8 Mayıs 2017 Pazartesi

TASAVVUF ve DİN

DİN NEDİR?: Din, kişiyi saadete erdiren ilâhi hükümler bütünüdür. Din, insanı Allah’a ulaştıran ‘’YOL’’ dur. Din, güzel ahlâktır. Güzel ahlâk(Mekârim-i ahlâk); Peygamber ahlâkıdır. Güzel ahlâk; Merhamet, sabır, cömertlik, Hilm(yumuşaklık), sabır, sükût, adâlet, rıza , tevâzu, af, iffet, edep(haya), sadakât, vaadini yerine getirme, mûhabbet ve vakar’dır. Hz. Mûhammed; ‘’Ben ahlâk binasının son tuğlasıyım, Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim’’ derken ‘’her şeyin son noktası bana aittir’’ demek istemiştir. Nitekim Vedâ hûtbesinde ‘’Bugün dininizi kemâle erdirdim’’ (Mâide,3) demiş, DİN’de KEMÂL noktasına(SON’a) varıldığını vurgulamıştır. Allah, her dönemde halkın ihtiyacına cevap verecek donanıma sahip Peygamberler göndermiştir. Mûsevilik ve Hıristiyanlık İSLÂMİYETİN henüz olgunlaşmamış halidir. İSLÂMİYET ise, tekâmül etmiş ‘’SON DİN’’ dir. Din İSLÂM’dır. İslâmiyet/Müslümanlık ise teslimiyettir. ‘’Her çocuk fıtrat üzere doğar’’ demek, herkes doğduğunda teslim yani Müslümandır demektir. Müslümanlık sadece insanın değil, her varlığın fıtratında olan DİN’dir. Kâinat Allah’ın ‘’KÜN/OL’’ sözü ile zuhûra çıkmıştır.‘’KÜN’’ sözünü duyupta teslim olmayan tek bir varlık yoktur. O halde varlık doğarken ve ölürken TESLİM olması nedeniyle MÜSLÜMAN’dır.

TASAVVUF NEDİR? Dinin bâtınî(iç) boyutudur. Tasavvuf, herhangi bir din kaydından bağımsız olarak mevcut olup, insanla başlayan ve insanla beraber tekâmül eden bir düşünce zinciridir. Kendini tanıma ve kendinden kendine yapılan yolculuktur. Tasavvuf, RIZA ve MUTLULUK’tur.Tasavvuf (güzel) ahlâktır. Kim ahlâk konusunda senden üstün ise, tasavvûf konusunda da senden üstündür. Ahlâk konusunda örnek almamız gereken kişi Hz. Muhammed’dir. Onun ahlâkı Kûr’an’dır. Kûr’an Allah kelâmıdır ve Kadîm’dir. Hz. Peygamber yaşayan KÛR’AN’dır.

İnsanın çabası, varlığının bilincine varıp, bir adım ötesinde, varedicisinin bilincine varmaktır. MÜMİN; Cennet’ten önce bu sonsuz mutluluğu dünyada yakalayan kişinin adıdır. ‘’Kendini bilen RAB’bini bilir’’. RAB’bini bilmek için kendini bilme ve anlama çabası önce çevreyi anlamakla başlar. Varlıklar arasındaki ilişkiyi, Allah’ın isimleri ile varlıklar arasındaki münasebeti ve KUR’AN âyetlerini, bunlara yönelik beyanlarını tefekkür edip(düşünüp), bu apaçık SIR’lar dünyasına adım atmaktır insanın serüveni. İşte bu aşamada devreye Peygamber’ler, Mürşid ve Rehber’ler girer.

Peygamber’ler hüküm ve hikmet’i öğreten, Allah anlamayı nesip edendir. Hz. Peygamber hidâyet nûrudur. İnsanlara doğru yolu gösterir. Çünkü o Allah ile kul arasında REHBER’dir. Ancak hidâyete erdiren Allah’tır. Peygamberlerin vazifesi, Allah ile bir vücûd olmuşları yani yolunda olanları değil, olmayanları, gece karanlığında yollarını şaşıranları doğru yola çağırmaktır.

Mutluluk halinden memnun olmaktır. Davet ve terbiye yaşamı kolaylaştırmak içindir. İnsanları değiştirmek, istidâdı olmayanları istidât sahibi yapmak için değildir. İnsanların yaşayabilmek için hakikatleri bilmeye ihtiyaçları yoktur. İstidâdı olan Hakîkati zaten kendisi elde edecektir.

Allah Peygamberin nefsini kendi nefsinden(ÖZ’ünden), Âdemin nefsini ise Peygamberimizin nefsinden bir sûret olarak yarattı. Âdem öz olarak Rubûbiyet(Rab isminin sıfatı, terbiye edici) zâtından yaratıldığı için Nefs’e ne yasak edildi ise onu yapma gereği duydu. Bu onun saadetine de felaketine de sebep olsa zâtının varlığının bir gereği olarak buna meyl etti. Âdem cennetteki elmayı kendisine yasak edilmesine rağmen yedi. Çünkü Allah Âdem’in bunu yapacağını ve böylece tabiat zûlmetine (karanlığına)ineceğini biliyordu. Hz. Âdem’e yasak olan elma(Ağaç) Şecere kelimesinden gelmektedir. Şecere bölünme demektir.  İnsan BİR’den üç’e; AKIL, NEFS ve RÛH olarak bölünerek yaratılmış,  üçten tekrar bire yol almıştır. İşte bu TEVHİD’e(Bir’liğe) ulaşmadır. TEVHİD’in son noktası, yaradılışın başlama noktasıdır. Çünkü son başa dönmektir.

Birlik âleminde planlanmış insan, ikilikte(dünyada) ortaya çıkınca mutlu olmaz. Savaşın ve huzursuzlukların sebebi budur. Kişi ancak kendi ismini ve yaradılış gayesini idrak edince ve birliği görünce huzura erer.

Bir orkestradan çıkan sesler tek tek dinlendiği zaman bir şey ifade etmez. Bunların bir arada ahenkle çalınması insanı mest eder. Bu âlemin zâhiri sesidir. İç âlemde de her yaradılmışın çıkardığı sesler, fiiller, sıfatlar birleştiğinde ilâhi bir senfoni meydana gelir. Bu çokluktaki birliktir (Kesret’te Vahdet). İnsan kendi mânevi varlığında sükûtu temin etmedikçe, başkalarıyla veya başkalarının birbirleriyle sulhunu umut etmemelidir. Birliğe varmadan zıtlıklardan ve cenkten kurtulmak mümkün değildir.

Böyle bir durum insana Cehennemi yaşatır. Dünya hayatında yaptığımız fiil ve ameller Cehennem üzerinden geçen ve sonu Cennet kapısı olan HAYAT KÖPRÜMÜZ’dür. Kıyamet gününde kişi o yolu görür ve tanır. Çünkü o yolu kendi inşa etmiştir. O köprüyü aşabilmek ve o sona ulaşabilmek bu dünyada yaptıklarımıza bağlıdır. Dünya Cehenneminden başarı ile geçmeden Allah’a yani Cennet’e kavuşmak mümkün değildir.

Cennet her nefes yenilenen örtülü nimet demektir. İnsan belli bir ilâhi ismin tecelligahı(göründüğü yer) olması yönünden HAKK’ı örter. Cennet Peygamberin mertebesidir. Allah der ki; ‘’Ben senin vâsıtanla görünürüm, sen benim vâsıtamla bilinirsin. O zaman seni bilen beni bilir’’.

Cehennem ise ‘’CEHAME’’ kelimesinden gelir. Yağmurunu, yani rahmetini bırakmış bulut demektir. Cehennem insanın doğasıdır. Onun için herkes Cennet’e girmeden önce Cehennem’den geçecektir denilir. Cennet nimet, Cehennem azap’tır. Cehennem’in 7, Cennet’in 8 kapısı vardır denilir. Cehennem’in kapıları; Kibir, Hırs, Şehvet, Haset, Gazap, Cimrilik ve Kin’dir. Cennet’in kapıları ise 5 duyu organı(Dokunma, Tatma, Duyma, Görme, Koklama), Şüphe, Hayal ve AKIL’dır. Akıl bu 7 idrak ile olmaz ve NEFS’ine uyarsa Cehennemin 7 kapısı olur. Akıl ortaya çıkar, 7’sine de hakim olursa 8’i de Cennet’in kapısı olur. Cennet’in kapıcısının adı RIDVAN(Razı olan), Cehennem’in kapıcısının adı MÂLİK’dir(Mülkiyet. Benim dediğin herşey emanettir ve bir gün elinden alınacaktır). ZEBANİ; DÜŞKÜNLÜK demektir. Bizi Cehenneme ZEBANİLER yani düşkün olduğumuz şeyler götürecek demektir. Nefs Cehennemden bir parçadır. En büyük Cehennem Allah’tan gâfil ve uzak olmaktır.

‘’Yılan 40 yıl insan görmezse ejderha olurmuş’’ denilir. Yani, kişi kendindeki olumsuzluk ve yanlışları görmez ve düzeltmezse NEFS’i devâsa boyutlara ulaşır. Nefs insandaki mânâdır. Tevâzu gösterirse yücelir, kibirlenirse kıymeti azalır. Her nerede büyük bir kilit asılıysa orada kıymetli ve değerli şeylerin olduğuna delâlet eder. Perde büyük ise CEVHER iyidir. Ancak bu perdenin kalkması mücâdele gerektirir. Bizim NEFS’imiz  Cehennemin cüz’üdür. Cehennemin 7 kapısı olduğu gibi Nefs’in de 7 sıfatı vardır (Emmâre, Levvâme, Mülhime, Mûtmainne, Râdiye, Merdiye, Sâfiye)

Rûh Cehennem’de insan sûretinde yanmaz. Allah kendi âyetlerini yakmaz. İnsan Rahman sûreti üzerine yaratılmıştır. Fatiha’nın 7 âyeti insanın yüzündedir. İnsan dünyaya hangi HAYVAN sıfatı ile geldi ise Cehennemde o sûretle yanacaktır.

Öldükten sonra hiç kimse mezhebinden ve tarikatından dolayı sorgulanmayacaktır. İlâhi hükümlere uyup uymadığı konusunda sorgulanacaktır.

Bir işin kötü olduğunu bile bile yapan kişi günahkardır. Oysa ki mümin, iyi ve kötü âmeli karıştıran kişidir. Her insanın iyi ve kötü sıfatları vardır. Bunları gelirken yanlarında getirmişlerdir. Önemli olan iyiyi seçebilmek ve beslemektir. İyi insan olmak, kimseye zarar vermemek demek değildir. İyi insan, başkalarına faydası dokunan, iyilik eden kimse demektir.

Allah bir kimsenin yaptığı iyilik ve sevapları alır ve kıyamet gününe kadar emaneten saklarmış. Kıyamet günü geldiğinde de o emaneti vermek için huzuruna çağırırmış. Yaptığımız her iyilik ve sadaka, bizi Allah’ın huzuruna çıkaran vesîlelerdir.

İhtiyaç sahibine yardım yaparken güleryüzlü ve hoş davran. Çünkü kıyamet gününde sen de Hakk’ın karşısına ihtiyaç sahibi olarak çıkacak ve aynı muameleye maruz kalacaksın. Yaptığın muameleyi misli ile geri alacaksın. Çünkü o azığını senden önce âhirete taşıyandır.

İyiliği hak edene vereceksin. Hak etmeyene vermek onu azdırabilir. Her şeye lâyığı ile davranmak HAKK’tır. Lüzumsuz iyilikler de benlikten gelir. O benlik nedeniyle aşırı iyilik yapan sonunda zarar görür. Ne kimseyi methed, ne de zemmet. Daima SIRAT-I Mustakim/DENGE üzere ol. Varlıklara lâyık oldukları kadar değer ver. Kimseye aşırı değer verme. Sonra o senin PUT’un olur. Masallar unutmak, PUT’lar da kırılmak içindir unutma.

Bir gün içinde en çok neden bahsediyorsan sen ona tapıyorsun ve seni o terbiye ediyor demektir. Allah’da ‘’Başına onu sararım, beni unutursun’’ der.

Mânâda yükselebilmek için tevâzu, teslimiyet ve kulluk gerekir. Kaynaktan akan SU’dan içebilmek için, başımızı aşağıya eğmemiz gerekmektedir. Biz ‘’BİR’’ bütünün parçalarıyız. Kendini toplumdan tecrit ederek yaşayan insan kaybolur. Acınacak hale gelir. Ayrılığı kendisine hastalık verir ve bunu tek ilacı diğer insanlar ile kaynaşmasıdır. Birlik, beraberlik ve kaynaşma, bunların hepsi insanın hayatta kalabilmesi için gerekli şeylerdir, RÛH’un gıdasıdır.

Huzursuzluk, uyuşukluk, tembellik, şikayet, güvensizlik ve korku NEFS’e aittir. Bu duygular memnuniyetsizliğe, nefrete, kine, hayal kırıklığına, depresyona, kibre, hasede ve zûlm’e yol açar.
Tevazu, güzellik, iyilik, cömertlik, sevgi ve teslimiyet RÛH’a aittir. İnsanı; güven, uyum, rızâ, huzur, saadet, mutluluk ve yakîn’e götürür.

İnsanların büyük bir çoğunluğu sıkıntı ve kederden kaçar. Mutluluk ve rızâya kolay varılmaz. Ancak Allah’ın seçkin kulları, elem ve kederlerin kişiyi Allah’a yaklaştırıcı haller olduğunu bilir.
Allah merhametini gazabı içinde, cemâlini celâli içinde, Tevhid’ini de ayrılık içinde gizler. Cenabı- Hakk sürekli olarak kullarının üzerine felâket yağdırarak kendisine yalvarmalarını ve kendisinden yardım istemelerini sağlar. Bu Rab’bimizin ilâhi politikasıdır. Rab’bimiz nimetlerini, hediyelerini, merhametini ve cömertliğini  geciktirerek onun rızâsı için gözyaşı dökmemizi ister. Bu gözyaşları bizi, O’nun Kemâl ve Cemâl âlemine taşır. Gözyaşları kalbin incileridir. Bu gözyaşları Cehennemi dahi söndürür.

Allah bir kişiyi sevdiğinde ona en basit günahları bile kocaman gösterir ki, o kişi TÖVBE kapısının eşiğine yapışsın. Bir başka kişiye gazap verecekse, o kişinin günahlarını onun gözünde ufacık gösterir ve onu muhtelif mûsibetler ile cazalandırsın.

Belâ; Allah’ın seçtiği kullarına gönderdiği sıkıntılardır. Belâ veli ve Peygamberlere gelir. Onların her Belâ’da ahlâkı parlar. Mûsibet ise isâbet almaktan gelir. Kişi nefsinin isteklerine uyarsa, yasak ve isâbet alan bölgeye girer ve ya altından, ya üstünden isâbet alır. Bu CEZA, yani KARŞILIK’tır.

Günümüzde zıtlar arasındaki uçurum büyümektedir. Fakir – zengin, zayıf – güçlü, öğretmen – öğrenci, politikacı – halk, erkek – kadın, çocuk – aile, doktor – hasta. İnsan ile Allah arasındaki uyumsuzluk, bu zıtlar arasındaki uyumsuzluğu da arttırıyor. Çünkü, kendisi ve çevresi ile barış içinde yaşayamayan Allah ile bağlantı kuramaz. Tabiatı kötü kullanmamız sonucunda tabiat bizi tehdit ediyor. Allah’ın ipine sıkı sarılmamız, zıtlar ile uyum içinde yaşamamız hem bizim, hem dünyanın huzurunun yegane kurtuluş sebebidir.

İnsan ve tabiat arasındaki dengesizlik Yaratıcı ile Yaratılan arasındaki ilişkilerin kaybolmasından kaynaklanır. Vahdet-i Vücud anlayışı gereği HAKİKAT TEK’tir ve O TECELLİ etmektedir. Hakîkatin dili, dini, mezhebi, rengi ve cinsiyeti yoktur.Evrenseldir. Tek hedef RIZA-İ İLÂHİ’dir.


Allah hepimize nasip etsin. Amin. Sadakallahül azim.