HURUFİLİK:
Hurufilik, Fazlullah
Esterabadi tarafından XIV. yüzyıl İran’ında kurulmuş, izleri XVII.
yüzyıla kadar Anadolu ve Balkanlarda takip edilebilen mistik ve felsefi bir
akımdır. Hurufilik iki dönemde değerlendirebilir: Birinci dönem, akımın Fazlullah
ve öğrencileri tarafından kurulup temellerinin İran ve Azeri topraklarında
atıldığı yaklaşık yarım yüzyıllık bir süreci kapsar. İkinci dönem ise Aliyyu’l A’lâ, Mir (Seyyid) Şerif, Seyyid
Nesimî ve Refi’î gibi Hurufi düşünürlerinin Fazlullah’ın ölümünden
sonra Anadolu ve Suriye’ye geçmeleriyle başlayıp XVII. yüzyılda Balkanlarda
devam eder. Hurufiliğin bu ikinci döneminin Osmanlı topraklarında, elde bulunan
yazma eserlerin tarihlerinden hareketle, iki buçuk yüzyıl boyunca parlak bir
şekilde sürdüğü söylenebilir.
Hurufiliğin birinci döneminde yazılan eserler genelde Farsçadır. İkinci
dönemdeki eserler ise çoğunlukla birinci dönemde yazılmış bu temel eserlerin,
hiçbir zaman kelime kelime olmasa da Türkçe’ye tercümesi konumundadır. Seyyid Nesimî tarafından Anadolu’da Hurufiliği yaymakla görevlendirilen ve
muhtemelen Anadolu’ya geçen ilk Hurufilerden olan Refi’î 1409’da yazdığı Beşâretnâme’sinde, bu eseri zorlanarak da
olsa Türkçe yazdığını belirtmiştir. Bu açıdan Refi’î, karşımıza Hurufiliğin
Anadolu’da yayılma şeklini belirleyen kişi olarak çıkar, uyguladığı yöntem
de Hurufi felsefesinin Türkçe ifade edilmesidir.
Hurufiliğin amacı varlığın hakîkatinin harfler aracılığıyla kavranarak yine harflerle Allah’ın varlıkta müşâhede edilmesi ve O’na ulaşılmasıdır. Harflerin, aralarında öncelik ve sonralık olmayıp tek bir hakîkat olduğunu kabul eden Hurufiler doğal olarak ilgilerini harflerin yekûnuna vermişlerdir. Onlara göre mümkün olan tüm sesleri ifade eden azami harf sayısı 32’dir ki bu Fars alfabesinin harf sayısıdır. Kur’ân alfabesinin 28 harfi de, 32 harfi içinde barındırmaktadır. Zira 29. harf olarak kabul edilen Lamelif harfinin eczasında (eczanın, harfin okunuşunda ortaya çıkan harfler olduğunu hatırlatalım) tekrarsız olarak 4 çeşit harf (l, m, e, f) ortaya çıkmaktadır. İşte Lamelif’ten ortaya çıkan bu 4 harf, Farsçada olup Arapçada olmayan 4 harfin kaim-i makamıdır (yerine geçen harftir). Hurufi felsefesi Arap ve Fars alfabesinin işte bu 28 ve 32 harfi üzerine kuruludur.
Hurufiliğe göre varlık, harflerin yani tanrısal kelâmın zuhûrudur. Harflerden hareketle tüm varlıkta tanrısal kelâmı dolayısıyla tanrıyı müşâhede etmek mümkündür ve gereklidir. Kâmil bir insan, kendi yaratılışında bu ilahî kelimeleri müşâhede ederek vûslat makamına, yani Allah’ın zât ve sıfatına ulaşmış olacaktır.
Varlık ve harfler arasındaki ilişki konusunda
ilk nokta, yaratılmış olan her şeyin, Kur’ân’da belirtildiği şekliyle Allah’ın ‘’Kün’’ yani “Ol” emriyle varlık sahnesine çıkmış olmasıdır. Allah’ın kelâmı
olan bu emir, harflerden oluşmaktadır. Dolayısıyla varlığın özünde harfler
vardır ve her bir yaratılmışın varoluş sebebi harflerdir.
Allah’ın, varlığı
yaratırken buyurduğu “Ol” emri, O’nun
kelâmıdır ve kelâm, Allah’ın sıfatlarından biridir. Nasıl ki renk, koku, şekil
gibi sıfatlar bir cismin kendisinden yani zâtından ayrılamazsa Allah’ın sıfatı
olan kelâm da tanrısal kişilikten yani Allah’ın zâtından ayrı
düşünülemez. Kuvvet-i ezelî nin 32 kelimeden
başka sıfatı yoktur ve bununla zuhûra gelir. Bu 32 kelime de onun zâtından ayrı
değildir, bilakis zâtın aynısıdır. Yani
harflerden oluşan Allah’ın kelâmı, Allah’ın zâtından ayrı değil O’nun zâtının
aynıdır.
Diğer taraftan her bir varlığın bir ismi vardır ki bu isimler harflerden oluşmaktadır. Bu isimler, varlığın bizzat kendisiyle ki buna müsemma (isimlenen) denir, doğrudan ilişkilidir. Zira söz konusu ismi oluşturan harflerde bazı değişiklikler yapıldığında, bu isim artık vaz’ edilmiş olduğu müsemmayı karşılamayacak ve göstermeyecektir. Buradan hareketle, isim ve müsemmanın aynı olduğu sonucuna ulaşılır ki bunu, her bir varlığın aslında harflerden ibâret olmasıyla da ifade edebiliriz.
Varlık ile harfler arasındaki ilişkiyi açıklayan diğer bir nokta ise, harflerin varlıktaki bilfiil ve bilkuvve mevcûdiyetidir. Örneğin iki cismi birbirine vurduğumuzda ortaya bir takım sesler çıkmaktadır ki bu sesleri biz harflerle ifade ederiz. Cisimlerin birbirlerine vurulmasıyla ortaya çıkan bu ses, onlarda harflerin bilkuvve var olduğunu göstermektedir. Canlılardan hayvanlar ise cansızlardan farklı olarak sesleri yani harfleri bilkuvve olarak değil bilfiil ortaya çıkarmaktadırlar. Ancak, her hayvan, mevcut tüm seslerden sadece bir kısmını telaffuz edebilmektedir. Canlılar içinde ontolojik olarak en üst noktada bulunan insan ise, kâinatta mevcut olan tüm sesleri bilfiil telaffuz edebilen tek canlıdır. Kur’ân’da Allah’ın Hz. Âdem’e esma-i küllü yani tüm isimleri öğrettiği zikredilir [2/31]. Meleklerin Âdem’e secde etmelerinin bir nedeni de Âdem’deki bu bilgidir. Hurufilere göre, Âdem’e Allah’ın öğretmiş olduğu esma-i küll, mevcut tüm sesleri ifâde eden 32 harftir.
Varlığın temeli olan, bilkuvve veya bilfiil varlıkta bulunan harfler, tüm bunların yanında, fiziksel olarak da tüm varlıkta görülmektedir. Örneğin hayvanlarda bulunan 2 göz deliği, 2 kulak deliği, 2 burun deliği ve bir ağız boşluğunun toplamı 7’dir. 4 unsurla çarpıldığında ise 28 olmaktadır. Var olan her şeyi simetrik iki parçaya ayıran ve hatt-ı istiva denilen çizgiyi yüzün ortasından geçirdiğimizde bu deliklerden ağız boşluğu ikiye ayrılarak 8 boşluk oluşturur. 4 unsurla çarpımı da 32’ye eşittir. Elde edilen bu 28 ve 32 sayıları, ilahî kelâmın varlıkta kendini göstermesi, diğer bir ifadeyle ilâhi zuhûrun varlıktaki izleridir. Bu noktada 32 harfin zuhûru olan 32 alâmete sadece hatt-ı istiva ile ulaşılabildiği için, hatt-ı istiva 32 harfin bir göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bitkilerin yapraklarını iki eşit parçaya ayıran damar, hurma ve buğday gibi bitkilerin çekirdeklerini de iki eşit parçaya ayıran çizgi, horozun ibiği, gergedanın boynuzu, devenin dudağındaki yarık, tüm bunlar hatt-ı istivaya yani 32 harfe işaret eder.
İnsan ise esma-i küllün yani 32 harfin tamamının vücudunda hatlar şeklinde zuhûr ettiği tek canlı olması hasebiyle varlık zincirinde en üst konumda yer almaktadır. İnsan, yüzünde saç, 2 kaş ve 4 kirpik olmak üzere 7 hatla dünyaya gelmektedir. Bu hatlar insanın yüzüne anne karnında iken yazıldığı için ümmî hatlar (anne/ana) olarak isimlendirilir. Bu 7 hat, 4’ der unsurdan (Ateş, hava, su, toprak), oluştuğundan özünde (7x4) 28 hattır. Hatt-ı istivânın geçirilmesiyle, saç hattı ikiye bölündüğünden 8 hat elde edilir ki bu durumda 4’ der unsurdan oluşan bu hatlar bize (8x4) 32 hat olur. Diğer canlıların vücutları kıllarla kaplı olduğundan yüzdeki bu hatlar sadece insanda müşâhede edilmektedir.
Erkeklerde buluğ çağına ulaştıktan sonra yüzün iki tarafındaki sakal, bıyığın iki tarafı, iki burun deliğindeki kıllar ve çene altı olmak üzere 7 hat ortaya çıkar. Bu hatlara ebî hatlar (baba) denir. Hatt-ı istivâ ile çene altındaki hattın ikiye bölünmesiyle 8 hat zâhir olur. Bu hatlardan da 28 ve 32 alamete ulaşılır. Diğer taraftan 7 ümmî hattın çıktığı 7 mahal vardır ki bunların toplamı 14’tür. Ebî hatlar da aynı şekildedir. 7 ayetten oluşan ve her namazda okunan Fâtiha sûresini tanımlayan seb’u’l mesânî (tekrarlanan yedi) terimi Hurufi felsefesinde aynı zamanda yüzdeki bu hatları ifâde etmektedir.
İnsanda ilahî kelâm olan 28 ve 32 harfin zuhûru bunlarla sınırlı değildir. Bir insanın ağzında 28 veya 32 diş vardır. Vücudunda toplam 12 delik vardır ve hatt-ı istiva geçtikten sonra 16 delik ortaya çıkar. Mahalleriyle birlikte bu deliklerin sayısı 32 olur. İnsan vücûdunda 360 parça kemik, damar, sinir vardır. Bu da 6 kere 28 ve 32’ye eşittir ki insan vücudunun 6 yönden 28 ve 32 harfin mazharı olduğunu ifade eder. İnsanın sağ ve sol ellerindeki parmaklarda toplam 28 mafsal vardır. Hurufi metinlerde örnekler bu yol üzere çoğaltılmıştır.
İnsan 28 ve 32 harfi telaffuz edebilen ve vücudunda hatlar aracılığıyla harflerin mükemmel bir şekilde zuhûr ettiği tek canlı olmasıyla “Ahsen-i takvim” dir. İnsandaki bu mükemmel zuhûrun ifâde ettiği mânâ insanın, ilahî kelâmın diğer bir deyişle Allah’ın tam bir mazhârı olduğudur. Nitekim bir hadiste de “Allah, Âdem’i kendi sûreti ve rahman sûreti üzerine yarattı” denmiştir. (Hurufilik/Fatih Usluer)
Arap Alfabesi 28 harftir. Kur’ân’ı Kerîm’de bu harflerden 14 tanesi 29 sûrenin başında ‘’huruf-u mukattaa/kesik harfler’’ olarak zikredilmiştir. 14 harfi ise hiç kullanılmamıştır. Tekli, ikili, üçlü, dörtlü ve beşli olarak kullanılan harfler: Sâd, Kâf, Nûn, Hâ-Mim, Tâ-Sin, Tâ-He, Yâ-Sin, Elif-Lâm-Mim, Elif-Lâm-Râ, Tâ-Sin-Mim, Elif-Lâm-Mim-Râ, Elif-Lâm-Mim-Sâd, Hâ-Mim-Ayn-Sin-Kâf, Kef-He-Yâ-Ayn-Sâd, şeklindedir.
Kur’ân’ı
Kerim’in ve tüm semavî kitapların aslı, Hakk Teâlâ’nın isimleri ve sırları olan
‘’mukattaa’’
harfleridir. Mukattaa harflerinin mânâsı şimdiye kadar insan idraki tarafından
anlaşılamamış ve ona gizli kalmıştır. Nitekim Hz. Ali, ‘’Allah tüm kitaplarda sır olarak
vardır. Kur’ân’ın sırrı, sûrelerin başındadır (mukattaa harflerindedir)’’
demiştir. Mukattaa harfleri Kur’ân’ın aslıdır.
Kur’ân’da 29 sûrenin başında yer alan ve Allah’ın
kelâmının varlığına işâret eden mukattaa harfleri, 29 harf sayısına eşittir.
Kur’ân’ın aslı 28 harftir, lâmelif ile birlikte 29
olur. Hz. Peygamber: lâmelif’ i de harflere dâhil
ederek, ‘’Kim 29 harfe îman etmezse, ateşteki yerini hazırlasın’’ buyurmuştur.
Bu nedenle de, Fâtiha sûresinin adı ‘’Fâtihatü’l Kitâb’’ ve
‘’Ümmü’l Kitâb’’ olmuştur. Fâtiha sûresi başında mukattaa harfi gelen 29 sûrenin sayısına eşit olarak, 29
sözcükten
oluşur. Ayrıca Fâtiha sûresi’nde geçen harfler de, mukattaâtta geçen
harflerden oluşmuştur. Dolayısıyla Kur’ân’da olan Allah’ın tüm sırları,
Fâtiha sûresinde de mevcuttur.
Diğer
taraftan Fâtiha sûresi 21 (çeşit)
harften oluşmuştur, aynen Havva’nın yüzündeki 21 hat gibi ki o, hakîkatin anasıdır 21 hat: 7 ümmi/ana
hat (saç, 2 kaş ve 4 kirpik) , 7
ümmi hattın mahalli ve 7 ebi/baba
hattın mahalli. Bir bebek, annesinin karnındayken, annesinin yüzündeki
gibi 7 hat, onun yüzüne yazılır ve bu hatlarla (7 ümmi hat ile) dünyaya gelir.
Bu 7 ümmi hat gibi, ergenlik çağından sonra da 7 (ebi/baba) hat (2 bıyık, 2 burun kılı, 2 sakal, 1 çene
altı ) ortaya çıkar. (Fâtiha sûresi 29 sözcük, 21 çeşit harften oluşur)
Fâtiha
sûresi 21 (çeşit) harften oluştuğu
için, alfabenin 7 harfi (Se, cim, hı, ze, şın, zı, fe)
Fâtiha’da yer almamıştır. Hakk Teâla, Havva’nın yüzünde 7 hattı (ebi hattı) yazmamıştır. Eğer o 7 hat Havva’nın yüzünde yazılmış olsaydı, Âdem’in yüzündeki 28 ve 32 hattı okumak mümkün
olmazdı. (Havva’nın yüzünde 21, Âdem’in yüzünde 28 ve 32 hat vardır)
Kutsî bir
hâdise göre: ‘’Namaz Fâtiha iledir ve Fâtiha’sız namaz düzgün değildir.’’ Mirac gecesi Hz. Peygamber’e 50 vakit namazı
farz kılınmış, Peygamber’in azaltılmasını talep etmesiyle azaltılarak 5 vakit
namaz farz olmuştur. Namaz 3 kısımdır. (Bir günde) 17 rekât kılınan ‘’hazarda’’
namaz, (bir günde) 11 rekât kılınan ‘’seferde’’ namaz ve (bir
günde) 15 rekât kılınan Cuma gününde namaz. ‘’Namazdan maksat secdedir’’
Allah kendi kudret eliyle, zâtının alâmeti olarak, 28 ve 32 harfi Âdem’in
yüzüne yazdığı için böyle bir emirde bulunmuştur. Namaz kılanın aynen Allah’ı
görüyormuş gibi, 32 hattın alâmetine secde etmesi gerekir. 28 hattın alâmeti (Arap
alfabesinin 28 harfinin 22 de noktası olduğundan) 50 harf ve noktadır ve
bunlar Kur’ân’ın aslıdır. Hazarda (17), seferde(11) ve Cuma gününde (15)
kılınan farz namazları toplamı, 28 ve 32 dir. (17+11, 17+15)
Namazdan
maksat secde olduğu gibi, kıbleye yönelmek namazın şartlarındandır. ‘’Yüzünü
Mescid-i Haram’a çevir’’ (Bakara, 144-149-150) Mescid-i Haram’dan kasıt
Kâbe’dir. Hz. Peygamber; ‘’Allah, Âdem’in
başını ve alnını Kâbe toprağından; göğsünü ve sırtını Mescid-i Aksâ’dan; sağ
elini doğudan, sol elini batıdan (alınan toprakla) yarattı’’ demiştir.
Beytü’l Makdis de peygamberin kıblesidir ve Kâbe gibidir. Nasıl ki Kâbe Âdem’in
baş ve alnının makamıdır, Beytü’l Makdis de onun göğüs ve sırtının makamıdır.
Hz. Peygamber önce Beyt’ül Makdis’e yöneldi, namaz kıldı ve secde etti. Zira
göğüs ve sırt kalbin makamıdır. Hz. Ehadiyyet’ten feyiz önce kalbe gelir,
oradan dile gelerek zâhir olur. Dilin yeri de ağızdır ki, Âdem’in yüzündedir.
Ezeli ve
ebedi olan 32 harfin alâmeti olan Âdem’in yüzündeki hatları, Allah kendi eliyle
çizmiştir. Fazlasız ve noksansız olarak 32 harf, Rahman olarak arş üzerine
istivâ etmiş, arş ile eşit seviyede olmuştur. Yer ve gök de 32 ilâhi
harftir; zira yer ve gökler o harflerle ayakta durur.
32 harf
cennettir. Cennetin 8 kapısı vardır ve o 8 kapıdan cennete girmek gerekir. Sırât-ı
müstakimden, yani hatt-ı istivâdan geçerek cennete girilir. Sırâtı
geçmeyen, yani Havva’nın yüzündeki 7 hat üzerinden (saç, 2 kaş ve 4 kirpik) hatt-ı
istivâyı geçerek (saçın ikiye bölünmesiyle) 8 hatta ulaşamayan kişi,
Âdem’in yüzündeki 32 (8x 4 unsur)hatta girmemiş olur ve cehennem ehlinden
(Allah’tan gafil) olur.
Hz.
Peygamber; ‘’Mirac Gecesinde rabbimi tüyleri bitmemiş bir genç sûretinde gördüm’’
demiştir. Yani yüzünde 7 hat olan bir sûrette. Bu Ümmü’l Kitabın (Fâtiha’nın)
sûretidir. Bunlar, saç, 2 kaş ve 4 kirpik (7 hat) şeklindedir. Bu hatların
her biri 4 unsurdan oluşur yani 28 (7x4) eder. Tüyleri bitmemiş gencin yüzündeki
7 hattın istivâsından geçince, saç hattının ikiye bölünmesiyle 8 hat
ortaya çıkar. Bu 8 hatta 4 unsurdan oluşur ki 32 (8x4) eder.
Yâ-Sin sûresindeki ‘’Yâ’’ harfi nidâ
ünlemidir. Nidâ ünlemi sadece isimlerin başında olur. İsim, isimlenen ile aynı olduğuna
göre, Muhammed (a.s) ’’Sîn’’ dir ve ‘’Sîn’’ de Allah’ın
kelâmıdır. Dolayısıyla ezeli ve ebedidir. O halde Hz. Muhammed de ezeli ve
ebedidir ki, bu durumda mahlûk yani yaratılmış değildir. Hz. Peygamber; ‘’Allah’ın
kelâmı yaratılmış değildir. Kim yaratılmış derse kâfirdir’’ diye
buyurmuştur.
Ey talip!
Kur’ân’ın aslı olan 32 ilâhi harften, niçin Hz. Muhammed (a.s.)’in adı ‘’Sîn’’
olmuştur dersen? ‘’Sîn’’ in ebced değeri 60 tır. 60 sayısı, 28 ve 32’nin toplamıdır. Kur’ân’ın aslı olan 28
ilâhi harf vardır. Ancak o, Tevrat, Zebûr ve İncil’den gelen 4 harfe işâreten lamelif’ten
de de haber vermiştir ki, bu harfler ‘’pe, çe, je, ge’’dir. Bu harflerin
ilâvesi ile harf sayısı 32 olur.
Bismillah, Elif, be,
te, se, cim, ha, hı, dal, zel, rı, ze, sin, şın, sad, dat, tı, zı, ayn, gayın,
fe, kaf, kef, lâm, mim, nun, vav, he, ye, lamelif ( pe, çe, je, ge). ‘’Allah Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları (meleklere) arz
etti’’ (Bakara, 31) Tüm
isimler bu 32 harften oluşur. Hakk Teâlâ’nın kadîm kelâmı olan bu 32 ezeli ve
ebedi harf de, O’nun zâtından ayrı değildir. Kelâmın mütekellimin (konuşanın)
gayrı olduğunu söyleyen küfre girmiş olur. Varlığın yaratılmasından maksat,
O’nun zâtını ve sıfatlarını bilmek ve tanımaktır. Varlıktan bu 32 harf ayrılırsa, eşyanın da varlığı
ortadan kalkar.
Hz.
Peygamber; ‘’İslâm 5 şey üzerine inşâ edilmiştir’’ der. Bunlardan biri
Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet
etmek, Kelime-i tevhid yani ‘’lâ ilâhe illallah’’ demektir.
Kelime-i tevhid, alfabedeki asıl 28 harf sayısınca 28 harften oluşmuştur (lâm, elif, elif, lâm, elif, he, elif, lâm,
elif, elif, lâm, lâm, elif, he, mim, ha, mim, mim, vâv, rı, sin, vâv, lâm,
elif, lâm, lâm, elif, he). Kelime-i tevhidi söyleyen kişi, şeriate göre Müslümandır.
Kelime-i tevhîdin hakîkatini ve mahiyetini bilip, birliğine erdiğinde hakîkatine
göre, kurtulanlardan,
müminlerden ve muvahhidlerden olur.
Hz. Ali
(k.v.) şöyle buyurmuştur: ‘’Ben (Allah’ın) konuşan kelâmıyım, ben
Kef-He,Ye-Ayn-Sad’ım ve ben Seb’u’l Mesâni’yim (tekrarlanan yediyim)’’ Hz. Peygamber (a.s.), ‘’Ben ve Ali bir nûrdanız’’ demiştir.
Hakk Teâlâ, kendi zâtına ve kelâmına nûr demiştir. Nûr tek bir hakîkattir ve
onda çoğalma olmaz: onu bölmek, parçalara ve ayırmak mümkün değildir. Bu sadece
oluş ve bozuluş olan sıfat âleminde mümkündür. Eğer tüm varlığın hakîkati tek
olmasaydı, tevhîd nasıl ispatlanmış
olurdu?
Tüm varlığın
aslı ve yaratılışı, kün (ol) kelimesi iledir. Bu da, kef ve nûn
harflerinden oluşur. Kef ve nûn da Hz. Ehâdiyyet’in
kadîm kelâmı olması nedeniyle Hakk Teâlâ’nın aynıdır ve varlık da kef
ve nûn un aynıdır.
Dolayısıyla tüm varlığın harf ve kelâm olması gerekir; zira onun aslı harf ve
kelâmdır. Böylece tâli olan şeyin asıl olanın aynı olduğu ispatlanmış olur.
Kün; emrinin tüm varlığın aslı olması gibi, nokta da 28 harfin aslıdır. Kâtip,
ilâhi bir harfi yazmak için kalemini kâğıdın üzerine koyduğunda, ilk önce bir
nokta ortaya çıkar. Noktayı uzattığı zaman, diğer bir nokta ortaya çıkar ve
böylece 7 noktaya kadar uzatılan noktalarla elif harfi yazılmış olur. Kün emrini oluşturan kef ve nûn harfi, tüm varlığın
aslı ve mahiyetidir ve Hz. Peygamber (a.s.) ‘’Her şey aslına döner’’ diye
buyurur. Harflerin aslı da ‘’nokta’’ dır.
‘’Allah’’ zâtın ismidir ve 5 harftir. Elif, lâm, lâm, elif, he. Bu 5
harf okunduğu gibi yazıldığında, 14 harf ortaya çıkar (elif, lâm, fe, lâm, elif, mim, lâm, elif, mim, elif, lâm, fe, he, ye).
Bu 14 harf 14 mukattaa harfinin (elif,
lâm, rı, kef, he, ye, ayın, sad, ta, sin, ha, mim, kaf, nûn) sayısına
eşittir. Ayrıca 14 harf Âdem’in kerim yüzündeki 14 (ümmi ve ebi) hattın
alâmetidir ki; ‘’Allah, Âdem’i kendi sûreti üzerine yarattı’’ denilmiştir. ‘’Çocuk
babanın sırrıdır’’, ’’Muhammed (a.s.), Âdem (a.s.)’ın oğludur ve Âdem’in
sûretinde yaratılmıştır’’ Âdem (a.s.) Hakk Teâlâ’nın halîfesidir.
Halife birinin yerine geçen (kaim-i makam) demektir. Nitekim Âdem (a.s.) da,
tüm meleklerin, peygamberlerin, evliyanın ve müminlerin secde ettiği kişi
demektir. Emrolunan secde de, kulluk/ibâdet secdesi olup, tahiyyat/şahitlik ve
saygı secdesi değildir. ‘’Allah’’ isminin harfleri ebced
hesabıyla 66 dir. Âdem (elif, dal, mim) ve Havva (ha, vav, vav, elif)
isimlerinin ebcedi de 66 dir. Buradan,
Âdem ve Havva’nın Hakk Teâlâ’nın mazhârı, aynı ve hâlifesi oldukları anlaşılır.
‘’Muhammed’’ ismi de 5 harftir. Mim, ha, mim, mim, dal. Bu 5 harf
de okunduğu gibi yazıldığında 14 harf (Mim,
ye, mim, ha, ye, mim, ye, mim, mim, ye, mim, dal, elif, lâm) ortaya
çıkar. Allah isminin 14 harfi ile
Muhammed isminin 14 harfi toplandığında 28 olur ki, Kur’ân’ın aslı ve benzersiz
Hz. Ehâdiyyet’in zâtının isimleri olan ezeli ve ebedi 28 harf sayısına eşittir.
‘’Lâ ilâhe illallah Muhammedûn resûlullah’’ cümlesi Kur’ân’daki 28 harf sayısına
eşit olarak 28 harftir. Kelime-i
şehadetin sırlarına ulaşıp hakîkatini bilen kişi, gerçek şehid olur.
‘’Ey îman edenler!
Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi
yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar da ayaklarınızı meshedin’’ (Mâide, 6) ayetinin nedeni şudur ki,
dirseğe kadar elde ve topuğa kadar ayakta, 32 şer mafsal vardır. İlâhi
harflerin alâmetleri el ve ayaklarda zâhir olduğu için, abdest alırken bu
uzuvlar yıkanır. Kâbe’ye dönülerek secde edilir ve namaz kılınır. Zira Kâbe
kelimesi Âdem’in ka’bından (topuktan)
türemiştir. Her ne kadar Kâbe, Âdem’in başı ve alnının yeri olsa da, Âdem’i
yüceltmek için Âdem’in topuğuna ka’b denilmiştir. Bir nedeni de Âdem’in
ka’bının da incik gibi düz bir yerde durmasıdır. Namaz için okunan ezan
da, Kur’ân’ı Kerîm’deki tüm mukattaa harfleri sayısıncadır.
‘’Namazınızı dosdoğru
kılın, zekâtı verin….’’ (Bakara, 43) Hakk Teâlâ (malın) onda birinin, hak eden kişilere
verilmesini farz kılmıştır. Aynen 10 parmaktan 1 parmağın kelime-i şehâdet
okunurken, Hakk’ın birliğine şahitlik etmek için kaldırılması gibi. Nitekim 10
parmakta 28 harfin ilâhi harfin alâmeti olarak, 28 eklem vardır. ‘’Şehâdet ederim ki birdir, 28 ve 32 ezeli
harften başka ilâh ve mâbud yoktur.’’
Konuyu tekrar gözden geçirerek özetlemeye
çalışacak olursak:
Seyit Nesimi’nin
eserlerinden yararlanılarak ele
alınan bu çalışmada ‘’varlığın hakîkatinin
harfler aracılığıyla kavranarak yine harflerle Allah’ın varlıkta müşâhede
edilmesi ve O’na ulaşılması’’ amaçlanmıştır. Özellikle Arap ve Fars harflerinin sayısı
ile ‘’Âdem’in ve Havva’’nın ve Hz.
Peygamberin Mirac’dan dönerken gördüğü ‘’tüyü bitmemiş delikanlı’’ nın yüzündeki hatların sayısının
birbiri (harflerin sayısı) ile eşleşmesiyle ilgili bilgiler verilmiştir.
Arap
alfabesinin harf sayısı 28, Fars alfabesinin ise harf 32’dir.
Ancak Hz. Peygamber Lamelif’i bir harf kabul ederek, Arap alfabesinin
harf sayısını 29 olduğunu söylemiştir.
Lamelif’in yazılışındaki 4 harfi (l, m, e, f); Tevrat, Zebûr ve
İncil’den gelen 4 harfin (pe, çe, je, ge) yerine işâretle lamelif’ten haber
vermiştir.
Arap
alfabesinin 14 harfi 29 sûrenin başında huruf-u mukattaa olarak zikredilmiş,
diğer 14 harf ise hiç kullanılmamıştır. Kur’ân’ı Kerim’in ve tüm semavî kitapların aslının, Hakk
Teâlâ’nın isimleri ve sırları olan ‘’mukattaa’’ harfleri olduğu ve bu
harflerinin mânâsının şimdiye kadar insan idraki tarafından anlaşılamadığı ve
ona gizli kaldığı belirtilmiştir.
Mukattaa
harfleri 29 sûrenin başında (lamelif ile birlikte) 29 harf sayısıncadır. Fâtiha
sûresi de 7 âyet, 29 sözcük, 21 çeşit harften oluşur. Havva’nın yüzünde de 21 hat vardır. Bunlar 7 ümmi/ana hat ( saç, 2 kaş ve 4
kirpik), bunların 7mahalli (yerleştiği yer), 7 ebi/baba hattın mahalli
ile 21 (7x3) eder. Âdem’in yüzünde ise
bunlara ilâveten ergenlik çağından sonra ortaya çıkan 7 ebi/baba hattın kendisinin ilâvesi ile (2 bıyık,
2 burun kılı, 2 sakal, 1 çene altı) 28 (7
ümmi, 7 ebi hat= 14, 7 ümmi ve 7 ebi hattın mahalli= 14, toplam 28) eder.
Âdem ve
Havva’nın kerîm yüzündeki kitabı levh-i mahfûzdur. Tüm insanların
amelleri levh-i mahfuzda yazılıdır.
Ayrca Fâtiha
sûresi 21 (çeşit) harften oluştuğu için, alfabenin 7 harfi (Se,
cim, hı, ze, şın, zı, fe) Fâtiha’da yer almamıştır. Hakk Teâla,
Havva’nın yüzünde 7 hattı (ebi hattı) yazmamıştır. Eğer o 7 hat Havva’nın
yüzünde yazılmış olsaydı, Âdem’in yüzündeki 28 ve 32 hattı okumak mümkün
olmazdı.
Hatt-ı
istivâ; Eşitleme, dengeleme, var olan her şeyi simetrik iki
parçaya ayıran çizgi anlamındadır. Bitkilerin yapraklarını iki eşit parçaya
ayıran damar, hurma ve buğday gibi bitkilerin çekirdeklerini de iki eşit
parçaya ayıran çizgi, horozun ibiği, gergedanın boynuzu, devenin dudağındaki
yarık, tüm bunlar hatt-ı istivaya yani 32 harfe işaret eder. İnsan,
yüzünde saç, 2 kaş ve 4 kirpik olmak üzere 7 hatla dünyaya gelmektedir.
Bu hatlar insanın yüzüne anne karnında iken yazıldığı için ümmî hatlar (ana
hatlar) olarak isimlendirilir. Bu 7 hat, 4’ der unsurdan (Ateş, hava, su,
toprak), oluştuğundan özünde 28 hattır. Hatt-ı istivânın geçirilmesiyle, saç hattı ikiye
bölündüğünden 8 hat elde edilir ki bu durumda 4’ der unsurdan oluşan bu
hatlar bize 32 hat olur. Diğer canlıların vücutları kıllarla kaplı olduğundan
yüzdeki bu hatlar sadece insanda müşâhede edilmektedir. ‘’Rahman arşa istivâ etti’’ (Ta-Ha,
5) Ezeli ve ebedi olan 32 harfin alâmeti olan Âdem’in yüzündeki hatları, Allah
kendi eliyle çizmiştir. Fazlasız ve noksansız olarak 32 harf, Rahman olarak
arş üzerine istivâ etmiş, arş ile eşit seviyede olmuştur.
Allah’tan
başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet
etmek, ‘’Lâ ilâhe illallah Muhammedûn resûlullah’’ cümlesi Kur’ân’daki
28 harf sayısına eşit olarak 28 harftir.
Eğer 28 harfi
Kur’ân’dan çıkarsak, Kur’ân ortada kalmaz. Hayır, şer, fayda zarar, yücelik,
hüzün, küfür, tevhîd ifâde eden her
ne kelime varsa, hepsi bu 28 harftedir. Her bir Peygamber bir
harf olarak kabul edildiğinde, Kur’ân’da da 28 peygamberin adı
anılmıştır ki, tüm peygamberlerin hakîkatlerinin bir ve aynı olduğuna delil
olur. ‘’Peygamberlerin arasında ayırım yapmayız…’’ (Â’li İmrân, 84)
Dirseğe
kadar elde ve topuğa kadar ayakta, 32 şer mafsal vardır. İlâhi harflerin
alâmetleri el ve ayaklarda zâhir olduğu için, abdest alırken bu
uzuvlar yıkanır.
Hakk Teâlâ
(malın) onda birinin, hak eden kişilere verilmesini farz kılmıştır. Aynen 10
parmaktan 1 parmağın kelime-i şehâdet okunurken, Hakk’ın
birliğine şahitlik etmek için kaldırılması gibi. Nitekim 10 parmakta 28 harfin
ilâhi harfin alâmeti olarak, 28 eklem vardır.
Namazdan
maksat secdedir. Secde etmeyen kâfirdir (örtülü, Hakk’tan uzaktır). Allah kendi
kudret eliyle, zâtının alâmeti olarak, 28 ve 32 harfi Âdem’in yüzüne yazdığı
için böyle bir emirde bulunmuştur. Namaz kılanın aynen Allah’ı görüyormuş gibi,
32 hattın alâmetine secde etmesi gerekir. 28 hattın alâmeti (Arap
alfabesinin 28 harfinin 22 de noktası olduğundan) 50 harf ve noktadır. Bu
da Hz. Peygamber’in Mirac’dan dönerken kendisine emredilen günde 50 vakit namaz
sayısına eşittir.
Yâ-Sin sûresindeki ‘’Yâ’’ harfi nidâ
ünlemidir. Muhammed (a.s) de ’’Sîn’’ dir ve ‘’Sîn’’ de Allah’ın
kelâmıdır. Dolayısıyla ezeli ve ebedidir. Kur’ân’ın aslı olan 32
ilâhi harften, niçin Hz. Muhammed (a.s.)’in adı ‘’Sîn’’ olmuştur dersen? ‘’Sîn’’
in ebced değeri 60 tır. 60 sayısı, 28 ve 32’nin toplamıdır.
32 harf
cennettir. Cennetin 8 kapısı vardır ve o 8 kapıdan cennete girmek gerekir. Sırât-ı
müstakimden, yani hatt-ı istivâdan geçerek cennete girilir. Sırâtı
geçmeyen, yani Havva’nın yüzündeki 7 hat (2 kaş, 4 kirpik ve saç)
üzerinden (saçın ikiye bölünmesiyle) hatt-ı istivâyı geçerek 8 hatta
ulaşamayan kişi, Âdem’in yüzündeki 32 hatta girmemiş olur.
Hayvanlarda bulunan 2 göz
deliği, 2 kulak deliği, 2 burun deliği ve bir ağız boşluğunun toplamı 7’dir. 4 unsurla çarpıldığında
ise 28 olmaktadır. Var olan
her şeyi simetrik iki parçaya ayıran ve hatt-ı
istiva denilen çizgiyi yüzün ortasından geçirdiğimizde bu
deliklerden ağız boşluğu ikiye ayrılarak 8 boşluk oluşturur. 4 unsurla çarpımı
da 32’ye eşittir.
Elde
edilen bu 28 ve 32 sayıları, ilahî kelâmın varlıkta kendini göstermesi, diğer
bir ifadeyle ilâhi zuhûrun varlıktaki izleridir.
Hakîkatlere Giriş/Seyit
Nesîmî (Yayına hazırlayan, Fatih Usluer)