21 Kasım 2017 Salı


KUANTUM FİZİĞİ VE FELSEFESİ

İnsanlık tarihi boyunca bütün toplumların, tek bir ortak noktası olmuştur. O da gerçeği aramak. Yüce Yaradan tüm kâinatı ve canlıları yarattı, kendi varlığı ile ilgili ipuçları bıraktı. Arayıp bulalım, çaba gösterelim istedi. Özünde mükemmel olan, Tanrısallık özelliği taşıyan rûh varlığının kâinattaki yolculuğu, bu ipuçlarını aramak, özünde var olan mükemmelliğini her boyutta tatbik etmek ve gerçeğe bir nebze yaklaşmaktır. Biz buna tekâmül diyoruz.

Doğada, yıldızlarda, hatta kendi gezegenimizde aranılan bu ipuçlarının, aslında kutsal âyetlerde bahsedilen, mistiklerin binlerce yıldan beri bahsettiği, tüm dinlerin şifrelerle ve sembollerle aktarmaya çalıştığı bir durum olduğu ve teknoloji ilerledikçe aslında aranılanın büyükte değil, küçükte olduğu ortaya çıkmaya başladı. Ve Kuantum keşfedildi.

Kuantum; insanlık tarihinin en büyük keşfidir. Kuantum kuramı; Atomu ve Atomaltı partikülleri inceler. Kuantum, bize görünmeyenin ardında görüneni, belirliliğin ardındaki belirsizliği, cansız maddenin ardındaki canlılığı, akıp giden zamanın değişkenliğini gösterdi. Kuantumun keşfi ile aslında küçük olandaki ipuçlarının değerlendirilmesi, değerlenmesi gerektiği fark edildi. Kâinatın en küçük yapıtaşı insan, insanın en küçük yapıtaşı atom ve atomun en küçük yapıtaşı olan Kuant’lar ve Kuant’ların soyut evrene açılan kapısında keşfedilen Takyon’ların görevleri anlaşılırsa gerçeğin görünür hale gelebileceği anlaşıldı. Kuant’lar maddi, Takyon’lar ise soyut evrenin yapıtaşlarıdır.

Takyon’ların görevi, bilgiyi arttırmak ve evrenin düzenini sağlamaktır. Kuant’ların düzensizliğinin aksine, onların bütünselliği düzeni sağlar. Kendi enerjilerini ve ısılarını kendileri yaratırlar. Ve bizim evrenimizde en yüksek hız olan ışık hızından milyonlarca kez hızlıdırlar. Zamanda ters yöne hareket ederler. Bizim zaman anlayışımız geçmişten geleceğedir. Takyon’lar ise gelecekten geçmişe doğru hareket ederler. Onların evreninde hız, zaman ile ters orantılıdır. Yani hız arttıkça zaman yavaşlar ve durur. Takyon adı verilen materyaller, bizim evrenimizde bulunmamakta, paralel evrenlerden gelmekte ve sadece laboratuvar ortamlarda tesbit edilebilmektedirler. Bizim evrenimizde de ışık hızına ulaşmaktadırlar. (Işık; bir saniyede 300 bin km. Yol alırken, rûh, bir saniyede tüm evrendeki her zerreyi tek tek dolaşabilir. Rûh enerjisinin zaman ile ilişkisi çok daha yoğundur)

Kuantum bize, baktığımız ve gördüğümüz her şeyin aslında bir de görülmeyen tarafı olduğu fikrini kazandırdı. Ucu bucağı belirsiz, sonsuz ufuklara yayılan bu Makrokosmos’u yani Büyük  Evreni hepimiz görebiliyoruz. Peki Mikrokosmos yani Küçük Evrene nasıl ulaşabileceğiz derken, en sonunda Mikrokosmos yani Küçük Evren de keşfedildi.

Kuantum fiziği, Atomaltı parçacıkların sırlar dolu perdesini biraz aralayınca anlaşıldı ki, Atomların içinde de ahenkli ve heybetli bir Kosmos var. Atom çekirdeği Proton’a sahip, Proton’un da içinde Kuark adı verilen milimetrenin trilyonda biri kadar küçük bir mekâna sığışmış parçacıklar var. Yani dünya içinde dünya, onun içinde de dünyalar.... Kuark’ları bir arada tutan da, Gluon denilen kütlesiz parçacıklar. Yani her şey birbirine enerji ile bağlı. Düzensizliğin içinde düzen olan bir Kaos’un mükemmel uyumu.

Bizler, Atomlardan meydana gelen insan varlıkları olarak enerji bütünüyüz ve enerji ile dopdoluyuz. Bir an dünyasal gözlerle değil de bir üst boyuttan baksaydık dünyaya, birbirimizi parlayan ışık halinde ve boşlukları olan süptil (lâtif) enerji olarak görürdük. Enerjetik boyutunu görmemize engel nelerdir dersek; tüm duyu organlarımızın şu veya bu şekilde mercekler sistemine göre ayarlanmış olmasındandır. Bizdeki beş duyuyu kaldırın, önümüzde engel kalmasın, sırf frekanslardan oluşan sonsuz bir âleme tanıklık edeceğiz. Bir de iyi ya da kötü olarak gördüğümüz her şeyin temelinin, sadece enerjilerden oluşan frekanslar olduğunu görseydik.......

ATOM; bir enerji bütünüdür. Hem dalga, hem parçacık özelliği taşıdığı için de şekli tam olarak görülemez. Bilim adamları Atomu devasa büyüten Atom mikroskoplarıyla incelemeye kalktıklarında çok şaşırırlar. Çünkü gördükleri ya parçacıktır ya dalga. Buna belirsizlik ilkesi denir. 

Yapılan çalışmalar, Atomaltı parçacıklarının bir enerji boyutundan, başka bir enerji boyutuna düzenli geçiş yapmadıklarını, âdeta sıçradıklarını keşfetti. Buna ‘’KUANTUM SIÇRAMASI’’ adı verildi. Atom partikülü sıçrama yapınca, o arada kalan nereye gitti denilirse, işte burada paralel boyutlar ve çoklu evrenler devreye giriyor. Görülebilir evrenimizin dışında, başka boyutların olduğu artık bilimsel olarak kabul görüyor. Parça bütünde, bütün parçadadır. Her şey her şeyle etkileşir. Hawking, mantıksal olarak beynimizde hiçbir şeyin bütünden bağımsız olarak gerçekleşmediğini ileri sürüyor. Tüm Atomaltı parçacıklar birbiriyle sonsuz zamanda haberleşirler. Tüm evren aynı An’da haberleşir. Çünkü en küçük zerrenin bildiğini evren de bilmektedir.       

Tüm sistemin bir frekansı vardır. Frekans 1 saniyedeki titreşim sayısıdır. Evren titreşen canlı bir organizedir. Uygulanan kuvvetin frekansı, uygulanan nesnenin frekansı ile aynı olursa, frekansın büyüklüğü artar ve buna REZONANS denir. Bazı duaların belli sayılarda söylenmesi, duanın kabul görmesi ile doğru orantılıdır. Kalp gözünün açılması, anlayışın değişmesi, Yaradan ile bütünleşme, zikir ile yapılan dualar ve mantra ile yapılan Meditasyonlar bunlara örnektir. İbadet; bedenin Atomları ile kâinatın Atomlarının irtibatını sağlamak için gereklidir. Ayrıca zikrin, beyin dalgalarını düzenleyici etkisi de vardır. Pozitif bir fikir, titreşim sayesinde beynin hücrelerini faaliyete geçirmektedir. Sevgi evrende var olan en büyük REZONANS örneğidir. Sevgi bir titreşimdir ve yüce Yaradan’ın sonsuz sevgisi sayesinde evren varlığını sürdürmektedir. İlâhi aşk da bir REZONANS durumudur ve Allah’ın evrende var olan yüce sevgi enerjisi ile REZONANS’a girmek, aynı titreşimsel ritmi yakalamaktır.

Evrenin her zerresinin frekansı, titreşme sayısı vardır. Sayısı bazı coğrafi bölgelerde farklılık gösterse de ortalama ölçüm saniyede 7.8 devirdir. Dünyanın titreşimi insanlar üzerinde de etkilidir ve biz zamanı, dünyanın titreşimine göre algılıyoruz. Titreşimlerdeki değişiklik, zaman kavramımızı da büyük ölçüde etkiliyor. Ne kadar hızlı titreşme olursa o kadar süptil (lâtif) bağlantılarımız kuvvetlenir, algılarımız ve anlayışımız değişir. Son ölçümlerde dünyanın REZONANS’ının saniyede 11 devire ulaştığı ve buna bağlı olarak da zamanın hızının arttığından bahsediliyor. Gün 24 saat iken, hissedilen 16 saat. Rûhsallığa daha yakın bir insanlık. Dünyanın yeni titreşimsel boyutuna uygun çocuklar doğuyor (Bilge rûhlu İndigo çocuklar). Bitki ve hayvanlar bu titreşime ayak uydurabilen canlılar. Çünkü dünya onlara ait. Bizler ise dünyada yaşayan bir türüz.

Her şey bir enerji. Düşünce bir enerji. Madde bir enerji. Enerji hem titrer, hem salınır. Evren de titreşen ve salınan enerji bütünü. Ve her şeyin bir titreşme sayısı var. İnsanlar 62-64 hertz titrerler. Organların da; karaciğerin, böbreğin ve kalbin ne kadar titrediği biliniyor. Cihaza giriyorsunuz, bütün vücudunuzu tarıyor ve titreme sayılarının farklılığından, azalmasından sorun olduğu tesbit ediliyor. Şifacıların yaptığı da bu. Şifa verme yöntemiyle, titremesi farklılık gösteren organ ile Rezonansa giriliyor. Şifa da aslında, niyet ile niyeti kabul eden arasındaki Rezonanstır. Anadolu’nun pek çok yöresinde, evlerimizde asılan nazar boncukları, Adaçayı tütsüleri ve dualar ile olumsuz enerjileri uzaklaştırmaya niyet edilir. Evinize gelen kişilerin sizin hakkınızdaki düşünceleri veya sizin başkaları hakkında düşündüğünüz olumsuz düşünce formları eşyalarınıza sinebilir. Çünkü düşüncenin de bir frekansı vardır. İşte olumlu düşünceler yüklenerek asılan bu obje ve dualar, mekânla Rezonansa girerek olumlu titreşimler yayar. Bizim yaydığımız enerjiler birbirimizi, dolayısıyla da kâinatı etkiliyor.

Madde enerji bütünüdür ve bize bahşedilen en büyük özellik düşünce ise ve düşünce de bir enerji ise, bizler düşüncelerimizle var olan her şey ile etkileşim halindeyiz. Olumlu psikolojinin hedefi, psikolojinin bir bilim dalı olarak yalnızca rûhsal bozuklukları iyileştirmek değil, olumlu niyetlerin yapılandırılmasına yönelmeyi de sağlamaktadır. Olumlu psikoloji; huzur, tatmin olma duygusunun gelişmesi, memnuniyetin artması, umut besleme, iyimser davranış, düşünce ve mutluluktur. Sağlıklı düşünce yapısı, fizik bedeni de sağlıklı kılar. Bizler, hayatımız boyunca her saniye pozitif olamayız. Bilim adamları, olumlu psikolojinin kişiler üzerinde ‘’OLUMSUZ’’ etki yaratabileceğinden de endişe etmişlerdir.  Önemli olan hayatın içinde ta kendisi olabilmek ve kendimizi unutmadan, merkezden uzaklaşsak da geri dönebileceğimizi bilerek yaşamaktır.

Tüm çocukluk boyunca, hep olumsuzluklarla büyütüldük. Yapamazsın, düşersin, tembel, kâbiliyetsiz, üşürsün, hasta olursun, elleme, yapma (subliminal mesajlar). Olumlu düşünmek öğrenilebilir ve öğretilebilir. Alışkanlıkların belli bir zamanı vardır ve genelde vücut 28 günlük bir alışkanlık süresi yaşar.  Enerji çalışmalarında da 21 günlük bir zaman diliminden bahsedilir. Olumlu düşünceyi de beynimize şuurlu olarak alışkanlık haline getirmeliyiz. Kuantum fiziğinde, benzer benzeri çeker, ne düşünürsek o enerjiyi yayınlarız; auramızda kalır ve düşündüğümüz şeylerin kalitesine göre düşük ya da yüksek frekanslı enerjileri çekmeye başlarız.

Hoşgörülü olun, enerjinizi koruyun. Hayat enerjiniz sizde kalsın. Aynı zamanda da başka enerjilerle de etkileşiminizi korumuş, negatif enerjilerden korunmuş olursunuz. Hem enerjiniz sizde kalır, hem de başkalarının negatif enerjilerini de kendinize çekmemiş olursunuz. Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının tek ve en güçlü doğuş sebebi SEVGİ eksikliğidir. Hoşgörülü olursanız seversiniz, sevilirsiniz. Hayallerinizin gerçekleşmesini istiyorsanız, bir kişinin hayalini gerçekleştirin.

Her olay, bize anlatmak istediğini bünyesinde gizleyen şifrelerden meydana gelmiş halkalardır. Bu şifreleri çözebildiğimiz oranda huzuru yakalayabiliriz. Çünkü tekrarlanan olaylar bize bir mesaj vermek istemektedir. O mesajı yakaladığımız, anlayışına vardığımız AN’da olaylar zincirinin dönüşümünü kırmış ve yeni anlayışlara yelken açmış olacağız. Tek yapmamız gereken gözlemdir. Olayın gelişi, şiddeti ve bittikten sonra bizde bıraktığı intiba. Bunları gözlemleyebildiğimiz, aklımızla, mantığımızla mûhakeme yapabildiğimizde, bize anlatmak istediğini anlayabildiğimizde onu rûhumuza aktarabiliriz. İnsan yaşamda kaldırabileceği kadar olaylar yaşar. Mutluluklar AN’lık ve geçicidir. İnsan hayatı boyunca mutlu olamaz. Olmaya çalıştığı için mutsuzdur. Hayat boyu mutluluk sadece masallardadır. İnsan dış kaynaklara bağlı kalmadan, mutluluğu içinde bulmalıdır. Bunun için de rûh dinginliği ve her türlü aşırı tutkudan uzak durmak gerekir. Şükür sahip olduğun ve olamadığın her şeye yapılmalıdır.

Nietche; ‘’Uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar’’ demiştir. ‘’Hiç’liğe bakarsan, Hiç’lik de sana bakar’’. Ektiğini biçersin, düşüncen ne ise O’sundur. Ego’ya sahibiz. Ve sahip olduğumuz şeyleri de gerektiği zaman kullanmalı, gerektiği zaman kontrol altına almalıyız. Istırabın kaynağı Ego’nun/Nefs’in denetlenmemesidir. Bunun ortadan kaldırılması da; doğru anlama, doğru niyet, doğru düşünme, doğru konuşma, doğru eylem ve çaba.....Gotama Buda buna ‘’ORTA YOL’’ der. Yaratılan ve var olan her şey bir amaç uğruna yaratılmıştır ve vardır. Evrendeki çeşitliliğin, çokluğun aslında bir ölçü ve denge içerisinde, bir bütün halinde ‘’BÜYÜK ZEKÂ’’ unsuru olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bütün ile anlayabileceğimiz tek şey, hepimizin bir ve bütün olduğudur. Biz hatasıyla, doğrusuyla zaten bütüne hizmet ediyoruz, dolayısıyla da tekâmülümüzü gerçekleştiriyoruz.

Tüm kâinat; yasalar, ilkeler ve sistemler bütünü. Var olan her şey, canlı cansız Büyük Evren ve Küçük Evren (Atom, Atomaltı partiküller...) bu yasalara, ilkelere ve sisteme dâhildir. Ne yaparsak yapalım, bu yasalar ve kanunların dışına çıkamayız. Çünkü, Büyük Evren’in yapıtaşı olan insan ve insanın yapıtaşı olan Atom ve  Atomaltı dünyası, bu sistemin düzeni içerisinde yer alır.  Evren ve canlı cansız, tüm görünen görünmeyen her şey, ihtiyaca yönelik bir düşünce ürünüdür. ‘’Mistiklerin âlemlerin aslı hayaldir’’ sözü buradan gelir. Hayal kelimesi gereksizdir anlamında söylenmemiştir. Evren ilâhi düşünce ürünüdür. İlk Rezonans, ses titreşimi ile ‘’OL’’ kelimesi ile başlar. İlk yaratılan şey canlı düşünce enerjisiydi ve söz enerjisine dönüştü. İlk titreşimle kâinatı meydana getiren cümle ‘’OL’’ dendi. Kuantum felsefesi de bunu tamamıyla destekler.

Kuantum fiziğine göre; Her insanın Atomu ile bir kayanın, taşın Atomu aynıdır. Aynı yaştadır. Hiçbir Atomun, evren var olduğundan bu yana tanesi bile eksilmemiştir. Sadece dönüşmüştür. Bu yüzden ölüm ve yok olma yoktur. Dönüşüm vardır. Bir organizmayı meydana getirecek Atomlar toplanır (İcad),  bir tezahür oluşur. Ve o tezahür dağılır (İdam), başka bir tezahür oluşur. Bunun adı ölüm değil, dönüşümdür. Her şey bir enerjidir ve sonunda aslına döner. Tüm Atom ve Atomaltı partikülleri aynı yaştadır, ne eksilmiş ne de fazlalaşmıştır. Yok olmamış dönüşmüştür.

Sıfır dönüşümü simgeler. Sıfır/Sifr, hiç, boşluk anlamındadır. Tüm sayılar Bir’den çıkmıştır. Bir’de Sıfırdan. Sıfır, ne azalır ne çoğalır. Yuvarlak, daire şeklinde yazılır ve daire kusursuzluğun simgesidir. Mu dininde; ‘’Tanrı tektir, herşey ondan varolmuştur ve ona dönecektir’’ kavramı daire içinde NOKTA olarak sembolize edilir. Sırları bilen, sırları çözen Yılan da başta tıp olmak üzere pek çok yerde karşımıza çıkmaktadır. Kuyruğunu ısırmış yılan da evrendeki dönüşümü ifade eder.

Eski uygarlıkların mitolojilerinde; Aslan ve Güneş ilâhi irâdeyi sembolize eder. Atlantis’in tarih sahnesinden silindiği dönem Aslan burcuna denk gelmektedir. Sfenks’lerin başının insan, vücudunun ise Aslan olması bir dönüşümün sembolüdür. Denizkızı da bunlardan biridir. İnsanlaşan Aslan’lar, bilgelikten uzaklaşan bizim devrimizin insanlarını anlatmaktadır. Aslan’laşan insanlar ise galaktik ırkın sembolüdür. Hz. ‘Îsâ dedi ki; ‘’Ne mutlu, insanın yediği aslana ve aslan insan olacak, ve aslanın yediği insana  ve aslan insan olacak’’. Hz. Ali; Allah’ın Aslan’ı. Resmedildiği zaman Aslan resmi ile görülür. Hz. Ali, ‘’B’’ sırrının altındaki ‘’nokta’’. O nokta, evrenin yapıtaşı olan insandır ve insanın yapıtaşı da Atom’dur.

Atom, tüm kâinatın canlı veya cansızların yapıtaşıdır. Kâinatta bulunan her şey insan bedeninde de bulunur ve eksiklikleri hayati önem taşır. İnsan da bulunan elementler: Oksijen, Karbon, Hidrojen, Nitrojen, Kalsiyum, Fosfor, Potasyum, Kükürt, Sodyum, Mağnezyum, Bakır, Çinko, Selenyum, Molibdenyum, Flor, Klor, İyot, Mangan, Kobalt, Demir, Lityum, Stronsiyum, Alüminyum, Silikon, Kurşun, Vanadyum, Arsenik, Brom. Kutsal âyetlerde anlatılan ve önemle üzerinde durulan, insanın topraktan yaratılması, Kuantum fiziğinde de insanın toprakla aynı Atoma sahip olduğunun bilimsel olarak ıspatıdır.

Tüm yaratılanlar Öz’de eşittir, farklı boyutlarda, zamanlarda ve ortamlarda farklılık ve çeşitlilik gösterir. Bu çeşitlilik ve farklılık onların eşit olmadığını asla göstermez. Kâinattaki tüm düzen, eşitlik ve denge, seçme özgürlüğü ilkesinden dolayıdır. Çünkü her varlık, özündeki varlıksal ihtiyaca uygun olanı seçer ve tatbik eder. Bir yaratılan diğer bir yaratılana müdâhalede bulunamaz, engelleyemez, zarar veremez, önüne arkasına geçemez. Kimse kimseden ne üstündür, ne de aşağıdadır. Çünkü eşitlik ilkesi söz konusudur. Öz’ünde birlik ilkesi taşıyan varlık, tecrübe ve çaba göstereceği her ortamda vazifesini lâyığıyla yerine getirmekte, O birliğe hizmet etmektedir..

Mistiklerin (Özündeki hakîkati arayanların) ‘’âlemlerin aslı hayaldir’’ sözü ve kuantumun keşfi ile anlaşılan maddenin %99’unun boş olması, örtüşüyor olabilir. Makro ve mikro kosmos boşluklardan meydana gelmiştir. İmam Rabbani (1563-1624) maddenin içi BOŞ’tur demiştir. Bu boşluk da ESİR maddesi ile kaplıdır. Esir, Atomun yapıtaşıdır. Akıcı ve nüfus edicidir. Her yerdedir. Isı, ışık ve sesin, elektriğin yayılması Esir’in varlığının en güzel delilidir. Çünkü boşlukta ısı ve ışık yayılmaz. Tüm kâinat, en küçük zerresine kadar Esir maddesiyle doludur. Esir denilen madde, ‘’AN’’ zaman da haberleşmeyi sağlamakta, kâinatta her şey ‘’AN’’ zamanda haberleşmektedir.

Zaman dediğimiz kavram, gerçekten akan bir şey midir?. Dün, bugün ve yarın. Geçmiş, şimdi ve gelecek. Biz An’da iken geçmiş nerede?. Nereye gidiyor ya da kayboluyor?. Gelecek önümüzde mi duruyor?. Oysa zaman gelişmiyor, akmıyor, geçip gitmiyor. Bizim beyinlerimiz, algılarımız, bilinçlerimiz gelişiyor, bedenlerimiz gelişime uğruyor, teknolojide varılan sonuçlar gelişiyor, fakat zaman ne ilerliyor, ne geriliyor. Zaman sonsuz bir kavram. Zihin geçmiş ve gelecekte iken, bizim bedenimiz şimdi de. Şimdinin ve An’ın enerjisini alamıyor bir türlü. Zihin o kadar meşgul ki, gelen enerjiler ona teğet geçip gidiyor. Şimdi’nin gücünü bir türlü yakalayamıyor.

Hayatta başarıyı yakalamış ve planlarını gerçekleştirebilen kişiler, örnekleri saymakla bitmeyecek kişiler var; onların bedenlerinin ve zihinlerinin aynı zamanda yaşamayı başarabilmesinden dolayıdır. Şimdi’nin gücü işte burada yatıyor. Zaman ile mekânı çakıştırmak. Başına gelen her şeyin ona ceza olarak verildiğini düşünenler, şansının yaver gitmediğini düşünenler, sürekli kaderine kızanlar ve küsenler. Geçmişteki her şeyi affetme, korkularını yenme çalışmaları, planlar, hedefler.... An’ı bir kez yaşadığımızda aldığımız haz, bizi hep An’da kalmaya ikna edecektir. Sezgilerimiz artacak, rüyalarımız değişecek, düşüncelerimiz pozitifleşecek, daha mutlu ve huzurlu olacağız. Çünkü An’daki enerji evrensel enerjidir, bütündür, ne geçmiş vardır, ne gelecek. Zaman ve mekân mevhumu geçicidir. Her şey An’da gerçekleşmektedir.

Kutsal âyetlerde bahsedilen en çarpıcı sembolik ifade ‘’DİRİ’’ olma meselesidir. Kuantum kavramı, her şeyin canlı olduğunu ortaya koyar. Tüm kâinat canlıdır ve her türlü bilgiyi bünyesinde saklar. Diri Bilge’liktir, bilginin sembolüdür. Çünkü ölüm ve uyku dünya yaşamını simgelerken, DİRİ olmak, BİLGİ sahibi olma anlamında kullanılmıştır. Eğer insan, ezel ile ebed arasında rûhun varlığının amacını, dünyadaki yaşamın uyku ve dünya malının geçici olduğunu bilirse diri olacaktır. Dirilik yüce Yaradan’a kavuşmaktır. Diri ve ölümsüz Yaradandır. Tek yol ve hedef; gerçek bilgiye ulaşma ve Yaradan’ı tanımadır. Bunun için de yola kendimizi tanıyarak çıkmalıyız. Tüm dinlerin; inanç, ahlâk ve felsefi sistemlerin, en ilkel inanışların bile ortak özelliklerinden bir tanesi insanın kendisini tanımasıdır. ‘’İlacın senin kendindedir ve görmüyorsun ve hastalığın da senden, ama şuuruna varamıyorsun ve sen kendi cirmini çok küçük zannediyorsun, halbuki âlem-i ekber senin içindedir’’ (Hz. Ali)

Bilgi tek bir kaynaktan yayılır. Biz varlıklara düşen onu uygulamak ve bilgi ile hareket etmek, naçizane yorumlamaktır. Bilgi paylaştıkça değer kazanır ve değeri artar. Bilgiye sahip çıkalım, koruyalım, paylaşalım ama sahiplenmeyelim, kendimize mal etmeyelim. Her şeyin Öz’ü birdir. Kâinat (görünen ve görünmeyen evren) bilgi ile inşa edilmiştir. Bizlerin Öz’ü bilgidir.  Bilgi bize, dosdoğru ve apaçık verilmiyor. Şifrelerle, kodlarla ya da sembollerle kapatılarak aktarılıyor. Araştır ve bul; yaşa ve öğren; düşe kalka çabala ve bul. Yani bize hedeflenen kendi kendimize bulmamız. Herkes kendi yolunu kendi bulmalı. Fakat o yolu bulanlar da nasıl bulduklarını anlatmalı ki, bir sonrakilere yardımı olabilsin. Gerçek, herkesin içinde, gönlünde ve rûhunda gizlidir. Herkesin bir gerçeği vardır. Bizler hepimiz tek tek, rûhumuzun enerjisini yeryüzüne, maddeye aktarmak ve maddeyi de tekâmül ettirmekle görevli varlıklarız.

Özünde tüm bilgilere sahip olan varlık, dünyaya doğduğunda tüm gerçekleri neden unutmuştur?. Neden kendisine sürekli hatırlatılması için görevli varlıklar gönderilmiştir ve ayetler, kutsal kitaplar sunulmuştur?. Dünya üzerinde bulunan dört kutsal kitap, birbirini tamamlayıcı bilgiye sahiptir ve en son gönderilen Kûr’an’daki tamamlayıcı ve bütünleyici bilgi akışı ile son bulmuştur.

Beden ölüyor, toprak oluyor; tüm bilgileri, DNA bilgileri kaybolmuyor, toprağa karışıyor. Atomları titreşiyor ve evren ile Rezonansa giriyor. Bilgi kaybolmuyor. Hiçbir Atom kaybolmuyor, sadece dönüşüyor. Çünkü tüm yaşadıklarımız bedene, hücrelere ve Atoma siniyor ve ölünce bu toprağa geçiyor, oradan titreşmeye devam ediyor ve biz topraktan besleniyoruz. Dönüşüm var, bilgi de dönüşüyor. Tekrar doğanlara geri dönüyor bilgilerimiz. Rûh başka bir bedenden diğerine bedenlenmiyor, bilgi yeniden bedenleniyor. Bilginin yeniden doğuşu, yoksa bir insanın yeniden doğması değil. Bilginin sürekli kayıt halinde olduğu bir evrende yaşıyoruz. Sevgi; evrensel bilgi deposuyla, kaynağıyla Rezonansa girilerek bilgi edinilmesi en önemli titreşimlerinden biri.

Evren, kâinat ve tüm âlemler ile onlar içerisinde bulunan görünen/görünmeyen tüm varlıklar arasında iletişimi sağlayan, haberleşmeyi tanzim eden basit bir enzim daha var. Adı DMT. Kısaca Tanrısal parçacık. Beyinde EPİFİZ BEZİ’nin bir enzimi. Ancak derin uyku esnasında, yani REM uyku devresinde salgılanıyor. Hatta zifiri karanlıkta. Salgılanması rüyaların görüldüğü evreye denk geliyor ve etkilerinin arasında zaman algısında değişim oluyor. Sadece doğum ve ölüm anında en yüksek seviyede salgılanıyor. Gece yarısından sonra da beynimizde minumum düzeyde bir salgı var. Kısacası geceleri evren ve tüm varlıklar ile iletişim halinde insan. Bilgi alışverişi.

Ancak; Varlık bildiğinden sorumludur. Merkeze yaklaştıkça mesâfe azalır fakat bilgi ve sorumluluk artar. Merkeze ne kadar yakınsan, o kadar uzağa fırlarsın. Ne kadar çok bilgi, o kadar sorumluluk demektir ve beraberinde bir o kadar da imtihan getirir. Bu imtihanlar hiç bilmeyen bir kişinin yaşadığı imtihanlarla kıyaslanamaz. Çünkü bilenle bilmeyen bir değildir artık. Herkes bilgisi sorumluluğunda imtihanlar yaşar. İmtihanı geçmemek diye bir durum söz sonusu değildir, önemli olan ne kadar zamanda olayı toparlayabildiğin ve farkına vardığındır. Sen Bir GÖZLEMCİ’sin, Çemberin hem içinde, hem dışında olmalısın.

Belki üç boyutlu dünyada yaşıyoruz, fakat zihin olarak hâlâ iki boyuttayız. Zihnimizin sınırlarını biraz açarak, evrendeki enerjiyle etkileşerek, Yüce Yaradan’ın izlerini takip etsek ve yorumlasak, gerçeğe ulaşmamız ‘’AN’’ meselesidir.

ÖZET’le; Kuantum fiziğini anlamadan, kuantum felsefesini çözmek; yaşamı, doğayı, evreni ve insan davranışlarını anlamak mümkün olamaz. Atom seviyesindeki partiküllerin çalışma prensibini anlarsak var olan her şeyi de idrakimiz ölçüsünde anlayabiliriz. Sadakallâhül Azim.

Kaynak: Kevser Yeşiltaş/ Kuantum fiziği ve Felsefesi


7 Kasım 2017 Salı

TÖVBE

‘’Allah tövbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir’’. (Bakara-37)

TÖVBE, DÖNMEK DEMEKTİR. Tövbe hem kul, hem de Allah içindir.
Tövbe kula nisbet edilirse,  GÜNAHLARDAN  İTAATE,
Allah’a nisbet edilirse, CEZADAN MAĞFİRETE(Bağışlamaya) dönüş anlamını taşır.
Allah tövbeyi emretmiştir. Çünkü Allah, kullarının Rahmet’inden ümit kesmesini yasaklamıştır.

Tövbe tıpkı sabun gibidir. Nasıl ki sabun insanı tüm kir ve pastan arındırırsa, tövbe de insanın gizli kirlerini siler götürür. Eğer kul kötülüklerden döner, amelini düzeltirse, Allah da onun durumunu düzeltir. Bu kuluna daha önce kaçırmış olduğu nimetleri tekrar verir.

EL-TEVVAB; iyiliğinle kuluna dönen demektir. Duayı vermekle, özür dilemeyi bağışlamakla, tövbeyi ise mağfiretle(Affederek) kabul edendir.

İyi ameller  Hakk’ın divanında,  günahlar ise meleklerin divanında bulunur. Çünkü Hakk temizdir ve sadece  temiz  şeyleri  kabul edebilir. Meleklerin divanında bekletilen günahlar, kulun tövbesiyle temizlendikten sonra Allah’a yükseltilir.Tövbe, nefsin işlemiş olduğu kötülüklerden dolayı üzüntü duymasıdır.

ALLAH YOLUNA GİREN KİMSELERİN İLK MAKAMI TÖVBE’DİR. İNSANIN GÜNAH İŞLEDİĞİNDE TÖVBE ETMESİ FARZ’DIR.

Tövbe, üç unsuru birleştirir. Günaha pişmanlık, şimdiki hâlde günahı terk, gelecekte de günah işlememeye niyet.

DÖNMEK ANLAMINDAKİ TÖVBE ÇEŞİT ÇEŞİTTİR. Örn: GÜNAHTAN İTAATE DÖNME: Allah’a teslim olmak, şikâyeti terketmektir. TABİATTAN ŞERİATA DÖNMEK: Çirkin huylarımızdan; Allah’ın istediklerini yapmaya, istemediklerini yapmamaya yönelmektir. ZÂHİRDEN BÂTINA DÖNMEK: Halk’tan Hakk’a, yani hayal ve mâsiva olan dünyadan Yaradan’a dönmektir. Halk’tan Hakk’a dönmek, Allah dışındaki her şeyden yüz çevirmektir.

Bir de TÖVBE’ye TÖVBE vardır. Kul günah işlemeye tövbe eder, tövbesini bozar, tekrar tövbe eder. Bu durumda TÖVBE’ye TÖVBE , tövbeyi  gerektiren günaha tövbe demektir. Ayrıca, kişi tövbesi nedeniyle nefsine bir değer atfederse, gerçekte bir günah olan beğenmişlik duygusu ortaya çıkarsa böyle bir TÖVBE’ye TÖVBE gerekir. ‘Onlar dönsünler diye Allah da onlara dönmüştür’’ (Tevbe-118) ayetinden anlaşılan, Allah kendisine dönmediği sürece kulun tövbesinin geçerli olmayacağıdır. O zaman, ‘’TÖVBE’ye TÖVBE’’ kulun kendi başına tövbe edebileceği iddiasından tövbe etmektir.

Tövbenin anlamı; şimdiki zamanda günahı bırakmak, gelecekte yapmamaya niyetlenmektir. Halbuki gelecek zamana dönük böylesine bir kararlılık, MÛHAKKİK SÛFİLERE göre bir edepsizliktir. Çünkü, insan Allah’ın ilminde tekrar günah işleyeceği belirlenmiş kimselerden olabilir. Bu durumda kararlılık hükmü karşısında ezilmek yerine, O’na karşı hükümranlık iddiası taşıyabilir. Bu durum onun günahının katmerleşmesine yol açar. Birinci günah edepsizlik, ikincisi RAB’bi ile yaptığı sözleşmeyi bozmaktır.

TÖVBE DE İNSANLARIN MERTEBELERİNE GÖREDİR. AVAM’IN (Sıradan insanın) TÖVBESİ; geçmişte yaptığı, halen yapmakta olduğu hatalardan tövbe etmek ve ileride hata yapmamak üzere niyet edip bu konuda  kararlı olmaktır. HAVAS’IN (Seçkinlerin) TÖVBESİ  İSE; KALP, Allah’ın zikrinden gafil olduğu ve dünya nimetleri ve vesveselerinden etkilendiği  zamandır.

Allah’ın kulundan beklediği, günahları kendine huy edinmemek için daima tövbe ve istiğfar üzere bulunmasıdır. İnsanı Allah’tan uzaklaştıran günah değil, günahta ısrar etmek ve tövbeyi unutarak  şeytana uymaktır.

Allah merhametlilerin merhametlisidir.  Kulu dönüp tövbe ettikçe, iblis gibi ısrar etmedikçe  bakar, yine bakar, sonsuz olarak bakar, bir oldu, iki oldu, nihayet üç oldu ‘’yetişir artık’’ demez, sayısız olarak döner bakar, çünkü RAHİM(bağışlayan)dir. Tövbe esasen rücu etmek, geçmiş asla dönmek demektir. Kula nispet  edilirse; günah halinden, asli düzgün haline dönmek, Allah’a nispet edilirse; öfkeden Rahmet’e dönmek manâsındadır.

Yaratılış sırrında yatan en büyük hakikat, Allah’ın kuluyla  RAB (terbiye edici, eğitici) diliyle konuşması, kulun ise mutlaka Allah’a dönmek için gayret içinde olmasıdır.

ANCAK GAYRET DE EZELİ NASİPLE ALAKALIDIR.


Rahmet’in üzerimize devamlı yağdığını hissedebilmek için dua, ibâdet, hatta yalvarmak gerekir. Allah ile irtibatta olan diridir ki, günahı lûtfa çeviren işte onlardır.  İnsan; en büyük günah olan benliğini, kulluğa ve hiçliğe çevirmelidir.

TÖVBEKAR; ALLAH'IN İLMİNDE GÜNAHA DÖNMESİ TAKDİR EDİLENLERDEN İSE, GÜNAH İŞLEDİĞİNDE İKİ GÜNAHLI OLUR.

TÖVBEYE NİYET ETMEYEN TEKRAR GÜNAH İŞLEDİĞİNDE, TEK GÜNAHLI OLUR. ANCAK GÜNAHI TERKE NİYET  ‘KUL İLE RAB’Bİ ARASINDA BİR AKİD ‘’ ANLAMINI TAŞIR. KUL NİYETTEN SONRA TEKRAR GÜNAHA DÖNERSE, HEM GÜNAH İŞLEDİĞİ, HEM DE RAB’Bİ İLE ARASINDAKİ AKDİ BOZDUĞU İÇİN İKİ GÜNAHLI OLUR.

‘’Allah’a dönünüz’’ (Nûr- 31).   ‘’Allah dönenleri sever’’ (Bakara-222).

‘’DÖNÜNÜZ’’,  yani dönünüz ve sizden çıkan bu fiili nisbet ettiğinizin kim olduğuna bakınız. O zaman fiilin size değil Allah’a ait olduğunu anlarsınız. Çünkü fiil ZAT’tan ayrılamaz.

SUFİ, geçmiş ve gelecek günahlarla ve pişmanlıklarla uğraşmaz. O İbn’ül Vakt’tir.(Vaktin  çocuğu) AN’ı yaşar. Çünkü geçmiş hayal, gelecek ise meçhuldür.Kim zamanını geçmiş ve gelecekle doldurursa  AN’ı kaçırır.

KUL; kendi hemcinslerinden biri kendisine bir kötülük, bir haksızlık yaptığında, bu kötülüğe karşı iyilikle karşılık verir ve ona kötülükle mûkabelede bulunmaya kalkışmazsa, yani bu şekilde Allah’a dönerse, bu kul  ‘’TEVVAB’’ diye adlandırılır.Yani Allah’ın ‘’iyilikle kuluna dönen’’ ismini tam tecelli ettirir. Bu isme AYNA olur.

Sana karşı kötü davranışta bulunanları affedersen, Allah’da kendisine karşı yaptığın kötü davranışlardan dolayı seni affeder.

Ey İman edenler! Allah’a nasuh bir tövbe ile dönün’’(Tahrîm-8) NASUH; yırtıkları yamayan, delikleri kapayan, bozuğu düzelten ve gedikleri dolduran samimi bir tövbe ile Allah’a dönün. Çünkü herhangi bir makamın gediği, bozukluğu ve eksikliği, ancak ondan daha yüksek bir makama yükselerek, ondan tövbe etmekle kapanır, düzelir ve giderilir.

SONUÇ  OLARAK  GERÇEK  TÖVBE  MUHAKKİKLERİN  (Tevhid ehlinin) TÖVBESİDİR.

Allah kullarına tövbe etmelerini  emretmiş  olmasına  rağmen TÖVBE,  yani DÖNME ayrılmayı gerektirir. Bu ise kulun Rab’binden ayrılması demektir, bu da mümkün değildir. ‘Her nerede olursanız  O, sizinle beraberdir’’ (Hadid-4)

Mûhakkiklere göre tövbe; kulun bir ilahi isimden, başka bir ilahi isme dönmesidir. Örn.  El- Muntakim (İntikam alan) isminden, El- Gaffar (Ayıpları örten) ismine dönüş gibidir.

GERÇEK DÖNÜŞ (TÖVBE) ALLAH’ADIR.’’ ALLAH’A DÖNÜNÜZ’’ (Nur- 31). ‘’DÖNÜŞ RAB’BİNEDİR’’ (Alak- 8). ‘’VARIŞ  RAB’BİNEDİR’’ (Necm- 42).

YANİ HEPİNİZ  DAYANDIĞINIZ  ÖZEL İSİMDEN,  ALLAH  İSMİNE DÖNÜNÜZ. BU DA BÜYÜK BERZAH’LIK  (ASLA, KAYNAĞA DÖNÜŞ)  MAKAMIDIR. 

Sadakallâhül Azim. AMİN.

(C.Nur SARGUT- TÖVBE  Kitabından)
SECDE

’Hani biz meleklere, Âdem’e secde edin demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler’ (Bakara- 34).

Arapçada SECDE; itaat etme, boyun eğme, saygı gösterme, başı öne eğme, selamlama, alnı yere koyma, ibâdet kastıyla eğilme, teslim olma, bir kimsenin hükümranlığı altına girme anlamlarını taşır. Ayrıca SECDE, tevâzu ile alçalıp baş eğmek olup, ‘’kibr’’ in tam zıddıdır.

İnsan, iki Hakikâte sahip olarak yaratıldığı için Allah’ın senin üzerinde iki secde hakkı vardır.

- KÜLLİ SECDE,

- ÖZEL SECDE veya KALBİN SECDESİ.

KÜLLİ SECDE; İnsan, âlemin toplamı olması yönünden secde ettiğinde(mecmu’ul-âlem), secdesi külli secde olur. Hakk’a bütünün açısından(külli) secde et. Bu bütün âlemin secdesidir. Bu durumda âlemin hakikâtlerini secdende ifâ etmiş olursun. Hakk, külli secdende bütün secde sahiplerinin diliyle sana nida eder. Sen de bu nidayı işittiğinde, külli secde ettiğini anlarsın. Âlemde Allah’a secde etmeyen hiçbir varlık yoktur. ‘’ 7 kat gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler.Her şey onu hamd ile tesbih eder. Ancak siz onların tesbihlerini anlayamazsınız’’(İsra-44)

ÖZEL SECDE veya KALBİN SECDESİ; Allah yüzü ŞEHADET  âleminden, kalbi ise GAYB âleminden  yaratmıştır. Yüzün secdesi Kâbe’ye, kalbin secdesi ise  Tanrı’yadır. Yüzün secdesinin başını secdeden kaldıracağı bir süresi var iken, kalbin secdesinden sonra kalkmak söz konusu değildir. İnsanın secdeden başını kaldırması, Allah’tan gafil olmak ve O’nu eşyada unutmak diye isimlendirilen şeydir. Binâenaleyh kalbinin secdesinde başını secdeden kaldırmayan kimse, her şeyde sürekli olarak Hakk’ı müşahade eder. Bu kişi, gördüğü her şeyin öncesinde Allah’ı görür.

KALBİN  SECDESİ  GERÇEKTE  HAKK’I  MÜŞAHADE  ETMEKTİR. ÂHİRET GÜNÜNDE  SORGU  VE  SUALE  TABİ OLMAYACAK KİMSE, KALBİ SECDE EDEN KİŞİDİR. (İbn’ül Arabî Hz. Fütühat-3)

‘’Her şey bir üst makama secde eder. Koruk üzüme, cansız cisimler bitkiye, bitki hayvana, hayvan insana, insan ise meleğe secde eder.  Melek  Tanrı’ya, Melik’e secde eder ve Melik  insanın  hülasasıdır (ÖZÜ)’’ (Sultan Veled- Maârif)

PEYGAMBER, NEBİ VE VELİ’LER KALBİ SONSUZA KADAR SECDEDE OLANLARDIR. 

Şeytan bunlara ulaşmak için yol bulamaz. Veli hakkında bu koruma,  ‘’MÛHAFAZA’’ (hıfz) diye isimlendirilirken, Nebi ve Peygamberler hakkında ‘’İSMET’’ (masumluk) diye isimlendirilir.

Nebiler içte ve dışa(batın ve zahirde) şeytandan korunmuş kimselerdir. Onlar bütün hareketlerinde  Allah tarafından mûhafaza edilir ve sakınılır. Allah onları, örnek alınsınlar diye görevlendirmiştir. Onlar söz ve fiilleri ile hüküm koyarlar. Hz. Peygamber kendi şeytanı, yani onunla  SORUMLU YAKINI hakkında,  ‘’Allah bana, ona karşı yardım etmiş , o da Müslüman olmuştur ‘’demiştir.

Veli ise, Allah’ın dilediği bir şeyi kalbine aktarması esnasında, şeytanın yapmasını arzuladığı bir işten korunmuştur. İŞTE NEBİLERE ÖZGÜ İSMET (masumluk) İLE, VELİLERE ÖZGÜ MÛHAFAZA (hıfz) ARASINDAKİ FARK BUDUR.

Şeytan insandan ancak kalbiyle ve yüzüyle (batın ve zahir) secde ettiğinde uzaklaşabilir. Çünkü secde kulun Rab’bine en yakın olduğu eylemdir. ‘’Secde et ve yaklaş’’(Alak-19)

Allah meleklere, Âdem’e secde edin emrini verdiğinde, melekler birinci secdeyi emir ile, ikinci secdeyi Âdem’de Allah’ın tecellisini görerek yapmışlardır. Burada bahsedilen secde  saygı gösterme, yüceltme ve  SELÂM secdesidir. İbâdet secdesi ise sadece Allah’a yapılır.

ÇÜNKÜ SECDE ALLAH’TAN BAŞKA KİMSEYE OLMAZ.

Peki ÂDEM neden SECDE mahalli olmuştur? Âdem Halk olunmazdan evvel Cenâb-ı Hakk emâneti göklere, dünyaya ve dağlara arz eyledi. Bunlar kabul etmeyip özür dilediler. Fakat insan zayıf ve âciz Halk olunmuşken, emâneti nefsine yükledi ve sonra ağırlığına tahammül edemeyip, ayağı sürçtü ve diz üzeri gelip ‘’Yarabbi nefsime zûlmettim’’diye yalvarmaya başladı. Cenâb-ı Hakk, niyâzını kabul etti ve onu Rahmet’ine gark etti. Çünkü Âdem; Nefsinin hazlarını terk edip, Allah’ın RIZA’sını kabul ettiği için, nefsine zûlmederek emâneti kabul etmişti. İşte Âdem’den gayrısı, gök ehli ve dağlar cümlesi nefslerinin hazlarına halel gelmemesi için emâneti kabul etmemişlerdi. Bunun için Cenâb-ı Hakk Âdem’i meleklerden efdal(üstün) eyledi ve meleklere Âdem’e secde etmelerini emreyledi. (Kâzım Büyükaksoy)

Gazâli, Râzi ve Arabî Hz. ile bir grup ÂLİM, Hz. Âdem’e secde edenlerin yalnızca yeryüzü melekleri olduğu, bir kısım meleklerin veya gökteki meleklerin ise Âdem’e secde ile emrolunmadıkları görüşündedir. A’râf sûresi 10-11. Âyetlerden anlaşılacağı üzere Hitap; Âdem(a.s.)in şahsında Şeytan dışında bütün insan cinsini kapsadığının işaretidir.(Niyâzî Mısrî Divanı)

‘’Âdem’e  secde edenler 4 kısımdırBirinci kısım, Allah’ın emriyle ve Âdem’de Hakk’ın tecellisini görerek iki secdeye de  varanlardır. Hz. Hâtice, Hz. Ebubekir ve Hz. Ali gibi.

 İkinci kısım,  evvela secde etmeyip sonra secde edenlerdir. Hz. Ömer gibi.

Üçüncü kısım, önce secde edip sonra etmeyenlerdir. Vahiy kâtibi İbn-i Serh gibi.

Dördüncü kısım ise, ne önce, ne de sonra secde etmeyenlerdir. Ebû Cehil gibi’’(Ken’an-ER RÎFÂİ Hz.)

Birinci secde ŞERİAT secdesi olup, ibâdetle Allah’a varmaya çalışanlardır. İkinci secde HAKÎKAT secdesi olup, bunlar AŞIK’lar ve MECZÛP’lardır. İki secdeyi birden yapanlar KÂMİL İNSAN’lardır. İki secdeyi de yapmayanlar ise ŞEYTAN ve TAİFESİ’dir.(Mahmut Sami Ramazanoğlu)

Birinci secde GAYB’a imân, İkinci secde Allah’ın NÛR’unu görüp, secde etmektir. İkinci secde, aynı zamanda UBÛDİYET(Kulluk),  yani Halk’tan Hakk’a dönüştür(BEKÂ). (Cîlî Hz. Ahmet-ER RÎFÂİ Hz.)

BİRİNE SECDE ETMEK, ONUN İÇİN ÇALIŞMAKTIR. Bütün varlıklar insanlara secde  eder. Mevcûdat; aralarında Kâmil İnsan bulunduğu için insanlara secde eder. Çünkü, bütün insanlar, Kâmil İnsan’ın parazitidirler. (Nesefî Hz.)

Secde kulun Rab’bi ile buluştuğu yerdir. Secde kulluğu simgeler. Kulun secdeye varmak için eğilmesi, Rahman’ın  GECENİN SON ÜÇTE BİRİNDE dünya semasına inişini simgeler. Allah dünya semasına tenezzül ederken ‘Yokmu benden bir şey dileyen, vereyim’’ diye kuluna seslenir.

Secde Allah’ın hakikâtine duyulan hürmet ve teslimiyettir. 3. Secde Kâbe’de yapılır. Kâbe ortadan kalktığında, herkes birbirine secde eder. Secde ettikleri , kulda tecelli eden Allah’ın hakikâtidir.

Bütün bunların olabilmesi için, beşerin Allah’ın aynadaki hakîki tecellisi olan Hz. Peygambere, ya da kendi devrinde Peygamberin sırtında taşınarak içimizdeki putları kıran varisine secde etmesi  lâzımdır. Buda Hz. Ali makamı olan İnsan-ı Kâmil’lerdir.

ÂDEM  KALP’TİR. MELEKLER BİZDEKİ KUVVET VE MELEKELERİMİZDİR. MELEKLERİN ÂDEM’E SECDESİ,  KİŞİNİN  KENDİNDEKİ SÜFLİ(aşağı)  KISIMLARININ,  BİRLİĞİ GÖSTEREN  ULVİ(mânevi)  KISIMLARINA SECDESİ DEMEKTİR. YANİ NEFS’İN RÛH’A SECDESİDİR. KALP RÛH İLE NEFS ARASINDA YER ALIR. KALP NEFS’E  YÖNELİRSE  KARARIR.  RÛH’A  YÖNELİRSE  AYDINLANIR. BUNU  BAŞARAN ARİF OLUR. O ZAMAN O KALP’TE GÖNÜL OLUR. GÖNÜL DE  ALLAH’IN  İKÂMET  ETTİĞİ  YERDİR.

ALLAH HEPİMİZE NASİP ETSİN. AMİN. Sadakallâhül Azim.