18 Ekim 2011 Salı

AŞK'IN 40 KURALI:

Bir taş nehre düşmeye görsün, pek anlaşılmaz etkisi. Hafiften aralanır, dalgalanır suyun yüzeyi. Belli belirsiz bir ‘’tıp’’ sesi çıkar; duyulmaz bile akıntının ortasında, kaybolur uğultuda. Hepsi topu, topu  budur olduğu, olacağı.
Ama bir de göle düşsün aynı taş….. etkisi çok daha kalıcı ve sarsıcı olur. O taş var ya, o taş, durgun suları savurur. Taşın değdiği yerde evvela bir halka peyda olur; halka tomurcuklanır, ol tomurcuk çiçeklenir, açar da açar, katmerlenir. Göz açıp kapayıncaya kadar, ufacık bir taş ne işler açar başa. Tüm yüzeye yayılır aksi, bir bakmışsın ki her yeri kaplamış. Çemberler çemberleri doğurur, ta ki en son çember de kıyıya vurup yok oluncaya dek.
Nehir alışkındır karmaşaya, deli dolu akışa. Zaten çağlamak için bahane arar ya, hızlı akar, çabuk taşar. Atılan taşı içine alır; benimser, sindirir ve sonra da unutur kolaylıkla. Karışıklık  onun doğasında var ne de olsa. Ha bir eksik, ha bir fazla.
Gel gelelim göl hazır değildir böyle aniden dalgalanmaya. Tek bir taş bile yeter onu altüst etmeye, ta dibinden sarsmaya. Göl, ‘’O’’  taş sayesinde artık asla eskisi gibi olmaz, olamaz.
Gölü sarsan taş,  insanı sarsan ise aşktır. O zaman  bakalım aşkın kuralları nelermiş?
-1- Yaratanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sen de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.
-2- Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omuzunun üstündeki başın değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil.
-3- Kur’ân dört seviyede okunabilir. İlk seviye zâhiri mânâdır. Sonraki bâtınî mânâ, üçüncü bâtınîn bâtınîsidir. Dördüncü o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
-4- Kâinattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin. Çünkü o Câmi’de, Mescid’de, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim onu bulursa sonsuza dek onda kalır.
-5- Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. ‘’Aman sakın kendini ‘’diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği ‘’bırak kendini ko gitsin.’’
-6- Şu dünyadaki çatışma önyargı ve husûmetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil  zaten hükümsüz olur. Âşık dilsiz olur.
-7- Şu hayatta tek başına inzivâda kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakîkati keşfedemezsin. Kendini ancak başka bir insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
-8- Başına ne gelirse gelsin,  karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda o sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sûfî, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.
-9- Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah âşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki Ay’ın hilâlden dolunaya varması için zaman gerekir.
-10- Ne yöne gidersen git; doğu, batı, kuzey ya da güney çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün. Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.
-11- Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz. Ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir ‘’sen’’ zuhûr edebilmesi  için  zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
-12- Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan kişi, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
-13- Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla hacı, hoca, şeyh ve şıh var. Hakîki mürşid seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup  da ona hayran olmaya değil.
-14- Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle birlikte aksın. ‘’Düzen bozulur, hayatımın altı üstüne gelir’’ diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?
-15- Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşgûldür. Tek tek hepimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hâdise, atlattığımız her bâdire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab, noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır, çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.
-16- Kusursuzdu ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla,  sevabıyla fâni insanları sevmektir. Unutma ki kişi her şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakîkaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne lâyıkıyla bilebilir, ne lâyıkıyla sevebilirsin.
-17- Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkanmakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.
-18- Tüm Kâinat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayırmayı bekleyen korkunç bir mahlûk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı içinde ara, dışında başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkasıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükâfat olarak Yaradan’ı tanır.
-19- Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan,  önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.
-20- Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhûde bir çabadan ibârettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zâten kendiliğinden gelir.
-21- Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını  isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkasına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.
-22- Hakîki Allah âşığı bir meyhaneye girdi mi, orası ona namazgâh olur. Ama bekri aynı namazhâneye girdi mi, orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, sûret ile yaftalar değil.
-23- Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emânet bir oyuncaktan ibâret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz, şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sûfî ne ifrattadır ne tefritte. Sûfi daima orta yerde.
-24- Mâdem ki insan eşref-i mahlûkattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halîfesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukla hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halîfe gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
-25- Cenneti ve cehennemi illâ ki gelecekte arama. İkisi  de şu anda burada mevcût. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak cennetteyiz aslında. Ne vakit, birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.
-26- Kâinat tek vücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma, bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.
-27- Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün, kırk gece, sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişse, dünya değişir.
-28- Geçmiş, zihnimizi kaplayan bir sis bulutundan ibâret. Gelecek ise, başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sûfî daima şu An’ın hakîkatini yaşar.
-29- Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten ‘’ne yapalım, kaderimiz böyle’’ deyip, boyun bükmek cehâlet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayırımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hâkimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.
-30- Hakîki sûfî öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sûfî kusur görmez, kusur örter.

-31- Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu ya da bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp…… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren bâdireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
-32- Aranızdaki tüm perdeleri tek, tek kaldır ki, Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun, ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun, ama inancınla büyüklük taslama.
-33- Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen hiç ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.
-34- Hakk’a teslimiyet ne zayıflık, ne de edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan, çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır, emin bir belde de yaşar.
-35- Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrı’ya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kâmil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
-36- Hilekârdan endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı’da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar, o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan.
-37- Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir âşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.
-38- ‘’Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım’’ diye sormak için hiç bir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an, her nefeste yenilenmeli, yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
-39- Noktalar sürekli değişse de, bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız doğar, ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem, bütün hiç bir zaman bozulmaz, her şey yerinde kalır merkezinde…… Hem de, bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
-40- Aşksız geçen bir ömür beyhûde yaşanmıştır. Acaba ilâhi aşk peşinde mi koşmalıyım, mecâzi mi, yoksa dünyevi, semâvi ya da cismâni mi, diye sorma. Ayrımlar, ayrımları doğurur. Aşkın ise hiç bir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır,  merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde……

Elif Şafak/Aşk kitabından

13 Ekim 2011 Perşembe

İSLÂMİYET'TE BEŞ RAKKAMI:

Asl-ı evvel, üzerine İslâmiyyet binâ olunan beş şeydir.

İslâm’ın şartları beştir. Namaz kılmak, Oruç tutmak, Hacca gitmek, Zekât vermek, Kelimeyi Şehadet getirmek.

Namazın vakitleri beştir. Sabah, Öğlen, Akşam, İkindi ve Yatsı Namazı

Yaradılış âlemleri beştir. Ahâdiyet, Ceberût, Melekût, Mülk ve İnsan-ı Kâmil.

Allah’ın Resûllerinin yakınları beş kişidir. Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Muhammed.

Ehl-i Beyt beş kişidir. Hz. Mûhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin.

Duyu organlarımız da beştir. Semi (Duyma), Basar(Görme), Dokunma, Koklama, Tatma.

Sağ ve sol elin parmakları da beştir.

 Âdem yaratılıp Nûr-ı Muhammedî alnında parladığında, melekler Allah’ın emri ile secde edip Nûr-ı Muhammedîyi selamladılar. Hâlbuki Âdem(a.s.) kendi alnındaki bu nûru göremiyordu. Onun için Cenâb-ı Hakk’a hitap ederek  ‘’Ya Rabbi! Oğlum Muhammedin Nûr’unu görmek isterim. Alnımdaki yerini a’zalarımdan başka bir yerde görebileyim.’’ Niyazında bulunmuştu. Cenâb- ı Hakk  bu nûru alnından alıp sağ elinin ŞEHADET parmağında  gösterdi.

Âdem bu Nûr’un işaret parmağında parladığını görünce ŞEHADET parmağını kaldırıp  ‘’Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve enne Muhammeden Resûlullah’’ demiş idi. İşte bundan dolayı bu parmağa Müsebbiha (Şehadet) ismi verilmiştir.

 Sonra Âdem ‘’Ya Rabbi! Benim sulbümde bu türlü nurlardan görmediğim başka var mıdır?’’ deyince Cenab-ı Hakk  diğer parmaklardaki Nûr’ları da göstermiştir. Buna göre orta parmak Hz. Ebubekir, yüzük parmağı Hz. Ömer, serçe parmağı Hz. Osman, başparmak ise Hz. Ali olarak işaret edilmiştir.

Bu  beş Nûr’un sağ elin beş parmağa konulmasındaki hikmet, sen  bu beş parmağın başlarını, bu beş Nûr’un sahiplerinin muhabbeti üzerine Kabz ederek (kapatarak), Resulullah ile ashabının aralarını  ayırmaman içindir.

 İki ayağın parmakları da beştir.

Sağ ayağın parmakları beş vakit namaza, sol ayağın parmakları da (beş dirhemden ibaret olan) Zekât’a işarettir.

 ‘’Allah her canlıyı  bir tür sudan yarattı. Onların bir kısmı karnı üstünde yürür, bir kısmı iki ayağı üstünde yürür, bir kısmı da dört ayağı üzerinde yürür. Allah neyi dilerse onu yaratır.‘’ (Nûr sûresi – 45)

 Karnı üzerinde yürüyenler yılanlar ve kurtçuklardır, iki ayak üzerinde yürüyenler insanlar ve kuşlardır, dört ayak üzerinde yürüyenler ise hayvanlardır.

 ‘’Hiç bir şey yoktur ki onu hamd ile tesbih ediyor bulunmasın.’’ (isrâ sûresi- 44)

 Karnı üzerinde yürüyenler kıyamda ve rükûda duramazlar,  dört ayak üzerinde duranlar kıyama duramaz ve secde edemezler. Allah Kâinat’taki her varlığın namaz ve ibadetini (ağaçlar ve duvarlar dâhil) insanda CEM etmiştir (Toplamıştır).

 ÇÜNKÜ  İNSAN   KÂİNATIN  GAYESİ  VE  ÖZÜ’ dür. 

 (İbn Arabî Hz. Şeceretü’l Kevn Syf. 72 -75)


11 Ekim 2011 Salı

İLAHİ İSİMLER



Sûfiler,  ilahi isimleri alemin var oluşunun sebebi olarak görürler. Varlıkların vücudunun zuhura gelişi
 isimlerle olmaktadır. Alemdeki bütün varlıklar Allah ‘ın isimlerinin mazharıdır. Her isimde Allah ‘ın bir veya birkaç isminin tecellisi vardır. İsmin menşei sıfat, sıfatın menşei ise ZAT ‘tır. Bu isimler bir yönüyle isimlenene, diğer yönü ile ‘’hakikat ‘e’’ delalet eder. Dolayısı ile isimler birer nisbet olup bir ASLA rücu ederler.
ALLAH ‘ın isim ve sıfatları: Cemâl ve Celâl diye iki gruba ayrılır.
CELÂL kahır ve gazaba, CEMÂL mutlak güzelliğe delalet eder.
CEMÂL Hakkın zat ‘ı ile zat ‘ına tecelli etmesidir. CELÂL ise en yüksek seviyede ululuğunu ifade eder. Bu nedenle CELÂL ‘in ALLAH ‘tan başka hiç kimse tarafından bilinmesi mümkün olmadığından CELÂL ile ilgili açıklamalardan sadece CEMÂL (İLAHİ GÜZELLİK) ve bu CEMÂL ‘in CELÂL ‘i anlaşılmalıdır.
CELÂL ‘i müşahade Hakka özgüdür. Çünkü CELÂL Hakkın kendisini bulunduğu halde gördüğü mertebedir.
CEMÂL ise Hakk’tan bize dönen bir şeydir. Hakk’ın bize kendisini açmasıdır. CELÂL ise bizden münezzeh(uzak) olmasıdır.
İlahi isimlerin Alemde bulunuşları  zat ‘ları itibariyle değil eser ve hükümleri ile, hakikatleri ile değil misilleri iledir.
Bizim bildiğimiz İlahi isimler aslında isimlerin isimleridir. ALLAH dendiği zaman bu ismin manası, Rahman dendiği zaman ise o ismin sureti söylenmiş olur.
RAHMAN,  NEFES İLE İLGİLİDİR. Nefes ile ilahi kelimeler, Alemin zuhur ettiği HÂLA mertebelerinde zuhura gelir. Zat ‘ın bir olmasının yanında çokluğu, kesretin oluşum sebebidir. Bunun sebebi manalarının çok olmasındandır.
Bu isimlerin içinde bazıları vardır ki hepsine öncülük ederler.
Hakkın ismine câmi olan ilk imam isim ‘ALLAH’ tır. Zat ‘a delildir, biz  ZÂT’ı tenzih ettiğimiz gibi delili de tenzih ettik. Bütün isimlerin imamı  7  ‘ dir.
HAYAT - İLİM - İRADE - KUDRET -  SEMİ – BASAR – KELAM
İsimler sonsuz olmakla beraber hepsinin delalet olunanı tek bir ZAT ‘tan ibaret olduğundan bu çokluk aslında tek bir hakikattir. 
Alemin zat ‘ı, Kâdir isminin zat ‘ ından ortaya çıkmıştır. Bu da bir isimdir.
İnsan bu aleme Cemâl ‘den Celâl ‘e gelmiştir. Tekrar Celâl ‘den Cemâl ‘e dönmek için Celâl  yoluna sûluk  (yolculuk) vardır.
Cemâl ve Celâl ‘i kendi nefsinde bulamayan kimse başkalarına mürşid olamaz. Bütün basamakları geçmek ve menzilden menzile ulaşmak için cemâl ‘i ve celâl ‘i isimlere hizmet lazımdır.
İlahi zat ‘ın ahadiyetle (teklik alemi) başlayan kendini açma anlamındaki tecelli süreci, yani kendinde bulunan isim ve sıfatların ortaya çıkış serüveni insanla son bulur. Çünkü insan, ilahi isim ve sıfatların tamamının en mükemmel şekilde zûhur ettiği tek varlık alanıdır. Hakkın kemâlatını yansıtan en mükemmel aynadır.
HAYY (Hayat), ALİM (İlim), MÜRİD (İrade) ve KADİR (Kudret).
Bu esma ‘lar Evtad -ı  erbaayı (4 direk) meydana getirmektedir. 
Her devirde;
                Hz.İdris
                Hz.İlyas,
                Hz.İsa
                Hz.Hızır ‘a ait alemin dört yönünü koruyan hakk tarafından tayin edilen 4 zat bulunur.
Abdülhayy, Abdülhalim, Abdülmürid, Abdülkadir.
Bunlardan her biri Kabe ‘nin bir rüknü ‘ nün (köşesinin)  sahibidir.
ŞAM, Hz. Adem  ‘in ; IRAK,  Hz. İbrahim ‘in; YEMEN, Hz. İsa ‘nın ; Hacer ‘ül Esved, Hz. Muhammed ‘in kalbi üzerinedir.  
İnsan –ı Kâmil ‘in sağ eli Hacer-ül Esved, Kalbi Kâbe, cesedi Harem-i Mutahhara, Sırrı Arafat, Nefsi Muhasseb ‘ dir.
Kabe kapısı ve penceresi olmayan, girilemeyen, idrak edilemeyen Allah’ın ZÂT’ını sembolize eder.Hacer-ül Esved Allah’ın kainattaki sağ elini temsil eder. Biz ona biat ederiz.
İnsan_ı Kamil’ler de Peygamberin hakikatini gösteren en temiz AYNA’
Harem-i Mutahhara- Hz.Peygamberin şerefli kabirlerinin olduğu yerdir.
Arafat- Adem olan ruh ile, Nefs olan Havva’nın(Heva) birleştiği yer. Ruh ile nefsini birleştirmeyen Arif olamaz. Arif olan her daim ARAFAT’tadır.
Muhassep- Mekke yolunda, Mina üzerinde bir yerdir.Peygamberimiz hac dönüşü oraya uğramış ve bir miktar dinlenmiştir. Onun için oraya uğramak sünnettir. Muhassep Mekke’nin dışında olması (kalp makanının uzağı) nedeniyle ceset ve nefs gibi olup hayvani nefsin eseridir.