HZ. NÛH (a.s):
HZ. Şit’in
soyundan gelmektedir. Hz. İdris göğe çıkarıldıktan sonra onun azan ve putlara
tapan kavmine Peygamber olarak gönderilmiştir. Putlara ilk tapan kavim bu
kavimdir. Hz. Nûh, 50 yaşında Peygamber olmuş, 950 yıl yaşayarak kavmini dine
ve ibâdete davet etmiştir.
Hz. Nûh,
gemicilerin ve marangozların piri sayılır. Çünkü Allah’ın ihsânı ile bu işleri
ilk yapandır.
Nûh ismi; Çok ağlayan anlamındadır. Nûh,
Allah korkusundan çok ağladığı için kendisine bu isim verilmiştir. Çok
gözyaşı dökmüş ve en büyük tûfan
onun döneminde olmuştur.
Hz. Nûh, ‘’Subbuhi’’ hikmetin temsilcisidir.
Subbuh; çok tesbih eden, Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan ‘’tenzih’’ eden anlamındadır.
Zaman
bakımından Hz. Muhammed’den önce gelen bütün Peygamberler arasında Nûh, ‘’tenzih’’ in temsilcisidir. Zira
inatçı bir putperestliğin egemen olduğu bir devirde yaşarken putları yerle bir
edip, Tek olan Allah’a ibâdeti savunmuştur. Devir bunu gerektirmektedir. Buna
rağmen yalnız ‘’tenzih’’ edebe
aykırıdır. Akıl ‘’tenzih’’ e, hayal ‘’teşbih’’ e götürür (İki göz ile
görme). Aklın Tanrı’ya ulaşamaması ‘’tenzih’’
tir. Hayalin O’nu bulması ‘’teşbih’’
tir. Kur’ân ‘’cem’’ makamına, tenzih
ile teşbihi birleştirmeye davet eder. Hz. Nûh bunu yapamamış, kavmini hiç
tanımadıkları bir ilâha (zâta) davet etmiştir. Eğer Nûh tenzih ve teşbihi
birleştirseydi (tevhid), kavmi Nûh’a îman ederdi. (Kur’ân’ın idrâki, Hz. Mûhammed
ümmetine verilmiştir)
Kur’ân’da Nûh
sûresi 28 âyettir ve bu âyetlerde Nûh’un kavmini sürekli Allah’a davet ettiği,
ancak davetine icabet edilmediği ve inanmayan kavmin tûfan ile helâk edildiği anlatılır.
Nûh tufanı,
Kur’ân’da farklı ayetlerde de geçer. ‘’Hûd
sûresi’’ bunlardan biridir.
‘’And olsun biz Nûh’u kavmine Resûl
gönderdik. Onlara: ‘Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım’ dedi. Allah’tan
başkasına kulluk etmeyin! Ben, size gelecek elem verici bir azaptan korkuyorum.
Ey kavmim! Allah’ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir ücret
istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir’’ (Hûd, 25- 26- 29)
‘’Dediler ki: Ey Nûh! Bizimle
mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan
isen, kendisiyle bizi tehdit ettiğini(azabı) bize getir!’’ (Hûd, 32)
‘’Nûh’a vahyolundu ki: Kavminden îman
etmiş olanlardan başkası artık sana inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte
olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme. Gözlerimizin önünde ve vahyimiz
uyarınca gemiyi yap ve zûlmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar
mutlaka boğulacaklardır!’’ (Hûd,36-37)
‘’Nûh gemiyi yapıyor, kavminden ileri
gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: Eğer,
bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız biz de
sizinle alay edeceğiz! Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli
bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz.’’ (Hûd, 38-39)
‘’Nihayet, emrimiz gelip de ‘’TENÛR’’/fırın
kaynadığında Nûh’a dedik ki: (Canlı çeşitlerinin) her birinden birer çift
ile(boğulacağına dair aleyhinde sözü geçmiş olanlar dışında), aileni ve iman
edenleri gemiye yükle! Zaten onunla birlikte pek azı îman etmişti.’’ (Hûd, 40)
‘’Nûh dedi ki: Gemiye binin! Onun
yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki, Rabbim çok
bağışlayan, pek esirgeyendir. Gemi, Dağlar gibi dalgalar arasında onları
götürüyordu. Nûh gemiden uzakta bulunan oğluna (Kenan):’ Yavrucuğum! (sen de)
bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma’ diye seslendi. Oğlu: Beni sudan
koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nûh): ‘Bugün Allah’ın emrinden (azabından),
merhamet sahibi Allah’tan başka koruyacak kimse yoktur’ dedi. Aralarına dalga
girdi, böylece o da boğulanlardan oldu’’ (Hûd, 41- 42-43)
‘’(Nihayet) ‘Ey arz suyunu yut! Ve ey
gök suyunu tut!’ denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdi (dağının)
üzerine yerleşti. Ve: ‘O zalimler topluluğunun canı cehenneme’ denildi’’ (Hûd, 44)
‘’Nûh Rabbine dua edip dedi ki: ‘Ey
Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette Hakk’tır. Sen
hâkimler hâkimisin. Allah buyurdu ki: Ey Nûh! O asla senin ailenden değildir.
Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi
Benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.’’ (Hûd, 45- 46)
‘’Nûh dedi ki: Ey Rabbim! Senden ben
hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve
esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum! Denildi ki: Ey Nûh! Sana ve
seninle beraber olan ümmetlere bizden selâm bereketlerle(gemiden) in!
Kendilerini (dünyaya) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem
verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır. (Resulüm!) İşte bunlar sana
vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de
kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç(sabredip) sakınanlarındır’’ (Hûd, 47-48-49)
Nûh tufanı, rûhsal tûfandan bir
örnektir. Nûh’un seferi kurtuluş seferidir.
Hz. Nûh (a.s)
Allah’ın takdir ettiği ve hükmünü icra ettiği gezegenlerin toplanma vaktinin
yaklaşmış olduğunu bildi. Gezegenlerin bu toplanmasının yengeç burcunda
olacağını gördü. Yengeç burcu ise ‘’su’’
burcudur. Bu burç Allah’ın dünyayı kendisinden yarattığı değişken bir burçtur. Bu burç değişken olunca dünyanın bahtı ve
kısmeti de onunla birlikte olmuştur. Âhiret
yurdunun bahtı ve kısmeti ‘’Aslan’’ burcudur
ve bu burç sâbittir. Bu her şeyi en
iyi bilen Allah’ın bir Hikmeti dir.
Hz. Nûh’un
işareti gezegenlerin bir araya gelmesinde ve ‘’tûfan’’ da değildi. Çünkü öyle olsa, onun ashâbından bazı âlimler
bu işaretin bilgisini idrâk ederler ve bundan dolayı o bilgide ortak olurlardı.
Allah Nûh’un
işaretini ‘’tennur’’ (fırın) kıldı. ‘’Nihayet emrimiz geldiğinde ve tenûr/tandır/fırın
kaynadığında’’ (Hûd-40)
Nûh kavmini,
bu fırının yakında coşup su fışkıracağını söyleyerek uyarmıştı. Ama onlar onun
sözleriyle alay ettiler. Çünkü ateşin asla suya dönüşemeyeceğini hakîkat
derecesinde biliyorlardı. Bunun nedeni âlemin cevherini ve sûretlerini
bilmemeleridir. Eğer, ateşin cevherde bir sûret olduğunu ve suyun da bu şekilde
bir sûret olduğunu bilselerdi alay etmezlerdi. Su ilmin benzeridir, çünkü maddi
ve manevî hayat bu ikisindedir. Bu yüzden Nûh’un kavmi de kendilerine şifa
olacak ‘’ilmi’’ inkâr etmeleri
yüzünden ‘’su’’ ile helâk edildiler.
Çünkü Nûh geçmişte ‘’yeryüzünde dolaşan
bir tek kâfir bile bırakma’’ (Nûh, 21) diye dua etmişti ve bu duaya icâbet
edilmişti.
Nûh kavmi; Nûh’un, ‘’tenûr’’un ‘’nûr’’ olan hakîkatinin tercümanı olduğunu
bilemediler. Bilemediler ki ‘’tenûr’’un aslı ‘’nûr’’dur ve ona cismanî varlık
mertebesinde var oluşu tamamlayan ‘’te’’ harfi eklenmiştir.
Sonra gâibden
bir nida geldi ‘’Ey gök suyunu tut, ey
yer suyunu yut’’ (Hûd, 44).
Böylece kurtuluş gemisi ilâhi
cömertliğe bir işaret olarak cûdi (cömertlik dağı) üzerine oturdu. (İbnü’l Arabî Hz. Seferler Syf. 41-42-43)
Fırın/tenûr),
İnsan-ı Kâmil’dir. İnsan-ı Kâmil’in ocağı Allah’ın inayetiyle hiç durmadan
yanar ve yanmaya elverişli olanları vakit ve zamanı gelince tutuşturur.
Ateş/tenûr,
şiddetli nûrdur ve ondan fışkıran su ilimdir. Nûh (a.s) kavmi, ilmi reddettiği
için ilim suyu ile helâk olmuştur. (Firavun da suda boğulmuştur)
Senin
kötülüğü emreden nefsin, şeytanın, dünyan ve hevân sen kurtuluş hayatın olan bu
gemiyi inşa etmeye devam ettikçe seninle alay etmekten geri durmazlar.
‘’Nûh’un
gemisinden maksat, Kâmil insanın nefh ettiği (üflediği) bir cezbe ve izâfi
rûhtur. Bu hâsıl olmadıktan sonra, insanın kendi cüz-i aklı ile rûh deryasına
ve hakîkat âlemine sefer kılmasına imkân yoktur. Bu yolda emniyet ve aman, yani
kurtuluş, o aşk ve cezbe gemisine sığınmaktan ibârettir.’’ (Ken’an Rıfâî Hz.)
Bu dünya tûfanı
içinde yüzücülüğüne güvenmeyip, Nûh’un gemisine canını atana ne mutlu.
Her veliyi
Nûh ve kaptan bil, bu halkın sohbetini de tûfan say.
Hz.
Peygamber; ‘’Ashabım Nûh’un gemisi gibidir, O’na binen kurtulur, binmeyen helâk
olur’’ demiştir.
Ayrıca; dolu gemi hamile kadınların
râhimlerinden mecâzdır. Babanın sülbünden (zürriyetinden) bir tûfan ile atılan nesiller, anaların
rahminde Hz. Nûh’un gemisi gibi kurtuluş gemisi olur. Zürriyet, bir anlamda
genetik kartlar olup, meni sıvısı içinde akıl almaz bir sefere çıkarak görevini
tamamlar.
Nûh’un seferi
kurtuluş seferidir ve ‘’Cûdi/ vü’cûd’’
dağına oturarak (10 Mûharrem’de) son
bulmuştur.
Nûh’un,
tûfandan kurtulan 3 oğlundan Sam’ın zürriyetinden ‘’Arap’’, Ham’ın zürriyetinden ‘’zenci
ve Habeş’’, Yafes’in zürriyetinden ‘’Türk
ve uzak doğu’’ ırkının türediğine inanılmaktadır.
Tûfan’da Kâbe’nin
yeryüzünden göğe kaldırıldığı, sonra tekrar yerine yerleştirildiği ifade
edilir. (Kâbe’nin Tûfan vakti Semâ’ya yükseltilmesi, Nûh (as.) zamanında
hevânın ve cehâlet tûfanının baskın gelmesinden dolayı insanların kalp
makamından perdelenmelerine işarettir)
Hz. Nûh; Ülü’l Azm (en büyük) 6 Peygamber’den
biridir (Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ, Hz. Muhammed). Bu Peygamberler içinde ilk Baba, rûhsal
olması bakımından Hz. Mûhammed, 2. Baba bedensel olan Hz. Âdem, 3. Baba ilk Resûl
Hz. Nûh, 4. Baba Müslümanların babası Hz. İbrâhim’dir.
Nûh’un vefat
etmeden önce oğluna vasiyeti şöyledir:
Sana ‘’lâ ilâhe illallahı ve sübhanallahi ve bi hamdihi’’ sözünü
emrediyorum. Ayrıca Nûh oğluna; şirk ve kibirden de uzak durmasını söylemiştir.