14 Ağustos 2017 Pazartesi

VAROLUŞ SAYISI ‘’3’’ (TEKVİN):

Tarih öncesinden bilgisayar çağına uzanan dönem boyunca matematik, hesap, kehânet, din ve büyü gibi birçok alanda kullanılan sayılar kavramı nereden gelmektedir?

Kendisini, eşyayı ve âlemi tanımaya ve çevresindeki gizem tabusunu aralamaya çalışan insanın bulduğu ilk ve küllî anahtar sayıdır. İnsan, sayılarda keşfettiği uyum sayesinde, kendisi ile kosmos arasındaki uyumun da farkına varmıştır.

Sayılarla ilgili bilinen ilk sistemli izahlar ‘’Pythagoras’’ (M.Ö. 495) tarafından yapılmıştır. Pythagoras;  sayıyı, ‘’Tanrının aslî ve aktif erdemi’’ olarak görmüştür. Pythagoras’a göre; Sayılar ilmi, kökeninde BİR’in bulunduğu TEVHİD ilmidir. Yüce Yaratıcı tarafından yaratılan varlıkların ve O’nun sanatının, düzeninin ve sınıflandırılmasının ilmidir. Zira Allah’ın âlemle ilişkisi, 1’in sayılarla ilişkisine benzemektedir. Gene Pythagoras’a göre; ilk varlık 1’e karşılık gelen NOKTA’dır. Nokta’nın hareketiyle sayısal değeri 2’ye karşılık gelen çizgi, çizginin hareketiyle düzlem, düzlemin hareketiyle geometrik cisimler meydana gelir. Buna göre ÂLEM, ahenkli ses ve hareketten meydana gelen SAYI’nın neticesidir.

YOK SAYI - SIFIR; Araplar tarafından da benimsenen Hint sayı sisteminde boşluk anlamına gelen ‘’shunya’’ kelimesinden gelir. İşlevi; sayılar arasındaki boşlukları doldurmak, böylece kendi başına anlamı olmadığı halde kendisinden önce yahut sonra gelen sayılara anlam kazandırmaktadır. ‘’HİÇ’’ ya da ‘’YOK SAYI’’ vasfıyla, tasavvufi varlık anlayışında eşyanın görünmesini sağlayan Âdem’in ‘’AYNA’’ işleviyle benzerlik arzetmektedir.

İLÂHİ VAHDET’İN SEMBOLÜ-1 (BİR): Allah kelimesinin ilk harfinin, alfabenin ilk harfi olan ELİF oluşu ve ELİF’in sayısal değerinin 1’e tekâbül etmesi İslâmi gelenekte 1’in ayrı bir imtiyazla ele alınmasına sebebiyet vermiştir. Bunun bir sonucu olarak, tüm harfler ELİF’ten, tüm SAYI’ların da 1’den teşkil edildiği kabul edilmektedir. Tüm evren BİR olan Cenâb-ı Hakk’ın taayyün ve çeşitli mertebelerdeki zuhûruyla vücûda gelen mazhârlardan ibarettir. Aslında 1 ile 1 üzerine hükmedilmektedir. Allah-Âlem ilişkisindeki ifâdesiyle, bâtında, evvelde, âhirde, kesrette, vâhdette tecelli eden ‘’O’’ olmasına rağmen insan, varlık âleminde O’nun haricinde varlıklar bulunduğunu zannetmektedir.

MÜLK ÂLEMİ’NİN SAYISI- 2 (İKİ): Zıtlık ve çokluğu ifade eden 2, içinde yaşadığımız şehâdet, mülk ve kahır âlemine işaret eden bir sayıdır. Varlık âleminde her şey, görülebilmek için zıddına muhtâçtır. 2, hayatın her alanında var olan çift kutuplu zıtlaşmayı ifade eder. Eşya, karşılıklı kutuplar sayesinde varlığını korur. Çift kutupluluk olmadan maddi yaşam var olamayacağından, 2, bu âlemin bütün görüntüleriyle bağlantılıdır. Örn. İkiliği meydana getiren zevcler bir açıdan diğerinin zıddı gibi görünse de var olmak için biri diğerine muhtaç olduğundan, ikisi de bir bütünün parçalarıdır. Yine sûret bir yönüyle mânânın zıttı olsada, mânânın sûretsiz var olamayışı, sûret ile mânâyı bir bütün kılmaktadır. Örn: Rûh-Beden, Madde-Mânâ, Dünya-Âhiret, Erkek-Kadın.......

‘’VÜCÛD’’ da, mutlak cevher anlamındaki ÖZ ve HAKÎKİ varlık bakımından, 1’den başka varlık yoktur. Yani BİR olan Allah, aynı zamanda zıtlıkları ZÂT’ında toplayandır. O halde eşyadaki zıtlık ve çokluğun kaynağı nedir denildiğinde cevap, ‘’VAHDET/BİR’’ olur. Çünkü HAKK’ın HALK olarak zuhûru ikiliği zorunlu kılmıştır. O halde evrendeki çokluk ve zıtlık Cenâb-ı Hakk’ın sıfat ve esmalarındaki ikili yapıdan kaynaklanmaktadır. Buna göre, konuşan ve dinleyen aynı kişi olmasına rağmen birbirinden farklı birçok söz vücûda gelebilir. Ancak sözlerin ihtilâf ve çokluğu, konuşanın çokluğunu gerektirmez. (Konuşan TEK)

VAROLUŞ SAYISI – 3 (ÜÇ):  ‘’Tanrı Bir’liği oluşturur, 1’lik 2’liği, 2’lik 3’lüğü ve 3’lük her şeyi oluşturur.’’ Üç noktadan duyularımızla algılanabilen ilk düzlemsel şekil olan üçgeni teşkil eden 3 sayısı, Pythagoras’a göre ilk gerçek sayıdır. Kendi varlık boyutuna ait olmayan bir hakkında fazla konuşmayan insan, eşyayı kendi üçlü boyutunda idrâk etmektedir. Zira bütün maddi varlıklar dalga, radyasyon ve yoğunlaştırma ile ortaya çıktığından bütün doğal görüntüler üç boyutludur. 3 sayısı birçok alanda tasnif ölçüsüdür. Örn. (Uzunluk-Yükseklik-Genişlik), (Geçmiş-Şimdi-Gelecek), (Katı-Sıvı-Gaz), (Dünya-Âhiret-Berzah), (Cennet-Cehennem-A’raf), (Şerîat-Tarîkat-Hakîkat).........

YARATMA(TEKVİN); İlâhi hazret te üçlü birlik ile gerçekleştiğinden, TEKVİN’deki bu özellik doğal olarak tüm mertebelerdeki İCAD ve VAROLUŞ’a sirâyet etmiştir. ÂLEM; ilâhi hazretten üçlü yapı ile vücûda geldiğinden âlemdeki İCAD ve ZUHÛR’lar da 3’den başlar.

Görülmeyeni bulabilmek için, görünenleri o görülmeyene ‘’AYNA’’ yapmak icap eder ki, buna tasavvuf dilinde ÜÇLÜ BİRLİK (Ferdiyyet-i selassiye), Hıristiyanlıkta ‘’ÜÇLEME/TESLİS’’  adı verilir. Tekvin; Hakk’ın ve Halk’ın olmak üzere iki kısımdır.

HAKK(etken)           ZÂT         İRÂDE            KÜN
HALK(edilgen)        KUL         İŞİTTİ          BOYUN EĞDİ

TEKVİN; Cenab-ı Hakk’ın bir şeye ‘’KÜN/OL’’ emriyle emredince, o şeyin kendi nefsini (özünü) mevcûd kılmasıdır. Diğer bir ifadeyle Cenâb-ı Hakk’ın emri sebebiyle o şeyin ADEM (yokluk) daki SÜBUT(sabitlik) halinden vücûda hareketidir. İCAD ve TEKVİN; ilâhi zâtın sıfat ve isimleriyle taayyün ettiği mertebe olan ULÛHİYET (Allah) hazretinde gerçekleşir. Çünkü Ahâdiyet mertebesindeki ZÂT, kendi sıfatı olan İRÂDE ve KELÂM (Kün) ile taayyün etmedikçe İCAD ve TEKVİN meydana gelmez.

Burada bahsedilen ADEM (YOKLUK); MUTLAK ADEM (YOKLUK) DEĞİLDİR. Burada yokluk olarak nitelenen şey, henüz taayyün edip zuhûr aşamasına çıkmamış, dolayısıyla varlığı Vücûd-ı Mutlak’ta potansiyel olarak içkin olarak var diye nitelenmeyen ‘’yokluk’’ tur. Çünkü hiçbir şey mutlak yokluktan var olamaz. Bir şeyin ilm-i ilâhideki sübûtu, Cenab-ı Hakk’ın ne AYN’ı, ne de GAYR’ıdır.

BİR (Vâhid) olan varlık, birliğinde durdukça zuhûru mümkün değildir. Vâhid, ancak kendi sûreti ile ÇİFT hale gelmekte ve zuhûr etmektedir. Buna göre Hakk’ın vücûdu, varlığın sûreti olan İNSAN ile çift hale gelmektedir.

‘’İNSAN’’ HAKK’IN ZÂT’INDAN İLK TAAYYÜN SONUCU ZUHÛR EDEN VE TÜM VARLIĞI İCMÂLEN(TOPLUCA) KENDİNDE BARINDIRAN ‘’NÛR-İ MÛHAMMEDİ’’ TERİMİ YERİNE KULLANILMAKTADIR.

İlâhi hazrette TEKVİN’in gerçekleşmesini sağlayan sûret, Nûr-i Mûhammedi iken, bunun İNSAN ırkındaki mûkabili KADIN’dır. Kadın, yaradılışıyla erkeği ikileştirdiğinden tekvin yine (Hakk-Erkek ve Kadın)  olmak üzere üç’lü bir yapıyla vücûda gelmektedir.

‘’3’’; 1 ve 2’nin toplanmasıyla elde edildiği gibi, (Hakk-Erkek-Kadın), (Âdem- Havva-Çocuk) meydana gelir. Sayıların sonsuza uzaması gibi, insan ırkı da böylelikle sonsuza kadar uzatılabilir. Nikah, rûhlar âleminde nûrdan yaratılan mânâyı bir netice ve sûrete bağlar. Nikah (cima) sayesinde de yeni bir insan vücûda gelir.

Unsurlar âlemindeki çoğalma, ERKEK ile DİŞİ ve NİKÂH sayesinde gerçekleşirken, RÛH’lar âleminde ‘’HİMMET’’ sayesinde gerçekleşmektedir. Unsûrlar âlemindeki nikâhın rûhlar âlemindeki karşılığı ‘’himmet’’ tir. Himmet; rûhani enerjidir.

Yaratma; ezelde var olanın, dünyada görünür hale getirmektir. Hayal gücü her türlü düşünceye açık olduğundan, her tür varlığı ve yokluğu hayal edebilir. Fakat bu sadece hayal de kalır. Ârif, ise hayal ettiği şeyi bizzat his âleminde zuhûr ettirir. Ârif buna himmet der.

Dünyada var olan her şeyin, bir üst katmanda da bir varlığı bulunmaktadır. Üstelik Zât-ı İlâhide var olan ismimiz, her katmanda ayrı bir şekle bürünür. Ârif, eğer Rûhani enerjisini (Himmet) hazretlerden birindeki bir nesneye yoğunlaştırırsa, onu bu âlemde zuhûr ettirebilir. Ârif, Allah’ın gücüyle, Allah’ın yaratma gücüne sahiptir. Ancak bilir ki, kendisi gâfildir.

Gerçek ârif olan Mürşit’ler de mânen ölü olan kuldan, mânen diri olan varlık yaratırlar. Ezelinde mânevi ilim olan kişi, bu ilim ile dünyaya geldiği halde, onu unutmuş ve idrâk edememiş olduğundan ölü haldedir. Mürşid ile karşılaştığında, Mürşid ârif ise Himmet’ini mürid üzerinde yoğunlaştırır. Böylece ondaki ezelde var olan ilmi ortaya çıkarır. Yani, onun bir başka makamdaki hâlini hisler/dünya âleminde ortaya çıkarır.

Tek sayılarda Tanrısallık vardır. ‘’Allah tek’tir (vitr), tek olanı sever’’ hadisince tek sayılara vurgu yapılmıştır. Hz. Peygamberin söylediği; ‘’Bana üç şey sevdirildi. Kadın-koku-namaz’’ da üç’lü yapıdadır. Namazda üç hareket vardır. Doğrusal olan İNSAN’a, afâki olan HAYVAN’a, ters hareket BİTKİ’ye aittir. ‘’KÜN’’ kelimesi de üç harflidir.

Fâtiha’da, 7 âyet 3 bölümdür. Başı Allah için, sonu kul için, ortası ise hem Allah hem kul içindir. Fâtiha’nın Fâtiha’sı olan Besmele’de diğer sûrelerin başındaki Besmele’den daha özeldir. Besmele; (Allah-Rahman-Rahim) şeklinde üç ana ismi ihtiva eder. Âlem toplu olarak Allah ismiyle, tafsili olarak Rahman ve Rahim isimleriyle ortaya çıkmıştır. Üç’lü yapı ‘’BA’’ harfinde de belirmiştir. ‘’BA’’ harfinin şekli Melâkut, noktası Cebârut, herekesi Şahâdet âlemindendir.

Fâtiha; Kur’ân’ın anasıdır. Ana var etme makamıdır. Hz. Peygamber Fâtiha sûresinin sahibidir. Sadece Hz. Peygambere aittir. Hz. Peygamber varlığın ondan doğması (Hakîkat-i Mûhammedi) nedeniyle en büyük ‘’RAHİM’’dir. Varlığın başıdır.

‘’KÜN’’ emrinin ilk muhatabı Hakîkat-ı Mûhammedî tüm mahlûkatın ilk ve külli mashârı olduğundan Hz. Mûhammed FERDİYET/TEK’lik sahibidir. Bu vasfın göstergesi olarak Hz. Mûhammed’e ‘’Cevâmiu’l Kelîm’’ (Bütün kelimeleri Cem eden) özelliği verilmiştir.

Başlangıçtaki FERDİYET, Hz. Mûhammed’in İCMÂLİ kemâlinin, sondaki FERDİYET, tafsili kemâlinin göstergesidir. Nûr-i Mûhammedi, mevcûdatın nüvesi/özü olduğundan yaradılış onunla başlamış, Peygamberlik de onunla SON bulmuştur.

İbnü’l Arabî Hz. göre; sayılar âlemindeki zuhûrun, ilâhi mertebeden yansımalar ve sırlar ihtiva ettiğine işâret ederek, sayının ilkelerinden hareketle, insanlar varoluşun ilâhi sırlarına mûttalî olabilir. 

Osman Nuri Küçük- İbnü’l Arabî/Sayılar ve Rüyalar