5 Kasım 2018 Pazartesi


İLÂHÎ AŞK

Meşhur bir kudsî hadiste belirtildiği üzere; Allah bilinmeyi seven gizli bir hazîne idi (kenz-i mahfî), bilinmeyi sevdi ve bilinmek için âlemi yarattı. Allah’ı sevmek, O’nu bilmektir. İnsan bilmediğini nasıl sevebilir ki? ‘’O onları sever ve (bu yüzden) onlar da O’nu severler’’ (Mâide-54) Metafizik bakımından Allah bizi sevmiyorsa biz O’nu sevemeyiz. Aşk, ilâhî taraftan başlamaktadır. Sevgi her insanın kalbinde mevcuttur. Fakat bazı durumlarda gizli ve saklı kalmıştır, ya da kişinin kalbi katılaştığı için bunu bilmemektedir. İSLÂM; tam bir insanlık durumuna erişmek için ön koşul olan İLÂHİ AŞK’a TESLİM olmanın Kur’ânî ifâdesidir. Dini bağlılık veya eksiklik, aşkın çağrısı için bir anlam ifade etmez. Öyleyse bu Allah tarafından gönderilen bütün dinlere tatbik edilebilir.

Varlık dairesi: Allah ile başlamak, yaradılış ve tezahür alanına inmek, tekrar yükselmek olarak kabul edilir. Âlem AŞK’ın meyvesi, insanın Allah’a dönmesi ise bu aşkın nihâî amacı olarak görülür. Şeyler gelir ve gider, yaratılır ve geri döner, iner ve yine yükselir. İşte bunların hepsi AŞK ile gerçekleşir. Allah bizden lütuf ve keremiyle tabiatlarımıza uyumlu bir şekilde kendisine geri dönmemizi murad eder. Bu yüzden resulleri iyi haberlerle ve uyarılarla göndermektedir. İYİ HABER; eğer Allah’ın hidayetini takip edersek, kendimizi O’nun rahmetiyle âhenkli bir duruma getireceğimizdir. KÖTÜ HABER;  O’nun hidayetini takip etmezsek, rahmetin gerektirdiği şeyden uzaklaşacağımız yani gazaba mâruz kalacağımızdır. Tevhide özgü bakış açısından her şey tam ve olması gerektiği üzeredir, bu yüzden iyi ve kötü bu resme girmez. Yegâne hakikatten başka hakikat yoktur ve bütün eşya olması gerektiği üzere varlığa gelmektedir. Allah’tan gelen haberleri alanların (risâlete muhatap olanların) görüş açısından ise bazı şeyler iyi ve kötü, bazıları ise daha iyi ve daha kötüdür.

 Kelime-i Şehâdet iki kısımdan oluşur; Birinci kısım: Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ‘’lâ ilâhe illâllah’’, ikinci kısım: Muhammed Allah’ın resulüdür ‘’Muhammedün resûlullâh’’ dır. Yaratılışa ilişkin TEKVİNÎ ve dine ilişkin TEKLİFÎ emirler ŞEHÂDET’in iki kısmının açık sonuçlarıdır. İlkinde Allah dilediği gibi yapar, çünkü O’ndan başka ilâh yoktur. İkincisinde ise Allah insanların hangi ölçüde özgürlüğe sahip olduklarını bildirmek için peygamberler göndermiştir. İnsanlar alternatifler hakkında seçim yapabilirler, fakat bu seçimlerinin onlara geri dönüşü olacaktır. Hayatlarını yaşama biçimleri yalnızca bu dünyada değil, gelecekte de kaderlerini şekillendirecektir. Her şey TEKVİNÎ emrin meyvesidir(Rahmani rahmet). Buna karşılık Rahîmî rahmet ise bazı yaratılmışları kucaklamaktadır ve yalnızca dini TEKLİFÎ emri gözetmenin sonucu olarak bu rahmete ulaşılabilir. Bu da Hz. Muhammed’in ayak izlerini takip etmekle mümkündür. Biz bu dünyaya onun ayak izlerini takip ederek geldik ve yine onun ayak izlerini takip ederek döneceğiz. Dönüş noktası, başlangıç noktasıyla aynıdır. Nebevi rehberlik, KURTULUŞ’a götüren en emin yoldur.

A’râf sûresi 172’de Allah; ‘’Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’’ dediğinde bütün ruhlar  ‘’Evet Rabbimizsin’’ dediler. Burada soruyu soran da O’ydu, cevabı telkin eden de O’ydu. Ahid iki taraf arasında bir kere yapılınca şartlara vefâ gösterilmesi gerekir. Elest ahdi, Rab ile O’nun kulu arasında yapılmıştır. Rabbin vazifesi beslemek, yaşamasını sağlamak, destek olmak ve doğruyu göstermektir. Kulun görevi ise itâattir. Ahde vefa göstermek iki tarafı da ilgilendiren bir erdemdir. Allah, bir Rab olarak hareket etmeyi sürdürdükçe ve insan kulluk(ubûdiyet) görevlerini yerine getirdikçe ahde vefâ gösterir (Ubûdiyet kelimesi ibâdet ile aynı kökten gelmektedir). Vefânın zıddı ise cefâ’dır. Her ne kadar insanlar Allah’a kulluk etmeli iseler de kulluk meleklerin iş tanımıdır.  İnsanlar AŞK için yaratılmışlardır. Yalnızca insan cemâl ile celâl, kahır ve lütuf isimlerinin tezahürü olarak Allah’ın sûretinde yaratılmıştır. Yalnızca insan AŞK için hazırlıklı kılınmıştır. Çünkü AŞK ayrılık ile kavuşmayı, acı ile neşeyi, dert ile zaferi gerektirmektedir.

Ahzâb sûresi 72’de Allah; ‘’Biz emâneti göklere, yer ve dağlara arz ettik; onlar, onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O gerçekten çok zâlim ve çok cahildir’’ der. Söz konusu EMÂNET’in sevgi olduğuna inanılır.’’ Dağların bu emânetin yükünü taşıyacak takati yoktu, yeryüzünün, arşın ve kürsünün de. Bir melek görürsün ki, kanatlarının birini açsa bütün ufku kaplar ama bu mânâyı taşıyabilmekten acizdir. Sonra kemiklerinin üzerine deri gerilmiş perişan bir Âdem oğlu görürsün. O, dostluk kadehinden belâ şarabını içiverir de kendisinde hiçbir değişiklik olmaz. Bu nedendir? Çünkü KALP sahibidir ve BEDENİN TAŞIYAMADIĞINI KALP TAŞIR. Zâhirde bunun misali vardır. Ağaçların kökleri ne kadar dayanıklı, dalları da ne kadar sık olursa meyveleri o kadar küçük ve hafif olur. Zayıf ve yumuşak ağaçların meyveleri ise büyük ve ağırdır. Karpuz ve kabak gibi. Burada ince bir nokta vardır. Bir bitkinin meyvesi büyük ve ağırsa, o meyveyi taşımaya takati yoksa, ona ‘’şu ağır yükü sırtından indir de toprağa bırak’’ denilir. Bu şekilde insanlar nerede zayıf ve âciz birisi varsa ilâhi izzetin lütfuyla korunup beslendiğini bilirler. ‘’Biz onları karada ve denizde taşıdık’’ âyetinin sırrı işte budur. Âyet ‘’o çok zâlim ve câhildir’’ beyânıyla sonlanmaktadır. Âdem Firdevs cennetinin bahçelerinde dilediğince dolaşıyordu. Âniden hiç beklenmedik bir şekilde aşkın ricacısı ve muhabbetin vekili kalbinin kapısını şiddetle vurmaya başladı. Rıdvan geldi ve şöyle dedi: ‘’Ey Âdem, çık cennetten, burası huzur yurdudur ve âşıkların semtinde huzura yer yoktur.’’ Âdem zahmet ve ızdırap olmaksızın ÂŞIK olunamayacağını biliyordu. Onların korkaklığı, Âdem’in cesaretini ortaya çıkardı. Eğer âlemde ürkek ve korkak olmasa cesurların cesareti kendini nasıl gösterebilir. Âdem emâneti yüklenince işin temeli sapasağlam kurulmuş oldu. Çünkü bir yüklenme varsa temel sapasağlam olur. İşte İNSAN’da emâneti yüklendiği gün aşkın temelini sapasağlam bir şekilde atmış oldu. Bundan sonra kendisinden yüz binlerce ihânet, günah, isyân, suç ortaya çıksa da artık o temele hiç zarar gelmez.

Hicr sûresi 26’da Yüce Allah; ‘’And olsun ki biz insanı kuru bir çamurdan yarattık’’  buyurdu. ‘’O insanı çömlek gibi kuru bir çamurdan yarattı’’  (Rahman-14) ‘’Biz insanı çamurun özünden yarattık’’ (Mü’minûn-12) O her yandan toplanmış olan toprağın üst tabakasından(edim) yaratıldığı için ona Âdem dendi. Yani o, hem tatlı hem tuzlu, hem yumuşak hem sert her bir yandan alınmış özden yaratıldı. Lânetlenmiş İblis şöyle dedi; ‘’Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın’’(Sâd-76) Nûra(ateş) ‘’zulmet(toprak) önünde secde et’’ denilmesini hikmeti neydi? Topraktan yaratılmış olan Âdem, ateşten yaratılmış olan İblis’ten üstündür, çünkü toprak ateşten daha iyidir. Ateş kusuru gösterir, toprak örter. Bir şeyi ateşe tutunca, ateş o şeyin bütün kusurlarını ortaya çıkarır. Gümüşü sahtesinden, altını saf olandan ayırır. Toprak ise bütün kusurları örter, ona verdiğin her şeyi gizler ve kusurları ortaya çıkarmaz. Ateş kopma ve ayrılma sebebidir. Toprak ise birleşme. İblis ateştendi ve bundan ötürü kopup ayrıldı, Âdem topraktandı ve bundan ötürü birleşti. Ateşin tabiatı kibirli olmak, toprağın tabiatı ise tevâzudur. Toprağa bir tohum tanesi atınca toprak onu kat kat fazlasıyla geri verir. Ateşe neyi versen onu bütünüyle yakıp kül eder. Ateş sönünce geriye hiçbir işe yaramayan külden başka bir şey kalmaz. Ama kurutulmuş çamur kırılacak olsa birkaç damla suyla düzeltilebilir. Düşman olan İblis’in durumu böyleydi. Onu aydınlatan itaat kandili sönünce artık işe yaramaz ve tâmir edilemez oldu. Halbuki Âdem sürçüp sendeleyince, Allah onu inâyet suyuyla onarıverdi.

Toprağın kendi içinde ateşe ihtiyâcı yoktur. Fakat ateş için ağaç gerekir, ağaç da toprağın neticesidir. Ateş sırrı yayar, toprak gizler. Ateş iki şeyle söndürülüp yok edilir. Toprak ve su.  Âdem de su ve topraktan var edildi. ‘’Rahmetim gazabımı geçti’’ Âdem’e olan rahmetim, İblis’e olan gazabımı geçmiştir. Sonradan yaratılmış olan(hadis), kadîm olana asla ulaşamaz. Gazap rahmete ulaşamaz.

Ateşe mühür vurulamaz. Toprak mührü kabul eder. Birisine değerli bir emânet bırakıldığında onu mühürlemek âdettir. Bırakılan emânete mühür vurulur, geri alma zamanı gelince o mühür kontrol edilir. Eğer mühür bozulmadan duruyorsa o kişi övülür. ‘’Ben sizin Rabbiniz değil miyim’’ ahdi emânet, ‘’Evet Rabbimizsin’’ sözü mühürdü.

Allah’ın Âdem’e ihsan ettiği ilk nimet, kendisi talep etmeden ve buna hiç lâyık değilken, onu cennete yerleştirmesiydi. O’nun ilk sürçmeyi affetmesi, bütün günahları affedeceğinin delilidir. Âdem, Allah’ın bütün isimlerini ve sıfatlarını açığa çıkarmak zorundaydı. ‘’Şu ağaca yaklaşma’’ (Â’râf-19) Yasak baştan çıkarıcıdır. Bu nedenle emre itaatsizlik etti, cenneti terk etti. Gazap ve kahır ile yüzleşti.

Ey civanmert! Sarısabır(ûd) ağacının bir sırrı vardır. Onu bin yıl da koklasan koku vermez. O, sırrını Âşikâr etmek için ateş ister. Yüzü siyah, rengi karadır. Tadı acı, cinsi ahşaptır. Gönlündeki sırları ortaya koymak için kor ateşe ihtiyaç duyar. ‘’O gerçekten çok zâlim ve câhildi’’ Ateşe atılması gereken bir tütsü idi. O tütsüden hafif bir esinti zuhur etti. Neydi bu? ‘’O onları sever, onlar da O’nu severler’’

‘’O çok zâlim ve çok câhildir’’ sözü  bir kınama değil ÖVGÜ’dür. Çünkü Âdem bu yükü takatiyle değil himmetiyle yüklendi. Allah Âdem’i ‘’çok zâlim ve çok câhil’’ olarak nitelemesine rağmen EMÂNET’i teklif etti. Eğer kusur ederse ‘’kendime zûlmettim’’(Neml-44) diyecek, Aziz olan Allah da ‘’doğrusu insan çok zâlim ve nankördür’’ (İbrâhim-34) derken, kendisi için de ‘’gerçekten ben çok bağışlayıcıyım’’ (Tâhâ-82) diyecektir.

Allah, Âdem ve Havva’ya ağaca yaklaşmamalarını emrettiğinde bu açıkça TEKVİNÎ değil, TEKLİFÎ bir emirdi. Çünkü TEKVİNÎ bir emir olsaydı onlar ağaca yaklaşmazlardı. Ancak, acziyetlerini ve zayıflıklarını bilip de günahtan korunmanın kulun çabasından değil, ilâhi yardımdan geldiğini görsünler istedi. ‘’De ki: Herkes kendi yapısına göre davranır’’(isrâ-84)  Bütün Kur’an’da bundan daha ümit verici bir âyet yoktur. Kul günaha rücu eder, Rab affetmeye. Günah kulun, muhabbet Allah’ın sıfatıdır. Bütün âlem O’na ibadetten yüz çevirse O’ndan hiçbir şey eksilmez ve bütün âlem ibâdet için yüzünü O’na dönse hiçbir şeyi arttırmaz. ‘’Ey kendilerine karşı aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar’’(Zümer-53) Allah, insanın bütün yanılma ve sendelemelerine rağmen ‘’KUL’’ ismini onlardan almadı. ‘’Rahmetimden ümidinizi kesmeyin’’dedi. Allah kulunun bu dünyada örttüğü günahını, âhiret günü âşikâr etmez. Allah tövbe eden kullarını sever. Sevgisi ebedidir. Allah, kendisinden bir şey istemeyene gazaplanır. Rahman’dır, kullarının itâatini ne denli küçük olsa bile kabullenir. Rahîm’dir, onların itâatsizliğini ne denli büyük olsa bile affeder.

Cafer-i Sâdık’a sordular: Allah kullarını fiillerinden dolayı zorlar mı? Şöyle cevap verdi: O, kulunu önce zorlayıp, sonra cezalandırmayacak kadar âdildir. İnsanlar cennete iyi âmellerinden dolayı girmeyecekler, cehenneme de itaatsizliklerinden dolayı atılmayacaklardır. Allah dini TEKLİFÎ emri buyurur, fakat insanların bu emri kabul veya reddetmeye güçleri yoktur. Allah kâfirlere dini teklifi emirle, dostlara ise hükümle/tekvini emirle hitâp edecektir.

Sem’âni der ki: ‘’Beni kuyunun başına getirip ittin. Allah’a sığın diyorsun, sonra da itiyorsun’’. Bir kanadı, bir bacağı kopmuş, bir gözü eksik, diğer gözü de kör, sakat bir sivrisinek var. Onu ateş ve su deryasına atıyorlar, şöyle diyorlar: Dikkat et, kanatlarını yakma ve ıslanma! Padişah bana diyor ki, Şarap iç ama sarhoş olma. Ey Padişah! Şarabı içen nasıl sarhoş olmasın. Şeriat bir yöne çekerken, hakikat başka bir yöne çekebilir. Emirle(teklifi) farz kılınan zeval bulacaktır. Fakat Hakk ile farz kılınan(tekvini emir) yok olmayacaktır. Bu dünya ile beraber emrin hükmü de ortadan kalkacaktır.

‘’Onların yaptıkları işlerin önüne geçip hepsini un ufak ederiz’’(Furkân-23) Bu ne demektir? En sonunda bu kıymetsiz ibâdetler ve lâyık olmayan tâatlerden kurtulup kalbimizi bütünüyle O’nun ihsanına ve rahmetine bağlayacağız. O ise, bizim bütün kusurlu âmellerimizi tenezzül etmeyiş rüzgarına savurduktan sonra, lûtuf ve ihsanıyla muamele edecektir. ‘’De ki: O’na ister Îmân edin, ister Îmân etmeyin….’’ (İsrâ-107) O’nun bizim Îmânımıza ihtiyacı yoktur.

Yine Sem’âni; tevhidi gözeterek insanın Allah karşısında hiçbir şeye sahip olamayacağını, bu yüzden de iyi âmellerin ve çirkin fiillerin O’nun hükmü üzerinde herhangi bir etkisinin olamayacağını açıklar. O’nun hazinelere ya da başka bir şeye ihtiyacı yoktur. O’nun neyi varsa hepsi bizim içindir. O, yarın ihsân hazinelerini isyankârlara, rahmet hazinelerini günahkârlara, mağfiret hazînelerini de yardıma muhtaç olanlara verecek. Elimizden en sonunda ‘’O onları sever’’ hakikati tutacak. Müminler topraktan başlarını kaldıracak ve O şöyle nidâ edecek: Hoş geldiniz. Gelişiniz mübârek olsun. Allah nasip etsin. AMİN. Sadakallâhül azim. Kaynak: Wıllıam C. Chıttıck /İLÂHİ AŞK

İLÂVETEN;
Allah’tan başka her şey bâtıldır, yani gerçek, doğru ve uygun olmayandır. Âlem (Allah’tan başka her şey), mutlak anlamda bâtıl değildir. Bilakis Hak ile kıyaslandığında bâtıldır. Allah zamanın dışında daimi ve ebedi olarak konuşur(mütekellim). O’ndan başka konuşan yoktur. O’nun konuşması ‘’OL’’ emri ile çeşitli sûretler alır ve aynı zamanda kutsal kitap olarak görünür. Konuşma ve diğer sıfatlar bizim alanımıza girdiklerinde, bizler tarafından lekelenirler. O varlık verdikten sonra da varlık verdikten önceki hal üzeredir. Değişikliği söz konusu değildir. Yaratılmışlar kendi başlarına varlık sahibi olamazlar. Var olmaları TEKVİN’i emre bağlıdır. Âlemdeki her şey TEKVİN’i emir ile meydana gelir ve dini TEKLİF’i emir ile yok edilir veya yenilenir.

Bütün yaratılmış şeyler, varlık ve hiçlik arasında asılıdır. Allah’ı hesaba katmaksızın şeylere bakarsak, onlar en azından belli bir süre var gözükürler. İlâhi varlığın sonsuzluğuyla karşılaştırıldığında ise şeylerin herhangi bir varlığı yoktur.

‘’Her şeyden iki çift yarattık’’ (Zâriyat-49). Başlangıcı olmayanın yani KÂDİM’in zıddı, sonradan var olan HÂDİS’tir. Hâdis, Allah’tan başka her şeydir. Yaratılmış şeylerdeki isimler Allah’tan tamamiyle farklıdır. Erkek ve kadın, gece ve gündüz, gök ve yer, kara ve deniz, itâat ve isyankârlık, bahtiyarlık ve bedbahtlık, doğru yol ve sapkınlık, kudret ve acz, ilim ve cehâlet, hayat ve ölüm…….gibi. Allah yaratılmışların sıfatları yaratıcının sıfatlarına benzemesin diye onları bu tarz üzere, birbirine karşıt olacak şekilde yarattı. Şöyle ki; O’nun yüceliğine alçaklık, kudretine acziyet, kuvvetine zayıflık, ilmine cehâlet, hayatına ölüm, bekâsına fenâ yoktur. O hiçbir şey ile kıyas kabul etmez ve her şeyden müstakildir. ‘’O’nun eşi ve benzeri yoktur’’ (Şûrâ-11) O eşsiz, denksiz ve ihtiyaçsızdır.  O her şeyden önce TEK’ti. Her şeyi varlığa getirdikten sonra yine TEK’tir. O ezelde iş yapmıştır ve bugün sana ne yaptığını göstermektedir. O, ezelde söz söylemiştir ve bugün sana söylenmiş kelimeleri işittirmektedir.

Birçokları Hakk’tan başka hakikat, ilâhi hayattan başka hayat, ilâhi kudretten başka kudret, Allah’ın adâletinden başka adâlet olmadığını görememektedirler. Müslüman ilâhiyatçılar Tevhid anlayışı ile, Allah’ın gerçek varlık ve bizimse O’nun gölgeleri veya solgun yansımaları olduğumuzu kabul eder. Bir kere tevhid kabul edildiğinde, bütün nitelikler ve özelliklerin doğrudan veya dolaylı olarak BİR’e geri dönmesi gerekir. ‘’Sizi boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız’’ (Mü’mimûn-115) Öyleyse Allah âlemi niçin yarattı? Onların varlığındaki hikmet nedir? ‘’Ben gizli bir hazine idim ve tanınmayı sevdim’’ (Allah yalnızca kendini sever, O kendi Zâtına aşıktır)

İblis şöyle dedi: ‘’Bana Âdem’e secdeyi emretmiştin, ben secde etmedim. Ama Âdem’e de buğday yememeyi emretmiştin, o yedi. Bir ona, bir de bana’’. İkisinin başkaldırısının arasında fark vardı. ‘’Âdem’in ayağını kaydıran şehvet, İblis’i ise yoldan çıkaran kibirdi. Kibirli olmak, şehvetli olmaktan daha kötüdür. Şehvetten kaynaklanan bir günah affedilir,  kibirden kaynaklanan günahın içinde ise Îmân kaybolur. ‘’Kibriya benim libâsım, azamet de örtümdür. Bu ikisinde benimle boy ölçüşmeye kalkanı ezerim’’  Âdem affedildi, İblis ise  kıyamete kadar kovulanlardan oldu.

Rivâyet edilir ki; Âdem ile İblis yolda karşılaşır. Âdem: ’’Seni bedbaht/şaki diye çıkışır. Benim başıma neler getirdin, yoluma ne tozlar saçtın’’. İblis cevap verir :‘’Ey Âdem diyelim ki seni ben yoldan çıkardım. Peki söylesene, beni yoldan çıkaran kimdi?’’

Âdem cennetten çıkarılıp, yeryüzüne yolculuk etmesi söylenince; ‘’Rabbim yolcular azıksız olmazlar, bana yol için ne azık vereceksin’’ diye sordu. Şöyle cevap verildi: Ey Âdem! Hicret yurdunda azığın beni zikretmek olacak. Bundan sonra, dönüş gününde sana beni görmeyi vaad ediyorum. AMİN. Sadakallâhül Azim.