24 Ekim 2017 Salı

HZ. SÜLEYMAN VE SEBE MELİKESİ BELKIS:

Hz. Süleyman; Hz. Davud’un oğludur.

Hz. Davud; İsrailoğullarına gönderilmiş bir peygamber, aynı zamanda Hükümdar’dır. Soyu Hz. Yakub Peygamberin oğlu, Yehûda’ya dayanmaktadır. Kudüs’te doğmuş, yaşamış ve ölmüştür. Kendisine İbrani dilinde Zebur kitabı indirilmiştir. Sesi çok güzel ve tesirli olup, Kur’ân’da pek çok ayette kendisinden bahsedilmektedir.

‘’Onun (Davud’un) hükümranlığını kuvvetlendirmiş, ona hikmet ve güzel konuşma (Hakk ile bâtılı ayırma yeteneği) vermiştik.’’ (Sâd, 20)

‘’Ey Davud! Muhakkak ki biz seni yeryüzüne Halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır.’’ (Sâd, 26)

‘’And olsun, Davut’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin, dedik. Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar imal et, dokumasını ölçülü yap. (Ey Davut hanedanı!) İyi işler yapın. Kuşkusuz ben, yaptıklarınızı görmekteyim, diye (vahyettik)’’ (Sebe, 10-11)

And olsun rûh Davud’unun mertebesini yükselttik, ilmî ve amelî kemâlatı verdik. Bedenin azaları olan dağlara ve rûhani kuvvetler kuşlarına onunla beraber tesbih edin dedik. Unsurlardan oluşan cismani tabiat demirini onun için yumuşak hale getirdik. Vera ve Takva heyetlerinden geniş zırhlar yap, dedik. Çünkü insanı nefsin arzularının kılıçlarından ve şeytani dürtülerin oklardan koruyacak en güvenli zırh, Takva’dır. 

Hz. Süleyman; Gazze’de doğdu, babasının yerine Hükümdar ve Allah’ın izniyle Peygamber oldu. Babasının yapımına başladığı Mescid-i Aksa’yı, tamamladı. Kudüs’te vefat etti.

‘’Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman’a verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalıştı. Onlar Süleyman’a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.’’ (Sebe, 12-14)

Kalp Süleyman’ının emrine hevâ rüzgârını verdik. Bedenin donmuş tabiat katresini ibâdet ve mûamelatta devamlılık göstermesi sûretiyle erittik, akmasını sağladık. Vehmi ve Hayalî kuvvetler cinlerininden bir kısmını onun emrine verdik. Süleyman’a/Kalb’e; Mânevi rızık ve  rûhani gıda kaplarını yaparlardı. Onun rûh makamında fenâ bulduğunu, sır halinde Allah’a yöneldiğini, Asa’sı olan hayvani nefse galip gelen zayıf bedensel kuvvetlerin hareketiyle anlayabildiler. Çünkü hayvani nefis; kalbin yükselişi ile zayıflar, gücü düşer. Hayali kuvvetler; sır makamı gaybını bilselerdi bu küçük düşürücü duruma düşmezlerdi.

‘’And olsun ki biz, Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar: Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a hamd olsun, dediler. Süleyman Davud’a vâris oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.’’ (Neml,15-16)

Rûh Davut’una ve kalp Süleyman’ına ‘’ilim’’ verdik. Kalp ‘’Süleyman’’ı, Kral olan Rûh ‘’Davud’’una Siyaset, Nübüvvet ve Hidâyet olarak varis oldu. Bedensel kuvvetlerin başına reis olduğu zaman onlara dedi ki; Bize rûhani kuvvetler kuşlarının dili (Ledün ilmi) öğretildi. Ve bize külli ve cüzzi idrâklerden, kesbî ve vehbî (vâsıtalı ve vâsıtasız) kemâlattan verildi. Bu zâhir bir kemâldir ki, bu kemâle sahip olan başkasından üstün olur.

‘’Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı: hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevk ediliyordu.’’ (Neml,17)

Vehmi ve hayali kuvvetler cinlerinden ve onların etkenlerinden, zâhiri duyu insanlarından ve rûhani kuvvetler kuşlarından oluşan orduları, hevâ rüzgârlarının boyun eğdirilmesi neticesinde toplandı. Hepsi bir arada ifrâda kaçmadan, tefride düşmeden düzenli olarak.....

‘’Nihayet Karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar’ Yuvalarınıza girin: Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi. (Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat’’ (Neml,18-19)

İlmi hikmet yolunda bayağı melekeler kat ederken, mal ve sebepleri biriktirme hırsı karıncası vadisine geldiklerinde ‘’Bir karınca’’, kötülük melekesi ve hırs etkenlerine kaynaklık eden meleke şöyle dedi; ‘’Ey karıncalar!’’, zapt edilemez hırs etkenleri ‘’yuvalarınıza girin’’ kalp ve ruhâni kuvvetler, öldürmek ve yok etmek sûretiyle sizi kırmasınlar. Çünkü akıl gücü onun ayağını kırmış, hızlı yürüyüşünden ve tabiatına muhalefet ettiğinden topal kalmıştı.

Süleyman (Kalp), bayağı melekelerin ortadan kalkması ve faziletli melekelerin gerçekleşmiş  olması nedeniyle sevindi. Kendisine, nefsinin sıfatlarından ve fiillerinden fena bulmak şeklinde bahşettiği nimete, nefse ve rûha yani anne ve babasına, nimete şükretmesini muvaffak kılması için dua etti.

‘’(Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?  Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek, ya da onun canını iyice yakacağım, yahut onu boğazlayacağım!’’ (Neml, 20-21)

Süleyman (Kalp), rûhani kuvvetler kuşlarının durumunu gözden geçirdi, düşünen kuvvet Hüdhüd’ünü onların arasında göremedi. Çünkü düşünen kuvvet, vehmin emrine girdiği zaman kayıptır. Düşünme gücü olabilmesi için akla itaat etmesi gerekir. Onu; vehme itaat etmekten alıkoymak ve akla itaat etmek hususunda güçlü bir riyazete tabi tutacağım.

‘’Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim. Gerçekten, onlara (Sebe’lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım’’  (Neml, 22-23)

Hüdhüd; kudsi bir varlık olduğu için riyazet zamanı fazla sürmedi ve apaçık bir delille çıkıp geldi. Ben, dedi; Beden şehrinin hallerine, küllilerle birlikte cüzileri de idrâk etmeye dair şeyler öğrendim. Çünkü Kalp; kendi başına, bizzat ancak külli şeyleri idrâk eder ve bunları kıyas ile sonuç çıkarmada cüzzi şeylere eklemez. Sebe’den; cesed şehrinden, duyularla müşâhede edilen bir haber getirdim.

‘’Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar. (Şeytan böyle yapmış ki) semalarda ve arzda gizleneni açığa çıkaran, gizlediklerinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler.’’ (Sebe, 24-25)

Beden şehrine hükümdarlık eden bir kadın ‘’hayvanî rûh’’ ile karşılaştım. Kendisine bedeni yöneteceği, bedene hükmetmesini sağlayan tüm sebepler verilmiş ve bedensel tabiattan ibaret bir tahtı olup ona dayanmaktaydı. O ve kavmi dünyevi akıl güneşine boyun eğip emrine girmek, hükmünü kabul etmek sûretiyle secde ediyorlardı. Rûhun ve Hakk’ın emrine uymuyor, ona ibâdet etmiyorlardı. Bunun için de, tevhidi, dosdoğru yolu bulamıyorlardı.

(Nefs böyle yapmıştı) Allah’a secde etmesinler; rûhlar semalarından ve cisim arzından gizlenmiş potansiyel kemâlatı açığa çıkarmasınlar, boyun eğmesinler diye.

 ‘’O’’ Allah’dır. İlâh yoktur. Ancak ‘’O’’ vardır. Aziym Arş’ın Rabbi’dir’’ (Sebe, 26)

Her şeyi kuşatan Arş’ın sahibi Allah’tır.

‘’(Süleyman Hüdhüd’e) dedi ki: Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız. Şu mektubumu götür, onu kendisine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.’’ (Sebe, 27-28)

Kalp, Düşünen kuvvete; ‘’vehme mi tabi oldun, fasit/bozuk hayalleri mi düzdün göreceğiz, ‘’Şu mektubu’’ ameli Hikmet’i ve İlâhi şeriatı götür, kendisine ver, itaat edip boyun eğmeyi kabul edecekler mi, yoksa yüz mü çevirecekler’’ dedi.

‘’(Süleyman’ın mektubunu alan Sebe melikesi,) Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı, dedi. Mektup Süleyman’dandır, Bismillahirrahmanirrahiym/ Rahman ve Rahîm olan Allah adıyla (başlamakta) dır. Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır)’’ (Sebe, 29-30-31)

Mektup Süleyman’dandır; Kalpten sudûr etmiş ve fikir vasıtasıyla nefse ulaştırılmıştır. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyladır. Galibiyet kurmaya, istila etmeye kalkışmayın. Bana gelin. Boyun eğmiş ve teslim olmuş olarak.

 ‘’(Sonra Melike) dedi ki: Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam. Onlar, şu cevabı verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız: buyruk ise senindir: artık ne buyuracağını sen düşün’’ (Sebe,32-33)

Melike’nin; ‘’Beyler, ulular! Demesi, nefsin kabiliyetine, cevherinin temizliğine işarettir.
 ‘’Melike: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakalım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.’’ (Sebe, 34-35)

Bir memleketin perişan edilmesi, üstün ve şerefli olanların zelil kılınması, bunların hazlardan ve lezzetlerden men edilmesine, kuvvetlere galip gelip istila eden unsurların riyazetle ezilmesine işarettir. Gönderilen hediye; maddi idrakler, nefsani şehvetler, vehmi ve hayali lezzetler mallarından oluşan süslerdir.

‘’(Elçiler, hediyelerle) Süleyman’a gelince şöyle dedi: Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz.  Onlara geri dön! İyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak sûrette hor ve hakir halde oradan çıkarırız.’’ (Sebe, 36-37)

Süleyman/Kalp şöyle dedi; Allah’ın bana verdiği, yakinî marifetler, kutsi hakîkatler ve nûrani müşâhedeler, size verdiği maddi, hayali ve vehmi süslerden daha iyidir. Onlara; rûhani kuvvetlerden ve ilâhi nûrların desteğinden oluşan ordularla geliriz. Onları zorla, istilâ ederek oradan çıkarırız.

‘’(Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi.’’ (Sebe, 38-39)

Nefsin ve kuvvetlerinin ahlâk ve ibâdetle yaklaşmalarından önce kim beden şehrinin hükümdarı konumundaki hayvani rûhun tahtını getirebilir. İfrit’ten maksat, vehimdir. Çünkü vehim, tabiat kuvvetlerini korku ve ümitle kendine boyun eğdirir. ‘’onu sana getiririm’’, sen sadır makamından bulunduğun, sır makamına yükselmediğin sürece.

‘’Kendisinin de Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (Melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lûtfundandır. Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.’’ (Sebe, 40)

‘’Kitaptan bir ilmi olan kimse’’ ameli akıldır. Sahip olduğu ilim ise ameli hikmet ve şeriattir. ‘’Gözünü açıp kapatmadan’’ hakîkatleri, külli marifetleri idrâk etmeden önce ’’getiririm’’. Süleyman; Hayvanî rûhun tahtını ‘’yanıbaşında’’ kendisiyle bütünleşmiş, haliyle sabit, itaate yatkın görünce şükretti.

‘’(Süleyman devamla) dedi ki: Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayanlar arasında mı olacak. Melike gelince: Senin de tahtın böyle mi? Dendi. O şöyle cevap verdi: Tıpkı o! (Süleyman şöyle dedi): Bize daha önce (Allah’tan) bilgi verilmiş ve biz Müslüman olmuştuk.’’ (Sebe, 41-42)

Melikenin tahtı; Riyazet aracılığıyla adetleri değiştirilince, yerilmesi gereken davranışları terk edilince, ifrat düzeyine ulaşmış yeme, içme ve uyuma gibi davranışları; aza kanaat getirmek, geceleri uykusuz kalmak ve zayıf kalmış rûhanî kuvvetleri de yüksek düzeye ulaştırmak sûretiyle ters yüz edilince tanınmaz hale geldi.  Melike tahtı görünce; ‘’tahtın bu şekli şimdiki halime, önceki şekli de önceki halime uygundu. Ama ben ulvî cihete yönelince, düzgün hale geldi’’ dedi. 

Süleyman/Kalp; ‘’fıtrat misakı esnasında bize ilim verilmişti ve dünya hayatımızdan önce boyun eğip teslim olmuştuk. Biz bu misakı unutmuştuk, hatırladık’’ dedi.

‘’Onu, Allah’tan başka taptığı şeyler (o zamana kadar Tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi. Ona: Köşke gir dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi. Melike dedi ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.’’ (Sebe, 43-44)

Ona; sadır makamı olan köşke gir denildi. Burası zıtlardan, tabiatların farklılığından arındırılmış, şeffaflıkta cam gibi olan, safi kalbin nûrlarından oluşan billurdan yapılmıştı. Melike onu görünce; vahdet denizi sandı. Çünkü yükselişte vardığı, kemâl düzeyinin son noktası buydu. Eteğini; bedene bakan, beden içinde hareket eden, gazap ve şehvet gücü olmak üzere ikiye ayrılan süfli tarafını yukarı çekti. Ama amellerinin kalıntısı kılları, bu amellerin bulanıklığından kaynaklanan kara lekeler, izler üzerinde duruyordu.

Ben; perdelenmek, vehme bulanmak, arzuların, hevânın tutsağı aklı kulluk sunulan bir ilâh edinmekle kendime yazık etmişim. Hakk’ın emrine uymak, Tevhid kafilesine katılmak sûretiyle Süleyman ile âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.

 İbnü’l Arabî Hz. Tefsir-i Kebîr Tevîlat.

BİLGİ: Hz. İbrâhim; ilk Müslüman, ilk Tevhid Peygamber’i olarak kabul edilir. Ancak hem Müslümanların, hem de İsrailoğullarının ‘’atasıdır’’.

Müslümanlık: Hz. İbrâhim’in oğlu, Hz. İsmâil’in soyundan gelen Hz. Muhammed’e inananların oluşturduğu bir dindir.

Yahudilik: Hz. İbrâhim’in diğer oğlu, Hz. İshak’ın soyundan gelenlerin bağlı olduğu bir din ve dini siyasallaştıran bir ırktır. Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup’un bir diğer adı ‘’İsrail’’ olduğu için, ‘’İsrailoğulları’’ sözü buradan gelir. Müslümanlar dışındaki bütün dinlerin atası Hz. İshak’tır.

Mûsevilik: Hz. Mûsâ’ya inanan ve onun yolundan gidenlere verilen bir isim ve dindir. Yahudilerin tamamı ‘’Mûsevi’’ dinine mensupken, Mûsevilerin tamamı ‘’Yahudi’’ değildir. Örn: Mûsevi Türk, Mûsevi Kürt, Mûsevi Arap gibi... Bu kavim; Ken’an (Filistin) iline yerleşmeden önce ‘’İbrani’’, yerleştikten sonra ‘’İsrailliler’’, sürgünden sonra ‘’İsrailoğulları’’ diye isimlendirilirken, ferden ‘’Yahudi’’ olarak adlandırılırlar.

Hristiyanlık: Hz. İsâ’ya inananların oluşturduğu bir dindir.