Bir taş
nehre düşmeye görsün, pek anlaşılmaz etkisi. Hafiften aralanır, dalgalanır
suyun yüzeyi. Belli belirsiz bir ‘’tıp’’ sesi çıkar; duyulmaz bile akıntının
ortasında, kaybolur uğultuda. Hepsi topu, topu budur olduğu, olacağı.
Ama bir
de göle düşsün aynı taş….. etkisi çok daha kalıcı ve sarsıcı olur. O taş var
ya, o taş, durgun suları savurur. Taşın değdiği yerde evvela bir halka peyda
olur; halka tomurcuklanır, ol tomurcuk çiçeklenir, açar da açar, katmerlenir. Göz
açıp kapayıncaya kadar, ufacık bir taş ne işler açar başa. Tüm yüzeye yayılır
aksi, bir bakmışsın ki her yeri kaplamış. Çemberler çemberleri doğurur, ta ki
en son çember de kıyıya vurup yok oluncaya dek.
Nehir
alışkındır karmaşaya, deli dolu akışa. Zaten çağlamak için bahane arar ya,
hızlı akar, çabuk taşar. Atılan taşı içine alır; benimser, sindirir ve sonra da
unutur kolaylıkla. Karışıklık onun doğasında var ne de olsa. Ha bir
eksik, ha bir fazla.
Gel
gelelim göl hazır değildir böyle aniden dalgalanmaya. Tek bir taş bile yeter
onu altüst etmeye, ta dibinden sarsmaya. Göl, ‘’O’’ taş sayesinde
artık asla eskisi gibi olmaz, olamaz.
Gölü sarsan taş, insanı
sarsan ise aşktır. O zaman bakalım aşkın kuralları nelermiş?
-1- Yaratanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze
ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık
geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok,
eğer Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sen de bu
vasıflardan bolca mevcut demektir.
-2- Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima
yüreğin olsun, omuzunun üstündeki başın değil. Nefsini bilenlerden ol,
silenlerden değil.
-3- Kur’ân dört seviyede okunabilir. İlk seviye zâhiri mânâdır. Sonraki bâtınî
mânâ, üçüncü bâtınîn bâtınîsidir. Dördüncü o kadar derindir ki kelimeler
kifayetsiz kalır tarif etmeye.
-4- Kâinattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin. Çünkü o
Câmi’de, Mescid’de, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp
yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim onu bulursa sonsuza dek
onda kalır.
-5- Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka
atar adımlarını. ‘’Aman sakın kendini ‘’diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun
tek dediği ‘’bırak kendini ko gitsin.’’
-6- Şu dünyadaki çatışma önyargı ve husûmetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen
sen ol kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükümsüz olur. Âşık
dilsiz olur.
-7- Şu hayatta tek başına inzivâda kalarak, sadece kendi sesinin yankısını
duyarak, hakîkati keşfedemezsin. Kendini ancak başka bir insanın aynasında tam
olarak görebilirsin.
-8- Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar
kapansa bile, sonunda o sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu
anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini
elde edince şükretmek kolaydır. Sûfî, dileği gerçekleşmediğinde de
şükredebilendir.
-9- Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir.
Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.
Allah âşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler
ki, gökteki Ay’ın hilâlden dolunaya varması için zaman gerekir.
-10- Ne yöne gidersen git; doğu, batı, kuzey ya da güney çıktığın her
yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün. Kendi içine yolculuk eden kişi,
sonunda arzı dolaşır.
-11- Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz. Ana rahminden bebeğe yol
açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir ‘’sen’’ zuhûr edebilmesi
için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
-12- Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan kişi, istese de istemese de tepeden
tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
-13- Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla hacı, hoca, şeyh ve şıh var.
Hakîki mürşid seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri
bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.
-14- Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak
hayat sana rağmen değil, seninle birlikte aksın. ‘’Düzen bozulur, hayatımın
altı üstüne gelir’’ diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatının altının
üstünden daha iyi olmayacağını?
-15- Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşgûldür. Tek
tek hepimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hâdise,
atlattığımız her bâdire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab,
noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır, çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu
hedefler.
-16- Kusursuzdu ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla,
sevabıyla fâni insanları sevmektir. Unutma ki kişi her şeyi ancak sevdiği
ölçüde bilebilir. Demek ki hakîkaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü
yaratılanı sevmeden, ne lâyıkıyla bilebilir, ne lâyıkıyla sevebilirsin.
-17- Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun
dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir,
suyla arınır. Yıkanmakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve
art niyettir.
-18- Tüm Kâinat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde
gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayırmayı bekleyen korkunç bir mahlûk değil,
bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı içinde ara, dışında başkalarında değil. Ve
unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkasıyla değil sadece kendiyle uğraşan
insan, sonunda mükâfat olarak Yaradan’ı tanır.
-19- Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla
kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir.
Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül
yollayacak demektir.
-20- Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhûde bir çabadan ibârettir. Sen
sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zâten kendiliğinden
gelir.
-21- Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp
aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı
göstermemek, kendi doğrularını başkasına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes
nizamına saygısızlık etmektir.
-22- Hakîki Allah âşığı bir meyhaneye girdi mi, orası ona namazgâh olur. Ama
bekri aynı namazhâneye girdi mi, orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak
yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, sûret ile yaftalar değil.
-23- Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emânet bir
oyuncaktan ibâret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur
onun için. Kimisi eline alır almaz, şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar.
Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sûfî ne
ifrattadır ne tefritte. Sûfi daima orta yerde.
-24- Mâdem ki insan eşref-i mahlûkattır, yani varlıkların en şereflisi,
attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halîfesi olduğunu hatırlayarak, buna
yakışır soylulukla hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa,
hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir
halîfe gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
-25- Cenneti ve cehennemi illâ ki gelecekte arama. İkisi de şu anda
burada mevcût. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi
başarsak cennetteyiz aslında. Ne vakit, birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete
ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.
-26- Kâinat tek vücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle
birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma, bir başkasının, hele hele senden
zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın
kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü
güldürebilir.
-27- Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle
aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer
çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü
konuşur, sen o insan hakkında kırk gün, kırk gece, sadece güzel sözler et. Kırk
günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişse, dünya
değişir.
-28- Geçmiş, zihnimizi kaplayan bir sis bulutundan ibâret. Gelecek ise, başlı
başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi
değiştirebiliriz. Sûfî daima şu An’ın hakîkatini yaşar.
-29- Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten
‘’ne yapalım, kaderimiz böyle’’ deyip, boyun bükmek cehâlet göstergesidir. Kader
yolun tamamını değil, sadece yol ayırımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm
dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hâkimisin, ne de hayat
karşısında çaresizsin.
-30- Hakîki sûfî öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa,
dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp kimse hakkında
tek kelime kötü laf etmez. Sûfî kusur görmez, kusur örter.
-31- Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her
insan şu ya da bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül
bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp…… Hepimiz kalpteki katılıkları
çözmeye fırsat veren bâdireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve
yumuşar; kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
-32- Aranızdaki tüm perdeleri tek, tek kaldır ki, Tanrı’ya saf bir aşkla
bağlanabilesin. Kuralların olsun, ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut
yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi
doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun, ama inancınla büyüklük taslama.
-33- Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen hiç ol. Menzilin yokluk
olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim
değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik
bilincidir.
-34- Hakk’a teslimiyet ne zayıflık, ne de edilgenlik demektir. Tam tersine,
böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan,
çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır, emin bir belde de yaşar.
-35- Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle
tanışmalı, Tanrı’ya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kâmil
mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları
kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
-36- Hilekârdan endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek
istiyorsa, Tanrı’da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar, o çukura kendileri
düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız
kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen
sadece buna inan.
-37- Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar
dakiktir ki sayesinde her şey zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir
saniye geç. Her insan için bir âşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.
-38- ‘’Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım’’ diye
sormak için hiç bir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne
geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin
tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an, her nefeste yenilenmeli, yepyeni bir yaşama
doğmak için ölmeden önce ölmeli.
-39- Noktalar sürekli değişse de, bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız
için bir hırsız doğar, ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır.
Hem, bütün hiç bir zaman bozulmaz, her şey yerinde kalır merkezinde…… Hem de,
bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
-40- Aşksız
geçen bir ömür beyhûde yaşanmıştır. Acaba ilâhi aşk peşinde mi koşmalıyım,
mecâzi mi, yoksa dünyevi, semâvi ya da cismâni mi, diye sorma. Ayrımlar,
ayrımları doğurur. Aşkın ise hiç bir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı
başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da
dışındasındır, hasretinde……
Elif Şafak/Aşk kitabından