1 Şubat 2017 Çarşamba

DUÂ:
‘’Rabbiniz buyurdu ki, siz bana duâ edin, ben de duânızı kabul edeyim’’ (Mü’min sûresi-60)
‘’İçinizden yalvararak ve ürpererek, haddi aşmadan Rabbinize duâ ediniz, hiç şüphesiz o haddi aşanları sevmez’’ (A’raf sûresi-55)

‘’Kullarım beni senden sorarlarsa de ki; Ben onlara yakınım. Bana duâ edenin duâsını kabul ederim. Buna karşılık onlar da Benim emirlerime uyup, Bana iman etsinler ki, doğru yola kavuşmuş olsunlar’’ (Bakara sûresi-186)

‘’De ki, duânız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki’’ (Furkân sûresi- 77)

Duâ, Yaratıcı ile yaratılanın temel ilişkisidir ve bu anlamda tüm varlık ve oluş bir duâ  faaliyetidir. Duânın mânâsı, kulun Rabbini kendine lütfetmesi için çağırması, O’ndan yardım dilemesidir.

İbâdetler duâ ile başlar, namazla devam eder; oruç, zekât ve hac ile Allah’a ulaşmak için fırsat arar. Duâ ibâdetin ta kendisidir, hatta özüdür. İbâdet ise, Allah için yapılan her şey demektir. İnsanların yaratılmasından maksat, onların Hakk’ı bilmesi ve O’na ibâdet etmesidir. Fakat her insanın kendine göre bir ibâdet yeri ve bir ibâdet şekli vardır.

Hz. Şems; Allah’ın huzuruna vardığında ‘’açın kapıları ben geldim, Allah’ta olmayan bir şey getirdim’’ demiş. Melekler ‘’Ya Şeyh, Allah’da olmayan ne var’’ diye sordukları zaman, ‘’Duâ ve niyaz Allah’da yoktur, çünkü O ihtiyaçsızdır’’ diye buyurmuştur.

Duâ ihtiyacın neticesidir ve ihtiyaçsız olan yalnız Allah’tır. Öyleyse duâ bizim hiçliğimizin, Allah’ın ise her şeye mûktedir olduğunun delilidir.

Duâ;  Rab ile kul arasındaki en yüce ilişkidir ve Allah bu ilişkiyi istemiştir.

Hz. Mevlâna; ‘’insanı Allah’tan uzak kılan iki şey mal ve sıhhattir’’ demiştir. Çünkü ihtiyaç ve istek Allah ile kul arasında güçlü bir bağdır.

Duâ huzûra vesiledir. İhsan’a kavuşmak ise geri dönmeyi gerektirir. Öyleyse kapıda beklemek, sevap alıp dönmekten daha mükemmeldir.

Allah’ın ‘’duâ edin icâbet edeyim’’ demesine rağmen; neden bazı dualar kabul edilirken, bazıları kabul görmez? Duâların kabul edilmeye en yakın olanı, HÂL ile yapılan duâdır.

Hâl ile yapılan duâ  odur ki, duâ sahibinin çaresiz kalmış olması ve o ihtiyacı istemekten başka çaresi olmamasıdır.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘’Nefsini Kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, gerçekten kul duâ eder, hâlbuki Allah ona öfkelidir. Bundan dolayı ondan yüz çevirir. Sonra kul yine duâ eder. Allah Teâla yine yüz çevirir. Sonra tekrar duâ eder. Bunun üzerine Hak Celle ve Âlâ meleklerine der ki: Kulum benden başkasına duâ etmekten sakındı, duâsını kabul ettim’’ (Kuşeyri Risâlesi)

Halkın duâsı sözleriyledir, zâhitlerin duâsı fiilleriyledir, âriflerin duâsı hâlleriyledir.  Meselâ bir dilenci gelip ‘’ban on para ver’’ der. Bu lisan-ı kâl ile yapılan duâdır. Diğeri boynunu büküp, el açar. Bu lisân-ı hâl ile sadaka talep etmektir. Bazen bir fakir, ne lisan ile ne de hâl ile sizden sadaka istemediği halde, siz onun muhtaç olduğunu anlar ve ona yardımda bulunursunuz. İşte bu da lisan-ı istîdad ile olur. Çünkü istidâd en gizli duâ’dır. (onun istidadında, kaderinde o sadakayı almak vardır).

Allah bazı İhsan’ları ise, sevgilisinin yakarışına bağlamıştır. Biri Hz. Mûsâ’ya, devamlı Allah’a yalvardığını ve bir evlat istediğini söyler. Hz. Mûsâ’da bu bebeğin, adamın Levh-i Mahfûzunda görülmediğini anlatır. Ama adam duaya devam eder ve eşi hamile kalır. Hz. Mûsâ şaşkınlık içinde bu hadisenin iç yüzünü sorduğunda, Allahû Azimüşşan;  ‘’bazen sevdiğimin, gizli hazinemden gizli almasına izin veririm’’ diye buyurur. Buradan da anlaşılıyor ki;

Levh-i Mahfûz’un içinde kimsenin bilmediği bir mûallak bölüm vardır ki, Allah bunu sevdiğinin duâsıyla mûkayyet kılmıştır.

Görülüyor ki, Levh-i Mahfûz’un içindeki  özel olan mûallak kısım, genel mûallaktan farklı olup, evliyânın duasıyla ortaya çıkar. (Ancak; Allah ârif’in her duasını kabul etmez. Çünkü ümidinin korkusuna galip gelmesini istemez. Her hâl ve makam’da kuşun iki kanada ihtiyacı olduğu gibi ümit ve korkuya gerek vardır)

Sebebu’l-icâbe (talebi kabul etmek veya etmemenin sebebi): Doğru bir şekilde Hakk’a yönelmek veya yönelmemek.

Kul  Allah hakkında doğru ve geçerli bir bilgi sahibi olup, O’na hakkıyla itaat ederse, bir şey istemek niyetiyle Hakk’a yönelişi geçerli olabilir. Böyle bir kulun dileğine, Hakk katından sür’atle karşılık verilir. Kul, doğru bilgi sahibi, Hakk’ın emirlerini gözeten, O’na itaatkâr ve emirlerini yerine getirmekte arzulu olduğu ölçüde, Hakk da, diğer kullarına göre onun dileğini hızla yerine getirir. (Ârif’in duâsı)

Müşâhede’ye dayanan (kalp gözü ile görme), sahih/doğru bilgisi olmayan kimse de ‘’bana dua edin, size icabet edeyim’’ âyetiyle, duâsına karşılık verileceği vadedilmiş kimselerden değildir. Böyle bir kişi, zihninde somutlaşmış bir sûrete yönelmiştir. Söz konusu sûret, kendi düşüncesinden, hayalinden veya başka bir insanın hayal ve düşüncesinden oluşmuştur. Bu nedenle böyle bir insan, duâsına icâbet edilmekten mahrumdur.

Yolculuğa çıkmaya hazırlanan bir grup Harakâni Hz.lerini ziyaret eder. Yollar eşkiya doludur ve yolcular korkmaktadır. Harakâni Hz.leri böyle bir durum yaşanırsa ‘’Ey Ebû Hasan’’ denilerek kendisinden yardım dilenmesini söyler. Gerçekten de yolları eşkiya tarafından kesilir. Yolcuların bir kısmı duâ ederek, bir kısmı Kur’ân okuyarak, bir kısmı Allah’a sığınarak yardım ister. Şeyh’e hüsnü zan besleyenler ise, Harakâni Hz.lerini vesîle ederek Allah’tan yardım talep ederler. Bu grup kurtulurken diğer grup eşkiyanın zûlmüne uğrar. Hazrete bunun sebebi sorulduğunda; ‘’Haşa benim ismim Allah’ın isminden büyük değildir. Ancak bazıları Allah’tan yardım dilediğinde, tanımadığı birinden yardım istemiş ve mâhiyetini anlamadığı isimlerle dua etmiştir. Oysa benden yardım isteyenler tanıdıkları biri vâsıtasıyla yardım istemişlerdir. Ben Allah’ı bilmekteyim, onların beni zikretmeleri Allah’ı zikretmeleridir’’ demiştir. (Ârif’in duâsı)

Hz. Peygamber’e, amcası Ebû Tâlib ‘’Rabbin duâna ne kadar hızlı icabet ediyor, Rabbin sana ne kadar da itaatkâr, Ya Muhammed’’ dediğinde, Hz. Peygamberde ‘’Amca! Sen O’na itaat edersen, O da sana itaat eder’’ diye cevap vermiştir. (Abdürrezzak Kâşâni Hz.)

Şeriât; ibâdette ‘’Allah’’, duâda ise ‘’Rab’’ ismini kullanmıştır. Rab ismi ALLAH ismine bağlıdır ancak, biri VEZİR, biri SULTAN gibidir. Rab yani Rubûbiyet terbiye edici demektir. Yarabbi demek, benim Rabbim demektir. Benim Allah’ım demek değildir. Allah; yerin, göğün, bütün kâinatın yaratıcısı demektir. Yarabbi! denildiği vakit, bu duânın kabule en yakın duâ olduğu söylenir. Cenâb-ı Hakk bu hitabı sever ve kuluna LEBBEYK! der. (Ken'an Rıfâi Hz.)

Âlemdeki her hakîkat, ilâhi bir hakîkatten ilâhi bir isim olarak varlıkta ortaya çıkar. Bu isim, o varlığın Rabbıdır(rabb-ı has) ve sadece ondan bilgi ve yardım alır, sadece onun vâsıtasıyla verir, Hâl ve söz ile yaptığı bütün yönelişlerde ve duâlarında o isme iltica eder, sadece onu görür.

Rubûbiyet; Allah’ın yardım istediğimiz, Ulûhiyet ise Allah’ın taptığımız zâtına air sıfatıdır. Yani; taptığımız Allah, duâ ettiğimiz Rab ismidir.

Ulûhiyet (Allah)  her an yeni bir şen (oluş) ile tecelli ederken, Rubûbiyet (Rab’lık) değişmez, sabittir. (Ezeli ismimiz değişmeyeceği için kader de değişmez)

‘’En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle duâ edin’’ (A’raf,180) Söz konusu isme muhtaç olduğunuz zaman, O’na bu isimlerle duâ edin. Câhilin ilim istemesi Âlim ismiyle, hastanın el-Şâfî, fakirin el-Muğni ismiyle duâ etmesi (istidadının gerektirdiği) hâl diliyle veya lisan ile olur. 

Bu bağlamda ‘’Yâ Rabbi’’ dediği zaman ‘’Yâ Âlim’’, ‘’Yâ Şafî’’, ‘’Yâ Muğni’’ demek ister. İşte muvahhit müminlere emredilen duâ türleri bunlardır. (İbnü’l Arabî Hz.)

Aslında istek denen şey  Allah’ın  kulun gönlüne kendisi ile ilişki kurması için yerleştirdiği şeyden başka bir şey değildir. Duânın veya ısrarın isteğin olmasında hiçbir rolü yoktur. Çünkü duâ zât-ı ilâhi ile ilişki kurmaktan başka bir şey değildir. Onun istek vâsıtasıyla bize ulaşmasını idrak ettiğimizin şükrüne duâ denir.

Bir kimse Allah’tan herhangi bir şeyi talep ettiği zaman, tamamen kendi ‘’istidâd’’ ının hükmü altında bulunur. Talebinin bir sonucu olarak elde ettiğini de, yine onun ‘’istidâd’’ı belirler. Hatta onun herhangi bir talepte bulunmasını dahi ‘’istidâd’’ ı belirlemektedir. Varlık, Allah’ın lûtfu olan istemeyi, ezeli  istidadına göre yaptığından, bu istek  Hakk’tır. (Onun Hakk’ı)

Şakî (mutsuz), Âyân-ı Sâbite’sindeki  şekâveti ortaya çıkaracak şekilde ister.

Said (mutlu), Âyân-ı Sâbite’sindeki  Said’liğini  aşikâr edecek şekilde ister.

Ârif ise istemez;  çünkü o, her ‘’an’’ Allah’ı ile ve onun tecellî ettiği gönlündeki zuhûratla meşguldür. Bu da her an değiştiği için, bu değişimi idrâk ânına ‘’vakit’’ denir. ‘’Mümin vaktin çocuğudur’’ sözü bu anlamdadır.

İnsan-ı Kâmil’lerin bir kısmı Allah’tan istekte bulunmazlar, zira O’nun işine karışmak gafletine düşmekten korkarlar, bir kısmı ise, ‘’duâ et’’ emrine uyarak başkaları için duâ ederler.

Peygamberler ise, Allah’tan emir almadıkça duâ etmez. Zaten bu durumda duâyı edenle kabul eden birlenir. Hz. Peygamber şöyle duâ etmiştir: ‘’Yarabbi, bize hayrı, hayır olarak göster ki uyalım. Şerri, şer olarak göster ki, ondan kaçalım. Yarabbi, senin affınla cezandan, rızânla gazabından, seninle senden sana sığınırım’’

Hz. Peygamber’in Allah’ın verdiği sıkıntı ve belâdan, memnun olduğunu göstermek üzere, kendisine eziyet edenlere duâ etmesi bizlere örnek olmak içindir. Duâ ve rızânın hakîkati de budur.

Hz. Davut; ‘’Allah’ın büyüklüğünü, her duâmın kabul edilmeyişiyle anladım’’ demesi, gerçekleşmesini istediğimiz ve bu nedenle duâ ettiğimiz isteklerimizin, bazen gerçekleşmemesinin  bizim için hayırlı olduğuna  işaretidir.

Allah (cc.) der ki; beni zikretmekten duâ etmeye fırsat bulamayan kuluma, bana duâ edip istekte bulunan kuluma verdiğimden daha fazlasını veririm.

Allah her şeyi bilen, gözeten ve merhametlilerin merhametlisidir. Her olanda ve olmayanda bir hayır vardır. Bunu idrak etmek Mârifet’tir.

Bir mürid şeyhine; ‘’Duâ buyurun da işimiz iyi gitsin’’ der. Şeyh’i de; ‘’Ezelde(Allah tarafından) senin için yapılan tercihi tercih etmen, vakitle (ve zaman içinde gelen olaylarla) çekişmenden hayırlıdır. Yaratanımızın tercihi çok kapsamlıdır. Ondan başkasını (irade) tercih etmek şer’dir, uğursuzluktur’’ der.

Duâ Allah ile irtibat kurmaktır. Duâ eden kibirli değildir. Ehl-i Îman, duâdan kaçınmamalıdır. 

(Abdülkâdir Geylanî Hz.)