4 Ocak 2017 Çarşamba


HZ. NÛH (a.s):

HZ. Şit’in soyundan gelmektedir. Hz. İdris göğe çıkarıldıktan sonra onun azan ve putlara tapan kavmine Peygamber olarak gönderilmiştir. Putlara ilk tapan kavim bu kavimdir. Hz. Nûh, 50 yaşında Peygamber olmuş, 950 yıl yaşayarak kavmini dine ve ibâdete davet etmiştir.

Hz. Nûh, gemicilerin ve marangozların piri sayılır. Çünkü Allah’ın ihsânı ile bu işleri ilk yapandır.
Nûh ismi; Çok ağlayan anlamındadır. Nûh,  Allah korkusundan çok ağladığı için kendisine bu isim verilmiştir. Çok gözyaşı dökmüş ve en büyük tûfan onun döneminde olmuştur.

Hz. Nûh, ‘’Subbuhi’’ hikmetin temsilcisidir. Subbuh; çok tesbih eden, Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan ‘’tenzih’’ eden anlamındadır.

Zaman bakımından Hz. Muhammed’den önce gelen bütün Peygamberler arasında Nûh, ‘’tenzih’’ in temsilcisidir. Zira inatçı bir putperestliğin egemen olduğu bir devirde yaşarken putları yerle bir edip, Tek olan Allah’a ibâdeti savunmuştur. Devir bunu gerektirmektedir. Buna rağmen yalnız ‘’tenzih’’ edebe aykırıdır. Akıl ‘’tenzih’’ e, hayal ‘’teşbih’’ e götürür (İki göz ile görme). Aklın Tanrı’ya ulaşamaması ‘’tenzih’’ tir. Hayalin O’nu bulması ‘’teşbih’’ tir. Kur’ân ‘’cem’’ makamına, tenzih ile teşbihi birleştirmeye davet eder. Hz. Nûh bunu yapamamış, kavmini hiç tanımadıkları bir ilâha (zâta) davet etmiştir. Eğer Nûh tenzih ve teşbihi birleştirseydi (tevhid), kavmi Nûh’a îman ederdi. (Kur’ân’ın idrâki, Hz. Mûhammed ümmetine verilmiştir)

Kur’ân’da Nûh sûresi 28 âyettir ve bu âyetlerde Nûh’un kavmini sürekli Allah’a davet ettiği, ancak davetine icabet edilmediği ve inanmayan kavmin tûfan ile helâk edildiği anlatılır.

Nûh tufanı, Kur’ân’da farklı ayetlerde de geçer. ‘’Hûd sûresi’’ bunlardan biridir.

‘’And olsun biz Nûh’u kavmine Resûl gönderdik. Onlara: ‘Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım’ dedi. Allah’tan başkasına kulluk etmeyin! Ben, size gelecek elem verici bir azaptan korkuyorum. Ey kavmim! Allah’ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir’’ (Hûd, 25- 26-  29)

‘’Dediler ki: Ey Nûh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle bizi tehdit ettiğini(azabı) bize getir!’’ (Hûd, 32)

‘’Nûh’a vahyolundu ki: Kavminden îman etmiş olanlardan başkası artık sana inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme. Gözlerimizin önünde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap ve zûlmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!’’ (Hûd,36-37)

‘’Nûh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: Eğer, bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız biz de sizinle alay edeceğiz! Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz.’’ (Hûd, 38-39)

‘’Nihayet, emrimiz gelip de ‘’TENÛR’’/fırın kaynadığında Nûh’a dedik ki: (Canlı çeşitlerinin) her birinden birer çift ile(boğulacağına dair aleyhinde sözü geçmiş olanlar dışında), aileni ve iman edenleri gemiye yükle! Zaten onunla birlikte pek azı îman etmişti.’’ (Hûd, 40)

‘’Nûh dedi ki: Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki, Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir. Gemi, Dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh gemiden uzakta bulunan oğluna (Kenan):’ Yavrucuğum! (sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma’ diye seslendi. Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nûh): ‘Bugün Allah’ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah’tan başka koruyacak kimse yoktur’ dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu’’ (Hûd, 41- 42-43)

‘’(Nihayet) ‘Ey arz suyunu yut! Ve ey gök suyunu tut!’ denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdi (dağının) üzerine yerleşti. Ve: ‘O zalimler topluluğunun canı cehenneme’ denildi’’ (Hûd, 44)

‘’Nûh Rabbine dua edip dedi ki: ‘Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette Hakk’tır. Sen hâkimler hâkimisin. Allah buyurdu ki: Ey Nûh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.’’ (Hûd, 45- 46)

‘’Nûh dedi ki: Ey Rabbim! Senden ben hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum! Denildi ki: Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selâm bereketlerle(gemiden) in! Kendilerini (dünyaya) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır. (Resulüm!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç(sabredip) sakınanlarındır’’ (Hûd, 47-48-49)

Nûh tufanı, rûhsal tûfandan bir örnektir. Nûh’un seferi kurtuluş seferidir.

Hz. Nûh (a.s) Allah’ın takdir ettiği ve hükmünü icra ettiği gezegenlerin toplanma vaktinin yaklaşmış olduğunu bildi. Gezegenlerin bu toplanmasının yengeç burcunda olacağını gördü. Yengeç burcu ise ‘’su’’ burcudur. Bu burç Allah’ın dünyayı kendisinden yarattığı değişken bir burçtur. Bu burç değişken olunca dünyanın bahtı ve kısmeti de onunla birlikte olmuştur.  Âhiret yurdunun bahtı ve kısmeti ‘’Aslan’’ burcudur ve bu burç sâbittir. Bu her şeyi en iyi bilen Allah’ın bir Hikmeti dir.

Hz. Nûh’un işareti gezegenlerin bir araya gelmesinde ve ‘’tûfan’’ da değildi. Çünkü öyle olsa, onun ashâbından bazı âlimler bu işaretin bilgisini idrâk ederler ve bundan dolayı o bilgide ortak olurlardı.
Allah Nûh’un işaretini ‘’tennur’’ (fırın) kıldı. ‘’Nihayet emrimiz geldiğinde ve tenûr/tandır/fırın kaynadığında’’ (Hûd-40)

Nûh kavmini, bu fırının yakında coşup su fışkıracağını söyleyerek uyarmıştı. Ama onlar onun sözleriyle alay ettiler. Çünkü ateşin asla suya dönüşemeyeceğini hakîkat derecesinde biliyorlardı. Bunun nedeni âlemin cevherini ve sûretlerini bilmemeleridir. Eğer, ateşin cevherde bir sûret olduğunu ve suyun da bu şekilde bir sûret olduğunu bilselerdi alay etmezlerdi. Su ilmin benzeridir, çünkü maddi ve manevî hayat bu ikisindedir. Bu yüzden Nûh’un kavmi de kendilerine şifa olacak ‘’ilmi’’ inkâr etmeleri yüzünden ‘’su’’ ile helâk edildiler. Çünkü Nûh geçmişte ‘’yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma’’ (Nûh, 21) diye dua etmişti ve bu duaya icâbet edilmişti.

Nûh kavmi; Nûh’un, ‘’tenûr’’un  ‘’nûr’’ olan hakîkatinin tercümanı olduğunu bilemediler. Bilemediler ki ‘’tenûr’’un aslı ‘’nûr’’dur ve ona cismanî varlık mertebesinde var oluşu tamamlayan ‘’te’’ harfi eklenmiştir.

Sonra gâibden bir nida geldi ‘’Ey gök suyunu tut, ey yer suyunu yut’’ (Hûd, 44).

Böylece kurtuluş gemisi ilâhi cömertliğe bir işaret olarak cûdi (cömertlik dağı) üzerine oturdu. (İbnü’l Arabî Hz. Seferler Syf. 41-42-43)

Fırın/tenûr), İnsan-ı Kâmil’dir. İnsan-ı Kâmil’in ocağı Allah’ın inayetiyle hiç durmadan yanar ve yanmaya elverişli olanları vakit ve zamanı gelince tutuşturur.

Ateş/tenûr, şiddetli nûrdur ve ondan fışkıran su ilimdir. Nûh (a.s) kavmi, ilmi reddettiği için ilim suyu ile helâk olmuştur. (Firavun da suda boğulmuştur)

Senin kötülüğü emreden nefsin, şeytanın, dünyan ve hevân sen kurtuluş hayatın olan bu gemiyi inşa etmeye devam ettikçe seninle alay etmekten geri durmazlar.

‘’Nûh’un gemisinden maksat, Kâmil insanın nefh ettiği (üflediği) bir cezbe ve izâfi rûhtur. Bu hâsıl olmadıktan sonra, insanın kendi cüz-i aklı ile rûh deryasına ve hakîkat âlemine sefer kılmasına imkân yoktur. Bu yolda emniyet ve aman, yani kurtuluş, o aşk ve cezbe gemisine sığınmaktan ibârettir.’’ (Ken’an Rıfâî Hz.)

Bu dünya tûfanı içinde yüzücülüğüne güvenmeyip, Nûh’un gemisine canını atana ne mutlu.
Her veliyi Nûh ve kaptan bil, bu halkın sohbetini de tûfan say.

Hz. Peygamber; ‘’Ashabım Nûh’un gemisi gibidir, O’na binen kurtulur, binmeyen helâk olur’’ demiştir.

 Ayrıca; dolu gemi hamile kadınların râhimlerinden mecâzdır. Babanın sülbünden (zürriyetinden) bir tûfan ile atılan nesiller, anaların rahminde Hz. Nûh’un gemisi gibi kurtuluş gemisi olur. Zürriyet, bir anlamda genetik kartlar olup, meni sıvısı içinde akıl almaz bir sefere çıkarak görevini tamamlar.
Nûh’un seferi kurtuluş seferidir ve ‘’Cûdi/ vü’cûd’’ dağına oturarak (10  Mûharrem’de) son bulmuştur.

Nûh’un, tûfandan kurtulan 3 oğlundan Sam’ın zürriyetinden ‘’Arap’’, Ham’ın zürriyetinden ‘’zenci ve Habeş’’, Yafes’in zürriyetinden ‘’Türk ve uzak doğu’’ ırkının türediğine inanılmaktadır.

Tûfan’da Kâbe’nin yeryüzünden göğe kaldırıldığı, sonra tekrar yerine yerleştirildiği ifade edilir. (Kâbe’nin Tûfan vakti Semâ’ya yükseltilmesi, Nûh (as.) zamanında hevânın ve cehâlet tûfanının baskın gelmesinden dolayı insanların kalp makamından perdelenmelerine işarettir)

Hz. Nûh; Ülü’l Azm (en büyük) 6 Peygamber’den biridir (Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ, Hz. Muhammed). Bu Peygamberler içinde ilk Baba, rûhsal olması bakımından Hz. Mûhammed, 2. Baba bedensel olan Hz. Âdem, 3. Baba ilk Resûl Hz. Nûh, 4. Baba Müslümanların babası Hz. İbrâhim’dir.

Nûh’un vefat etmeden önce oğluna vasiyeti şöyledir:

Sana ‘’lâ ilâhe illallahı ve  sübhanallahi ve bi hamdihi’’ sözünü emrediyorum. Ayrıca Nûh oğluna; şirk ve kibirden de uzak durmasını söylemiştir.