16 Ekim 2018 Salı


EBU’L HASAN HARAKÂNÎ HZ.

Peygamberimizden gelen irfanî kolların kendisinde birleştiği ulu Zat, Anadolu’yu mayalayan Aziz bilge, On iki imamlar üzerinden gelen ve İmam Câfer Sâdık’ın torunlarından olan Ebu’l Hasan Harakânî Hazretleri, Bistâm(İran)’ın kuzeyindeki Harakân köyünde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak, 963 yılında dünyaya gelmiştir. Esas adı Âli’dir. Babasının adı Ahmed, Büyük dedesinin adı Câfer’dir. Ebu’l Hasan ile beraber Ebu’l Hüseyn ve Ebu Suud olarak da anılan künyeleri vardır. Ayrıca Hasan HIRKA diye de anılır. ‘’Ebu’l Hasan, HIRKASIZLAR için HIRKA elinde beklemektedir’’ denilir. Yani dervişlik, sûfilik hırkası giydirir anlamındadır. Harakâni olarak anılmasının da iki sebebi vardır. Biri Harakân da doğduğu, diğeri iki HÂRİKA sahibi, yani nefsaniyeti ve beşeriyeti alınarak yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak MÜLK ve MELEKÛT’a ARZ edilmiş VELİ olduğu içindir.

İlk gençlik yılları Harakân’da geçmiştir. Ana dili Farsça’dır ancak eserlerinde Arapça ve Türkçe de kullanmıştır. Zâhiri ilimleri okumuş, en yüksek seviyeden öğrenmiş sonra tasavvufa yönelip ümmileşmiş, Ümmü’l Kitap yani kitabın anası olmuştur. ÜVEYSİ’dir(üveysilik Veysel Karâni yolu ile  devam etmektedir), kendisinden 98 yıl önce yaşayan Bâyezid-i Bestamî Hazretlerinin rûhaniyetinden beslenmiştir. Şeyh Bâyezid’in her yıl bir kez, Dehistân’da şehitlerin mezarlarının bulunduğu kumlu tepeyi ziyarete geldiği, Harakan’dan geçerken havayı koklayıp ‘’Benden yüz yıl sonra gelecek bir erin kokusunu alıyorum.  Adı Âli, künyesi Ebu’l Hasan olup, benden üç derece önde olacak, aile sıkıntısı çekecek, çiftçilik yapacak ve ağaç dikecek’’ dediği rivayet edilir.

Nakledilenlere göre Ebul’l Hasan başlangıçta on iki yıl boyunca yatsı namazını Harakân’da cemaatle kıldıktan sonra, Bâyezid’in türbesine yönelir ve Bistâm’a gelir ‘’Ey Allah’ım! Bâyezid’e ihsan ettiğin hil’atten Ebu’l Hasan’a da bir koku ver’’ diyerek ve geri geri yürüyerek, sırtını türbeye dönmeksizin  sabah vakti Harakân’a varır, yatsı namazı abdestiyle, Harakân’da sabah namazı cemaatine yetişirmiş. Tam on iki yıl sonra türbeden bir ses gelir ‘’Ey Ebu’l Hasan, irşad zamanı geldi’’. Şeyh ‘’Ey Bâyezid, bir himmet lütfet ki, ben ümmi bir insanım, şeriatten bir şey bilmiyorum, Kurân okumamışım’’ der.Aldığı himmet ile Harakân’a varınca 27. günde Kur’an okumayı tamamen öğrenir.

Artık Harakâni Hazretlerinin ağzından hakikate dair sözler dökülmektedir.  Bir niyazında şöyle der: ’’Allah’ım bütün varlıklarda senin gibi tecelli etmek için seninle olmak istiyorum veya her hangi iz bırakmadan sende kaybolmak’’. Sonra da şöyle der: ‘’Allah’tan başka her şeyden vazgeçtiğim zaman, kendime seslendim ve Allah’ın cevabını duydum ve hayvanî özelliklerimin hepsini geride bıraktığımı fark ettim. Daha sonra beni çağıranı onurlandırdım ve bana gerçeğin birliğinde ibâdet etme ve ona katılmak için izin verildi. Melekler benim senâlarımı tekrarlıyordu ve ben güzelliğin meralarında geziniyordum. Bir ışık belirdi ve onun içinde gerçeğin kendisini müşahede ettim ve bende benlik adına hiçbir şey kalmadığı AN, ona eriştim. Toza dönüştüm ve büyük bir fırtına yedi âlemi benimle doldurdu ve fâni oldum. Bu hakikat deryasının bir gemisi vardır. Kaptanı benim. Bütün mahlûkat bu geminin içerisindedir, o gemiyi yürütmek benim o tefrikaya bakmama engel değildir. Her şey gözümün önündedir.’’

Harakâni Hazretleri yine der ki; ’’bütün varlıklar bendendir ama hiçbir yerde kendime ait bir iz bulamadım’’  Bu yolculuk Allah’tan yine Allah’adır, yaratılanlar burada başlangıca sahip değildir. Kendinden kendisidir yolcusu. Her şey, Hakk’ın zuhûrudur. Âlem Hakk’ın kendi kendini açığa vurmasıdır. İslâm; Nefsin Hakk’a teslim olmasıdır. Allah’a teslim olan, Eşya’yı teslim alır. Bu insanın ÖZ’üyle barışması, hakikatine ulaşmasıdır. Ne zaman ki güç arzusu ve maddiyattan kendini muhafaza etmek için insanlık yolundan binlerce fersah uzaklaşırsın, o zaman büyük bir kazanç elde etmiş olursun. ‘’En çok sevdiğinizden infâk etmedikçe gerçek iyiliğe ulaşamazsınız’’(Âli İmrân, 92) İnfâka mal ve mülk dışında Nefsinden harcamak da girer.( Vakıf geleneğinin bu âyet ile başladığına dair yorumlar vardır)

Ebu’l Hasan Harakâni Hazretleri; Seyidlerin ve Peygamberlerin kutlu soyundan gelmektedir. Altın silsile denilen bu soydan gelenlerin bir kısmı şöyledir.

Hz. Seyyidina Muhammed Mustafa(s.a.v.), Hz. Ebû Bekir Sıddık(r.a.), Selmanu’l Farisi(r.a.), Câfer ibni Muhammed Sâdık (r.a)  Bâyezid-i Bestami(k.s), Ebu’l Hasanu’l Harakâni(k.s), Yusuf Hemedanî (k.s), İmam-ı Rabbanî(k.s), Dehlevî(k.s), Şah-ı Süleyman(k.s), Zeynel Abidin Dağıstanî(k.s)………..

O artık irfan bakımından Selçuklu medeniyetini besleyen bir arif, Selçuklu komutanlarını, sultanlarını Anadolu’ya yönlendiren bir Zat’tır. Gazneli Sultan Mahmut’un şeyhi ve hocasıdır. Kendisi Yusuf Hemedanî’yi, Hemedanî de Ahmet Yesevî Hazretlerini yetiştirir.(Kuşeyri Hz.)

Bütün bunların yanında Şeyh’in zorlu bir aile hayatı vardır. Eşi son derece celâlli bir hanımdır. Şeyh’e zor bir hayat yaşatır. Kendisine sürekli su taşıtıp, gelen suyu dökerek eziyet eder. Ancak Şeyh bundan hiç şikâyetçi değildir. Hatta eşi hakkında olumsuz sözler söyleyenlere de kızmaktadır. Çünkü o baktığı her yerde Hakk’ı müşâhade eden bir Vahdet sultanıdır. En çok anlatılan bir menkıbesinde Şeyh’i görmeye gelen bir müridini eşi karşılar. Kendisine  Şeyh hakkında oldukça kötü sözler eder. Mürid şaşırır, açıkçası kalbi de oynar. O sırada Şeyh SİYAH bir Aslan’ın üzerinde, elinde yılandan bir kamçı ile tozu dumana katarak gelir ve ‘’oğlum, ne düşündüğünü biliyorum. İblis  babana, Âdeme verdiği vesveseyi sana da vermiş’’ der. (Siyah ASLAN Ehadiyet’in rengidir, Fakr)

Yine der ki; ’’Kırdığım kişi benden yüz çevirir. Sen ise her gün kırdığım, ancak her zaman benimle olansın. Varlıklara karşı merhameti olmayan kişi, Allah sevgisini kalbinde taşıyamaz. Ruh bir kuş gibidir, bir kanadı Batı’yı diğeri ise Doğu’yu kaplar. Ayakları daha aşağıdaki bir yaradılıştayken başı hiçbir şeyin söyleyemeyeceği bir yerdedir. Bütün dünya onu(Hakk’ı) arar: fakat sadece O’nun aradıkları O’nu bulur. Konuşmalarında ve düşüncelerinde Allah’ı bulamayan, her ikisinde de Belâ bulacaktır. Yaratanın aşkına tutulmuş birisi, yaratılmış hiçbir şey tarafından tatmin edilemez. Fakr, Allah’tan başka kimsesi olmama halidir. Aşıkların kalp sızısı bu dünyanın da öbür dünyanın da ötesindedir. Çünkü onlar sevgiliyi lâyık olduğu şekilde hamdı sena etmeye çalışırlar. Kırk yıldan beridir Allah gönlüme nazar eder ve kendi zikrinden başka bir şey bulmaz orada. Her kim ki bir gönül yıkar, bilin ki Hakk’ın gönlünü yıkmış olur.’’

‘’Bulunduğu yerde yedi gökyüzü ve yedi yeryüzü bulunan varlığım. Neye olmasını emretsem oluverir. Benim bulunduğum yerde yukarı-aşağı, ön-arka, sağ ve sol yoktur. Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada birinin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır, birinin ayağına çarpan taş, benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben de duyarım. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir. Derviş; konuştuğunda konuşmayan, sustuğunda susmayan, yediğinden anlamayan, durgunluğu ve hareketi olmayan, neşesi ve hüznü bulunmayan kimsedir. Yeryüzünde yürüyen birçok kişi vardır ki, ölüdür ve bedeni uzun zaman önce gömülmüş olanlar vardır ki diridir’’

Hazret Sekinet ehlidir. Zıtlıkların kalmadığı, Celâl ve Cemâl’in birleştiği, kabz ve bast halinin olmadığı, sadece Hakk’ın olduğu DURGUN NOKTA. Kozmik çarkın merkezi. Kendisi bu hale şöyle değinir. ‘’Fenâ’dan sonra Bekâ ehli kimseyi, bir ibrişim tel ile semâdan bağlayıp sarkıtsanız, bir fırtına çıksa yerleri ve gökleri birbirine karıştırsa onu yerinden kıpırdatamaz.’’

Harakâni Hazretlerinin en çok konuşulan  ‘’Sûfi gayr-i Mahlûktur(yaratılmamıştır)’’ sözü başta Mevlâna olmak üzere, pek çok mutasavvıf tarafından  şerh edilmiştir. Çünkü Hazret’e göre; Hak ile Hakk olmuş kişi için yaratılmış tabiri değil, zuhûr tabirini kullanmak daha isabetlidir. Hak kendini yaratmaz.  Burada Hakk’ın kâmil mânâda kendisinden tecelli(açılma) ettiği İnsan-ı Kâmil’in hakikâti dile getirilir. Sûfi; gelen giden, yiyen, oturan, konuşan, yürüyen değildir. Allah sırrıdır Sûfi. Onun ne bir makamı vardır, ne bir ciheti. Bizim altı cihetimiz vardır. Allah altı cihetten de münezzehtir. Bu münezzeh olan sûfi değil, Allah’tır. Ancak; Allah Allah’tır, kul da kuldur.

Ancak, çatışma düzeyinde yani ŞERİAT mertebesinde kalmış olanların, varlığın tamamında Hakk’ın birliğini yetkin bir düzeyde idrâk etmeleri güçtür. ‘’Ârif’in her sözünü duymaya İNSAN gerek, bu cihanda sanmayın HAYVAN olan anlar bizi…’’ Burada hayvanlıktan kasıt, insanın içindeki olumsuz niteliklerdir. İnsan, nefsini tasfiye etmeden, onu arındırmadan insan olamaz. ‘’Bir NOKTA’da PİNHAN(gizli) imiş’’ NOKTA; İnsan-ı Kâmil’in iki kaşının arasıdır. Hatt-ı İstivâ’dır ki, oradan Hakk’ı müşahede eder. Hatt-ı İstivâ; Orta çizgi demektir. Ekvator için de kullanılır. Eşit iki parçaya bölen ve DENGE anlamındadır. Tasavvufta Hakk’ın kuşatması, Hakk ile kuşatılmış olmak demektir. Hakk âlemleri kuşatıyor, Kâmil İnsan’ın gönlü de Hakk’ı kuşatıyor. Bu hal İSTİVÂ, mutlak BİRLİK halidir.

Yüz RAHMAN’ın tecellisidir. Yüzdeki her bir uzvun ayrı bir sembolik anlamı vardır. Yüz VAHDET’tir. Saç KESRET. Kaşlar, hilal biçimindedir ve ‘’bir yay boyu yaklaştı’’ anlamına gelir. GÖZ, namazla nurlandığı zaman  Hakk’ı görür. İç göz açılır. ‘’ İki kaş arasına çekti Hatt-ı İstivâ, Âdem’e isimleri oradan öğretti Hüdâ’’ Eşya’nın hakikati oradan öğretilir. Hakk oradan görülür, Vahdet oradan idrâk edilir. Çokluk içinde birlik bulunur. Hatt-ı İstivâ, ayrıca Mecmau’l Bahreyn’i yani iki denizin birleştiği yeri imâ eder. Zâhir-Bâtın, Şehadet-Gayb, Celâl-Cemâl, Mûsa-Hızır burada buluşur. İnsan iki karşıtlığın birleşimidir. O kusursuz ilâhi DENGE’yi bozmaksızın, insanın kendini gerçekleştirmesi, ahenge ulaşması ve İSTİVÂ halinin tahakkuku. İstivâ sırrına ulaşan kişi, kâinattaki o kusursuz DENGE haline de ermiştir.

Kur’an’da ‘’En yakınınızdaki Kâfir’den başlamak üzere harp edin’’ diye bir âyet vardır. Bu emir Peygamberimize ve bütün Müslümanlara yöneliktir. İnsanın en yakınındaki kâfir Nefs-i Emmâre’sidir. Ancak Dervişlerin ve Ârif’lerin de savaştıkları bilinmektedir. Efendimiz de savaşçı bir Peygamber’dir. Âriflerin bütün maksadı, gönüllere huzur ulaştırmaktır. Fakat Esma-yı İlâhiyenin tecellisinde zıddiyetten zuhur eden bir çatışma da olur. Bu bir tarafın gaflette olduğundan dolayıdır. Bu gafleti gidermektir aslında mücadelenin sebebi. Bu direnci kırmak ve ESMA’yı uyandırmak için gereklidir.  Şerri, kötülüğü, zulmü, haksızlığı ortadan kaldırmak için mücadele edeceksin. Ama her şeyin asıl failinin Hakk da olduğunu bileceksin. Mihrab; Kulun Hakk’a secde ettiği  yerdir. Ayrıca harp yeri de demektir. Nefsiyle cenk ettiği yer.

Harakâni Hazretleri de savaşmış, 1033 yılında ŞEHİT olmuştur. Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre, Kars kalesinin 3. Murat devrinde Lala Mustafa Paşa tarafından tamiri sırasında, bir askerin rüyasına dayanarak kabri bulunmuş, sırtındaki hırkasının dahi çürümediği, yaralarının ise halâ kanadığı görülmüştür. O dönemde Kale içinde, Hazret adına bir tekke ve cami inşa edilmiştir. Dergahının kapısında: ’Her kim bu kapıya, bu dergaha gelirse ekmeğini verin, suyunu verin, hizmetini yapın, ona hürmet edin ama inancını sormayın. Çünkü Allah katında RUH taşıyan herkes Ebu’l Hasan’ın sofrasında ekmeğe lâyıktır’’ yazılıdır.(Şeyh KABZ ehlidir. Kabrine gelen dahi bunu hisseder)

Son söz olarak Hazret der ki; İlimden sana ne kadar lâzımsa o kadarını al. İbâdetten de Şeriat senden ne kadarını istiyorsa o kadarını yap, ama sana lâzım olan şudur: Sabahtan akşama kadar insanların, halkın razı  olduğu, olacağı bir işte ol, akşamdan sabaha kadar da Hakk’ın memnun olacağı bir işte ol. Eğer bunu yaparsan, zâhirle bâtını birleştirmiş olursun. İşte bu, ilimle a’yanı birleştiren âriflerin sıfatıdır. Hakikatten gafil olan yabandır. Kendi nefsini eğitmeden, kitabî ve kulaktan dolma bilgi ile başkasını ıslâha, irşada çalışma. Kişinin değeri, himmeti kadardır. Saygıya lâyık olan, bu dünyaya karşı kör, sağır ve dilsiz olandır. Aşk denizinden ancak Şeriat gemisiyle geçilebilir ve hakikat sahiline ulaşılır. Burada deniz CEM/VAHDET, sahil FARK’dır.

Emir, Allah’tan Peygamber efendimize iner. Peygamber efendimizden, Peygamberimizin Nâibi, vekili kim ise ona intikâl eder, ondan sonra bütün evliyaullahın gönlüne dağılır ve oradan zâhiri tedbiri Cenab-ı Hakk icra eder. ‘’Hak şerleri hayr eyler, Zannetme ki gayr eyler, Ârif anı seyreyler, Görelim Mevlâ neyler, Neylerse güzel eyler’’(İbrâhim Hakkı Hz.).  Allah ’’Bugün mülk kimindir’’  sorusunu defalarca sormuştur. Geldiğimiz âlemde, Ruhlar âleminde, burada, yarın Âhiret’te tekrar soracaktır. Orada, ‘’Bugün Mülk elbette senindir, Allah’ındır’’ dedik. Buraya geldik unuttuk.  Mülk de Allah’ın, Gâvur da, Mümin de, putperest de, Müslüman da Allah’ın. Hepsi Allah’ın Kudret’inde cereyan ediyor, devr ediyor. Bu âlem hep devr üzeredir, unutma. Allah idrâkini nasip etsin inşallah. AMİN. Sadakallahül Azim.

Kaynak: Harakâni Vakfı Başkanı Yavuz Selim Uzgur ‘’Anadolu’nun Kalbi HARAKÂNİ’’