26 Eylül 2017 Salı

HZ. PEYGAMBER’E SEVDİRİLEN  ‘’KADIN’’

‘’Bana dünyanızdan KADINLAR, GÜZEL KOKULAR sevdirildi ve NÛR-I DİDEM SALÂT’tır’’ diyerek  sevdiği şeylerin başında ‘’KADIN’’ı sayan Hz. Peygamberimiz, onun içtimai hayattaki yerini ‘’KADIN ERKEĞİN YARISIDIR’’ diyerek kat’i olarak tayin etmiştir.

Hz. Peygamber’in hayatına giren KADIN’lardan; annesi Hz. Âmine, ilk eşi Hz. Hatice ve kızı Hz. Fatma’dan başlayarak sırasıyla diğer eşlerini tanımak, onlarla ilişkilerini öğrenmek, elbette bizler için yol gösterici bir mâhiyet arz etmektedir.

HZ. ÂMİNE: Hz. Berre ve Hz. Veheb’in kızıdır. Arabistan’da, kız çocuklarına hiç değer verilmediği bir dönemde doğmuştur. Çevresine karşı çok hayırsever ve yardımsever olan anne ve babası, kızlarının doğumunu büyük bir mutlulukla karşılamış ve bütün Arabistan’a ziyafet vererek bunu duyurmuştur. Kızını, isim koyması için Abdulmuttalip Hazretlerine(Hz. Abdullah’ın babası) götüren Hz. Veheb’in bu coşkusu, o dönemde büyük bir reform ve çağ atlamak olarak görülmüştür.

Âmine; Kureyşli kadınlar içinde en iyi soy ve statüye sahip olarak büyüdü ve evlilik çağına geldi. Kureyşli Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah ki o, babasının kurban etmek üzere söz verdiği ancak, fidye karşılığı(develerin kurban edilmesi ile) kurtulan ve Arapların tanıdığı, bildiği en değerli insandı. Erkeklerin sülbünde kuşaktan kuşağa taşınan Peygamberlik nûru Abdullah’ta ortaya çıktı ve bu nûr günden güne artarak yüzünde görünür oldu. Bu nûr’a tanık olan pek çok kadın Abdullah ile evlenmek istedi. Ancak o hepsini reddetti. O dönemde, pek çok falcı ve astrolog tarafından, ayrıca Tevrat’a da dayandırılarak bir Peygamber’in Hz. İsmail’in soyundan geleceği haberleri, tüm yarımadada yaşıyan Araplar arasında hızla yayılıyordu.

Abdullah’ın babası Abdülmuttalip, oğluna eş olarak Zühre kabilesinin soylu kızı Âmine’yi seçti ve evlilikleri gerçekleşti. Âmine’nin rahmi zamanla Peygamber’in asil ceninine gebe kaldı. Hamileliğin başlangıcından bir kaç ay sonra Abdullah Suriye’ye bir yolculuğa çıktı. Dönerken hastalandı ve Yesrib’de(Medine) vefât etti. Ayrılık Âmine için çok acıydı, ancak hamileydi, Abdülmuttalip’in de şefkatiyle hayata sıkı sıkıya tutundu.

Hamileliği boyunca gördüğü rüyalarda, kendisine bir Peygambere gebe olduğu, adını da Mûhammet koyması gerektiği bildirildi. Rebiülevvelin 12. Günü 571 yılı şafak vakti doğum gerçekleşti (Ölüm: Rebiülevvelin 12. Günü 632)  Hz. Âmine o anı şöyle anlatır: ‘’ Onu doğurduğum esnâda, onunla birlikte, Doğu ile Batı arasındakileri aydınlatan bir nûr çıktı. Nûr, Suriye’nin saraylarını ve çarşılarını, ben; Basra’daki develerin boynunu görene kadar aydınlattı. Üç adet bayrağı dikilmiş gördüm: Biri Doğu’da, biri Batı’da, üçüncü de Kâbe’nin üzerindeydi.’’ Doğumdan sonra, Abdulmuttalip küçük Mûhammed’i Kâbe’ye götürdü, onunla birlikte Kâbe’yi tavaf ederek Allah’a HAMD etti.

Küçük Mûhammed, mûkaddes şehrin sert havasından dolayı bakılması ve emzirilmesi için Benî Sa’d kabîlesinden Halime ve ailesinin yanına verildi ve altı yaşına kadar orada kaldı. Sonra annesinin sıcak göğsüne ve dedesinin şefkatli ilgisine, asil yüzü nûrlar saçan, görüntüsü heybetli, kalbi şeffaflık ve yol göstericilik belirtileri ile dolu, dili, yumuşaklık ve tatlılıkla tasnif edilmiş biri olarak geri döndü.

Hz. Âmine, Abdulmuttalip’ten izin isteyerek hizmetçisi Baraka ve oğluyla beraber sevgili eşi Abdûllah’ın mezarını ziyaret etmek üzere Yesrib’e (Medine)gitti. Mezar başında çok büyük bir üzüntü ve acı yaşadı. Mekke’nin sıcağı da Hz. Âmine’yi etkilemişti. Durumu kötüleşti ve Abva denilen köyde son nefesini verdi. Küçük Mûhammed, ailenin azatlı kölesi Baraka tarafından Mekke’ye, dedesi Abdulmuttalib’in evine geri getirildi ve sekiz yaşına kadar onun tarafından büyütüldü. Dedesi vefât edince sorumluluğunu amcası Ebû Tâlip(Hz. Ali’nin babası) üstlendi.

HZ. HATİCE: İslâm’ın ilk mümini olma şerefine ermiş, Peygamberin ilk ve sevgili zevcesi, malını, canını, kendini, İslâm ve onun yüce Peygamberi uğruna seferber etmiş, Ehl-i Beyt’in annesi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in müberek büyükannesi olmuş bir yüce sultandır. Mekke’de asâlet, nezâket, güzellik, zenginlik ve cömertliği ile meşhur olmuş bir hanımefendidir.

Esed kabilesinden Huveylid’in kızı olan Hz. Hatice; ‘’Tahire’’, ‘’Ümm-ü Hind’’ ve İslâmiyetin gelişinden sonra ‘’Müminlerin anası’’ gibi ünvanlarla anılmıştır. O devrin büyük âlimi, şâiri, Hanif dininin temsilcisi(İbrâhimi) VARAKA da kuzenidir. Resûlullah’ı tanımadan önce iki kere evlenmiş, iki çocuğu olmuş ve dul kalmıştır.

Nihayet; bu güzel, soylu ve asil kadın ile Mekke’de ‘’el-Emin’’ ve şerefli olarak tanınan Mûhammed’in yolları kesişir. Mûhammed yirmi beş, Hatice kırk yaşındadır. Hatice, bu güvenilir, doğru sözlü, güzel huylu gence aşık olur ve ona evlenme teklif eder. Evlilikleri acılar ve kayıplar olsa da çok mutlu geçmektedir. Hatice, Mûhammed’e altı çocuk doğurur. İki erkek ve dört kız. En büyük çocukları KASIM  adında bir oğlan çocuğudur. Fakat çocuk iki yaşını doldurmadan ölür. İkinci çocukları ZEYNEP, sonra sırasıyla RUKİYYE, ÜMMÜ GÜLSÜM VE FÂTIMA. Son çocukları ise, çok kısa bir süre yaşayan ABDULLAH’dır.

Mûhammed’in Hatice’ye olan sevgisi, şu menkibe ile daha iyi anlaşılabilir. MS. 610 yılında Hz. Mûhammed’e Cebrâil vâsıtasıyla nicedir beklediği haber gelmiş ve Allah(c.c.) onu, kendisinde tecelli etmek sûretiyle, nebisi ve resûlü ilân etmişir. Peygamber’in çevresindeki halka büyüdükçe Kureyş’in ileri gelenlerinin korkusu da giderek büyümektedir. Sonunda Hz. Muhammed’e reddedemeyeceğine inandıkları bir teklif yapılır. İsterse güç, iktidar, para, kadın teklif edilir. Hz. Mûhammed; ‘Bir elime Ayı, bir elime Güneş’i koysanız yine davamdan vazgeçmem, Hatice’den başka hiç bir kadında da gözüm yoktur’’ der.

Hz. Hatice; Cebrâil Aleyhisselam’ı görmüş ve ondan ‘’Rabbinin’’ selâmını almış, ‘’Allah selâmdır, selâm da O’ndandır, selâm Cebrail’in üstüne olsun’’diyerek selâma karşılık vermiş bir sultandır. Ancak yirmi beş yıllık mutlu ve ahenkli evlilikleri MS. 619 yılında Hatice’nin ölümü ile son bulmuştur.

Mutasavvıf Safiye Erol, ‘’Çölde Biten Rahmet Ağacı’’ adlı kitabında Hz. Hatice’nin ölüm döşeğindeyken Hz. Mûhammed ile aralarında geçen bir diyalogdan bahseder. Resulullah ağlar ve şöyle der; ‘’Ey cümle âlem kadınlarını bezeneği ve övüncü! Cennet seni özler. Var, orada MİRAÇ gecesinden beri nikâhlım olan ÂSİYE ve MERYEM hatunlarla, bundan sonra nikahlanacağım AYŞE ve diğer kutlu kadınlarla, ortaklarınla buluş’’ Hatice’nin gözleri buğulanır, ancak kıskançlık izi güzelliğini gölgeleyemez. Kader kısmete razı olanlar, her tecelliye şükredenler YAKÎN mertebesini bulurlar, insan zaaflarını aşarlar. Ulu Hatice gülümseyerek şöyle der; ‘’Ey benim sevgilim, Göklerde sürdüğün, benden sonra yeryüzünde süreceğin safâlar hem sana, hem de o hanımlara mübârek olsun. Onlar benim ortağım değil, kız kardeşlerimdir.’’  Bu olaya tanık olan kızları Hz. Fatma, annesinin ölümünden sonra, içi burularak bu olayın sebebini babasına sormuş ve şöyle demiştir; ‘’Babacığım, sen annemi hiç bir zaman kıskançlıkla yaralamadın. Onun üstüne ne cariye getirdin, ne câriye aldın. Nasıl oldu da, onu ecel üstü böyle perişan ettin?’’ Hz. Peygamber ise şöyle cevap vermiştir; ‘’Hiç bir kadın annen kadar ne sevildi ve yücelendi, ne de bundan sonra sevilir ve yücelenir. Ulu Hatice, hayatın bütün elemini, hazzını öğmüş eritmiş, ne fazilet ne meziyet varsa hepsini giyip kuşanmış bir yüce sultandı. Bir tek şey eksik kalmıştı. Kadının asıl cihadı ve gazâsı ki, erkeğini kıskanmak, kadının şehitlik mertebesi ki, sevgiliyi bir başka kadınla kucak kucağa görmektir. Haticetü’l- Kübra bu hali yaşamamış, bir bakıma noksan kalmıştı. Noksan kalacak kadın değildi. Aşk badesi tamam olsun diye ecel şerbetine şehitlik şurubu katıldı. Ve işte annene o sözleri bu sebepten söyledim’’ Resûlullah, ayrılık senesinin adını ‘’mahzunluk yılı’’ koymuştur.

HZ. FATMA: Hz. Mûhammed ile onun ilk eşi Hz. Hatice’nin çocuğudur. ‘’Velilerin anası’’ diye bilinir. Hz. Ali’nin eşi, Hz. Ömer’in kayınvalidesidir. Yüzü çok beyaz ve parlak olduğundan ‘’Zehra’’, zühd ve dünyadan kesilmekten en ileri olduğu için, ‘’Betül’’ yani çok temiz demişlerdir. Hz. Meryem’e de ‘’Betül’’ denilmiştir.

‘’FÂTIMA’’ sütten kesilmiş anlamındadır. Pek çok hadis kitaplarında, Allah’ın onu ve onu sevenleri cehennemden ayırdığı, azaptan azat ettiği yazılıdır. Diğer ünvanları arasında; Ümmü Ebîhâ’’babasının annesi’’, Eşrefünnisa’kadınların en şereflisi’’, Seyyidetünnisa ‘’kadınların hanımefendisi’’, Râziye ‘’Allah’tan razı olan’’, Zekiye ‘’arınmış, temizlenmiş’’ sayılabilir.

Hz. Peygamber, Hz. Hatice hamile iken kendisine şunu nakleder; ‘’Ey Hatice. Cebrâil bana haber verdi ki, karnının sedefinde olan en güzel inci, bir kız çocuğudur ve adı Fâtıma’dır. Onun nesli, zamanın uzadığı müddetçe bir cevâhir(Cevherler) bağı olacak ve kıyâmete dek devam edecek. Ve o inci, kâinatın, gelinin boynuna takılmış cevâhir halkaları gibi bir gerdanlık hâlini alacaktır’’

Rivayet edilir ki; gebelik vakti sona erip doğum saati yaklaşınca Hatice, Kureyş’li kadınlardan ebe istedi. Kureyş’li kadınlar ‘’Sen bize asi oldun. Bir öksüzle evlenmeye rıza gösterdin’’ diyerek bu isteği geri çevirdiler. Hatice, bu habere çok üzüldü, fakat ansızın odasında dört kadın belirdi. Hatice, onlara kim olduklarını sorduğunda; ‘’Ey Hatice, Hakk bizi senin hizmetine gönderdi. Biz sana dünyada hizmetkâr, âhirette dost ve arkadaş olacağız’’ dediler. Bu kadınlardan birisi Hz. İbrâbim’in karısı SÂRE, diğerleri Hz. MERYEM, Mûsa’nın kız kardeşi GÜLSÜM, ve Firavun’un eşi ÂSİYE idi.

FÂTIMA dünyaya geldi. Tertemiz ve pak olarak dünyaya ayak bastığı zaman yanağının nûru yeryüzüne bayrak çekti ve MİSK saçan kokusundan yeryüzüne amber, sandal çiçeği, sümbül kökü, kızıl gül ve turunçla karışık ‘’abir’’ denen kokunun tozları yayıldı.

İslâm kadınlarının en seçilmişi; Hz. Hatice ve Resûlullahın üzerinde ehemmiyetle, âdetâ saygıyla  durdukları müstesna bir rûhun sahibi FÂTIMA. Kendisi Resûlullaha çok benzerdi. Mizâcı son derece hassas, merhametli ve bilhassa zeki idi. Resûlullah evlatları arasında ona özel bir yer verdiğini özellikle belli ederdi. Muhârebeye giderken son vedâlaştığı, döndüğünde ise ilk kucaklaştığı kişi daima  Hz. Fatma olurdu. Hz. Fatma, babası Resûlullah’ın ne zaman huzuruna gelse, ayakta ve mûhabbetle karşılanır, bu durum her seferinde aynen tekrarlanırdı.

Bütün Kibar-ı Ashab, başta Ebû Bekir ve Ömer olmak üzere Hz. Fatma’ya talip olmuşlarsa da Hz. Peygamber; ‘’Rabbimden vahy almadan ne evlendim, ne de evlendirdim’’ buyurmuşlardır. Hz. Fatma ile evlenmek Ebû Tâlib’in oğlu, Kâbe’yi muazzamada doğan Hz. Ali’ye nasip olmuştur. Hz. Peygamber’in ‘’Eti etimdir, kanı kanımdır’’, ‘’Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır’’ dediği Hz. ALİ. Sırların sırrı, Yol göstericilerin rehberi, İmamların babası, Allah’ın aslanı, Al-i âba’nın beşincisi, Resûlullah’ın kardeşi Hz. ALİ.

Hz. Fatma ve Ali’nin evliliklerinden; HASAN, HÜSEYİN ve MUHSİN adında üç oğlu ile ÜMMÜ GÜLSÜM ve ZEYNEP adında iki kızı olmuş, MUHSİN çok küçük yaşta vefât etmiştir. Hz. Peygamber; ‘Pek çok âlim gelecek, Kûr’an’ın zâhiri manası üzerinde birbirinden güzel yorumlar yapacaklar ama Kur’an’ın enfüsî(iç) mânâsını Fatma bilecektir’ demiştir. Fatma’nın parmağında taşıdığı yüzükte; ‘’Hakk’a dayananlar emindir’’ ibaresi yazılıydı.

Hz. Fatma’nın yüzünü Resûlullah’ın bu dünyayı terkinden sonra hiç bir şey güldürememiş, pederleri Resûl-i Ekrem’in âlem-i cemâle teşrifinden altı ay sonra, henüz yirmi dört yaşında iken vefat etmiştir. Hz. Mûhammed’in soyu, yalnız Hz. FATMA’dan devam etmiştir.Hz. Fatma’nın sırrının özü KEVSER SÛRESİ’dir. Allah, ‘’Sana bilinmezlik sırrını verdim’’ diyor. Çünkü ‘’KEVSER’’ EBDER’in(soyu kesik) zıddıdır. Ebder, bir ömür yaşar, ondan sonra biter. EBDER’in zıddı FATMA’dır.

HZ. SEVDE: Mekke’li bir hanımdır. Kendisi daha önce evlenmiş, İslâm’ı kabul etmiş ve kocasının da İslâm’ı kabul etmesinde önemli rol oynamıştır. Eşi daha sonra Mekke’li müslümanlara yapılan eziyetlere dayanamayarak, Habeşistan’a sığınıp Hıristiyanlığı kabul etmesine rağmen, o dininden dönmemiş, eşinin ölümü ile de Mekke’ye dönmüştür. O dönem Hz. Hatice ölmüş ve Resûlullah çocuklarına bakacak bir eş aramaktadır. Sevde’nin İmân konusunda gösterdiği vefâkar tutum Resûlullah’ı etkiler ve Sevde ile evlenir. 

HZ. AYŞE: Hz. Ebû Bekir’in kızıdır. Hatice’nin ölümünü takip eden aynı yıl, Peygamber rüyasında bir adamın, bir ipek parçasına sarılı birini taşıdığını görür.Adam ‘’Bu senin zevcen, onun örtüsünü aç’’ der. Peygamber örtüyü açtığında Ayşe'yi görür. Bu rüya üç kere tekrarlanır. Ve Ayşe, Sevde’den bir kaç ay sonra Peygamber’in eşi olur. 

Mûhammed Hamidullah ise; Hz. Peygamber ile Hz. Ayşe’nin nikahlanması nedenini şöyle anlatır: ‘’Hz. Ayşe ve Hz. Mûhammed nikahlandığında Ayşe'nin yaşı küçüktür. Ayşe, nikahtan sonra anne ve babasının yanında kalmaya devam eder. Ancak olgunluk çağına vardığında kocasının yanına gelir.

Nikah akdinin gerçekleştiği dönemde, İslâmın geleceği ve varabileceği hedefler son derece karanlık olup, Resûlullah cemâate ve İmân edenlere karşı son derece endişe içerisindedir. Kendisinin, İslâm’ın esaslarını ve hükümlerini lâtif cinsin mensupları arasında anlatıp açıklayacak akıllı ve heyecan dolu bir kadına ihtiyacı vardır.  Arap sosyetesinde evlilik bağları , iki âile yahut iki kabîle arasındaki tesânüdün sıkı ve sağlam esaslara dayandırılmasında büyük bir rol oynamaktadır.. Ebû Bekir, İslâm’ı ilk kabul eden birkaç kişiden biridir ve onun İmân’ı o derece hararetlidir ki, Resûlullah ona ‘’SIDDIK’’ şeklinde bir şeref lakâbı takar.

Ayşe; İslâmda yetişen en büyük HUKUK’çu hanımlardan biri olmaya muvaffak olmuş ve TARİH, BELÂGAT, ŞİİR konularında pek gelişmiş bir hassa ve zevke mazhar olmuştur. Hz. Mûhammed hakkında pek çok HADİS (2.200 hadis)onun sayesinde bize kadar ulaşabilmiştir. İlme susamış, zeki, sportif bir kişidir. Askeri seferlere katılmış, bizzat savaş sırasında cesur bir hastabakıcı, hemşire olarak çalışmış, hukukî, tıbbî, matematik, edebî, tarihî ve folklorik meselelerde büyük kabiliyetlere sahip olduğu söylenmiştir. İnfâk etmekte, parasını ve herşeyini dağıtmakta fevkalade usta olan bu kadın, Resûlullah’ın ve babası Ebû Bekir’in  yanında kendisine ayırdığı mezarı hiç düşünmeden Hz. Ömer’e verecek kadar da asil bir rûha sahiptir.’’

HZ. HAFSA: Hz. Ömer’in kızıdır. Henüz yirmi yaşında eşi şehit olmuş ve dul kalmıştır. Genç ve dul bir kadın, baba için Arabistan’da önemli bir meseledir. O günlerde Hz. Osman’ın eşi Rukiye ölmüştür. Hz. Ömer; hem kızını evlendirmek, hem Hz. Osman’ı teselli etmek ve hem de Hz. Peygamber’in yakınlığını kazanmak amacıyla kızını Osman’a teklif eder. Osman bu sert mizaçlı babanın teklifini kabul etmez. Ömer bu defa aynı teklifi Hz. Ebû Bekir’e yapar. Ebû Bekir de teklifi reddeder. Ömer’in gözünden herşey silinir ve büyük bir hiddetle Hz. Mûhammed’e gider. Durumu anlatır. Mesele önemlidir. Bu üç dost arasında çıkabilecek ihtilaf Müslümanlığın gelişimine büyük zararlar verebilir. Hz. Peygamber, Hafza ile aslında kendisinin evlenmek istediğini, diğerlerinin bu teklifi bu nedenle reddettiğini söyleyerek ortalığı yatıştırır. Kızı Ümmü Gülsüm’ü Osman’a nikahlayarak sulhu sağlar.  

HZ. ZEYNEP BİNT-İ HUZEYME: İki kocasını da savaşta şehit vermiş, cömertliğinden dolayı ‘’fakirlerin anası’’ olarak anılan muhterem bir kadındır. İkinci kocası Ebû Seleme, Uhud savaşında yaralanmış, ancak iyileşememiştir. Onu çok seven Resûlullah hem Zeynep’e, hem de çocuklarına sahip çıkmak için onunla nikahlanır. Zeynep, iki yıl sonra vefât eder.

HZ. ZEYNEP BİNT-İ CAHŞ: Hz. Muhammed’in halasının kızıdır. Genç, güzel, asil ve zengindir. Hz. Mûhammed, Zeyneb’i azadlı kölesi Zeyd ile evlendirmek ister. Ancak Zeyneb ve bütün ailesi buna karşı çıkar. Aslında Peygamber’in izdivaç teklifindeki gaye, bir âdetin ve bir ananenin yıkılmasıdır. Çünkü Arap adetlerine göre, asil bir ailenin kızı, azadlı bir köle ile evlenemez şeklindedir. Ancak, Hz. Mûhammed’in isteği ile izdivaç gerçekleşir. Zeynep bu evliliği çekilmez bir hale getirir ve Zeyd, Hz. Peygamber’e gelerek boşanmak istediğini söyler.Peygamber reddeder, evlilikleri çekilmez bir hal alınca da boşanmalarına izin verir. Zeyneb’in Mûhammed’e sevgisi büyüktür. Bunu da belli eder. Hz. Mûhammed buna yanaşmaz. Ancak âyet iner. Âyet şöyledir; 

‘’Hani bir zamanlar Allah’ın kendisine ikram ettiği, senin de iyilikte bulunduğun kişiye diyordun ki; Eşini bırakma ve Allah’a saygılı ol! Ama Allah’ın açıklayacağı şeyi sen içinde saklıyordun; Zira insanlardan çekiniyordun:  Oysa ki kendisinden çekinmen gereken sadece Allah’tı. En sonunda Zeyd o kadından  ilişkisini kesip ondan boşanınca, Biz onu seninle  evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini kesip boşandıklarında kişilerin onlarla evlenmelerinin önünde hiç bir engel bulunmasın: sonuçta Allah’ın emri yerine gelmiş oldu’’ (Ahzap-37) Gariplerin annesi ve çok sadaka veren bir hanımdır.

HZ. ÜMMÜ SELEME: Asıl adı Hind’dir. Mahzum kabilesinden Ümeyye’nin kızıdır. Resûlullah ile evlenmesine Ümmü Seleme’nin oğlu aracılık etmiştir. Hz. Resûlullah’ın en son ölen eşi olup, 84 yaşında vefat etmiştir.

HZ. ÜMMÜ HABİBE: İslâm karşıtı Ebû Süfyan’ın kızıdır. Benû Umeyye kabilesine mensup olup, Mekke’lidir. Daha ilk yıllarda İslâm’a geçmiş, kocası ile Habeşistan’a göç etmiştir. Alkolik olan kocası burada İslâmiyetten dönüp, Hristiyan dinine geçmesine rağmen kendisi sıkı sıkıya İslâm dinine bağlı kalmıştır. Kocasının ölümü ile yanlız kalmış, ancak İslâmiyete bağlılığı Resûlullah’a kadar ulaşmıştır. Resûlullah, Habeşistan’a bir elçi göndererek bu hanım ile evlenmek istediğini beyan etmiş, Ümmü Habibe de bu şerefli teklifi seve seve kabul etmiştir. Resûlullah’ın Ümmü Habibe ile evliliği, İslâm karşıtı Ebû Süfyan ile arasında bir dostluğun da başlangıcı olmuştur. ‘’Olabilir ki Allah, aranızda düşmanlık bulunan kimseler ile sizin aranızda dostluk tesis edebilir’’(Mümtehine-7) âyeti varlık bulmuştur. 

HZ. CUVEYRİYYE: İslâm Düşmanı, Benû’l-Mustalık kabilesine mensup El-Haris’in kızıdır. Resûlullah’ın komutasında İslâm ordusu ile yaptıkları savaşta mağlub kabile reisinin kızı olarak esir düşmüş ve ganimet olarak iki askere verilmiştir. Ancak, esir kız Resûlullah’ın huzuruna girerek başına gelenleri anlatır, İslâm’a girdiğini beyan ederek tekrar hürriyetine kavuşmak için kendisinden yardım talep eder. Resûlullah bu duruma çok üzülür ve bir çözüm üretir. Cuveyriyye ile nikahlanır. İki kabile arasında bir kan bağı oluştur. Bütün esir düşenler azad edilir. Savaştan kaçan kabile erkekleri de Resûlullah’ın huzurunda İslâm’a girdiklerini beyan ederler. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş olur. Ceveyriyye,  İslâm’a geçtikten sonra kıldığı namazlar, tuttuğu oruçlar ve takvası  ile şöhret olmuştur.  

HZ. SAFİYE: Huyey’in kızıdır. Heyberli Yahudi bir hanımdır. 7. Hicrî yılda birkaç gün süren bir direnişten sonra fethedilen Hayber bölgesi insanları ile Medine’deki Müslümanlar arasında harple sonuçlanan pek çok olay yaşanmıştır.Safiye, genç ve dul bir hanımdır. Hz. Muhammed’in ‘’mağlûplarla uzlaşma ve anlaşma’’ şeklinde değişmez politikasının bir neticesi olarak onu nikahı altına almış, Zeynep olan adını da Safiye olarak değiştirilmiştir. 

 HZ. MÂRİYE(Câriye): Mısır’lı Hristiyan bir hanımdır. Kaynaklar, Kopt soyundan, İran veya Grek asıllı olabileceği şeklindedir. Hicrî 7.yılda Mısır’daki ‘’Koptların büyük başkanı’’, Resûlullah’ın gönderdiği İslâm’a davet mektubuna bir yazı ile cevap vermiş ve bir çok hediyeler arasında bu köle kadını  da ona armağan etmiştir. Kaynaklar bu hanım ile arasında bir nikâh akdinin gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda bir bilgi vermez.  Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’den dünyaya gelen iki erkek çocuktan sonra, Mâriye’den de İbrahim adı verilen bir erkek çocuğu doğmuş, ancak küçük yaşta vefat etmiştir. Mâriye ile kurulan bu câriye hayatı, diğer bütün câriyeler için bir nimet olmuş, Resûlullah’ın şu beyânı hukuk kâidesi hâline gelmiştir.

‘’Şâyet bir câriyenin efendisinden bir çocuğu dünyaya gelecek olursa, bu efendi onu daha önce azâd etmemiş olsa bile, onun vefatı ile o kadın kendiliğinden azâdlı(hür) hale gelir.’’ Bir emsâl bırakabilmek için Resûlullah’ın böylesi bir câriyelik hayatı da sürmesi lâzım gelmiştir.

HZ. MEYMÛNE: El-Hâris’in kızı, daha önce evlendiği Zeynep’in üvey kızkardeşidir. Meymûne, 36 yaşında dul bir kadındır ve çeşitli kabilelerin ileri gelenleri ile evli 8 kızkardeşi bulunmaktadır. Resûlullah, Meymûne ile 7. Umre Haccı sırasında nikahlanmıştır. Evliliğinin,İslâm ile Mekke arasında bir uzlaşma, bir yumuşama meydana getirmek için bir çare olarak düşünüldüğü tahmin edilmektedir. Bu nikah sayesinde Resûlullah 3 günden fazla kalınmasına iznin verilmeyen Mekke’de daha fazla kalabilmiştir. Hz. Peygamber’e ait pek çok HADİS onun ağzından nakledilmiştir.

HZ. REYHÂNE(Câriye): Medine’li Yahûdi bir hanımdır. Hicrî 5. Yılda kabilesi ile yapılan savaşın sonunda ganimet olarak Hz. Mûhammed’e verilmiştir. Bir müddet tereddüt ettikten sonra İslâm’a geçmiştir. Resûlullah ona nikahlanma teklifinde bulunmuş, ancak kendisi örtünmemek ve peçe takmamak için câriye olarak kalmak istemiştir. Reyhâne eski evinde oturmaya devam etmiş, hatta Medine şehri içine dahi yerleşmemiştir.

Hz. Peygamber; Hz. Hatice ile evli olduğu süre içerisinde hiç bir evlilik yapmamış, câriye getirmemiş, ancak sevgili eşinin vefatından sonra çocuklarına bakılması ve kabileler arasındaki akrabalık bağları oluşturmak ve savaşları önlemek, İslâmın temellerini sağlamlaştırmak gayesi ile bazı evlilikler yapmış, hatta bazı eşleri ile aynı şehirde dahi yaşamamıştır. Gerek eşlerine, gerekse evlatlarına ve torunlarına gösterdiği sevgi, muhabbet ve anlayış ile aile hayatının nasıl olması gerektiğinin örneklerini vermiştir.

Evliliklerinde asıl maksad; Arap yarımadasının dört bir tarafına dağılıp yayılmış olan ve çeşitli kabilelerin dostluklarını kendi etrafında toplamaktır. Kûr’an-ı Kerîm’e göre, bir müslümanın nikahı altına alabileceği zevce sayısı en çok dört’tür. Resûlullah asla kendisini, toplumda yürürlüğe koyduğu şer’i kanunların dışında saymamıştır. Bu konuda o, acaba hangi sebepler tahtında kendini daha serbest ve mukayyer tutmuştur? Kûr’an-ı Kerîm bu konuya temas etmez. Bizzat Resûlullah’ın ağzından gelen hadisler ise, bildiğimiz kadarıyla bu konuya dâir bize bir açıklık temin etmemektedirler.

Bu konuda bir izah imkânı ve yolu kalmaktadır; Bu da, zevcelerinin sayısını sınırlayan ilâhi hükmün, kendisinin sonuncu nikâhı kıymasından sonraki bir devrede  indirilmiş olması ihtimâlidir. Çünkü Sakîf kabilesinden Ğaylân, on zevcesinden sâdece dördünü nikâh altında tutması emrini Resûlullah’tan almıştır. Bu emrin verildiği tarih yaklaşık 8. ve 9. yıllardır. Resûlullah’ın ise gerçekleştirdiği nikâhlardan en sonuncusu 7. Hicrî yıla isâbet eder. Acaba bu sınırlayıcı Âyet indiğinde Resûlullah, evli bulunduğu bu hanımlardan niçin dörtten fazlasını  boşayıp, nikâh dışına çıkarmamıştır. Tarihçilerden İbn. Sa’d ve İbn Habîb; Resûlullah’ın, hanımlarından her birine, nikâh akdini bozucu kararı bizzat almalarını, bu takdirde de geçimlerini sağlamaya devam edeceğini bildirdiğini nakletmektedirler. Ancak, bu teklifi alan hiç bir zevce bunu kabul etmemiş, bunun üzerine Resûlullah da dört hanımın dışında diğer hanımlarla zevci ilişkiler içinde bulunmamıştır.

Kûr’an-ı Kerîm’deki âyete göre; Resûlullah’ın bütün zevceleri, Müslümanlar için valideler durumundadır. Bu esasa göre, bir Müslüman’ın, dul da olsa, boşanmış bir durumda da olsa, onlarla nikâhlanması asla düşünülemez. Zira bu; ‘’Allah katında yakışıksız ve münâsebetsiz bir şey teşkil eder.’’ Mûhammed; hanımlarına mümkün olan bütün serbestliği tanımış ve onlar da bu seçim hürriyetini kullanmışlardır. Bu konuda söylenecek başka da bir şey yoktur(Mûhammed Hamidullah)

YETİM: Dürrü Yetim; Sedefin içindeki tek İNCİ. Hz. Mûhammed ve İnsan-ı Kâmiller’dir. Çünkü onlar; gerçek varlıklarının bir anne ve babadan değil, Allah’tan geldiğini idrak ederler.

BABASININ ANNESİ: Hz. Fatma’nın lâkâbıdır. Hakikât-i Mûhammed’in dişilik makamıdır.Hz. Mûhammed kendisini ‘FATMA’’ aynasında seyreder ve ayağa kalkar.

RADIALLAHU ANH(r.a): Allah ondan razı olsun demektir.

21 MART: HZ. ALİ'nin DOĞUM GÜNÜ. Hz. Fatma ile Hz. Ali'nin evlendikleri gün(599). GECE İLE GÜNDÜZ'ün EŞİT OLDUĞU GÜN. NEVRUZ. BAHARIN GELİŞİ. Alevî'ler bu günü kutlar.

Kaynak: C.Nur Sargut Peygambere sevdirilen KADIN, Nezihe Araz Peygamberler Peygamberi Hz. Mûhammed.