çift olalım diye iki vitr namazı emretmiştir. ‘Her şeyi çift yarattık’’ (Zâriyât, 49)

CUMA NAMAZI: Cuma namazına gûsül abdesti ile gidilir. Gûsülün manası KALP temizliğidir. Cuma, Âdem’in vücûdunun bir araya geldiği gündür. Bu nedenle o güne CUMA(toplanma) denmiştir.

BAYRAM NAMAZI:  Bayram senede iki kere gelir. Zira oruçlu için iki ferahlık vardır. Bir ferahlık iftar sırasında(1. Bayram), bir ferahlık RAB’bine kavuştuğu sıradadır(2. Bayram). Bu zamanda da kurban kesilir (Nefsin kurban edilmesi/kurb-an/yakîn olduğun an)

NÂFİLE NAMAZLAR: ‘’Bil ki, insanı Allah’a yaklaştıran âmeller ya FARZ’lar veya NÂFİLE’lerdir. FARZ’ların yanında NÂFİLE’lerin hiç bir itibar ve değeri yoktur. Vakitlerden bir vakitte, farzlardan bir farzı edâ etmek, bin sene nâfile edâ etmekten daha faziletlidir’’.

NAMAZ; RÛH’UN ALLAH’A MİRÂC’IDIR VE ALLAH’IN KULUNU ANIP TENEZZÜL ETTİĞİ YEGÂNE İBÂDET ŞEKLİDİR (Resûlullah’a Mirâç da ‘’Bekle yâ kulum, Rabb’in salat ediyor’’ nidâsı gelmiştir).

Her namaz, bir önceki namaza kadar işlediğin günahları siler. Namazı beklediği süre içinde insan namazdadır.

ORUÇ: Allah; senenin bir ayı, insanlara ORUÇ tutmayı farz kılmıştır.‘’Ey Îman edenler, üzerinize ORUÇ farz kılındı. Eğer gerçekten anlıyorsanız her güçlüğe rağmen ORUÇ tutmanız sizin için daha hayırlıdır’’ (Bakara, 183-184) Oruç sanıldığı gibi senenin bir ayı aç kalmaktan ibaret değildir. Orucun hikmetleri anlatmakla bitmez. Oruç bir insanın nefsi ile başarabileceği bir şey değildir. Ramazan ay’ında Allah kuluna ‘’SAMET/İHTİYAÇSIZLIK’’ismini giydirir ve kul bu sayede ORUÇ tutabilir. Ramazan ayının gündüzü Allah’a, gecesi kula aittir. Çünkü ORUÇ ‘’TENZİH’’tir ve TENZİH Allah’a aittir. Gece ise kula aittir. Çünkü, yemek içmek serbesttir. Allah; ‘’Oruç benim içindir, ecri bana aittir’’ demiştir.

Orucun üç mertebesi vardır. AVAM’ın ORUCU: Yemeden, içmeden ve benzeri yasaklardan uzak durmak. HAVAS’ın ORUCU: El, ayak, göz, kulak, dil ve kalbini haramdan, günahlardan uzak tutmaktır. Allah’ın hoşuna gitmeyecek hiç bir davranışta bulunmamak, herşeyden sakınmaktır. HAVASIN HAVASININ ORUCU: Bunlar da,Allah’tan başka her şeyden perhiz edip, nefsin her türlü isteğinden sıyrılıp, Allah’ın mûhabbetinden lezzet bulanlardır.

Bir de SUSMA(SAMT) ORUCU vardır ki,  bunlar üç kısımdır.‘’Rahman’a ORUÇ adadım, bugün hiç kimse ile konuşmayacağım’’ (Meryem,26). Dilin susması, Kalbin susması, Sır’rın susması. Kim dili ile sükut eder, fakat kalbi susmazsa o yükünü hafifletir. Kim dili ve kalbi ile susarsa sırrı temizlenir ve RAB’bi onun için tecelli eder. Kim kalbi ile susar, fakat dili ile konuşursa o hikmet dili ile konuşan kimsedir. Kim de ne kalbi, ne de dili ile susmazsa şeytanın oyuncağı ve kölesi olur. Dilin sükûtu avamın ve sâliklerin(mânevi yolculuğa çıkanların) mertebelerinin sıfatlarındandır. Kalbin sükûtu ise müşâhade sahibi olan Allah’a yakınlık kazanmış kimselerin sıfatlarındandır. Mûkarreblerin(yakınlaştırılmışların) sükûtunun durumu ise ünsiyet(yakınlık/dostluk)konuşmasıdır. Kim bütün tutumlarında sükûta devam ederse, onun için Rab’bi ile konuşması dışında bir şey kalmaz. EN BÜYÜK TEVHİD SÜKÛT’tur.

Hz. Peygamber’imiz; ‘’İnsanların arasını düzeltiniz, çünkü bu bir fazilettir ki, Hakk Teala onun sahibini sever. Ara bulmak SADAKA ve ORUÇ’tan hayırlıdır’’ buyurmuşlardır.

ZEKÂT: Her şeyin bir zekâtı vardır. Zenginin zekâtı malından fakirlere vermek, fakirin zekâtı zenginlerden hiçbir şey beklememek, İlmin zekâtı istek sahibine öğretmek, Evin zekâtı misafir ağırlamak ve itibar etmek, Sohbetin zekâtı dedikodudan kaçmak, Güçlünün zekâtı güçsüzlere yardım, Nefsin zekâtı kötü ahlaktan kurtulmak, Aşıkların zekâtı CANAN-I uğruna canını vermek, Âriflerin zekâtı ilim ve irfanından isteyene vermek ve mûhabbettir.(Ken'an-er Rîfâi Hz.)

Allah,zekât veren kurtuluş bulur demiştir. Dili ile hayır söylemek,insanları hayra teşvik etmek, bedeni ile hizmet etmek sadakadır(iyilik). Tebessüm ise en küçük sadakadır. Tebessüm insanı hayvandan ayıran en büyük özelliktir. Allah için yapılan her iyilik sadakadır.

HAC: Kur’an’da 9 yerde Hacc, bir yerde Hicc şeklinde geçer ve KÂBE’yi ZİYARET anlamındadır. KÂBE; VAROLUŞUN KALBİDİR. Bu KALB; MÜMİN kulun KALB’i olup, Allah’ın nazargâhıdır. Allah; ‘’Yerler ve gökler beni içine almadı, yalnız MÜMİN kulumun KALB’i aldı’’ demiştir.

HAC, NEFS’ten RÛH’a yapılan seferdir. HAC, RÛH’un Allah’a doğru asla bitmeyen yolculuğuna delâlet eder. HAC, Allah’tan geleni, gene Allah’a döndürme çabasıdır.

Gerçek HAC İç âlemde, HANE sahibine yapılır. Bu da kendini bilmekle olur. HACC ibâdetini bâtınî anlamda kısaca özetleyecek olursak:

HAC; Mikât’ta ihrama girilerek başlar(Hane halkı ihram giymek zorunda değildir). Mikât; Nefs’ten Rûh’a, çokluktan BİR’liğe doğru bir niyet ve özgürlüğe atılan ilk adımdır. İhrâm; Aslında helâl olan şeylerin, belirli bir süre kula yasaklanması anlamındadır(Örn: Canlı öldürmemek,yaradılmış her canlıya hürmettir)Kâbe’nin etrafında soldan sağa yedi dönüş, kendimize ait sandığımız, Allah’ın yedi sıfatının(Hayat, İlim, İrâde, Kudret, Semi, Basar, Mütekellim)sahibine teslim edilmesidir. SA’Y; SÂFÂ ve MERVE, yani günah ile sevap, Celâl ile Cemâl arasında insanın gidiş gelişini anlatır. ARAFAT’da VAKFE; Kulun nereden geldiğinin, nerede durduğunun ve nereye gideceğinin muhakememesini yaptığı ve ÖZ’ündeki SIR’rı keşfettiği MÂRİFET makamıdır. GERÇEK HAC ARAFAT’tır. MÜZDELİFE’de GECELEMEK; Babası Âdem’i yoldan çıkaran Şeytan’ı hatırlamak içindir. Buradan toplanan taşlar ile MİNA’daki üç CEMRE’ye, yedişer’den yirmi bir taş atılarak Şeytan kovulur ve KURBAN kesilir. Tekrar KÂBE’ye dönülerek yapılan yedi tavaf; Allah’ın sıfatları ile sıfatlanmak(Hayat, İlim, İrâde, Kudret, Semi, Basar, Mütekellim), onun ahlakı ile ahlaklanmak içindir. ZEMZEM(Sus, Sus); Tavafı başarmış, NEFS’ini Allah yolunda kurban ederek RÛH makamına yükseltebilen kula verilen MÂRİFET ilmidir.En sonunda İBRÂHİM MÂKAMINDA kılınan iki rekât namaz; Bu dünyanın idrâkine geri dönüştür. Hz. İbrâhim; BİR’likte çokluğu, çoklukta BİR’liği zevk eden bir TEVHİD ER’i ve ‘’AHDE VEFA GÖSTEREN’’(Necm-37) TEVHİD’in BABASI’dır. KUL, Hacc’ı başarı ile tamamlamış ve bu makamda şükür namazı kılmayı HAK etmiştir. Kul artık ihrâm’dan çıkabilir ve kendisine ihrâmlı iken haram olan şeyler artık ona helâl’dir.

KELİMEYİ ŞAHADET GETİRMEK: Sevgili Peygamberimiz, Miraç’da RAB’binin huzûruna varınca onu şöyle selamladı:

-Ettehıyyatü lillâhi vesselevatü vettayyübat. (Hayat sahibi varlıkların hayatlarıyla sundukları ibadetler, dualar, bütün güzel söz ve davranışlar Allah’a mahsûstur)

Her türlü övgüye lâyık olan yüce Allah, sevgilisinin selâmını şu karşılıkla kabul buyurdu.

-Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekatüh. (Ey Nebi’ Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun)

Bunun üzerine Peygamberimiz cevap verdi.

-Esselâmü aleyna ve ala ibadillahis salihiyn. (Allah’ın selâmı bize ve Allah’ın sâlih kulları üzerine olsun)

Yedi kat gökteki melekler, hep bir ağızdan tekrarladılar.

-Eşhedü enlâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resûluh.(Şahadet ederiz ki Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şahadet ederiz ki Muhammed onun kulu ve Resûlüdür)

Her yerde ve her şeyde Allah’ı görmek sûretiyle istikâmet eden kimseler, ‘’lâ ilâhe illâllah’ı’’ gerçek mânasıyla yaşayanlardır.

Lâ Fâili İllâllah; Allah’tan başka fail yoktur. Lâ Mevcûd-a İllâllah; Allah’tan başka mevcûd yoktur. Bunların hepsini topla; Lâ ilâhe illâllah olur. Baş gözü ve gönül gözünün yardımıyla yaradılmış her varlıkta Allah’ın isim ve sıfatlarını görme seviyesine varmadan MÜSLÜMAN olunamıyor. 

''5'' RAKKAMI: Tanrı'nın kendisini İNSAN aracılığıyla maddede tezâhür ettirmesi (5) ile simgelenir. (5) KORUMA SAYISIDIR. Küçük EBCED hesabına göre 28 arap HARF'inin sayısal değeri (5995)dir. 5+9+9+5= 28 eder.  Bu sayı aynı zamanda ÂHADİYET kelimesinin EBCED'idir. Ortadaki (99) Allah'ın isimlerinin toplamıdır. (5) ise ''He'' harfinin sayısal değeridir. ''He'' HÜVİYET'i temsil eder. Ayrıca (5)in Arapça anlamı HEMSE'dir. HEMSE'nin esması ''El-Bedî'', mertebesi ''İLK AKIL''dır. Rahmani Nefes'in EBCEDİ (45), AYNA'daki yansıması (54), toplamı (99) eder ki, Allah'ın isimlerinin toplamıdır. 5x5=25 eder. 25 sayısı ''HAFÎZ''(koruyan) isminin ebced değeridir. FATİHA'nın kelime sayısı da (25)dir.

Sadakallâhül Azim.

Kaynak; İbnü'l Arabî Hz. çeşitli risaleleri.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

TASAVVUF ve DİN

DİN NEDİR?: Din, kişiyi saadete erdiren ilâhi hükümler bütünüdür. Din, insanı Allah’a ulaştıran ‘’YOL’’ dur. Din, güzel ahlâktır. Güzel ahlâk(Mekârim-i ahlâk); Peygamber ahlâkıdır. Güzel ahlâk; Merhamet, sabır, cömertlik, Hilm(yumuşaklık), sabır, sükût, adâlet, rıza , tevâzu, af, iffet, edep(haya), sadakât, vaadini yerine getirme, mûhabbet ve vakar’dır. Hz. Mûhammed; ‘’Ben ahlâk binasının son tuğlasıyım, Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim’’ derken ‘’her şeyin son noktası bana aittir’’ demek istemiştir. Nitekim Vedâ hûtbesinde ‘’Bugün dininizi kemâle erdirdim’’ (Mâide,3) demiş, DİN’de KEMÂL noktasına(SON’a) varıldığını vurgulamıştır. Allah, her dönemde halkın ihtiyacına cevap verecek donanıma sahip Peygamberler göndermiştir. Mûsevilik ve Hıristiyanlık İSLÂMİYETİN henüz olgunlaşmamış halidir. İSLÂMİYET ise, tekâmül etmiş ‘’SON DİN’’ dir. Din İSLÂM’dır. İslâmiyet/Müslümanlık ise teslimiyettir. ‘’Her çocuk fıtrat üzere doğar’’ demek, herkes doğduğunda teslim yani Müslümandır demektir. Müslümanlık sadece insanın değil, her varlığın fıtratında olan DİN’dir. Kâinat Allah’ın ‘’KÜN/OL’’ sözü ile zuhûra çıkmıştır.‘’KÜN’’ sözünü duyupta teslim olmayan tek bir varlık yoktur. O halde varlık doğarken ve ölürken TESLİM olması nedeniyle MÜSLÜMAN’dır.

TASAVVUF NEDİR? Dinin bâtınî(iç) boyutudur. Tasavvuf, herhangi bir din kaydından bağımsız olarak mevcut olup, insanla başlayan ve insanla beraber tekâmül eden bir düşünce zinciridir. Kendini tanıma ve kendinden kendine yapılan yolculuktur. Tasavvuf, RIZA ve MUTLULUK’tur.Tasavvuf (güzel) ahlâktır. Kim ahlâk konusunda senden üstün ise, tasavvûf konusunda da senden üstündür. Ahlâk konusunda örnek almamız gereken kişi Hz. Muhammed’dir. Onun ahlâkı Kûr’an’dır. Kûr’an Allah kelâmıdır ve Kadîm’dir. Hz. Peygamber yaşayan KÛR’AN’dır.

İnsanın çabası, varlığının bilincine varıp, bir adım ötesinde, varedicisinin bilincine varmaktır. MÜMİN; Cennet’ten önce bu sonsuz mutluluğu dünyada yakalayan kişinin adıdır. ‘’Kendini bilen RAB’bini bilir’’. RAB’bini bilmek için kendini bilme ve anlama çabası önce çevreyi anlamakla başlar. Varlıklar arasındaki ilişkiyi, Allah’ın isimleri ile varlıklar arasındaki münasebeti ve KUR’AN âyetlerini, bunlara yönelik beyanlarını tefekkür edip(düşünüp), bu apaçık SIR’lar dünyasına adım atmaktır insanın serüveni. İşte bu aşamada devreye Peygamber’ler, Mürşid ve Rehber’ler girer.

Peygamber’ler hüküm ve hikmet’i öğreten, Allah anlamayı nesip edendir. Hz. Peygamber hidâyet nûrudur. İnsanlara doğru yolu gösterir. Çünkü o Allah ile kul arasında REHBER’dir. Ancak hidâyete erdiren Allah’tır. Peygamberlerin vazifesi, Allah ile bir vücûd olmuşları yani yolunda olanları değil, olmayanları, gece karanlığında yollarını şaşıranları doğru yola çağırmaktır.

Mutluluk halinden memnun olmaktır. Davet ve terbiye yaşamı kolaylaştırmak içindir. İnsanları değiştirmek, istidâdı olmayanları istidât sahibi yapmak için değildir. İnsanların yaşayabilmek için hakikatleri bilmeye ihtiyaçları yoktur. İstidâdı olan Hakîkati zaten kendisi elde edecektir.

Allah Peygamberin nefsini kendi nefsinden(ÖZ’ünden), Âdemin nefsini ise Peygamberimizin nefsinden bir sûret olarak yarattı. Âdem öz olarak Rubûbiyet(Rab isminin sıfatı, terbiye edici) zâtından yaratıldığı için Nefs’e ne yasak edildi ise onu yapma gereği duydu. Bu onun saadetine de felaketine de sebep olsa zâtının varlığının bir gereği olarak buna meyl etti. Âdem cennetteki elmayı kendisine yasak edilmesine rağmen yedi. Çünkü Allah Âdem’in bunu yapacağını ve böylece tabiat zûlmetine (karanlığına)ineceğini biliyordu. Hz. Âdem’e yasak olan elma(Ağaç) Şecere kelimesinden gelmektedir. Şecere bölünme demektir.  İnsan BİR’den üç’e; AKIL, NEFS ve RÛH olarak bölünerek yaratılmış,  üçten tekrar bire yol almıştır. İşte bu TEVHİD’e(Bir’liğe) ulaşmadır. TEVHİD’in son noktası, yaradılışın başlama noktasıdır. Çünkü son başa dönmektir.

Birlik âleminde planlanmış insan, ikilikte(dünyada) ortaya çıkınca mutlu olmaz. Savaşın ve huzursuzlukların sebebi budur. Kişi ancak kendi ismini ve yaradılış gayesini idrak edince ve birliği görünce huzura erer.

Bir orkestradan çıkan sesler tek tek dinlendiği zaman bir şey ifade etmez. Bunların bir arada ahenkle çalınması insanı mest eder. Bu âlemin zâhiri sesidir. İç âlemde de her yaradılmışın çıkardığı sesler, fiiller, sıfatlar birleştiğinde ilâhi bir senfoni meydana gelir. Bu çokluktaki birliktir (Kesret’te Vahdet). İnsan kendi mânevi varlığında sükûtu temin etmedikçe, başkalarıyla veya başkalarının birbirleriyle sulhunu umut etmemelidir. Birliğe varmadan zıtlıklardan ve cenkten kurtulmak mümkün değildir.

Böyle bir durum insana Cehennemi yaşatır. Dünya hayatında yaptığımız fiil ve ameller Cehennem üzerinden geçen ve sonu Cennet kapısı olan HAYAT KÖPRÜMÜZ’dür. Kıyamet gününde kişi o yolu görür ve tanır. Çünkü o yolu kendi inşa etmiştir. O köprüyü aşabilmek ve o sona ulaşabilmek bu dünyada yaptıklarımıza bağlıdır. Dünya Cehenneminden başarı ile geçmeden Allah’a yani Cennet’e kavuşmak mümkün değildir.

Cennet her nefes yenilenen örtülü nimet demektir. İnsan belli bir ilâhi ismin tecelligahı(göründüğü yer) olması yönünden HAKK’ı örter. Cennet Peygamberin mertebesidir. Allah der ki; ‘’Ben senin vâsıtanla görünürüm, sen benim vâsıtamla bilinirsin. O zaman seni bilen beni bilir’’.

Cehennem ise ‘’CEHAME’’ kelimesinden gelir. Yağmurunu, yani rahmetini bırakmış bulut demektir. Cehennem insanın doğasıdır. Onun için herkes Cennet’e girmeden önce Cehennem’den geçecektir denilir. Cennet nimet, Cehennem azap’tır. Cehennem’in 7, Cennet’in 8 kapısı vardır denilir. Cehennem’in kapıları; Kibir, Hırs, Şehvet, Haset, Gazap, Cimrilik ve Kin’dir. Cennet’in kapıları ise 5 duyu organı(Dokunma, Tatma, Duyma, Görme, Koklama), Şüphe, Hayal ve AKIL’dır. Akıl bu 7 idrak ile olmaz ve NEFS’ine uyarsa Cehennemin 7 kapısı olur. Akıl ortaya çıkar, 7’sine de hakim olursa 8’i de Cennet’in kapısı olur. Cennet’in kapıcısının adı RIDVAN(Razı olan), Cehennem’in kapıcısının adı MÂLİK’dir(Mülkiyet. Benim dediğin herşey emanettir ve bir gün elinden alınacaktır). ZEBANİ; DÜŞKÜNLÜK demektir. Bizi Cehenneme ZEBANİLER yani düşkün olduğumuz şeyler götürecek demektir. Nefs Cehennemden bir parçadır. En büyük Cehennem Allah’tan gâfil ve uzak olmaktır.

‘’Yılan 40 yıl insan görmezse ejderha olurmuş’’ denilir. Yani, kişi kendindeki olumsuzluk ve yanlışları görmez ve düzeltmezse NEFS’i devâsa boyutlara ulaşır. Nefs insandaki mânâdır. Tevâzu gösterirse yücelir, kibirlenirse kıymeti azalır. Her nerede büyük bir kilit asılıysa orada kıymetli ve değerli şeylerin olduğuna delâlet eder. Perde büyük ise CEVHER iyidir. Ancak bu perdenin kalkması mücâdele gerektirir. Bizim NEFS’imiz  Cehennemin cüz’üdür. Cehennemin 7 kapısı olduğu gibi Nefs’in de 7 sıfatı vardır (Emmâre, Levvâme, Mülhime, Mûtmainne, Râdiye, Merdiye, Sâfiye)

Rûh Cehennem’de insan sûretinde yanmaz. Allah kendi âyetlerini yakmaz. İnsan Rahman sûreti üzerine yaratılmıştır. Fatiha’nın 7 âyeti insanın yüzündedir. İnsan dünyaya hangi HAYVAN sıfatı ile geldi ise Cehennemde o sûretle yanacaktır.

Öldükten sonra hiç kimse mezhebinden ve tarikatından dolayı sorgulanmayacaktır. İlâhi hükümlere uyup uymadığı konusunda sorgulanacaktır.

Bir işin kötü olduğunu bile bile yapan kişi günahkardır. Oysa ki mümin, iyi ve kötü âmeli karıştıran kişidir. Her insanın iyi ve kötü sıfatları vardır. Bunları gelirken yanlarında getirmişlerdir. Önemli olan iyiyi seçebilmek ve beslemektir. İyi insan olmak, kimseye zarar vermemek demek değildir. İyi insan, başkalarına faydası dokunan, iyilik eden kimse demektir.

Allah bir kimsenin yaptığı iyilik ve sevapları alır ve kıyamet gününe kadar emaneten saklarmış. Kıyamet günü geldiğinde de o emaneti vermek için huzuruna çağırırmış. Yaptığımız her iyilik ve sadaka, bizi Allah’ın huzuruna çıkaran vesîlelerdir.

İhtiyaç sahibine yardım yaparken güleryüzlü ve hoş davran. Çünkü kıyamet gününde sen de Hakk’ın karşısına ihtiyaç sahibi olarak çıkacak ve aynı muameleye maruz kalacaksın. Yaptığın muameleyi misli ile geri alacaksın. Çünkü o azığını senden önce âhirete taşıyandır.

İyiliği hak edene vereceksin. Hak etmeyene vermek onu azdırabilir. Her şeye lâyığı ile davranmak HAKK’tır. Lüzumsuz iyilikler de benlikten gelir. O benlik nedeniyle aşırı iyilik yapan sonunda zarar görür. Ne kimseyi methed, ne de zemmet. Daima SIRAT-I Mustakim/DENGE üzere ol. Varlıklara lâyık oldukları kadar değer ver. Kimseye aşırı değer verme. Sonra o senin PUT’un olur. Masallar unutmak, PUT’lar da kırılmak içindir unutma.

Bir gün içinde en çok neden bahsediyorsan sen ona tapıyorsun ve seni o terbiye ediyor demektir. Allah’da ‘’Başına onu sararım, beni unutursun’’ der.

Mânâda yükselebilmek için tevâzu, teslimiyet ve kulluk gerekir. Kaynaktan akan SU’dan içebilmek için, başımızı aşağıya eğmemiz gerekmektedir. Biz ‘’BİR’’ bütünün parçalarıyız. Kendini toplumdan tecrit ederek yaşayan insan kaybolur. Acınacak hale gelir. Ayrılığı kendisine hastalık verir ve bunu tek ilacı diğer insanlar ile kaynaşmasıdır. Birlik, beraberlik ve kaynaşma, bunların hepsi insanın hayatta kalabilmesi için gerekli şeylerdir, RÛH’un gıdasıdır.

Huzursuzluk, uyuşukluk, tembellik, şikayet, güvensizlik ve korku NEFS’e aittir. Bu duygular memnuniyetsizliğe, nefrete, kine, hayal kırıklığına, depresyona, kibre, hasede ve zûlm’e yol açar.
Tevazu, güzellik, iyilik, cömertlik, sevgi ve teslimiyet RÛH’a aittir. İnsanı; güven, uyum, rızâ, huzur, saadet, mutluluk ve yakîn’e götürür.

İnsanların büyük bir çoğunluğu sıkıntı ve kederden kaçar. Mutluluk ve rızâya kolay varılmaz. Ancak Allah’ın seçkin kulları, elem ve kederlerin kişiyi Allah’a yaklaştırıcı haller olduğunu bilir.
Allah merhametini gazabı içinde, cemâlini celâli içinde, Tevhid’ini de ayrılık içinde gizler. Cenabı- Hakk sürekli olarak kullarının üzerine felâket yağdırarak kendisine yalvarmalarını ve kendisinden yardım istemelerini sağlar. Bu Rab’bimizin ilâhi politikasıdır. Rab’bimiz nimetlerini, hediyelerini, merhametini ve cömertliğini  geciktirerek onun rızâsı için gözyaşı dökmemizi ister. Bu gözyaşları bizi, O’nun Kemâl ve Cemâl âlemine taşır. Gözyaşları kalbin incileridir. Bu gözyaşları Cehennemi dahi söndürür.

Allah bir kişiyi sevdiğinde ona en basit günahları bile kocaman gösterir ki, o kişi TÖVBE kapısının eşiğine yapışsın. Bir başka kişiye gazap verecekse, o kişinin günahlarını onun gözünde ufacık gösterir ve onu muhtelif mûsibetler ile cazalandırsın.

Belâ; Allah’ın seçtiği kullarına gönderdiği sıkıntılardır. Belâ veli ve Peygamberlere gelir. Onların her Belâ’da ahlâkı parlar. Mûsibet ise isâbet almaktan gelir. Kişi nefsinin isteklerine uyarsa, yasak ve isâbet alan bölgeye girer ve ya altından, ya üstünden isâbet alır. Bu CEZA, yani KARŞILIK’tır.

Günümüzde zıtlar arasındaki uçurum büyümektedir. Fakir – zengin, zayıf – güçlü, öğretmen – öğrenci, politikacı – halk, erkek – kadın, çocuk – aile, doktor – hasta. İnsan ile Allah arasındaki uyumsuzluk, bu zıtlar arasındaki uyumsuzluğu da arttırıyor. Çünkü, kendisi ve çevresi ile barış içinde yaşayamayan Allah ile bağlantı kuramaz. Tabiatı kötü kullanmamız sonucunda tabiat bizi tehdit ediyor. Allah’ın ipine sıkı sarılmamız, zıtlar ile uyum içinde yaşamamız hem bizim, hem dünyanın huzurunun yegane kurtuluş sebebidir.

İnsan ve tabiat arasındaki dengesizlik Yaratıcı ile Yaratılan arasındaki ilişkilerin kaybolmasından kaynaklanır. Vahdet-i Vücud anlayışı gereği HAKİKAT TEK’tir ve O TECELLİ etmektedir. Hakîkatin dili, dini, mezhebi, rengi ve cinsiyeti yoktur.Evrenseldir. Tek hedef RIZA-İ İLÂHİ’dir.


Allah hepimize nasip etsin. Amin. Sadakallahül azim.