26 Eylül 2017 Salı

HZ. PEYGAMBER’E SEVDİRİLEN  ‘’KADIN’’

‘’Bana dünyanızdan KADINLAR, GÜZEL KOKULAR sevdirildi ve NÛR-I DİDEM SALÂT’tır’’ diyerek  sevdiği şeylerin başında ‘’KADIN’’ı sayan Hz. Peygamberimiz, onun içtimai hayattaki yerini ‘’KADIN ERKEĞİN YARISIDIR’’ diyerek kat’i olarak tayin etmiştir.

Hz. Peygamber’in hayatına giren KADIN’lardan; annesi Hz. Âmine, ilk eşi Hz. Hatice ve kızı Hz. Fatma’dan başlayarak sırasıyla diğer eşlerini tanımak, onlarla ilişkilerini öğrenmek, elbette bizler için yol gösterici bir mâhiyet arz etmektedir.

HZ. ÂMİNE: Hz. Berre ve Hz. Veheb’in kızıdır. Arabistan’da, kız çocuklarına hiç değer verilmediği bir dönemde doğmuştur. Çevresine karşı çok hayırsever ve yardımsever olan anne ve babası, kızlarının doğumunu büyük bir mutlulukla karşılamış ve bütün Arabistan’a ziyafet vererek bunu duyurmuştur. Kızını, isim koyması için Abdulmuttalip Hazretlerine(Hz. Abdullah’ın babası) götüren Hz. Veheb’in bu coşkusu, o dönemde büyük bir reform ve çağ atlamak olarak görülmüştür.

Âmine; Kureyşli kadınlar içinde en iyi soy ve statüye sahip olarak büyüdü ve evlilik çağına geldi. Kureyşli Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah ki o, babasının kurban etmek üzere söz verdiği ancak, fidye karşılığı(develerin kurban edilmesi ile) kurtulan ve Arapların tanıdığı, bildiği en değerli insandı. Erkeklerin sülbünde kuşaktan kuşağa taşınan Peygamberlik nûru Abdullah’ta ortaya çıktı ve bu nûr günden güne artarak yüzünde görünür oldu. Bu nûr’a tanık olan pek çok kadın Abdullah ile evlenmek istedi. Ancak o hepsini reddetti. O dönemde, pek çok falcı ve astrolog tarafından, ayrıca Tevrat’a da dayandırılarak bir Peygamber’in Hz. İsmail’in soyundan geleceği haberleri, tüm yarımadada yaşıyan Araplar arasında hızla yayılıyordu.

Abdullah’ın babası Abdülmuttalip, oğluna eş olarak Zühre kabilesinin soylu kızı Âmine’yi seçti ve evlilikleri gerçekleşti. Âmine’nin rahmi zamanla Peygamber’in asil ceninine gebe kaldı. Hamileliğin başlangıcından bir kaç ay sonra Abdullah Suriye’ye bir yolculuğa çıktı. Dönerken hastalandı ve Yesrib’de(Medine) vefât etti. Ayrılık Âmine için çok acıydı, ancak hamileydi, Abdülmuttalip’in de şefkatiyle hayata sıkı sıkıya tutundu.

Hamileliği boyunca gördüğü rüyalarda, kendisine bir Peygambere gebe olduğu, adını da Mûhammet koyması gerektiği bildirildi. Rebiülevvelin 12. Günü 571 yılı şafak vakti doğum gerçekleşti (Ölüm: Rebiülevvelin 12. Günü 632)  Hz. Âmine o anı şöyle anlatır: ‘’ Onu doğurduğum esnâda, onunla birlikte, Doğu ile Batı arasındakileri aydınlatan bir nûr çıktı. Nûr, Suriye’nin saraylarını ve çarşılarını, ben; Basra’daki develerin boynunu görene kadar aydınlattı. Üç adet bayrağı dikilmiş gördüm: Biri Doğu’da, biri Batı’da, üçüncü de Kâbe’nin üzerindeydi.’’ Doğumdan sonra, Abdulmuttalip küçük Mûhammed’i Kâbe’ye götürdü, onunla birlikte Kâbe’yi tavaf ederek Allah’a HAMD etti.

Küçük Mûhammed, mûkaddes şehrin sert havasından dolayı bakılması ve emzirilmesi için Benî Sa’d kabîlesinden Halime ve ailesinin yanına verildi ve altı yaşına kadar orada kaldı. Sonra annesinin sıcak göğsüne ve dedesinin şefkatli ilgisine, asil yüzü nûrlar saçan, görüntüsü heybetli, kalbi şeffaflık ve yol göstericilik belirtileri ile dolu, dili, yumuşaklık ve tatlılıkla tasnif edilmiş biri olarak geri döndü.

Hz. Âmine, Abdulmuttalip’ten izin isteyerek hizmetçisi Baraka ve oğluyla beraber sevgili eşi Abdûllah’ın mezarını ziyaret etmek üzere Yesrib’e (Medine)gitti. Mezar başında çok büyük bir üzüntü ve acı yaşadı. Mekke’nin sıcağı da Hz. Âmine’yi etkilemişti. Durumu kötüleşti ve Abva denilen köyde son nefesini verdi. Küçük Mûhammed, ailenin azatlı kölesi Baraka tarafından Mekke’ye, dedesi Abdulmuttalib’in evine geri getirildi ve sekiz yaşına kadar onun tarafından büyütüldü. Dedesi vefât edince sorumluluğunu amcası Ebû Tâlip(Hz. Ali’nin babası) üstlendi.

HZ. HATİCE: İslâm’ın ilk mümini olma şerefine ermiş, Peygamberin ilk ve sevgili zevcesi, malını, canını, kendini, İslâm ve onun yüce Peygamberi uğruna seferber etmiş, Ehl-i Beyt’in annesi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in müberek büyükannesi olmuş bir yüce sultandır. Mekke’de asâlet, nezâket, güzellik, zenginlik ve cömertliği ile meşhur olmuş bir hanımefendidir.

Esed kabilesinden Huveylid’in kızı olan Hz. Hatice; ‘’Tahire’’, ‘’Ümm-ü Hind’’ ve İslâmiyetin gelişinden sonra ‘’Müminlerin anası’’ gibi ünvanlarla anılmıştır. O devrin büyük âlimi, şâiri, Hanif dininin temsilcisi(İbrâhimi) VARAKA da kuzenidir. Resûlullah’ı tanımadan önce iki kere evlenmiş, iki çocuğu olmuş ve dul kalmıştır.

Nihayet; bu güzel, soylu ve asil kadın ile Mekke’de ‘’el-Emin’’ ve şerefli olarak tanınan Mûhammed’in yolları kesişir. Mûhammed yirmi beş, Hatice kırk yaşındadır. Hatice, bu güvenilir, doğru sözlü, güzel huylu gence aşık olur ve ona evlenme teklif eder. Evlilikleri acılar ve kayıplar olsa da çok mutlu geçmektedir. Hatice, Mûhammed’e altı çocuk doğurur. İki erkek ve dört kız. En büyük çocukları KASIM  adında bir oğlan çocuğudur. Fakat çocuk iki yaşını doldurmadan ölür. İkinci çocukları ZEYNEP, sonra sırasıyla RUKİYYE, ÜMMÜ GÜLSÜM VE FÂTIMA. Son çocukları ise, çok kısa bir süre yaşayan ABDULLAH’dır.

Mûhammed’in Hatice’ye olan sevgisi, şu menkibe ile daha iyi anlaşılabilir. MS. 610 yılında Hz. Mûhammed’e Cebrâil vâsıtasıyla nicedir beklediği haber gelmiş ve Allah(c.c.) onu, kendisinde tecelli etmek sûretiyle, nebisi ve resûlü ilân etmişir. Peygamber’in çevresindeki halka büyüdükçe Kureyş’in ileri gelenlerinin korkusu da giderek büyümektedir. Sonunda Hz. Muhammed’e reddedemeyeceğine inandıkları bir teklif yapılır. İsterse güç, iktidar, para, kadın teklif edilir. Hz. Mûhammed; ‘Bir elime Ayı, bir elime Güneş’i koysanız yine davamdan vazgeçmem, Hatice’den başka hiç bir kadında da gözüm yoktur’’ der.

Hz. Hatice; Cebrâil Aleyhisselam’ı görmüş ve ondan ‘’Rabbinin’’ selâmını almış, ‘’Allah selâmdır, selâm da O’ndandır, selâm Cebrail’in üstüne olsun’’diyerek selâma karşılık vermiş bir sultandır. Ancak yirmi beş yıllık mutlu ve ahenkli evlilikleri MS. 619 yılında Hatice’nin ölümü ile son bulmuştur.

Mutasavvıf Safiye Erol, ‘’Çölde Biten Rahmet Ağacı’’ adlı kitabında Hz. Hatice’nin ölüm döşeğindeyken Hz. Mûhammed ile aralarında geçen bir diyalogdan bahseder. Resulullah ağlar ve şöyle der; ‘’Ey cümle âlem kadınlarını bezeneği ve övüncü! Cennet seni özler. Var, orada MİRAÇ gecesinden beri nikâhlım olan ÂSİYE ve MERYEM hatunlarla, bundan sonra nikahlanacağım AYŞE ve diğer kutlu kadınlarla, ortaklarınla buluş’’ Hatice’nin gözleri buğulanır, ancak kıskançlık izi güzelliğini gölgeleyemez. Kader kısmete razı olanlar, her tecelliye şükredenler YAKÎN mertebesini bulurlar, insan zaaflarını aşarlar. Ulu Hatice gülümseyerek şöyle der; ‘’Ey benim sevgilim, Göklerde sürdüğün, benden sonra yeryüzünde süreceğin safâlar hem sana, hem de o hanımlara mübârek olsun. Onlar benim ortağım değil, kız kardeşlerimdir.’’  Bu olaya tanık olan kızları Hz. Fatma, annesinin ölümünden sonra, içi burularak bu olayın sebebini babasına sormuş ve şöyle demiştir; ‘’Babacığım, sen annemi hiç bir zaman kıskançlıkla yaralamadın. Onun üstüne ne cariye getirdin, ne câriye aldın. Nasıl oldu da, onu ecel üstü böyle perişan ettin?’’ Hz. Peygamber ise şöyle cevap vermiştir; ‘’Hiç bir kadın annen kadar ne sevildi ve yücelendi, ne de bundan sonra sevilir ve yücelenir. Ulu Hatice, hayatın bütün elemini, hazzını öğmüş eritmiş, ne fazilet ne meziyet varsa hepsini giyip kuşanmış bir yüce sultandı. Bir tek şey eksik kalmıştı. Kadının asıl cihadı ve gazâsı ki, erkeğini kıskanmak, kadının şehitlik mertebesi ki, sevgiliyi bir başka kadınla kucak kucağa görmektir. Haticetü’l- Kübra bu hali yaşamamış, bir bakıma noksan kalmıştı. Noksan kalacak kadın değildi. Aşk badesi tamam olsun diye ecel şerbetine şehitlik şurubu katıldı. Ve işte annene o sözleri bu sebepten söyledim’’ Resûlullah, ayrılık senesinin adını ‘’mahzunluk yılı’’ koymuştur.

HZ. FATMA: Hz. Mûhammed ile onun ilk eşi Hz. Hatice’nin çocuğudur. ‘’Velilerin anası’’ diye bilinir. Hz. Ali’nin eşi, Hz. Ömer’in kayınvalidesidir. Yüzü çok beyaz ve parlak olduğundan ‘’Zehra’’, zühd ve dünyadan kesilmekten en ileri olduğu için, ‘’Betül’’ yani çok temiz demişlerdir. Hz. Meryem’e de ‘’Betül’’ denilmiştir.

‘’FÂTIMA’’ sütten kesilmiş anlamındadır. Pek çok hadis kitaplarında, Allah’ın onu ve onu sevenleri cehennemden ayırdığı, azaptan azat ettiği yazılıdır. Diğer ünvanları arasında; Ümmü Ebîhâ’’babasının annesi’’, Eşrefünnisa’kadınların en şereflisi’’, Seyyidetünnisa ‘’kadınların hanımefendisi’’, Râziye ‘’Allah’tan razı olan’’, Zekiye ‘’arınmış, temizlenmiş’’ sayılabilir.

Hz. Peygamber, Hz. Hatice hamile iken kendisine şunu nakleder; ‘’Ey Hatice. Cebrâil bana haber verdi ki, karnının sedefinde olan en güzel inci, bir kız çocuğudur ve adı Fâtıma’dır. Onun nesli, zamanın uzadığı müddetçe bir cevâhir(Cevherler) bağı olacak ve kıyâmete dek devam edecek. Ve o inci, kâinatın, gelinin boynuna takılmış cevâhir halkaları gibi bir gerdanlık hâlini alacaktır’’

Rivayet edilir ki; gebelik vakti sona erip doğum saati yaklaşınca Hatice, Kureyş’li kadınlardan ebe istedi. Kureyş’li kadınlar ‘’Sen bize asi oldun. Bir öksüzle evlenmeye rıza gösterdin’’ diyerek bu isteği geri çevirdiler. Hatice, bu habere çok üzüldü, fakat ansızın odasında dört kadın belirdi. Hatice, onlara kim olduklarını sorduğunda; ‘’Ey Hatice, Hakk bizi senin hizmetine gönderdi. Biz sana dünyada hizmetkâr, âhirette dost ve arkadaş olacağız’’ dediler. Bu kadınlardan birisi Hz. İbrâbim’in karısı SÂRE, diğerleri Hz. MERYEM, Mûsa’nın kız kardeşi GÜLSÜM, ve Firavun’un eşi ÂSİYE idi.

FÂTIMA dünyaya geldi. Tertemiz ve pak olarak dünyaya ayak bastığı zaman yanağının nûru yeryüzüne bayrak çekti ve MİSK saçan kokusundan yeryüzüne amber, sandal çiçeği, sümbül kökü, kızıl gül ve turunçla karışık ‘’abir’’ denen kokunun tozları yayıldı.

İslâm kadınlarının en seçilmişi; Hz. Hatice ve Resûlullahın üzerinde ehemmiyetle, âdetâ saygıyla  durdukları müstesna bir rûhun sahibi FÂTIMA. Kendisi Resûlullaha çok benzerdi. Mizâcı son derece hassas, merhametli ve bilhassa zeki idi. Resûlullah evlatları arasında ona özel bir yer verdiğini özellikle belli ederdi. Muhârebeye giderken son vedâlaştığı, döndüğünde ise ilk kucaklaştığı kişi daima  Hz. Fatma olurdu. Hz. Fatma, babası Resûlullah’ın ne zaman huzuruna gelse, ayakta ve mûhabbetle karşılanır, bu durum her seferinde aynen tekrarlanırdı.

Bütün Kibar-ı Ashab, başta Ebû Bekir ve Ömer olmak üzere Hz. Fatma’ya talip olmuşlarsa da Hz. Peygamber; ‘’Rabbimden vahy almadan ne evlendim, ne de evlendirdim’’ buyurmuşlardır. Hz. Fatma ile evlenmek Ebû Tâlib’in oğlu, Kâbe’yi muazzamada doğan Hz. Ali’ye nasip olmuştur. Hz. Peygamber’in ‘’Eti etimdir, kanı kanımdır’’, ‘’Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır’’ dediği Hz. ALİ. Sırların sırrı, Yol göstericilerin rehberi, İmamların babası, Allah’ın aslanı, Al-i âba’nın beşincisi, Resûlullah’ın kardeşi Hz. ALİ.

Hz. Fatma ve Ali’nin evliliklerinden; HASAN, HÜSEYİN ve MUHSİN adında üç oğlu ile ÜMMÜ GÜLSÜM ve ZEYNEP adında iki kızı olmuş, MUHSİN çok küçük yaşta vefât etmiştir. Hz. Peygamber; ‘Pek çok âlim gelecek, Kûr’an’ın zâhiri manası üzerinde birbirinden güzel yorumlar yapacaklar ama Kur’an’ın enfüsî(iç) mânâsını Fatma bilecektir’ demiştir. Fatma’nın parmağında taşıdığı yüzükte; ‘’Hakk’a dayananlar emindir’’ ibaresi yazılıydı.

Hz. Fatma’nın yüzünü Resûlullah’ın bu dünyayı terkinden sonra hiç bir şey güldürememiş, pederleri Resûl-i Ekrem’in âlem-i cemâle teşrifinden altı ay sonra, henüz yirmi dört yaşında iken vefat etmiştir. Hz. Mûhammed’in soyu, yalnız Hz. FATMA’dan devam etmiştir.Hz. Fatma’nın sırrının özü KEVSER SÛRESİ’dir. Allah, ‘’Sana bilinmezlik sırrını verdim’’ diyor. Çünkü ‘’KEVSER’’ EBDER’in(soyu kesik) zıddıdır. Ebder, bir ömür yaşar, ondan sonra biter. EBDER’in zıddı FATMA’dır.

HZ. SEVDE: Mekke’li bir hanımdır. Kendisi daha önce evlenmiş, İslâm’ı kabul etmiş ve kocasının da İslâm’ı kabul etmesinde önemli rol oynamıştır. Eşi daha sonra Mekke’li müslümanlara yapılan eziyetlere dayanamayarak, Habeşistan’a sığınıp Hıristiyanlığı kabul etmesine rağmen, o dininden dönmemiş, eşinin ölümü ile de Mekke’ye dönmüştür. O dönem Hz. Hatice ölmüş ve Resûlullah çocuklarına bakacak bir eş aramaktadır. Sevde’nin İmân konusunda gösterdiği vefâkar tutum Resûlullah’ı etkiler ve Sevde ile evlenir. 

HZ. AYŞE: Hz. Ebû Bekir’in kızıdır. Hatice’nin ölümünü takip eden aynı yıl, Peygamber rüyasında bir adamın, bir ipek parçasına sarılı birini taşıdığını görür.Adam ‘’Bu senin zevcen, onun örtüsünü aç’’ der. Peygamber örtüyü açtığında Ayşe'yi görür. Bu rüya üç kere tekrarlanır. Ve Ayşe, Sevde’den bir kaç ay sonra Peygamber’in eşi olur. 

Mûhammed Hamidullah ise; Hz. Peygamber ile Hz. Ayşe’nin nikahlanması nedenini şöyle anlatır: ‘’Hz. Ayşe ve Hz. Mûhammed nikahlandığında Ayşe'nin yaşı küçüktür. Ayşe, nikahtan sonra anne ve babasının yanında kalmaya devam eder. Ancak olgunluk çağına vardığında kocasının yanına gelir.

Nikah akdinin gerçekleştiği dönemde, İslâmın geleceği ve varabileceği hedefler son derece karanlık olup, Resûlullah cemâate ve İmân edenlere karşı son derece endişe içerisindedir. Kendisinin, İslâm’ın esaslarını ve hükümlerini lâtif cinsin mensupları arasında anlatıp açıklayacak akıllı ve heyecan dolu bir kadına ihtiyacı vardır.  Arap sosyetesinde evlilik bağları , iki âile yahut iki kabîle arasındaki tesânüdün sıkı ve sağlam esaslara dayandırılmasında büyük bir rol oynamaktadır.. Ebû Bekir, İslâm’ı ilk kabul eden birkaç kişiden biridir ve onun İmân’ı o derece hararetlidir ki, Resûlullah ona ‘’SIDDIK’’ şeklinde bir şeref lakâbı takar.

Ayşe; İslâmda yetişen en büyük HUKUK’çu hanımlardan biri olmaya muvaffak olmuş ve TARİH, BELÂGAT, ŞİİR konularında pek gelişmiş bir hassa ve zevke mazhar olmuştur. Hz. Mûhammed hakkında pek çok HADİS (2.200 hadis)onun sayesinde bize kadar ulaşabilmiştir. İlme susamış, zeki, sportif bir kişidir. Askeri seferlere katılmış, bizzat savaş sırasında cesur bir hastabakıcı, hemşire olarak çalışmış, hukukî, tıbbî, matematik, edebî, tarihî ve folklorik meselelerde büyük kabiliyetlere sahip olduğu söylenmiştir. İnfâk etmekte, parasını ve herşeyini dağıtmakta fevkalade usta olan bu kadın, Resûlullah’ın ve babası Ebû Bekir’in  yanında kendisine ayırdığı mezarı hiç düşünmeden Hz. Ömer’e verecek kadar da asil bir rûha sahiptir.’’

HZ. HAFSA: Hz. Ömer’in kızıdır. Henüz yirmi yaşında eşi şehit olmuş ve dul kalmıştır. Genç ve dul bir kadın, baba için Arabistan’da önemli bir meseledir. O günlerde Hz. Osman’ın eşi Rukiye ölmüştür. Hz. Ömer; hem kızını evlendirmek, hem Hz. Osman’ı teselli etmek ve hem de Hz. Peygamber’in yakınlığını kazanmak amacıyla kızını Osman’a teklif eder. Osman bu sert mizaçlı babanın teklifini kabul etmez. Ömer bu defa aynı teklifi Hz. Ebû Bekir’e yapar. Ebû Bekir de teklifi reddeder. Ömer’in gözünden herşey silinir ve büyük bir hiddetle Hz. Mûhammed’e gider. Durumu anlatır. Mesele önemlidir. Bu üç dost arasında çıkabilecek ihtilaf Müslümanlığın gelişimine büyük zararlar verebilir. Hz. Peygamber, Hafza ile aslında kendisinin evlenmek istediğini, diğerlerinin bu teklifi bu nedenle reddettiğini söyleyerek ortalığı yatıştırır. Kızı Ümmü Gülsüm’ü Osman’a nikahlayarak sulhu sağlar.  

HZ. ZEYNEP BİNT-İ HUZEYME: İki kocasını da savaşta şehit vermiş, cömertliğinden dolayı ‘’fakirlerin anası’’ olarak anılan muhterem bir kadındır. İkinci kocası Ebû Seleme, Uhud savaşında yaralanmış, ancak iyileşememiştir. Onu çok seven Resûlullah hem Zeynep’e, hem de çocuklarına sahip çıkmak için onunla nikahlanır. Zeynep, iki yıl sonra vefât eder.

HZ. ZEYNEP BİNT-İ CAHŞ: Hz. Muhammed’in halasının kızıdır. Genç, güzel, asil ve zengindir. Hz. Mûhammed, Zeyneb’i azadlı kölesi Zeyd ile evlendirmek ister. Ancak Zeyneb ve bütün ailesi buna karşı çıkar. Aslında Peygamber’in izdivaç teklifindeki gaye, bir âdetin ve bir ananenin yıkılmasıdır. Çünkü Arap adetlerine göre, asil bir ailenin kızı, azadlı bir köle ile evlenemez şeklindedir. Ancak, Hz. Mûhammed’in isteği ile izdivaç gerçekleşir. Zeynep bu evliliği çekilmez bir hale getirir ve Zeyd, Hz. Peygamber’e gelerek boşanmak istediğini söyler.Peygamber reddeder, evlilikleri çekilmez bir hal alınca da boşanmalarına izin verir. Zeyneb’in Mûhammed’e sevgisi büyüktür. Bunu da belli eder. Hz. Mûhammed buna yanaşmaz. Ancak âyet iner. Âyet şöyledir; 

‘’Hani bir zamanlar Allah’ın kendisine ikram ettiği, senin de iyilikte bulunduğun kişiye diyordun ki; Eşini bırakma ve Allah’a saygılı ol! Ama Allah’ın açıklayacağı şeyi sen içinde saklıyordun; Zira insanlardan çekiniyordun:  Oysa ki kendisinden çekinmen gereken sadece Allah’tı. En sonunda Zeyd o kadından  ilişkisini kesip ondan boşanınca, Biz onu seninle  evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini kesip boşandıklarında kişilerin onlarla evlenmelerinin önünde hiç bir engel bulunmasın: sonuçta Allah’ın emri yerine gelmiş oldu’’ (Ahzap-37) Gariplerin annesi ve çok sadaka veren bir hanımdır.

HZ. ÜMMÜ SELEME: Asıl adı Hind’dir. Mahzum kabilesinden Ümeyye’nin kızıdır. Resûlullah ile evlenmesine Ümmü Seleme’nin oğlu aracılık etmiştir. Hz. Resûlullah’ın en son ölen eşi olup, 84 yaşında vefat etmiştir.

HZ. ÜMMÜ HABİBE: İslâm karşıtı Ebû Süfyan’ın kızıdır. Benû Umeyye kabilesine mensup olup, Mekke’lidir. Daha ilk yıllarda İslâm’a geçmiş, kocası ile Habeşistan’a göç etmiştir. Alkolik olan kocası burada İslâmiyetten dönüp, Hristiyan dinine geçmesine rağmen kendisi sıkı sıkıya İslâm dinine bağlı kalmıştır. Kocasının ölümü ile yanlız kalmış, ancak İslâmiyete bağlılığı Resûlullah’a kadar ulaşmıştır. Resûlullah, Habeşistan’a bir elçi göndererek bu hanım ile evlenmek istediğini beyan etmiş, Ümmü Habibe de bu şerefli teklifi seve seve kabul etmiştir. Resûlullah’ın Ümmü Habibe ile evliliği, İslâm karşıtı Ebû Süfyan ile arasında bir dostluğun da başlangıcı olmuştur. ‘’Olabilir ki Allah, aranızda düşmanlık bulunan kimseler ile sizin aranızda dostluk tesis edebilir’’(Mümtehine-7) âyeti varlık bulmuştur. 

HZ. CUVEYRİYYE: İslâm Düşmanı, Benû’l-Mustalık kabilesine mensup El-Haris’in kızıdır. Resûlullah’ın komutasında İslâm ordusu ile yaptıkları savaşta mağlub kabile reisinin kızı olarak esir düşmüş ve ganimet olarak iki askere verilmiştir. Ancak, esir kız Resûlullah’ın huzuruna girerek başına gelenleri anlatır, İslâm’a girdiğini beyan ederek tekrar hürriyetine kavuşmak için kendisinden yardım talep eder. Resûlullah bu duruma çok üzülür ve bir çözüm üretir. Cuveyriyye ile nikahlanır. İki kabile arasında bir kan bağı oluştur. Bütün esir düşenler azad edilir. Savaştan kaçan kabile erkekleri de Resûlullah’ın huzurunda İslâm’a girdiklerini beyan ederler. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş olur. Ceveyriyye,  İslâm’a geçtikten sonra kıldığı namazlar, tuttuğu oruçlar ve takvası  ile şöhret olmuştur.  

HZ. SAFİYE: Huyey’in kızıdır. Heyberli Yahudi bir hanımdır. 7. Hicrî yılda birkaç gün süren bir direnişten sonra fethedilen Hayber bölgesi insanları ile Medine’deki Müslümanlar arasında harple sonuçlanan pek çok olay yaşanmıştır.Safiye, genç ve dul bir hanımdır. Hz. Muhammed’in ‘’mağlûplarla uzlaşma ve anlaşma’’ şeklinde değişmez politikasının bir neticesi olarak onu nikahı altına almış, Zeynep olan adını da Safiye olarak değiştirilmiştir. 

 HZ. MÂRİYE(Câriye): Mısır’lı Hristiyan bir hanımdır. Kaynaklar, Kopt soyundan, İran veya Grek asıllı olabileceği şeklindedir. Hicrî 7.yılda Mısır’daki ‘’Koptların büyük başkanı’’, Resûlullah’ın gönderdiği İslâm’a davet mektubuna bir yazı ile cevap vermiş ve bir çok hediyeler arasında bu köle kadını  da ona armağan etmiştir. Kaynaklar bu hanım ile arasında bir nikâh akdinin gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda bir bilgi vermez.  Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’den dünyaya gelen iki erkek çocuktan sonra, Mâriye’den de İbrahim adı verilen bir erkek çocuğu doğmuş, ancak küçük yaşta vefat etmiştir. Mâriye ile kurulan bu câriye hayatı, diğer bütün câriyeler için bir nimet olmuş, Resûlullah’ın şu beyânı hukuk kâidesi hâline gelmiştir.

‘’Şâyet bir câriyenin efendisinden bir çocuğu dünyaya gelecek olursa, bu efendi onu daha önce azâd etmemiş olsa bile, onun vefatı ile o kadın kendiliğinden azâdlı(hür) hale gelir.’’ Bir emsâl bırakabilmek için Resûlullah’ın böylesi bir câriyelik hayatı da sürmesi lâzım gelmiştir.

HZ. MEYMÛNE: El-Hâris’in kızı, daha önce evlendiği Zeynep’in üvey kızkardeşidir. Meymûne, 36 yaşında dul bir kadındır ve çeşitli kabilelerin ileri gelenleri ile evli 8 kızkardeşi bulunmaktadır. Resûlullah, Meymûne ile 7. Umre Haccı sırasında nikahlanmıştır. Evliliğinin,İslâm ile Mekke arasında bir uzlaşma, bir yumuşama meydana getirmek için bir çare olarak düşünüldüğü tahmin edilmektedir. Bu nikah sayesinde Resûlullah 3 günden fazla kalınmasına iznin verilmeyen Mekke’de daha fazla kalabilmiştir. Hz. Peygamber’e ait pek çok HADİS onun ağzından nakledilmiştir.

HZ. REYHÂNE(Câriye): Medine’li Yahûdi bir hanımdır. Hicrî 5. Yılda kabilesi ile yapılan savaşın sonunda ganimet olarak Hz. Mûhammed’e verilmiştir. Bir müddet tereddüt ettikten sonra İslâm’a geçmiştir. Resûlullah ona nikahlanma teklifinde bulunmuş, ancak kendisi örtünmemek ve peçe takmamak için câriye olarak kalmak istemiştir. Reyhâne eski evinde oturmaya devam etmiş, hatta Medine şehri içine dahi yerleşmemiştir.

Hz. Peygamber; Hz. Hatice ile evli olduğu süre içerisinde hiç bir evlilik yapmamış, câriye getirmemiş, ancak sevgili eşinin vefatından sonra çocuklarına bakılması ve kabileler arasındaki akrabalık bağları oluşturmak ve savaşları önlemek, İslâmın temellerini sağlamlaştırmak gayesi ile bazı evlilikler yapmış, hatta bazı eşleri ile aynı şehirde dahi yaşamamıştır. Gerek eşlerine, gerekse evlatlarına ve torunlarına gösterdiği sevgi, muhabbet ve anlayış ile aile hayatının nasıl olması gerektiğinin örneklerini vermiştir.

Evliliklerinde asıl maksad; Arap yarımadasının dört bir tarafına dağılıp yayılmış olan ve çeşitli kabilelerin dostluklarını kendi etrafında toplamaktır. Kûr’an-ı Kerîm’e göre, bir müslümanın nikahı altına alabileceği zevce sayısı en çok dört’tür. Resûlullah asla kendisini, toplumda yürürlüğe koyduğu şer’i kanunların dışında saymamıştır. Bu konuda o, acaba hangi sebepler tahtında kendini daha serbest ve mukayyer tutmuştur? Kûr’an-ı Kerîm bu konuya temas etmez. Bizzat Resûlullah’ın ağzından gelen hadisler ise, bildiğimiz kadarıyla bu konuya dâir bize bir açıklık temin etmemektedirler.

Bu konuda bir izah imkânı ve yolu kalmaktadır; Bu da, zevcelerinin sayısını sınırlayan ilâhi hükmün, kendisinin sonuncu nikâhı kıymasından sonraki bir devrede  indirilmiş olması ihtimâlidir. Çünkü Sakîf kabilesinden Ğaylân, on zevcesinden sâdece dördünü nikâh altında tutması emrini Resûlullah’tan almıştır. Bu emrin verildiği tarih yaklaşık 8. ve 9. yıllardır. Resûlullah’ın ise gerçekleştirdiği nikâhlardan en sonuncusu 7. Hicrî yıla isâbet eder. Acaba bu sınırlayıcı Âyet indiğinde Resûlullah, evli bulunduğu bu hanımlardan niçin dörtten fazlasını  boşayıp, nikâh dışına çıkarmamıştır. Tarihçilerden İbn. Sa’d ve İbn Habîb; Resûlullah’ın, hanımlarından her birine, nikâh akdini bozucu kararı bizzat almalarını, bu takdirde de geçimlerini sağlamaya devam edeceğini bildirdiğini nakletmektedirler. Ancak, bu teklifi alan hiç bir zevce bunu kabul etmemiş, bunun üzerine Resûlullah da dört hanımın dışında diğer hanımlarla zevci ilişkiler içinde bulunmamıştır.

Kûr’an-ı Kerîm’deki âyete göre; Resûlullah’ın bütün zevceleri, Müslümanlar için valideler durumundadır. Bu esasa göre, bir Müslüman’ın, dul da olsa, boşanmış bir durumda da olsa, onlarla nikâhlanması asla düşünülemez. Zira bu; ‘’Allah katında yakışıksız ve münâsebetsiz bir şey teşkil eder.’’ Mûhammed; hanımlarına mümkün olan bütün serbestliği tanımış ve onlar da bu seçim hürriyetini kullanmışlardır. Bu konuda söylenecek başka da bir şey yoktur(Mûhammed Hamidullah)

YETİM: Dürrü Yetim; Sedefin içindeki tek İNCİ. Hz. Mûhammed ve İnsan-ı Kâmiller’dir. Çünkü onlar; gerçek varlıklarının bir anne ve babadan değil, Allah’tan geldiğini idrak ederler.

BABASININ ANNESİ: Hz. Fatma’nın lâkâbıdır. Hakikât-i Mûhammed’in dişilik makamıdır.Hz. Mûhammed kendisini ‘FATMA’’ aynasında seyreder ve ayağa kalkar.

RADIALLAHU ANH(r.a): Allah ondan razı olsun demektir.

21 MART: HZ. ALİ'nin DOĞUM GÜNÜ. Hz. Fatma ile Hz. Ali'nin evlendikleri gün(599). GECE İLE GÜNDÜZ'ün EŞİT OLDUĞU GÜN. NEVRUZ. BAHARIN GELİŞİ. Alevî'ler bu günü kutlar.

Kaynak: C.Nur Sargut Peygambere sevdirilen KADIN, Nezihe Araz Peygamberler Peygamberi Hz. Mûhammed.

5 Eylül 2017 Salı

TAVSİYELER:

SEYR-İ SÜLÛK EDEN MÜRİDE VE KEMÂLE ERMİŞ KİMSELERE ALLAH’IN İZNİYLE FAYDA VERECEK HİKMETLİ TAVSİYELER.

TAVSİYE 1: ‘’Dini dosdoğru uygulayın’’. Burada kastedilen, her devir ve milletlerdeki VAKTİN ŞERİAT’dır. O şeratta bir araya gelmek ve onun hakkında tefrikaya düşmemek lâzımdır. Allah’ın eli cemaatle beraberdir ve kurt ancak sürüden ayrılan koyunu yer. Dini uygularken cemaat halinde ve görüş birliğinde kalıp parçalanmazlarsa, düşman onları yenemez. İnsan da kendi kendine böyledir. Nefsine Allah’ın dinini tatbik ederken bütün güçlerini birleştirirse, insan veya cin şeytanları verecekleri vesveselerle onu yenemez.

TAVSİYE 2: Her vakitte ve durumda bütün gayretini Hakk’a yaklaştıran işleri yapmak üzere harcamalısın. Bunlar, o esnada o halin diliyle Hakk’ın sana söylediği işlerdir. Yapamasan bile içinden iyi şeyler yapmaya niyet et. Kötülüğe niyetlenirsen Allah rızası için onu bırakmaya gayret et.. Bununla beraber ezeli kader ve kaza galip gelirse durum başkadır. İçinde niyetlendiğin hayrı ve iyiliği yapmanı Allah takdir etmemiş olsa bile, o fiili senin adına hayır olarak yazar. 

Peygamberin aktardığı kutsi bir hadiste; ‘’Kulum bir iyilik yapmaya niyetlenip onu yapmadığında, onu bir iyilik olarak yazarım. Yaptığında ise on katı olarak yazarım’’ Allah şöyle der: ‘’Kötü bir şey yapmaya niyet edeni ise, yapmadığı sürece bağışlarım’’ Allah iyilik ve kötülük hakkında şöyle der; ‘’Kim bir iyilik getirirse on katı sevap vardır. Kim bir kötülük getirirse misliyle cezalandırılır’’(En’am- 160)

TAVSİYE 3: Herhangi bir yerde, Allah’a karşı günah işlediğinde, o yeri terk etmezden önce bir ibâdet yapman gerekir. Böyle yapınca o mekân aleyhinde şahitlik edeceği kadar lehinde de şahitlik eder. İbâdeti yaptıktan sonra oradan ayrılabilirsin. Aynı şey giydiğin elbise için de geçerlidir. Kestiğin tırnakların, kılların, tıraş ettiğin saçın, sakalın, bıyığın, yıkanırken üzerinden ayrılan kirlerin v.s. bunlardan herhangi birisi bedeninden ayrılırken taharetle ve Allah’ı zikretme halinde bulunmalısın. Burada ibâdetle kastedilen DUA’dır.  İbâdet de zillet, eziklik ve yoksulluk anlamına gelir.

TAVSİYE 4: Dostum! Yeryüzünde ululuk peşinde olma, tevâzuyu şiar edin. Allah senin kelimeni yüceltirse, gerçekte sadece Hakk’ı yüceltmiştir. Allah senin için yaradılmışların kalplerinde üstünlük duygusu kazandırırsa, bu da O’na dönen bir iştir. Sana yaraşan tevâzu, zillet ve kırıklıktır. Allah seni topraktan yaratmıştır. Annen olan toprağa karşı büyüklük taslama! Anne-babaya saygısızlık yasaklanmıştır.Bir hadiste şöyle der; ‘’Dünyada bir şey yükseldiğinde, onu alçaltmak Allah’ın üzerindeki bir Hakk’tır’’ Sen yükseltilen bir şey olduğunda, Allah’ın  seni alçaltacağını bilmelisin. Böyle bir durumda insan sürekli kulluğuna ve aslına bakmalıdır. Yükseklik kulun zâtına değil, mertebe ve makâmına mahsûstur. Yeryüzünde ululuk peşinde koşan, hiç kuşkusuz, orada başkanlık sevdasına düşmüş demektir. Allah böyle bir makam verirse, O’ndan nefsinde zillet, yoksulluk ve huşu sahibi olmanı dilemelisin.

TAVSİYE 5: Allah’ın kullarına karşı sevgi dolu olman gerekir! Böyle bir sevgi, kullarına selâm vermek, yemek yedirmek, ihtiyaçlarını karşılamak için çaba göstermekle gerçekleşir. Bilmelisin ki, bütün müminler bir bedendir. Bedenden bir organ şikayet ettiğinde, bütün beden ateşe tutularak yardıma koşar. Mümin de böyledir. Mümin, kardeşine bir mûsibet isâbet ettiğinde, sanki kendisine isâbet etmiş gibi hisseder, kardeşi üzüldüğü için üzülür. Allah, insan bedeninin organlarını birbirine bağladığı gibi müminleri de birbirine bağlamış, kardeş kılmıştır. El-Mümin Allah’ın isimlerinden birisi olduğu gibi ilâhi sûrette yaratılmış olması nedeniyle de Allah ile mümin arasında sabit bir nesep ve bağ vardır. Mümin müminin kardeşidir, onu yalnız bırakmaz, kendisini terk etmez.

TAVSİYE 6: Kendisiyle oturup kalkmanın, dindarlığına fayda vereceği kimselerle oturup kalkman gerekir. Bu fayda kendisinde göreceğin bir bilgi veya onda bulunan bir amel veya o kişide bulunan güzel bir huy olabilir. İnsan, âhireti hatırlatan birisiyle oturup kalktığında, Allah’ın mûvaffak kıldığı ölçüde, âhiretten bir tecellinin gerçekleşmesi gerekir. Sâlih arkadaş MİSK sahibine benzer, fayda gelmese bile kokusu sana bulaşır. Kötü arkadaş körük sahibine benzer, kötülüğü bulaşmasa bile dumanı ulaşır. Kim kuşkuya kapılanlarla arkadaşlık ederse, kendisi de kuşkuya kapılır. Hüsnüzan sayesinde idrâk mahalli kötülüklerden temizlenir. Allah kıyamet günü yaradılmışlar hakkında hüsnüzan beslemekten dolayı kimseyi sorguya çekmeyecekken, buna mukabil kötü zan sebebiyle insanları sorguya çekecektir.Tavsiyemi kabul edersen, bu da sana kafîdir.

TAVSİYE 7: Kendisine sahip olduğun eşya ve kimselerde, Allah’ın belirlediği cezaları uygulaman lâzımdır. Bu konuda Allah’a karşı sorumlusun. Otorite sahibiysen, Allah’ın seni üzerine yönetici atadığı kimselerin üzerinde Allah’ın kurallarını  uygulaman ve icra etmen gerekir. ‘’Hepiniz çobansınız, güttüklerinizden sorumlusunuz’’ Kastedilen Allah’ın cezalarını ve kurallarını uygulamaktır. Bu itibarla yönetimlerin en alt derecesi, insanın kendi nefsi üzerinde vali ve yönetici olmasıdır. Büyük halifelik gelinceye kadar, Allah’ın sınırlarını nefsine ve organlarına uygulamalısın. Her halûkarda nefsin üzerine vekilsin. Dostum! Aklına sana iyiliği tavsiye eden bir düşünce geldiğinde, onun meleğin ilhamı olduğunu bil! Ardından iyiliği yapmaktan alıkoyan başka bir düşünce gelirse, o da şeytanın vesvesesidir. Hayır ve şer şeriatın bildirmesiyle öğrenilebilir. Sen bir gemisin! Gemi delinirse, senin kadar içinde bulunan herkes helâk olur. Şeriat ilmini öğrenmeksizin kuralları kime ve nasıl uygulayacağını bilemezsin. Demek ki, Allah’ın kurallarını uygulayabilmek maksadıyla şeriat ilmini talep etmen bir vazifedir.

TAVSİYE 8: Kardeşim! Öğüt almaya ve ibretle düşünmeye sevk ettiği için hastaları ziyaret etmelisin. Allah insanı zayıflıktan yaratmıştır. Kendisini ziyaret ederken hastaya bakmak, aslına bakmak hususunda dikkatini çeker. Kendisine itaat etmede lâzım olan güçte de Allah’a muhtaç olduğunu görürsün. Bunun yanı sıra Allah hasta kulunun yanındadır. Dikkat ediniz! Hastanın Allah’tan başka sığındığı kimse olmadığı gibi, Allah’tan başka kimseyi zikretmez. Allah sürekli onun dilinde yâd edilir, kalbiyle de sadece Allah’a yönelir. Hangi hastalık olursa olsun, hasta Allah’la beraberdir. Tedavi olup, şifaya vesile olacağı bilinen vâsıtalara başvursa dahi böyledir. Her halûkarda hasta Allah’tan gafil değildir. Bunun sebebi Allah’ın onun yanında hazır bulunmasıdır. Allah kıyamette şöyle der; ‘’Ey âdemoğlu! Hasta oldum ziyaret etmedin!’’ İnsan şöyle cevap verir: ‘’Rabbim! Sen âlemlerin Rabbiyken seni nasıl ziyaret edebilirim ki?’’ Allah şöyle der; ‘’Bir kulumun hasta olduğunu biliyordun fakat ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin beni onun nezdinde bulurdun.’’ Allah’ın yarattığı herhangi bir varlık, senden yemek ve su istediğinde, imkânın olunca, ona yemek ve su vermen de böyledir. Başka hiç bir değerin ve merteben olmayıp, sadece yemek ve su isteyen varlık, seni kullarını yediren ve içiren Hakk’ın mertebesine yerleştirmiş olması, şeref ve değer olarak kâfidir. Allah kendisini kulunun mertebesine yerleştirmiştir. Bütün bu durumlarda Allah’ı zikreden ve O’nun karşısında huzur sahibi olan kul, kendisinden yemek ve su isteyenin Hakk olduğunu görür. O’nun kendisinden istediklerini yerine getirmek üzere koşuşturur.

TAVSİYE 9: Güzel ahlâk sahibi olup ona göre davranman ve kötü ahlâktan uzak kalman lâzımdır. Hz. Peygamber şöyle der; ‘’Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim’’ Güzel ahlâk, onunla ahlâklanmış kişinin kendisine davrandığı üzere, başkasına da davranabilmesi demektir. Bu itibarla yaradılmışların gayesinin birbirinden farklı olduğunu, birisini razı ederken düşmanı olan öteki kişinin kızacağını anladık. İşin böyle olması da kaçınılmazdır. Bir kişinin bütün yaradılmışları razı edecek şekilde iyi ahlâk sahibi olması imkânsızdır. İşin böyle olduğunu gördük. Biz, güzel ahlâkı ancak Allah ile musahabe halinde uygular ve kullanırız. O’nu razı eden işleri yapar, razı etmeyen işlerden kaçarız. ‘’Ancak müminler kardeştir’’ (Hucurat, 10) ‘’Benim ve sizin düşmanlarınızı dost edinmeyin, onlara sevgi göstermeyin’’(Mümtehine, 1) Demek ki güzel ahlâk, Allah’ı razı eden işlerde söz konusu olabilir, güzel ahlâk ancak Allah’a karşı uygulanabilir. Güzel ahlâk sahibi olman gerektiği gibi kötü ahlâktan sakınman gerekir. Güzel ahlâk kendisine karşı uygulandığı kişinin hallerine göre tezahür eder. Bu itibarla, kullanım yerlerini bilmedikçe kötü ahlâk ile güzel ahlâkı ayırd edemez, kullanım yerlerini öğrendiğinde bu ikisini tanırsın.Bu değerli ve güzel bir bilgidir.

TAVSİYE 10: Böbürlenmekten sakın, elbiseni topuğunun üzerine hatta biraz daha yukarıya çek. Hz. Peygamber’in şöyle dediği rivayet edilir: ‘’Müminin eteği topuğunun yarısına doğru olmalıdır’’ Hz. Alî bu konuda şu dizeleri söylemiştir; ‘’Elbiseyi kısaltmak temiz tutar onu. Bir de eskimekten korur ve takva sahibi kılar sahibini’’ Bunun sebebi, elbisenin yollarda kazurat ve necaset bulaşmayacak kadar yüksek olmasıdır. Elbisenin topuğun yarısına kadar uzatılması bir hükümdür. Takva sahibi şeriatı kendisi için kalkan edinendir. Böylelikle  insan ve cin şeytanların vereceği eziyetlerden sakınmış ve korunmuş olur. Allah böbürlenerek, elbisesini sürüyerek yürüyene nazar etmez. Ayrıca eski ve kötü elbiseler giymelisin. Böyle davranmak imânın parçası olduğu kadar dünyada şımarmamak anlamına gelir. Hz. Peygamber; eski elbise giymeyi imânın parçası saymış, onu imân şubelerine katmış ve şöyle demiştir: ‘’İmân yetmiş  küsür şûbedir. En üstünü Lâ ilâhe illâllah, en aşağı derecesi eziyet veren şeyleri kaldırmaktır.’’ Hiç kuşkusuz kendini beğenmek, böbürlenmek ve kibir, mümine saadet yolunda bulunan eziyetlerdir.

İmân şûbelerinden birisi de Tevhide ve Peygamberliğe imân, namaz, zekât, oruç, hacc, sabır, şükür, vera, hayâ, gıybet yapmamak, başkalarını küçümsememek, tövbe, dili korumak, sözünü tutmak, takva, iyilik, yumuşaklık, ana-babaya iyilik ve hürmet, kusur aramamak, laf taşımamak...............

TAVSİYE 11: Altın ve gümüş kaplarda yemekten kaçınmalısın. İpek elbise ve altın kullanmaktan sakın. Bunlar erkeğe yasakken, kadına helâldir. Seni üzen bir rüyanın ardından uyandığında, üç kere soluna tükürerek ‘’gördüğüm rüyanın şerrinden Allah’a sığınırım’’ de! Sonra rüya sırasında üzerine yattığın tarafı değiştirerek başka bir yanın üzerine yat. Gördüğün kötü rüyayı ise anlatmamalısın. Kötü rüyayı anlatmazsan sana zarar vermez.Rüya kuşun ayağına bağlıdır. Anlatınca bağdan çözülür.

TAVSİYE 12: Gusül abdesti alırken yıkandığın yere küçük abdestini bozma, abdestini ayrı bir yere boz. Mümkün mertebe adakta bulunma, bulunursan yerine getir. Rüzgara sövme, rüzgar Rahman’ın nefesindendir. Yeni bir elbise giydiğinde Besmeleyle giy. Yemek ve namaz aynı anda hazır olunca, önce yemeğe başla. Sıradan bir insan bile olsa, seninle konuşana karşı tevazu sahibi ol!. Unutma ki, herkesin kendi nezdinde bir değeri vardır. Hangi hediye olursa olsun, hediyeyi küçümseme ve reddetme. Katı ve inatçı olmaktan kaçınmalısın. İnsanları bezdiren, onları kaçırtan, işlerini zorlaştıran birisi olma. Buna mûkabil kolaylaştıran, öğreten ve müjdeleyen ol. Konuşurken yapmacıklıktan kendini korumalısın. Üç korkun olsun: Allah’tan kork, kendin için kork, Allah’tan korkmayandan kork. Yaşlılara saygı göstermelisin. Unutma ki, yaşlıdan Allah bile hayâ eder.

İnsanların ayıplarını araştırma, sadece kendinle ilgilen. Çocuğuna güzel isim ver, ona edebi öğret. Hüküm verirken adil ol. Çörek otu kullan, çörek otu, ölüm dışında her hastalığa şifadır. Çok yemek yeme. Çok yemek zekâyı alıp götürür. Hayatta kalmak için ye ve itaat etmek maksadıyla yaşa. Birisini sevdiğinde, sevdiğini ona söyle. Bunu söylemek onun seni sevmesini sağlar, o da seni sever, seni görür. Oruçluyken büyük günah işlememeye çalış. Öyle bir günah orucunu bozar. Oruç sana değil, Allah’a ait bir ibâdettir. Biri sana kötü bir söz söylerse ‘’ben oruçluyum’’ de.

Yanında üçüncü kişi varken arkadaşınla gizlice bir şey konuşma. Öyle bir davranış hiç kuşkusuz yanınızdakini tedirgin eder. Allah’ın kulları hakkında muradı, kalpleri uzlaştırmak, sevgi ve muhabbeti temindir. Ayrıca, üçüncü birinin anlayamayacağı bir dille konuşmamalısın. Öyle bir davranışla, gizli konuşmak arasında fark yoktur.

Arkadaşlık yaptığın veya seninle arkadaşlık yapan herkese rütbesine ve derecesine göre davran. Sendan yaşlı olana saygı, küçük olana merhamet göster. Âlimlere saygı ve hürmetle davran. Beyinsizlere ve düşüncesizlere karşı bağışlayıcı ol. Hayvanlara karşı, onların ihtiyaçlarını gözeterek davran, çünkü onlar dilsizdirler. Ağaçlara ve taşlara karşı, onları gereksiz bir amaçla kullanmamak şeklinde davran. Yeryüzüne karşı, onun üzerinde namaz kılarak davran. Ölülere karşı, onlara dua ederek davran; onların iyiliklerini zikret, kötülüklerini hatırlama.

Borçtan kendini uzak tut. Borç, geceleyin düşüncelere düşürürken, gündüz insanı hor ve zelil kılar. Çok soru sorma, soracaksan sadece seni saadete ulaştıracak ahlâk ve bilgiyle ilgili hususlarda soru sormalısın. Dehr’e sövme, çünkü ‘’ Allah Dehr’’dir. Onunla zaman kastedilmişse, zamanın elinde hiçbir şey yoktur. Bütün emir Allah’ın elindedir.

Vitir namazını kılmış bir halde uyu! İnsan uyuduğunda, Allah onun ruhunu, kendisinde nefsini gördüğü üzere katına alır; dilerse onu kendisine iade eder, dilerse yanında tutar. Canını iade etmesi, ömrünün tamamlanmamış olmasıyla ilgiliyken, etmemesi ecelinin sona ermesi demektir. Bu sebeple ihtiyatlı tavır, insanın vitir üzere uyumasıdır. Vitir kılarak uyuduğunda, Allah’ın sevmiş olduğu bir amelde ve halde uyumuş olursun. ‘’Allah tektir(vitr),  teki sever’’ Demek ki Allah, kendisini sever. O’nun seni severken kendi menziline yerleştirmesinden daha büyük bir inâyet ve yakınlık olabilir mi? Sürme çekerken her göze bir veya üç kere olmak üzere tek sayıyla çekmelisin. Her organ kendi başına müstakil organdır. Yemek yerken elini teke alıştırman gerekirken, aynı zamanda  suyu yudumlarken de üç kere de almalısın. Hz. Peygamber böyle yapmayı emretmiştir. Dinleyenin anlaması için söz söylediğinde, üç kere tekrarlamalısın; böyle yapınca söylediğin anlaşılır. Hz. Peygamber de böyle yapardı.

Müslüman olamanı sağlayan cümleyi ısrarla söylemelisin. O cümle ‘’Allah’tan başka ilâh yoktur’LÂ İLÂHE İLLÂLLAH cümlesidir. Bu ifade olumsuzluk ve olumlamayı birlikte içerir ki, taksim zaten bu ikisiyle sınırlıdır. Bu cümle TEVHİD kelimesidir. Tevhid hiçbir şeyin HAKK’a denk olmaması demektir. Denk olsaydı BİR olmazdı. Onu tartabilecek bir şey yoktur. O’nu sadece kendisine denk ve benzer olan tartabilir. Halbuki; O’na denk ve benzer bir şey yoktur. Kutsi bir hadiste, Allah şöyle der; ‘’Yedi gökler, onları dolduranlar, yedi yer ve onu dolduranlar bir kefede, Lâ İlâhe İllâllah cümlesi başka bir kefede bulunsaydı, bu cümle diğerine baskın gelirdi.’’ ‘’Lâ İlâhe İllâllah’’ diyene karşı düşmanlık beslemekten de uzak durmalısın. Bu söz insana Allah’ın dostluğunu kazandırır.


Sana, ilâhi sünnete göre tavsiyede bulunuyoruz. Bu, Allah’ın sana Kur’an-ı Kerîm’de emretmiş olduğu, Peygambere uymanın kendisidir. Allah; ‘’Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, O da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın’’ der(Âl-i İmrân, 31) Böyle bir sevginin cezası(karşılığı) da SEVGİ’dir.

İbnül Arabî Hz. Fütühat-ı Mekkiye 18. cilt