26 Ekim 2019 Cumartesi

BEYT-İ  MÂ’MUR  ve  SIDRETÜ’L MUNTEHA:

YEDİNCİ SEMÂ’DA İKİ MAKAM.

Semâ GÖKYÜZÜ anlamındadır. Bazen de FELEK olarak geçer. Arapların dehr/zaman dediğine, Türkler felek demişlerdir. Felek ilmi mârifet ilmidir. İbnü’l Arabî Hazretlerine göre; Felek, göğün yıldızının yüzmesinin meydana getirdiği şeydir(yörünge). Her Semâ’nın bir yıldızı ve bir feleği vardır. ’Her biri kendi feleğinde yüzer’’ (Enbiyâ, 33- Yâsin, 40). Feleklerin sayısı yıldızların sayısıncadır. Her yıldızın bir rûhu olup, Allah bu yıldızların idâresini bu rûhlara vermiştir. (Allah her Semâ’ya bir Nebî yerleştirmiştir. Örn. Ay Hz. Âdem’in, Utarit Hz. Îsâ’nın,  Zühre Hz. Yusuf’un, Güneş Hz. İdris’in, Merih Hz. Dâvut’un, Müşteri Hz. Mûsâ’nın, Zuhal Hz. İbrâhim’in mekânıdır. (Nûrlar Risâlesi Syf. 95)

Bütün felekler yıldızsız  ‘’Atlas feleği’’nden çıkar. Bu felek ile günler, haftalar ve aylar var olmuştur. Bütün felekler bu feleğin etrafında devreder. Atlas feleği; feleklerin feleği ve ‘’ARŞ’’ olarak da adlandırılır. (Dokuz felek; Arş, Kürsi, Zûhal, Müşteri, Merih, Güneş, Zühre, Utarit, Ay) Dokuz Feleğin tüm hareketleri ve onların yıldızlarının seyri ile DÜNYA ve dünyadakiler var olmuştur. Yine DÜNYA ve dünyadakiler onların hareketiyle yok olacaktır.

Hazret; büyük âlemdeki felekler ile insan vücûdundaki felekler arasında bir ilişki kurar. 

Yuvarlak, maddî ve mânevî dönen/devreden her yuvarlağı felek olarak değerlendirir. Allah’ın felekler, yıldızlar, unsurlar ve tabiatlara olan ilmi Allah’ın HÜKMÜ’dür. Felekler, yıldızlar, unsurlar ve tabiatları meydana getirmesi, Allah’ın KAZÂ’sıdır. Döndürmeye başlayıp da, felek ve yıldızların tesirlerinin bu âlemde zâhir olması Allah’ın KADER’idir. Bu âlem halkına iyilikten, kötülükten, uğursuzluktan, güzel talihten vs. ne gelirse hepsi, göklerin hükümdarı olan bu yıldızların eseridir. (Hz. İdris fassı Syf. 47-54)

Kısaca; FELEK KAVRAMI VARLIK MERTEBELERİNİ ANLATIR. (Nefs’in yedi mertebesi vardır. Emmare/Ay, Levvame/Zühre, Mülhime/Utarit, Mutmainne/Güneş, Radiye/Merih, Merdiye/Müşteri, Sâfiye/Zûhal. Bizim varlığımız acaba hangi mertebede seyretmekte, dönmekte?)

Beyt-i Mâ’mur; her gün ’’yetmiş bin’’ meleğin namaz kılmak ve tavaf etmek için ziyaret ettiğine inanılan ‘’yedinci Semâ’da’’ bir makamdır. Yedinci Semâ; Hz. İbrâhim’in makamı olup, gönlü temsil eder. Beyt-i Mâ’mur Hakk’ı sığdıran kalp demektir. Beyt-i Mâ’mur ‘’ARŞ’’ tır. Arş ise İnsan-ı Kâmil’in kalbidir.

Allah; ‘’Beni yerler ve Gökler kuşatamadı, yalnız Mümin kulumun kalbi kuşattı’’ der. Bu kalp, mümin kulun kalbidir. Burada Mümin, Mümin’in aynasıdır ifadesi ortaya çıkar ki; Birinci mümin Hz. Peygamber/İnsan-ı Kâmil, ikinci mümin ise Allah’tır. Yani ‘’Allah Kâmil kulun kalbi vâsıtasıyla, Âlem’de isim ve sıfatlarıyla tecelli eder’’ demektir.

Allah; Kur’ân’ı Kerîm’in Tûr sûresinin 4. âyetinde ‘’BEYT-İ MÂ’MURA’’ yemin etmiştir. Hz. Peygamber miracda, ‘’YEDİNCİ SEMÂ’’ da; sırtını Beyt-i Mâ’mur’a dayamış bir halde oturan Allah’ın dostu Hz. İbrâhim ile karşılaşmıştır. Hz. İbrâhim Hz. Peygamber’e,  Beyt-i Ma’mur’un (darah) adını söyleyerek onları tanıtmış,  Hz. Peygamber’de orada iki rekât namaz kılmıştır. ‘’Bu ev Kâbe tarzındadır (kalp). İki kapısı vardır. Doğuya (rûha) bakan kapısından her gün yetmiş bin melek girer (Mümin olsun, kâfir olsun insanın aklına günde yetmiş bin düşünce gelir), sonra karşısındaki batı (nefs) kapısından çıkarlar ve bir daha ebediyen geri dönmezler. Allah her gün bu melekleri ab-ı hayat nehrinden, Cebrail’in her gün bu suya dalıp çıkarken kanatlarından düşen damlalardan yaratır. Her gün yaratılan bu meleklerden sonra Âdemoğullarının düşünceleri onların kalplerinde oluşmaya başlar. Bütün kalpler bu evden yaratılmıştır ve daima mâ’mur olacaklardır. Her melek de aynen kalpte geçen düşüncenin sûretinde olacaktır’’ (İbnü’l Arabî Hz. Kur’ân- Varlık Syf. 140-142)

Yeryüzündeki Kâbe, Semâ’daki Beyt-i Mâ’mur’un ‘’izdüşümü’’ yani gölgesidir. Melekler Arş’ı, hacılar Kâbe’yi tavaf eder.

Kalp; ‘’Rab’’ isminin mazhârıdır. Hz. İbrâhim de isimlerin tümü olan er-Rab (Âlemlerin Rabbi) isminin istiva ettiği yerdir. ‘’Rahman arşa istiva etti’’ (Tâ-Hâ sûresi-5). Âlemlerin Rabbi; yani bütün isimleri CEM eden/toplayan isim ALLAH iken, Allah’ın her kuldaki bir veya birkaç ismi o kulun Rabbi, terbiye edicisidir. Kulun bütün irtibatı ezelde aldığı ismi olan Rabbi yani kalbi iledir.

 Bu isim ve sıfatlar Allah’ta (Ayan-ı Sâbite’de) aslî/subûtî (sabit)  iken, bize yansıması selbî (karşıtı) şeklindedir. Yani aynada görüntülerin tam tersinin yansıması gibi olduğundan bize düşen bu sıfatları hakikatine çevirmektir. Çünkü isimlerimiz (Rabbimiz), meşreplerimizin (huylarımızın) tam tersidir.

Kul ismini aşikâr edince ve orada Hakk kendini seyredince, O da kendini Hakk aynasında seyreder. Bu kavuşma ve mirac sonunda kulun bütün melekeleri (Melek/kuvvet) o kalbin (Rabbinin/ isminin) sesine kulak vermeye ve etrafında tavaf etmeye başlar ki, gerçek tavaf budur. İnsanın ‘’has/aslî ismi’’ Kâbe’ye, diğer esmaları ise bunun etrafında tavaf eden hacı adaylarına benzetilebilir. Bu tıpkı Güneş’in uydularının, onun etrafında tavaf etmesi gibidir. (Lütfi Filiz-1 Syf. 254)

Tavaf; bilindiği gibi sağdan sola doğru yapılan yedi dairesel harekettir. Yedi dairesel tavaf, yedi sıfatı oluşturur. 

Allah; ancak bu ‘’yedi imam ismin, yedi sıfatı’ ile idrâk edilebilir. Hayat (el-Hayy),  İlim (el-Alîm),  İrade (el-Mürid),  Kudret (el-Kâdir), İşitme (es-Semî),  Görme (el-Basîr),  Konuşma (el- Mütekellim)   
                                                                      
İnsan küçük âlemdir. Allah, sâlikin bedeninde de yedi göğü ayırmıştır. Bu yedi Semâ’nın (yedi gök) her birinde gökteki gezegenlerin karşılığı olarak sıfat diye adlandırılan yüzen gezegenler yaratmıştır. (Seferler syf. 83) Yedi sıfat, yedi yıldızdır (Nûh fassı syf. 132). Bunlar; Hayat (ay), İlim (Zühre), İrâde (Utarit), Kudret (Müşteri), Duyma (Güneş), Görme (Merih), Kelâm’dır (Zûhal). Bunların hepsi belirlenmiş bir ecele doğru akıp gitmektedir.

Allah seni yıldızlara özgü dönüş bilgisine ulaştırdığında tavaf eden sayılırsın. Felek ve yıldızlar sûfli/aşağı âlemin tedbir sahipleridir. İhtiyarları yoktur. (İdris fassı Syf. 53)

İşte sen ne zaman sende mevcut olan yedi sıfatın sadece Allah’a ait olduğunu, gökteki yıldızlar gibi hiç bir irâdenin olmadığını idrak edersin, o zaman tavaf eden sayılırsın. (gerçek hac budur)

O zaman Kâbe; hem Kalp’tir, hem Arş’tır, hem de Rab yani ezelde aldığımız ismimizdir.

Bilgi; Evliya ve Enbiya’nın kâmillerinde üç türlü ‘’hatır’’/hâl vardır. İlâhi, Rûhani, Nefsâni. Bu nedenle Kâbe/kalp ilk yapıldığında üçgen idi. (Zemzem’in üç damarı gibi).

Sonradan insanların avamına göre ‘’şeytanî hatır’’ da itibar olunup ‘’dört köşeli’’ oldu. Rükn-i Irak’i şeytani hatıra işarettir. Bu taraf ilâhi feyz’den mahrûmdur.

Kâbe’nin dört rüknü; Şam (Hz. Âdem), Irak (Hz. İbrâhim), Yemen Hz. Îsâ), Hacer-ül Esved (Hz. Mûhammed)

Abdülhay/Hayat, Abdülhalim/İlim, Abdülmürid/İrade, Abdülkadir/Kudret. Bunlar dört Direk’tir (Evtad-ı Erbaa).  (dört mânevi mertebe) 

Semi/Duyma, Basar/Görme, Mütekellim/Konuşma. (üç maddi mertebe) 
          
(İbnü’l Arabî/İsmâil Hakkı Bursevî Hz. İlâhi İsimler)

SİDRETU’L  MUNTEHA:

‘’YEDİNCİ SEMÂ’’da bir makam olup, mahlûkatın âmellerinin varacağı son duraktır. ‘’Andolsun ki onu (Cebrâil’i), Sidretu’l Munteha’nın yanında önceden bir kere daha görmüştü’’ (Necm, 13 -14) Bu, Allah’a sulûk eden kimsenin nihâi olarak ulaştığı son noktadır. (Cilî Hz.)

SİDRE; ARABİSTAN KİRAZI, MUNTEHA İSE ‘’SON’’ DEMEKTİR. 

BU MAKAM BİR AĞAÇ OLARAK TASVİR EDİLMİŞTİR. Bu ağacı ‘’ebed’’ (sonsuzluk) bahçesine ‘’bir’’in (el-ahad) eli dikmiştir. Tohumu ‘’kün’’ hubbesidir. Bu tohum topraktan çıkınca ikiye ayrılır. Bir yanı ‘’sağ’’ (ashab-ı yemin/nûr), bir yanı ‘’sol’’ (ashab-ı şimal/zûlmet) tarafa doğru büyür. Ortadaki dal Muhammedi daldır (mûkarreb melekler). Bu ağacın meyveleri iyi ve güzel olanlar ‘’cennet’’ ambarlarına, kötü ve habis olanlar ‘’cehennem’’ ambarlarına konulur. Bu ağacın hayatını ve sürekliliğini sağlayan ‘’su’’, Kün kelimesinin sırrından ibâret olan Ceberût âlemidir. Bu ağacın dalları birbirinden farklı ve meyveleri çok ve çeşitli ise de kökü birdir. Bu da ‘’kün’’ kelimesinin habbesinden, yani çekirdeğindendir. ‘’Çekirdeğe bakan birliği, dallara ve yapraklara bakan o çekirdekten ayrı olmayan çokluğu görür. Çekirdekte ağacı, ağaçta çekirdeği görmek sadece baş gözüyle olmaz. Başlangıcı bir olanın sonu da bir olacaktır. Her şey KÜN ile başlar MİRAC ile tamamlanır’’ (İbn. Arabi Hz. Şeceretü’l-Kevn/Varlık Ağacı) ‘’Kökü sabit ve dalları gökyüzündedir’’ (İbrâhim sûresi, 24)

Sidre’nin yanından Kur’ân nehri akar. Bu nehirden ‘’üç’’ nehir daha doğar ki; zebûr, tevrat ve incil nehirleridir. Bunlar da; su, süt, şarap ve baldır.

Sidre’nin cennetlerdeki en yüce mazhâr’ı ‘’tuğba ağacı’’ dır. Allah bu ağacı kendi elleri ile dikmiş ve ona kendi rûhundan üflemiştir. Âdem gibi. Sidre’nin cehennemdeki en aşağı mazhâr’ı ise ‘’zakkum ağacı’’dır.

Sidre; mahlûkatın varacağı son makamdır (misâl-melakût âlemi). Cebrâil’in dahi miracda  (beden ve akıl ile) ileriye(ceberût âlemine) geçemediği bir makamdır.

Sidre’den sonrası Cenâb-ı Hakk’a mahsus olan kudret ve azâmettir. Mahlûkatın (yaradılmışların) oraya ayak basmasına imkân yoktur. Çünkü burası (misâl âlemi) bölünme ve parçalanma kabul ederken, ilerisi (ceberût âlemi) her şeyin hakîkatlerinin bütün olarak zâtından zâtına yansıyan âlemdir. (İbnü’l Arabî Hz.)

Abdülkerim Cili Hz. İnsan-ı Kâmil adlı eserinde; Sidretu’l Munteha’yı ‘’Îman’’ makamı olarak nitelendirmiş, ağacın tasvirinde kullanılan;  yaprakları fil kulakları gibi olup, yapraklarının cennet evlerinden her eve gireceğini de Îmânın büyüklüğüne ve Îmânın olduğu evin cennet gibi olacağına bağlamıştır.

Hz. Peygamber Sidre’nin Arabistan kirazı olarak isimlendirilmesini de; ‘’ bir insan içini Arabistan kirazı ile doldurursa, Allah da onun kalbini Îman ile doldurur’’ diye açıklamıştır.

Sidre’nin son makam olması nedeniyle; şeriat, Allah ile karşılaşmaya hazırlanan ölünün yıkanmasında ‘’sidr ağacının’’ kullanılmasını gerektirmiştir.

Bilgi: Burada sembollerle anlatıldığı gibi, Sidretu’l Munteha İnsan-ı Kâmil, Beyt-i Mâmur İnsan-ı Kâmil’in Kalbidir. İnsan-ı Kâmil’in ağaç olarak tasvir edilmesi, ağacın kökünün tek olmasıyla ilâhi âleme bağlılığına, dallarının ve meyvelerinin çokluk ve çeşitliliği ile dünya hayatına benzetilmesindendir. Bu ağacın yedinci Semâ’da olmasının sebebi de, bu Semâ’nın TEVHİD Peygamberi Hz. İbrâhim’in mâkâmı olmasındandır.