FARK/FURKAN
HZ. ALİ EFENDİMİZ;
‘’EL FARK-I BİLÂ
CEM MÜŞRİKÛN’’ /CEM’SİZ FARK ŞİRK’TİR.
‘’EL CEM-İ BİLÂ
FARK ZINDIKÛN’’ /FARK’IN YOK OLDUĞU CEM MECZUPLUKTUR (ZINDIKLIK).
‘’EL CEM Ü VEL FARK
TEVHİDÛN’’ /CEM VE FARK’IN BİRLEŞMESİ TEVHİD’DİR DEMİŞTİR.
FARK’ı anlayabilmek
için önce CEM’in ne olduğunu anlamak gerekir.
CEM; toplanmak anlamında
olup, Allah ve KUL’un BİR olduğu, farklılıkların/zıtlıkların ortadan kalktığı
makamdır. Burada KUL bütün sıfatlarından kurtulmuş, Allah’ın ahlâkı ile
ahlaklanmıştır. CEM; ENFÜS ile AFAK’ın birleşme yeridir. Daha açık bir ifade
ile, saatin 12 halidir. Bu makamda akrep ve yelkovan, Kul ve Hakk birdir. Gölge
kaybolmuştur. Gölgenin kaybolmasıyla abes hiçbir şey kalmaz. Bu mertebede kişi
yürüyen ölüdür(Fâni). Bu mertebede kalan MECZUP’tur.
ŞİRK; Allah’a ortak
koşmak, Allah’tan başkasında güç ve kudret görmektir.
ZINDIK İSE; Devamlı CEM mertebesinde
kalmaktır. CEM’de KUL yaşayan ölü olduğundan ölülerin fitre, zekat, namaz gibi
zorunlulukları ortadan kalkar (güneş tam tepedeyken yani saat 12’de namaz
kılınmaz). Bu Hallac-ı Mansur’un ‘’Enel Hakk’’ dediği mertebedir. Hakk olduğunu
söyleyeni de, şirk koşuyor diyerek yok ederler. Bu nedenle FARK’a inmek
zorunludur.
FARK/FURKAN; kelimesi ayrılık,
kulluğu müşahade etmek, HALK’ı görmek, iyiyi kötüden ayırmak, Şerri
kurallar/şeriat gibi anlamlar taşır. (Lütfi Filiz Hz.)
‘’Ey ‘iman edenler, eğer TAKVÂ üzere olursanız Allah size bir FURKAN
verir’’ (Enfâl, 29)
Takvâ sahibi, sadece
TAKVÂ’sı ile FURKAN’a ulaşır. Çünkü, FARK etmeseydi TAKVÂ gerçekleşmiş olmazdı.
Furkan’dan dâlalet ve hidâyet öğrenilir. ‘’Furkan’’ kapalı ve mühim işlerde
HAKK(Varlık) ile BÂTIL’ı(Yokluk) ayırd etmeye yarayan bilgidir.
ZÂTULLAH KUR’AN,
SIFATULLAH FURKAN’DIR. Allah’ın en güzel isimleri, bütün tafsilat ve türleriyle
birlikte tecelli eder ki, FARK/FURKAN budur. Örn. Mümin ismi Muntakim isminden,
Rızâ sıfatı gazap sıfatından farklıdır. Allah ismi Rahman isminden, Rahman ismi
Rab isminden, Rab ismi de Melik isminden eftâldir(üstün). (Abdülkerim Cili Hz.
İnsan-ı Kâmil)
‘’Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna (Muhammed’e) bu FURKAN’ı indiren.......’’
(Furkan, 1)
FURKAN’ın indirilmesi;
furkanî aklın kendine mahsus, bütün âlemler içinde kâmil ve başka hiç kimsede
benzeri bulunmayan istidadıyla tek kıldığı KUL’una izhâr etmesi anlamındadır.
Dolayısıyla onun furkanî aklı, külli akıl olarak isimlendirilen kuşatıcı
akıldır. Bu da ancak yüce Allah’ın bütün sıfatlarıyla Muhammedi mazharda zuhur
etmesi ve onun da farklı istidatlarıyla birlikte bütün mahlûkata yansıması ile
gerçekleşir. (İbn’ül Arabî hz. Tefsir-i Kebîr Te’vilât)
FARK ÂLEMLERİ, FARK-I
EVVEL ve FARK-I SANİ diye iki kısımdır.
FARK-I EVVEL’de akıl, dünya
işleriyle meşgul ve dünya ile doludur. Bu aynı içi su dolu testinin durumu
gibidir. Testideki su boşalmadıkça, sudan daha lâtif olan hava içeriye dolmaz.
LÂ’dan İLLÂ’ya (yokluktan varlığa) geçilmez. Fark-ı Evvel, kişinin bir mürşide
bağlanmadan önceki halidir.’’ EL FARK-I BİLÂ CEM’’ (Cem’den önceki,
Cem’siz fark) yani şeriat mertebesidir. Bu mertebedekiler Hakk’ı
göremediklerinden şirkten kurtulamazlar. İnsan dünya yaşantısında sadece ilimle
kalır ve tahkike(hakikate) geçemezse, fark-ı evvel’de kalmış olur. İşte ‘’cehennemin
kapısını bilginler açacak’’ denilen durum budur. Bu mertebedekiler
benlikten kurtulamamıştır.
FARK-I SANİ, CEM mertebesine
gelindikten sonraki âlemdir. LÂ’dan İLLÂ’ya geçiştir. CEM haliyle kaybolmuş
olan gölge, tekrar uzayacak ve kişi tekrar dünya yaşamına dönecektir, ama bu
dönüşündeki gölge, onun kişisel benliğine değil, ilâhi benliğe ait bir gölge
olacaktır. Kusur görmek, Fark-ı Evvel’de olanlara aittir. Fark-ı Sani’de
olanlar, herkesi Hakk gördükleri için kimsede kusur aramaz ve bulmazlar.
Yaşantıları cennet yaşantısıdır. Her taraf SEVGİ kaynar, her taraf NÛR görünür.
Her şey kendisidir ve kendisinden gayrı yoktur. Bu âleme intikâl eden kişiden,
ONUN ESMASINA GÖRE konuşan kendisi değil, onda görünen, onda Tecelli edendir.
Bu BEKÂ’dır(Nefsinden fâni, Hakk ile Bâki olmak).
TEVHİD, ‘’EL CEM Ü VEL FARK
TEVHİDÛN’’ (Cem ve Fark’ın birleşmesi) NOKTASIDIR. Tevhid’in içinde her şey
vardır. Önemli olan iyisini ayıklayabilmektir.
‘’Ölmeden önce ölmek’’
Fark-ı Evvel’dekiler içindir. Fark-ı Sani’de olanlar zaten
ölü/fani’dirler. Onlarda sadece Hakk kalmıştır. Fark-ı Evvel ve Cem
mertebelerini aşmadan Fark-ı Sani’ye geçiş yoktur. Fark-ı Evvel’de Allah
ve kul ayrıdır. Fark-ı Sani’de sadece HAKK vardır. Çünkü kul tüm fiil ve
sıfatlarını Hakk’a vermiş, Hak’la Hakk olmuştur.
ASLEN MANEVİ BİR
VARLIK OLAN İNSANIN, GELİŞİM ESNASINDA GEÇİRDİĞİ AŞAMALARA MERTEBE ADI VERİLİR.
ÂDEM, NÛH, İBRAHİM, MÛSA, İSÂ BİRER GELİŞİM MERTEBESİDİR.
İNSAN BİR ŞEYDEN
KORKACAKSA, MERTEBELERİN HAKKINI VERMEMEKTEN KORKMALIDIR. KUMANDA EDEN DE,
EDİLEN DE CAN’DIR, AMA ARADA MERTEBE FARKI VARDIR.
İNSANIN
BAŞINA NE GELİRSE BU FARK’I FARK EDEMEMEKTEN GELİR.
ALLAH, HER MERTEBEDE HAZIR
VE NÂZIRDIR, AMA MERTEBE DEĞİŞİNCE İSMİ DE DEĞİŞİR.
ŞEYTAN ALLAH’TAN GAYRI
MIDIR?. DEĞİLDİR, AMA ŞEYTANA DA ALLAH’TIR DENEMEZ. ÇÜNKÜ GAYRI OLMAMASINA
RAĞMEN, O MERTEBEDE ADI ŞEYTAN OLMUŞTUR.
TASAVVUFİ EĞİTİMİN AMACI MERTEBELERİ ÖĞRETMEKTİR.
MERTEBELERİ BİLENLER, HERKESE DERECESİNE GÖRE MUAMELE EDERLER. ÇÜNKÜ
KUYUMCUYA VERİLECEK İNCİ, SEMERCİYE VERİLİRSE, BONCUK NİYETİNE SEMERE
TAKILIVERİR.
TAŞ VARDIR ÜSTÜNE
BASIP GEÇİLİR, TAŞ VARDIR YAKILIP BADANA YAPMAKTA KULLANILIR, TAŞ VARDIR YÜZÜK,
KOLYE, HATTA TAÇ YAPILIP ELDE, BOYUNDA YA DA BAŞ ÜZERİNDE TAŞINIR.
DANE İÇİNDEN SAP VE
SAMAN AYRILIR, DANE İNSAN, SAMAN HAYVAN YİYECEĞİ OLUR.
NASIL Kİ PİRİNCİN
İÇİNDEKİ TAŞLAR AYIKLANIRSA, İNSANLAR ARASINDA DA İNSAN SÛRETİNDE YARATILMIŞ
HAYVANLARIN(insanlığını bulamamış) OLDUĞUNU DÜŞÜNMEK GEREKİR.
KUL VE ALLAH İLİŞKİSİ
DE BÖYLEDİR. KUL DA ALLAH’TANDIR AMA BUZA SU VEYA SUYA BUHAR DENİLEMEZSE, ALLAH
DA ALLAH’LIĞINI KİMSEYE VERMEYECEĞİ İÇİN KULA ‘’KUL’’, ALLAH’A ‘’ALLAH’’ DEMEK
GEREKİR. KUL DA ALLAH’DAN OLMUŞTUR AMA KUL KESİF, ALLAH İSE LÂTİF’TİR.
ASIL İLE GÖLGE ASLEN
AYNI OLMASINA RAĞMEN, İKİSİ BİRBİRİNE KARIŞTIRILMAMALIDIR.
BİR İNSAN İÇ ÂLEMİNDE
HER ŞEYİ YAPABİLİR VE BUNA KİMSE KARIŞAMAZ. LÂKİN DIŞ ÂLEMDE HER ŞEYİ YERLİ YERİNCE
YAPMAZSA PROBLEM ÇIKAR.
İNSANIN, ‘’HEPSİ
SENSİN, HEPSİ SENSİN, HEPSİ SEN’’ DEMESİ KOLAYDIR, AMA BU SÖZ MERTEBELER
BİLİNMEDEN VE YAŞANMADAN SÖYLENMEMELİDİR.
AKSİ HALDE İNSANIN
HERŞEYİ BİRBİRİNE KARIŞTIRIP ŞEYTANA HAK DEMESİ MÜMKÜNDÜR. İKİSİNİN ARASINDA
AYIRIM YAPABİLMEK İÇİN İRFÂNİYET GEREKİR Kİ, BUNA DA MARİFET DİYORUZ. Sadakallâhül Azîm. (Lütfi Filiz Hz. Noktanın sonsuzluğu-3)