TASAVVUF ve
DİN
DİN NEDİR?: Din, kişiyi saadete erdiren ilâhi hükümler
bütünüdür. Din, insanı Allah’a ulaştıran ‘’YOL’’ dur. Din, güzel ahlâktır.
Güzel ahlâk(Mekârim-i ahlâk); Peygamber ahlâkıdır. Güzel ahlâk; Merhamet,
sabır, cömertlik, Hilm(yumuşaklık), sabır, sükût, adâlet, rıza , tevâzu, af,
iffet, edep(haya), sadakât, vaadini yerine getirme, mûhabbet ve vakar’dır. Hz.
Mûhammed; ‘’Ben ahlâk binasının son tuğlasıyım, Ben güzel ahlâkı tamamlamak
üzere gönderildim’’ derken ‘’her şeyin son noktası bana aittir’’ demek
istemiştir. Nitekim Vedâ hûtbesinde ‘’Bugün dininizi kemâle erdirdim’’ (Mâide,3) demiş, DİN’de
KEMÂL noktasına(SON’a) varıldığını vurgulamıştır. Allah, her dönemde halkın
ihtiyacına cevap verecek donanıma sahip Peygamberler göndermiştir. Mûsevilik ve
Hıristiyanlık İSLÂMİYETİN henüz olgunlaşmamış halidir. İSLÂMİYET ise, tekâmül
etmiş ‘’SON DİN’’ dir. Din İSLÂM’dır. İslâmiyet/Müslümanlık ise
teslimiyettir. ‘’Her çocuk fıtrat üzere doğar’’ demek, herkes doğduğunda teslim
yani Müslümandır demektir. Müslümanlık sadece insanın değil, her varlığın
fıtratında olan DİN’dir. Kâinat Allah’ın ‘’KÜN/OL’’ sözü ile zuhûra
çıkmıştır.‘’KÜN’’ sözünü duyupta teslim olmayan tek bir varlık yoktur. O halde
varlık doğarken ve ölürken TESLİM olması nedeniyle MÜSLÜMAN’dır.
TASAVVUF NEDİR?
Dinin bâtınî(iç) boyutudur. Tasavvuf, herhangi bir din kaydından bağımsız
olarak mevcut olup, insanla başlayan ve insanla beraber tekâmül eden bir
düşünce zinciridir. Kendini tanıma ve kendinden kendine yapılan yolculuktur. Tasavvuf,
RIZA ve MUTLULUK’tur.Tasavvuf (güzel) ahlâktır. Kim ahlâk konusunda senden
üstün ise, tasavvûf konusunda da senden üstündür. Ahlâk konusunda örnek almamız
gereken kişi Hz. Muhammed’dir. Onun ahlâkı Kûr’an’dır. Kûr’an Allah kelâmıdır
ve Kadîm’dir. Hz. Peygamber yaşayan KÛR’AN’dır.
İnsanın çabası, varlığının bilincine varıp, bir adım ötesinde,
varedicisinin bilincine varmaktır. MÜMİN; Cennet’ten önce bu sonsuz mutluluğu
dünyada yakalayan kişinin adıdır. ‘’Kendini bilen RAB’bini bilir’’. RAB’bini
bilmek için kendini bilme ve anlama çabası önce çevreyi anlamakla başlar.
Varlıklar arasındaki ilişkiyi, Allah’ın isimleri ile varlıklar arasındaki
münasebeti ve KUR’AN âyetlerini, bunlara yönelik beyanlarını tefekkür
edip(düşünüp), bu apaçık SIR’lar dünyasına adım atmaktır insanın serüveni. İşte
bu aşamada devreye Peygamber’ler, Mürşid ve Rehber’ler girer.
Peygamber’ler hüküm ve hikmet’i öğreten, Allah anlamayı nesip edendir. Hz.
Peygamber hidâyet nûrudur. İnsanlara doğru yolu gösterir. Çünkü o Allah ile kul
arasında REHBER’dir. Ancak hidâyete erdiren Allah’tır. Peygamberlerin vazifesi,
Allah ile bir vücûd olmuşları yani yolunda olanları değil, olmayanları, gece
karanlığında yollarını şaşıranları doğru yola çağırmaktır.
Mutluluk halinden memnun olmaktır. Davet ve terbiye yaşamı kolaylaştırmak
içindir. İnsanları değiştirmek, istidâdı olmayanları istidât sahibi yapmak için
değildir. İnsanların yaşayabilmek için hakikatleri bilmeye
ihtiyaçları yoktur. İstidâdı olan Hakîkati zaten kendisi elde edecektir.
Allah Peygamberin nefsini kendi nefsinden(ÖZ’ünden), Âdemin nefsini ise
Peygamberimizin nefsinden bir sûret olarak yarattı. Âdem öz olarak Rubûbiyet(Rab
isminin sıfatı, terbiye edici) zâtından yaratıldığı için Nefs’e ne yasak edildi
ise onu yapma gereği duydu. Bu onun saadetine de felaketine de sebep olsa
zâtının varlığının bir gereği olarak buna meyl etti. Âdem cennetteki elmayı
kendisine yasak edilmesine rağmen yedi. Çünkü Allah Âdem’in bunu yapacağını ve
böylece tabiat zûlmetine (karanlığına)ineceğini biliyordu. Hz. Âdem’e yasak
olan elma(Ağaç) Şecere kelimesinden gelmektedir. Şecere bölünme
demektir. İnsan BİR’den üç’e; AKIL, NEFS
ve RÛH olarak bölünerek yaratılmış, üçten
tekrar bire yol almıştır. İşte bu TEVHİD’e(Bir’liğe) ulaşmadır. TEVHİD’in son
noktası, yaradılışın başlama noktasıdır. Çünkü son başa dönmektir.
Birlik âleminde planlanmış insan, ikilikte(dünyada) ortaya çıkınca
mutlu olmaz. Savaşın ve huzursuzlukların sebebi budur. Kişi ancak kendi ismini
ve yaradılış gayesini idrak edince ve birliği görünce huzura erer.
Bir orkestradan çıkan sesler tek tek dinlendiği zaman bir şey ifade
etmez. Bunların bir arada ahenkle çalınması insanı mest eder. Bu âlemin zâhiri
sesidir. İç âlemde de her yaradılmışın çıkardığı sesler, fiiller, sıfatlar
birleştiğinde ilâhi bir senfoni meydana gelir. Bu çokluktaki birliktir (Kesret’te
Vahdet). İnsan kendi mânevi varlığında sükûtu temin etmedikçe, başkalarıyla
veya başkalarının birbirleriyle sulhunu umut etmemelidir. Birliğe varmadan
zıtlıklardan ve cenkten kurtulmak mümkün değildir.
Böyle bir durum insana Cehennemi yaşatır. Dünya hayatında yaptığımız
fiil ve ameller Cehennem üzerinden geçen ve sonu Cennet kapısı olan HAYAT
KÖPRÜMÜZ’dür. Kıyamet gününde kişi o yolu görür ve tanır. Çünkü o yolu kendi
inşa etmiştir. O köprüyü aşabilmek ve o sona ulaşabilmek bu dünyada
yaptıklarımıza bağlıdır. Dünya Cehenneminden başarı ile geçmeden Allah’a yani
Cennet’e kavuşmak mümkün değildir.
Cennet her nefes yenilenen örtülü nimet demektir. İnsan belli bir ilâhi
ismin tecelligahı(göründüğü yer) olması yönünden HAKK’ı örter. Cennet
Peygamberin mertebesidir. Allah der ki; ‘’Ben senin vâsıtanla görünürüm, sen
benim vâsıtamla bilinirsin. O zaman seni bilen beni bilir’’.
Cehennem ise ‘’CEHAME’’ kelimesinden gelir. Yağmurunu, yani rahmetini
bırakmış bulut demektir. Cehennem insanın doğasıdır. Onun için herkes Cennet’e
girmeden önce Cehennem’den geçecektir denilir. Cennet nimet, Cehennem azap’tır.
Cehennem’in 7, Cennet’in 8 kapısı vardır denilir. Cehennem’in kapıları; Kibir,
Hırs, Şehvet, Haset, Gazap, Cimrilik ve Kin’dir. Cennet’in kapıları ise 5 duyu
organı(Dokunma, Tatma, Duyma, Görme, Koklama), Şüphe, Hayal ve AKIL’dır. Akıl
bu 7 idrak ile olmaz ve NEFS’ine uyarsa Cehennemin 7 kapısı olur. Akıl ortaya
çıkar, 7’sine de hakim olursa 8’i de Cennet’in kapısı olur. Cennet’in
kapıcısının adı RIDVAN(Razı olan), Cehennem’in kapıcısının adı MÂLİK’dir(Mülkiyet.
Benim dediğin herşey emanettir ve bir gün elinden alınacaktır). ZEBANİ;
DÜŞKÜNLÜK demektir. Bizi Cehenneme ZEBANİLER yani düşkün olduğumuz şeyler
götürecek demektir. Nefs Cehennemden bir parçadır. En büyük Cehennem Allah’tan
gâfil ve uzak olmaktır.
‘’Yılan 40 yıl insan görmezse ejderha olurmuş’’ denilir. Yani, kişi
kendindeki olumsuzluk ve yanlışları görmez ve düzeltmezse NEFS’i devâsa
boyutlara ulaşır. Nefs insandaki mânâdır. Tevâzu gösterirse yücelir,
kibirlenirse kıymeti azalır. Her nerede büyük bir kilit asılıysa orada kıymetli
ve değerli şeylerin olduğuna delâlet eder. Perde büyük ise CEVHER iyidir. Ancak
bu perdenin kalkması mücâdele gerektirir. Bizim NEFS’imiz Cehennemin cüz’üdür. Cehennemin 7 kapısı
olduğu gibi Nefs’in de 7 sıfatı vardır (Emmâre, Levvâme, Mülhime, Mûtmainne,
Râdiye, Merdiye, Sâfiye)
Rûh Cehennem’de insan sûretinde yanmaz. Allah kendi âyetlerini yakmaz.
İnsan Rahman sûreti üzerine yaratılmıştır. Fatiha’nın 7 âyeti insanın
yüzündedir. İnsan dünyaya hangi HAYVAN sıfatı ile geldi ise Cehennemde o
sûretle yanacaktır.
Öldükten sonra hiç kimse mezhebinden ve tarikatından dolayı
sorgulanmayacaktır. İlâhi hükümlere uyup uymadığı konusunda sorgulanacaktır.
Bir işin kötü olduğunu bile bile yapan kişi günahkardır. Oysa ki mümin,
iyi ve kötü âmeli karıştıran kişidir. Her insanın iyi ve kötü sıfatları vardır.
Bunları gelirken yanlarında getirmişlerdir. Önemli olan iyiyi seçebilmek ve
beslemektir. İyi insan olmak, kimseye zarar vermemek demek değildir. İyi insan,
başkalarına faydası dokunan, iyilik eden kimse demektir.
Allah bir kimsenin yaptığı iyilik ve sevapları alır ve kıyamet gününe
kadar emaneten saklarmış. Kıyamet günü geldiğinde de o emaneti vermek için huzuruna
çağırırmış. Yaptığımız her iyilik ve sadaka, bizi Allah’ın huzuruna çıkaran
vesîlelerdir.
İhtiyaç sahibine yardım yaparken güleryüzlü ve hoş davran. Çünkü
kıyamet gününde sen de Hakk’ın karşısına ihtiyaç sahibi olarak çıkacak ve aynı
muameleye maruz kalacaksın. Yaptığın muameleyi misli ile geri alacaksın. Çünkü
o azığını senden önce âhirete taşıyandır.
İyiliği hak edene vereceksin. Hak etmeyene vermek onu azdırabilir. Her
şeye lâyığı ile davranmak HAKK’tır. Lüzumsuz iyilikler de benlikten gelir. O benlik
nedeniyle aşırı iyilik yapan sonunda zarar görür. Ne kimseyi methed, ne de
zemmet. Daima SIRAT-I Mustakim/DENGE üzere ol. Varlıklara lâyık oldukları kadar
değer ver. Kimseye aşırı değer verme. Sonra o senin PUT’un olur. Masallar unutmak,
PUT’lar da kırılmak içindir unutma.
Bir gün içinde en çok neden bahsediyorsan sen ona tapıyorsun ve seni o
terbiye ediyor demektir. Allah’da ‘’Başına onu sararım, beni unutursun’’ der.
Mânâda yükselebilmek için tevâzu, teslimiyet ve kulluk gerekir.
Kaynaktan akan SU’dan içebilmek için, başımızı aşağıya eğmemiz gerekmektedir.
Biz ‘’BİR’’ bütünün parçalarıyız. Kendini toplumdan tecrit ederek yaşayan insan
kaybolur. Acınacak hale gelir. Ayrılığı kendisine hastalık verir ve bunu tek
ilacı diğer insanlar ile kaynaşmasıdır. Birlik, beraberlik ve kaynaşma,
bunların hepsi insanın hayatta kalabilmesi için gerekli şeylerdir, RÛH’un gıdasıdır.
Huzursuzluk, uyuşukluk, tembellik, şikayet, güvensizlik ve korku NEFS’e
aittir. Bu duygular memnuniyetsizliğe, nefrete, kine, hayal kırıklığına,
depresyona, kibre, hasede ve zûlm’e yol açar.
Tevazu, güzellik, iyilik, cömertlik, sevgi ve teslimiyet RÛH’a aittir.
İnsanı; güven, uyum, rızâ, huzur, saadet, mutluluk ve yakîn’e götürür.
İnsanların büyük bir çoğunluğu sıkıntı ve kederden kaçar. Mutluluk ve
rızâya kolay varılmaz. Ancak Allah’ın seçkin kulları, elem ve kederlerin kişiyi
Allah’a yaklaştırıcı haller olduğunu bilir.
Allah merhametini gazabı içinde, cemâlini celâli içinde, Tevhid’ini de
ayrılık içinde gizler. Cenabı- Hakk sürekli olarak kullarının üzerine felâket
yağdırarak kendisine yalvarmalarını ve kendisinden yardım istemelerini sağlar.
Bu Rab’bimizin ilâhi politikasıdır. Rab’bimiz nimetlerini, hediyelerini,
merhametini ve cömertliğini geciktirerek
onun rızâsı için gözyaşı dökmemizi ister. Bu gözyaşları bizi, O’nun Kemâl ve
Cemâl âlemine taşır. Gözyaşları kalbin incileridir. Bu gözyaşları Cehennemi
dahi söndürür.
Allah bir kişiyi sevdiğinde ona en basit günahları bile kocaman
gösterir ki, o kişi TÖVBE kapısının eşiğine yapışsın. Bir başka kişiye gazap
verecekse, o kişinin günahlarını onun gözünde ufacık gösterir ve onu muhtelif
mûsibetler ile cazalandırsın.
Belâ; Allah’ın seçtiği kullarına gönderdiği sıkıntılardır. Belâ veli ve
Peygamberlere gelir. Onların her Belâ’da ahlâkı parlar. Mûsibet ise isâbet
almaktan gelir. Kişi nefsinin isteklerine uyarsa, yasak ve isâbet alan bölgeye
girer ve ya altından, ya üstünden isâbet alır. Bu CEZA, yani KARŞILIK’tır.
Günümüzde zıtlar arasındaki uçurum büyümektedir. Fakir – zengin, zayıf
– güçlü, öğretmen – öğrenci, politikacı – halk, erkek – kadın, çocuk – aile,
doktor – hasta. İnsan ile Allah arasındaki uyumsuzluk, bu zıtlar arasındaki
uyumsuzluğu da arttırıyor. Çünkü, kendisi ve çevresi ile barış içinde
yaşayamayan Allah ile bağlantı kuramaz. Tabiatı kötü kullanmamız sonucunda
tabiat bizi tehdit ediyor. Allah’ın ipine sıkı sarılmamız, zıtlar ile uyum
içinde yaşamamız hem bizim, hem dünyanın huzurunun yegane kurtuluş sebebidir.
İnsan ve tabiat arasındaki dengesizlik Yaratıcı ile Yaratılan
arasındaki ilişkilerin kaybolmasından kaynaklanır. Vahdet-i Vücud anlayışı
gereği HAKİKAT TEK’tir ve O TECELLİ etmektedir. Hakîkatin dili, dini, mezhebi,
rengi ve cinsiyeti yoktur.Evrenseldir. Tek hedef RIZA-İ İLÂHİ’dir.
Allah hepimize nasip etsin. Amin. Sadakallahül azim.