HZ. SÜLEYMAN VE SEBE MELİKESİ BELKIS:
Hz.
Süleyman; Hz. Davud’un oğludur.
Hz.
Davud; İsrailoğullarına gönderilmiş
bir peygamber, aynı zamanda Hükümdar’dır. Soyu Hz. Yakub Peygamberin oğlu, Yehûda’ya
dayanmaktadır. Kudüs’te doğmuş, yaşamış ve ölmüştür. Kendisine İbrani dilinde
Zebur kitabı indirilmiştir. Sesi
çok güzel ve tesirli olup, Kur’ân’da pek çok ayette kendisinden
bahsedilmektedir.
‘’Onun (Davud’un) hükümranlığını
kuvvetlendirmiş, ona hikmet ve güzel konuşma (Hakk ile bâtılı ayırma yeteneği)
vermiştik.’’ (Sâd, 20)
‘’Ey Davud! Muhakkak ki biz seni
yeryüzüne Halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve
hevese uyma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır.’’ (Sâd, 26)
‘’And olsun, Davut’a tarafımızdan bir
üstünlük verdik. Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin, dedik. Ona
demiri yumuşattık. Geniş zırhlar imal et, dokumasını ölçülü yap. (Ey Davut
hanedanı!) İyi işler yapın. Kuşkusuz ben, yaptıklarınızı görmekteyim, diye
(vahyettik)’’ (Sebe, 10-11)
And
olsun rûh Davud’unun mertebesini
yükselttik, ilmî ve amelî kemâlatı verdik. Bedenin azaları olan dağlara ve rûhani
kuvvetler kuşlarına onunla beraber tesbih edin dedik. Unsurlardan oluşan cismani tabiat demirini onun için yumuşak hale
getirdik. Vera ve Takva heyetlerinden geniş zırhlar yap, dedik. Çünkü
insanı nefsin arzularının kılıçlarından ve şeytani dürtülerin oklardan
koruyacak en güvenli zırh, Takva’dır.
Hz. Süleyman; Gazze’de doğdu,
babasının yerine Hükümdar ve Allah’ın izniyle Peygamber oldu. Babasının
yapımına başladığı Mescid-i Aksa’yı, tamamladı. Kudüs’te vefat etti.
‘’Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam
dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman’a verdik ve onun için
erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir
kısmı, onun önünde çalıştı. Onlar Süleyman’a kalelerden, heykellerden, havuzlar
kadar leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Süleyman’ın ölümüne
hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu
gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o
küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.’’ (Sebe, 12-14)
Kalp
Süleyman’ının emrine hevâ rüzgârını verdik. Bedenin donmuş tabiat katresini
ibâdet ve mûamelatta devamlılık göstermesi sûretiyle erittik, akmasını
sağladık. Vehmi ve Hayalî kuvvetler cinlerininden bir kısmını onun emrine
verdik. Süleyman’a/Kalb’e; Mânevi rızık ve rûhani gıda kaplarını yaparlardı. Onun rûh
makamında fenâ bulduğunu, sır halinde Allah’a yöneldiğini, Asa’sı olan
hayvani nefse galip gelen zayıf bedensel kuvvetlerin hareketiyle
anlayabildiler. Çünkü hayvani nefis; kalbin yükselişi ile zayıflar, gücü düşer.
Hayali kuvvetler; sır makamı gaybını bilselerdi bu küçük düşürücü duruma
düşmezlerdi.
‘’And olsun ki biz, Davud’a ve Süleyman’a
ilim verdik. Onlar: Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a hamd
olsun, dediler. Süleyman Davud’a vâris oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuşdili
öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.’’ (Neml,15-16)
Rûh Davut’una ve kalp Süleyman’ına
‘’ilim’’ verdik. Kalp ‘’Süleyman’’ı,
Kral olan Rûh ‘’Davud’’una Siyaset, Nübüvvet ve Hidâyet olarak varis oldu. Bedensel
kuvvetlerin başına reis olduğu zaman onlara dedi ki; Bize rûhani kuvvetler
kuşlarının dili (Ledün ilmi) öğretildi. Ve bize külli ve cüzzi idrâklerden,
kesbî ve vehbî (vâsıtalı ve vâsıtasız) kemâlattan verildi. Bu zâhir bir
kemâldir ki, bu kemâle sahip olan başkasından üstün olur.
‘’Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve
kuşlardan müteşekkil orduları toplandı: hepsi bir arada (onun tarafından)
düzenli olarak sevk ediliyordu.’’ (Neml,17)
Vehmi
ve hayali kuvvetler cinlerinden ve onların etkenlerinden, zâhiri duyu
insanlarından ve rûhani kuvvetler kuşlarından oluşan orduları, hevâ
rüzgârlarının boyun eğdirilmesi neticesinde toplandı. Hepsi bir arada ifrâda
kaçmadan, tefride düşmeden düzenli olarak.....
‘’Nihayet Karınca vâdisine geldikleri
zaman, bir karınca: Ey karıncalar’ Yuvalarınıza girin: Süleyman ve ordusu
farkına varmadan sizi ezmesin! dedi. (Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi
ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete
şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi
kulların arasına kat’’ (Neml,18-19)
İlmi
hikmet yolunda bayağı melekeler kat ederken, mal ve sebepleri biriktirme hırsı
karıncası vadisine geldiklerinde ‘’Bir karınca’’, kötülük melekesi ve hırs
etkenlerine kaynaklık eden meleke şöyle dedi; ‘’Ey karıncalar!’’, zapt edilemez
hırs etkenleri ‘’yuvalarınıza girin’’ kalp ve ruhâni kuvvetler, öldürmek ve yok
etmek sûretiyle sizi kırmasınlar. Çünkü akıl gücü onun ayağını kırmış, hızlı
yürüyüşünden ve tabiatına muhalefet ettiğinden topal kalmıştı.
Süleyman
(Kalp), bayağı melekelerin ortadan kalkması ve faziletli melekelerin
gerçekleşmiş olması nedeniyle sevindi.
Kendisine, nefsinin sıfatlarından ve fiillerinden fena bulmak şeklinde
bahşettiği nimete, nefse ve rûha
yani anne ve babasına, nimete
şükretmesini muvaffak kılması için dua etti.
‘’(Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve
şöyle dedi: Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil
getirecek, ya da onun canını iyice yakacağım, yahut onu boğazlayacağım!’’ (Neml, 20-21)
Süleyman
(Kalp), rûhani kuvvetler kuşlarının durumunu gözden geçirdi, düşünen kuvvet Hüdhüd’ünü onların
arasında göremedi. Çünkü düşünen kuvvet, vehmin emrine girdiği zaman kayıptır.
Düşünme gücü olabilmesi için akla itaat etmesi gerekir. Onu; vehme itaat
etmekten alıkoymak ve akla itaat etmek hususunda güçlü bir riyazete tabi
tutacağım.
‘’Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: Ben,
dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve önemli)
bir haber getirdim. Gerçekten, onlara (Sebe’lilere) hükümdarlık eden, kendisine
her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım’’ (Neml, 22-23)
Hüdhüd;
kudsi bir varlık olduğu için riyazet zamanı fazla sürmedi ve apaçık bir delille
çıkıp geldi. Ben, dedi; Beden şehrinin hallerine, küllilerle birlikte cüzileri
de idrâk etmeye dair şeyler öğrendim. Çünkü Kalp; kendi başına, bizzat ancak
külli şeyleri idrâk eder ve bunları kıyas ile sonuç çıkarmada cüzzi şeylere
eklemez. Sebe’den; cesed şehrinden, duyularla müşâhede edilen bir haber
getirdim.
‘’Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp
güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü
göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.
(Şeytan böyle yapmış ki) semalarda ve arzda gizleneni açığa çıkaran,
gizlediklerinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler.’’ (Sebe, 24-25)
Beden şehrine hükümdarlık eden bir kadın
‘’hayvanî rûh’’ ile karşılaştım.
Kendisine bedeni yöneteceği, bedene hükmetmesini sağlayan tüm sebepler verilmiş
ve bedensel tabiattan ibaret bir tahtı olup ona dayanmaktaydı. O ve kavmi
dünyevi akıl güneşine boyun eğip emrine girmek, hükmünü kabul etmek sûretiyle
secde ediyorlardı. Rûhun ve Hakk’ın emrine uymuyor, ona ibâdet etmiyorlardı.
Bunun için de, tevhidi, dosdoğru yolu bulamıyorlardı.
(Nefs
böyle yapmıştı) Allah’a secde etmesinler; rûhlar semalarından ve cisim arzından
gizlenmiş potansiyel kemâlatı açığa çıkarmasınlar, boyun eğmesinler diye.
‘’O’’
Allah’dır. İlâh yoktur. Ancak ‘’O’’ vardır. Aziym Arş’ın Rabbi’dir’’ (Sebe, 26)
Her
şeyi kuşatan Arş’ın sahibi Allah’tır.
‘’(Süleyman Hüdhüd’e) dedi ki: Doğru mu
söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız. Şu mektubumu götür, onu kendisine
ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.’’ (Sebe, 27-28)
Kalp,
Düşünen kuvvete; ‘’vehme mi tabi oldun, fasit/bozuk hayalleri mi düzdün
göreceğiz, ‘’Şu mektubu’’ ameli Hikmet’i
ve İlâhi şeriatı götür, kendisine ver, itaat edip boyun eğmeyi kabul edecekler
mi, yoksa yüz mü çevirecekler’’ dedi.
‘’(Süleyman’ın mektubunu alan Sebe
melikesi,) Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı, dedi. Mektup
Süleyman’dandır, Bismillahirrahmanirrahiym/ Rahman ve Rahîm olan Allah adıyla
(başlamakta) dır. Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye
(yazmaktadır)’’ (Sebe, 29-30-31)
Mektup
Süleyman’dandır; Kalpten sudûr etmiş ve fikir vasıtasıyla nefse
ulaştırılmıştır. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyladır. Galibiyet kurmaya,
istila etmeye kalkışmayın. Bana gelin. Boyun eğmiş ve teslim olmuş olarak.
‘’(Sonra
Melike) dedi ki: Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz)
siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam. Onlar, şu
cevabı verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız: buyruk
ise senindir: artık ne buyuracağını sen düşün’’ (Sebe,32-33)
Melike’nin;
‘’Beyler, ulular! Demesi, nefsin kabiliyetine, cevherinin temizliğine
işarettir.
‘’Melike:
Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının
ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi. Ben
(şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakalım elçiler ne (gibi bir sonuç)
ile dönecekler.’’ (Sebe, 34-35)
Bir
memleketin perişan edilmesi, üstün ve şerefli olanların zelil kılınması,
bunların hazlardan ve lezzetlerden men edilmesine, kuvvetlere galip gelip
istila eden unsurların riyazetle ezilmesine işarettir. Gönderilen hediye; maddi
idrakler, nefsani şehvetler, vehmi ve hayali lezzetler mallarından oluşan
süslerdir.
‘’(Elçiler, hediyelerle) Süleyman’a
gelince şöyle dedi: Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana
verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz
sevinirsiniz. Onlara geri dön! İyi
bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları
muhakkak sûrette hor ve hakir halde oradan çıkarırız.’’ (Sebe, 36-37)
Süleyman/Kalp
şöyle dedi; Allah’ın bana verdiği, yakinî marifetler, kutsi hakîkatler ve nûrani
müşâhedeler, size verdiği maddi, hayali ve vehmi süslerden daha iyidir. Onlara;
rûhani kuvvetlerden ve ilâhi nûrların desteğinden oluşan ordularla geliriz.
Onları zorla, istilâ ederek oradan çıkarırız.
‘’(Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi
ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o
melikenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit: Sen makamından
kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana
güvenebilirsiniz, dedi.’’ (Sebe, 38-39)
Nefsin
ve kuvvetlerinin ahlâk ve ibâdetle yaklaşmalarından önce kim beden şehrinin hükümdarı
konumundaki hayvani rûhun tahtını getirebilir. İfrit’ten maksat, vehimdir.
Çünkü vehim, tabiat kuvvetlerini korku ve ümitle kendine boyun eğdirir. ‘’onu
sana getiririm’’, sen sadır makamından bulunduğun, sır makamına yükselmediğin
sürece.
‘’Kendisinin de Kitaptan (Allah
tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana
getiririm, dedi. (Süleyman) onu (Melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak
görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni
sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lûtfundandır. Şükreden, ancak kendisi için
şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye
ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.’’
(Sebe, 40)
‘’Kitaptan bir ilmi olan kimse’’ ameli akıldır. Sahip olduğu ilim ise ameli hikmet ve
şeriattir. ‘’Gözünü açıp kapatmadan’’
hakîkatleri, külli marifetleri idrâk etmeden önce ’’getiririm’’. Süleyman;
Hayvanî rûhun tahtını ‘’yanıbaşında’’ kendisiyle bütünleşmiş, haliyle sabit,
itaate yatkın görünce şükretti.
‘’(Süleyman devamla) dedi ki: Onun
tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayanlar
arasında mı olacak. Melike gelince: Senin de tahtın böyle mi? Dendi. O şöyle
cevap verdi: Tıpkı o! (Süleyman şöyle dedi): Bize daha önce (Allah’tan) bilgi
verilmiş ve biz Müslüman olmuştuk.’’ (Sebe,
41-42)
Melikenin
tahtı; Riyazet aracılığıyla adetleri değiştirilince, yerilmesi gereken
davranışları terk edilince, ifrat düzeyine ulaşmış yeme, içme ve uyuma gibi
davranışları; aza kanaat getirmek, geceleri uykusuz kalmak ve zayıf kalmış rûhanî kuvvetleri de yüksek düzeye
ulaştırmak sûretiyle ters yüz edilince tanınmaz hale geldi. Melike
tahtı görünce; ‘’tahtın bu şekli şimdiki halime, önceki şekli de önceki halime
uygundu. Ama ben ulvî cihete yönelince, düzgün hale geldi’’ dedi.
Süleyman/Kalp; ‘’fıtrat misakı esnasında bize ilim verilmişti ve dünya
hayatımızdan önce boyun eğip teslim olmuştuk. Biz bu misakı unutmuştuk,
hatırladık’’ dedi.
‘’Onu, Allah’tan başka taptığı şeyler (o
zamana kadar Tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir
kavimdendi. Ona: Köşke gir dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve
eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir,
dedi. Melike dedi ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la
beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.’’ (Sebe, 43-44)
Ona; sadır makamı olan köşke gir
denildi. Burası zıtlardan, tabiatların farklılığından arındırılmış, şeffaflıkta
cam gibi olan, safi kalbin nûrlarından oluşan billurdan yapılmıştı. Melike onu
görünce; vahdet denizi sandı. Çünkü yükselişte vardığı, kemâl düzeyinin son
noktası buydu. Eteğini; bedene bakan,
beden içinde hareket eden, gazap ve şehvet gücü olmak üzere ikiye ayrılan süfli
tarafını yukarı çekti. Ama amellerinin kalıntısı kılları, bu amellerin
bulanıklığından kaynaklanan kara lekeler, izler üzerinde duruyordu.
Ben; perdelenmek, vehme bulanmak,
arzuların, hevânın tutsağı aklı kulluk sunulan bir ilâh edinmekle kendime yazık
etmişim. Hakk’ın emrine uymak, Tevhid kafilesine katılmak sûretiyle Süleyman
ile âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.
İbnü’l Arabî Hz. Tefsir-i Kebîr Tevîlat.
BİLGİ: Hz. İbrâhim; ilk Müslüman, ilk Tevhid Peygamber’i
olarak kabul edilir. Ancak hem
Müslümanların, hem de İsrailoğullarının ‘’atasıdır’’.
Müslümanlık: Hz. İbrâhim’in oğlu, Hz. İsmâil’in soyundan gelen Hz.
Muhammed’e inananların oluşturduğu bir dindir.
Yahudilik: Hz. İbrâhim’in diğer oğlu, Hz. İshak’ın soyundan
gelenlerin bağlı olduğu bir din ve dini siyasallaştıran bir ırktır. Hz. İshak’ın
oğlu Hz. Yakup’un bir diğer adı ‘’İsrail’’
olduğu için, ‘’İsrailoğulları’’ sözü
buradan gelir. Müslümanlar dışındaki bütün dinlerin atası Hz. İshak’tır.
Mûsevilik: Hz. Mûsâ’ya inanan ve onun yolundan gidenlere verilen
bir isim ve dindir. Yahudilerin tamamı ‘’Mûsevi’’
dinine mensupken, Mûsevilerin tamamı ‘’Yahudi’’
değildir. Örn: Mûsevi Türk, Mûsevi Kürt, Mûsevi Arap gibi... Bu kavim; Ken’an
(Filistin) iline yerleşmeden önce ‘’İbrani’’,
yerleştikten sonra ‘’İsrailliler’’,
sürgünden sonra ‘’İsrailoğulları’’
diye isimlendirilirken, ferden ‘’Yahudi’’
olarak adlandırılırlar.