İnsanlık
tarihi boyunca bütün toplumların, tek bir ortak noktası olmuştur. O da gerçeği aramak. Yüce Yaradan tüm
kâinatı ve canlıları yarattı, kendi varlığı ile ilgili ipuçları bıraktı. Arayıp
bulalım, çaba gösterelim istedi. Özünde mükemmel olan, Tanrısallık özelliği
taşıyan rûh varlığının kâinattaki yolculuğu, bu ipuçlarını aramak, özünde var
olan mükemmelliğini her boyutta tatbik etmek ve gerçeğe bir nebze yaklaşmaktır.
Biz buna tekâmül diyoruz.
Doğada,
yıldızlarda, hatta kendi gezegenimizde aranılan bu ipuçlarının, aslında kutsal
âyetlerde bahsedilen, mistiklerin binlerce yıldan beri bahsettiği, tüm dinlerin
şifrelerle ve sembollerle aktarmaya çalıştığı bir durum olduğu ve teknoloji
ilerledikçe aslında aranılanın büyükte değil, küçükte olduğu ortaya çıkmaya
başladı. Ve Kuantum keşfedildi.
Kuantum; insanlık tarihinin en büyük keşfidir. Kuantum kuramı;
Atomu ve Atomaltı partikülleri inceler. Kuantum, bize görünmeyenin ardında
görüneni, belirliliğin ardındaki belirsizliği, cansız maddenin ardındaki canlılığı,
akıp giden zamanın değişkenliğini gösterdi. Kuantumun keşfi ile aslında küçük
olandaki ipuçlarının değerlendirilmesi, değerlenmesi gerektiği fark edildi.
Kâinatın en küçük yapıtaşı insan,
insanın en küçük yapıtaşı atom ve
atomun en küçük yapıtaşı olan Kuant’lar
ve Kuant’ların soyut evrene açılan kapısında keşfedilen Takyon’ların görevleri anlaşılırsa gerçeğin görünür hale
gelebileceği anlaşıldı. Kuant’lar maddi,
Takyon’lar ise soyut evrenin yapıtaşlarıdır.
Takyon’ların
görevi, bilgiyi arttırmak ve evrenin düzenini sağlamaktır. Kuant’ların
düzensizliğinin aksine, onların bütünselliği düzeni sağlar. Kendi enerjilerini
ve ısılarını kendileri yaratırlar. Ve bizim evrenimizde en yüksek hız olan ışık hızından milyonlarca kez hızlıdırlar.
Zamanda ters yöne hareket ederler. Bizim zaman anlayışımız geçmişten
geleceğedir. Takyon’lar ise gelecekten
geçmişe doğru hareket ederler. Onların evreninde hız, zaman ile ters
orantılıdır. Yani hız arttıkça zaman yavaşlar ve durur. Takyon adı verilen
materyaller, bizim evrenimizde bulunmamakta, paralel evrenlerden gelmekte ve
sadece laboratuvar ortamlarda tesbit edilebilmektedirler. Bizim evrenimizde de
ışık hızına ulaşmaktadırlar. (Işık; bir saniyede 300 bin km. Yol alırken, rûh, bir saniyede tüm evrendeki her
zerreyi tek tek dolaşabilir. Rûh enerjisinin zaman ile ilişkisi çok daha
yoğundur)
Kuantum
bize, baktığımız ve gördüğümüz her şeyin aslında bir de görülmeyen tarafı
olduğu fikrini kazandırdı. Ucu bucağı belirsiz, sonsuz ufuklara yayılan bu Makrokosmos’u yani Büyük Evreni hepimiz
görebiliyoruz. Peki Mikrokosmos yani
Küçük Evrene nasıl ulaşabileceğiz
derken, en sonunda Mikrokosmos yani Küçük
Evren de keşfedildi.
Kuantum
fiziği, Atomaltı parçacıkların sırlar dolu perdesini biraz aralayınca anlaşıldı
ki, Atomların içinde de ahenkli ve heybetli bir Kosmos var. Atom çekirdeği Proton’a sahip, Proton’un da içinde Kuark adı verilen milimetrenin
trilyonda biri kadar küçük bir mekâna sığışmış parçacıklar var. Yani dünya
içinde dünya, onun içinde de dünyalar.... Kuark’ları bir arada tutan da, Gluon denilen kütlesiz parçacıklar.
Yani her şey birbirine enerji ile bağlı. Düzensizliğin
içinde düzen olan bir Kaos’un mükemmel uyumu.
Bizler,
Atomlardan meydana gelen insan varlıkları olarak enerji bütünüyüz ve enerji ile
dopdoluyuz. Bir an dünyasal gözlerle
değil de bir üst boyuttan baksaydık dünyaya, birbirimizi parlayan ışık halinde
ve boşlukları olan süptil (lâtif)
enerji olarak görürdük. Enerjetik boyutunu görmemize engel nelerdir dersek; tüm
duyu organlarımızın şu veya bu şekilde mercekler sistemine göre ayarlanmış
olmasındandır. Bizdeki beş duyuyu kaldırın, önümüzde engel kalmasın, sırf
frekanslardan oluşan sonsuz bir âleme tanıklık edeceğiz. Bir de iyi ya da kötü olarak gördüğümüz her şeyin temelinin, sadece
enerjilerden oluşan frekanslar olduğunu görseydik.......
ATOM; bir enerji bütünüdür. Hem dalga, hem parçacık özelliği taşıdığı için
de şekli tam olarak görülemez. Bilim adamları Atomu devasa büyüten Atom
mikroskoplarıyla incelemeye kalktıklarında çok şaşırırlar. Çünkü gördükleri ya
parçacıktır ya dalga. Buna belirsizlik
ilkesi denir.
Yapılan
çalışmalar, Atomaltı parçacıklarının
bir enerji boyutundan, başka bir enerji boyutuna düzenli geçiş yapmadıklarını,
âdeta sıçradıklarını keşfetti. Buna ‘’KUANTUM
SIÇRAMASI’’ adı verildi. Atom partikülü sıçrama yapınca, o arada kalan
nereye gitti denilirse, işte burada paralel boyutlar ve çoklu evrenler devreye
giriyor. Görülebilir evrenimizin dışında, başka boyutların olduğu artık
bilimsel olarak kabul görüyor. Parça bütünde, bütün parçadadır. Her şey her şeyle
etkileşir. Hawking, mantıksal olarak beynimizde hiçbir şeyin bütünden bağımsız
olarak gerçekleşmediğini ileri sürüyor. Tüm Atomaltı parçacıklar birbiriyle
sonsuz zamanda haberleşirler. Tüm evren aynı An’da haberleşir. Çünkü en küçük
zerrenin bildiğini evren de bilmektedir.
Tüm
sistemin bir frekansı vardır. Frekans 1 saniyedeki titreşim sayısıdır. Evren
titreşen canlı bir organizedir. Uygulanan kuvvetin frekansı, uygulanan nesnenin
frekansı ile aynı olursa, frekansın büyüklüğü artar ve buna REZONANS denir. Bazı duaların belli
sayılarda söylenmesi, duanın kabul görmesi ile doğru orantılıdır. Kalp gözünün
açılması, anlayışın değişmesi, Yaradan ile bütünleşme, zikir ile yapılan dualar
ve mantra ile yapılan Meditasyonlar bunlara örnektir. İbadet; bedenin Atomları
ile kâinatın Atomlarının irtibatını sağlamak için gereklidir. Ayrıca zikrin,
beyin dalgalarını düzenleyici etkisi de vardır. Pozitif bir fikir, titreşim
sayesinde beynin hücrelerini faaliyete geçirmektedir. Sevgi evrende var olan en
büyük REZONANS örneğidir. Sevgi bir
titreşimdir ve yüce Yaradan’ın sonsuz sevgisi sayesinde evren varlığını
sürdürmektedir. İlâhi aşk da bir
REZONANS durumudur ve Allah’ın evrende var olan yüce sevgi enerjisi ile REZONANS’a girmek, aynı titreşimsel
ritmi yakalamaktır.
Evrenin
her zerresinin frekansı, titreşme
sayısı vardır. Sayısı bazı coğrafi bölgelerde farklılık gösterse de ortalama
ölçüm saniyede 7.8 devirdir.
Dünyanın titreşimi insanlar üzerinde de etkilidir ve biz zamanı, dünyanın
titreşimine göre algılıyoruz. Titreşimlerdeki değişiklik, zaman kavramımızı da
büyük ölçüde etkiliyor. Ne kadar hızlı titreşme olursa o kadar süptil (lâtif)
bağlantılarımız kuvvetlenir, algılarımız ve anlayışımız değişir. Son ölçümlerde
dünyanın REZONANS’ının saniyede 11
devire ulaştığı ve buna bağlı olarak da zamanın hızının arttığından
bahsediliyor. Gün 24 saat iken, hissedilen 16 saat. Rûhsallığa daha yakın bir
insanlık. Dünyanın yeni titreşimsel boyutuna uygun çocuklar doğuyor (Bilge rûhlu İndigo çocuklar). Bitki ve
hayvanlar bu titreşime ayak uydurabilen canlılar. Çünkü dünya onlara ait.
Bizler ise dünyada yaşayan bir türüz.
Her
şey bir enerji. Düşünce bir enerji. Madde bir enerji. Enerji hem titrer, hem
salınır. Evren de titreşen ve salınan enerji bütünü. Ve her şeyin bir titreşme
sayısı var. İnsanlar 62-64 hertz titrerler. Organların da; karaciğerin,
böbreğin ve kalbin ne kadar titrediği biliniyor. Cihaza giriyorsunuz, bütün
vücudunuzu tarıyor ve titreme sayılarının farklılığından, azalmasından sorun
olduğu tesbit ediliyor. Şifacıların yaptığı da bu. Şifa verme yöntemiyle,
titremesi farklılık gösteren organ ile Rezonansa giriliyor. Şifa da aslında,
niyet ile niyeti kabul eden arasındaki Rezonanstır. Anadolu’nun pek çok
yöresinde, evlerimizde asılan nazar boncukları, Adaçayı tütsüleri ve dualar ile
olumsuz enerjileri uzaklaştırmaya niyet
edilir. Evinize gelen kişilerin sizin hakkınızdaki düşünceleri veya sizin
başkaları hakkında düşündüğünüz olumsuz düşünce formları eşyalarınıza
sinebilir. Çünkü düşüncenin de bir frekansı vardır. İşte olumlu düşünceler
yüklenerek asılan bu obje ve dualar, mekânla Rezonansa girerek olumlu
titreşimler yayar. Bizim yaydığımız enerjiler birbirimizi, dolayısıyla da
kâinatı etkiliyor.
Madde
enerji bütünüdür ve bize bahşedilen en büyük özellik düşünce ise ve düşünce
de bir enerji ise, bizler düşüncelerimizle var olan her şey ile etkileşim
halindeyiz. Olumlu psikolojinin hedefi, psikolojinin bir bilim dalı olarak
yalnızca rûhsal bozuklukları iyileştirmek değil, olumlu niyetlerin
yapılandırılmasına yönelmeyi de sağlamaktadır. Olumlu psikoloji; huzur, tatmin
olma duygusunun gelişmesi, memnuniyetin artması, umut besleme, iyimser
davranış, düşünce ve mutluluktur. Sağlıklı düşünce yapısı, fizik bedeni de
sağlıklı kılar. Bizler, hayatımız boyunca her saniye pozitif olamayız.
Bilim adamları, olumlu psikolojinin kişiler üzerinde ‘’OLUMSUZ’’ etki yaratabileceğinden de endişe etmişlerdir. Önemli olan hayatın içinde ta kendisi
olabilmek ve kendimizi unutmadan, merkezden uzaklaşsak da geri dönebileceğimizi
bilerek yaşamaktır.
Tüm
çocukluk boyunca, hep olumsuzluklarla büyütüldük. Yapamazsın, düşersin, tembel,
kâbiliyetsiz, üşürsün, hasta olursun, elleme, yapma (subliminal mesajlar).
Olumlu düşünmek öğrenilebilir ve öğretilebilir. Alışkanlıkların belli bir
zamanı vardır ve genelde vücut 28 günlük bir alışkanlık süresi yaşar. Enerji çalışmalarında da 21 günlük bir zaman
diliminden bahsedilir. Olumlu düşünceyi de beynimize şuurlu olarak alışkanlık
haline getirmeliyiz. Kuantum fiziğinde, benzer benzeri çeker, ne düşünürsek o
enerjiyi yayınlarız; auramızda kalır ve düşündüğümüz şeylerin kalitesine göre
düşük ya da yüksek frekanslı enerjileri çekmeye başlarız.
Hoşgörülü
olun, enerjinizi koruyun. Hayat enerjiniz sizde kalsın. Aynı zamanda da başka
enerjilerle de etkileşiminizi korumuş, negatif enerjilerden korunmuş olursunuz.
Hem enerjiniz sizde kalır, hem de başkalarının negatif enerjilerini de
kendinize çekmemiş olursunuz. Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının
tek ve en güçlü doğuş sebebi SEVGİ eksikliğidir.
Hoşgörülü olursanız seversiniz, sevilirsiniz. Hayallerinizin gerçekleşmesini istiyorsanız, bir kişinin hayalini
gerçekleştirin.
Her
olay, bize anlatmak istediğini bünyesinde gizleyen şifrelerden meydana gelmiş
halkalardır. Bu şifreleri çözebildiğimiz oranda huzuru yakalayabiliriz. Çünkü
tekrarlanan olaylar bize bir mesaj vermek istemektedir. O mesajı yakaladığımız,
anlayışına vardığımız AN’da olaylar zincirinin dönüşümünü kırmış ve yeni
anlayışlara yelken açmış olacağız. Tek yapmamız gereken gözlemdir. Olayın gelişi, şiddeti ve bittikten sonra bizde
bıraktığı intiba. Bunları gözlemleyebildiğimiz, aklımızla, mantığımızla mûhakeme
yapabildiğimizde, bize anlatmak istediğini anlayabildiğimizde onu rûhumuza
aktarabiliriz. İnsan yaşamda kaldırabileceği kadar olaylar yaşar. Mutluluklar
AN’lık ve geçicidir. İnsan hayatı
boyunca mutlu olamaz. Olmaya çalıştığı için mutsuzdur. Hayat boyu mutluluk sadece masallardadır. İnsan dış
kaynaklara bağlı kalmadan, mutluluğu içinde bulmalıdır. Bunun için de rûh dinginliği
ve her türlü aşırı tutkudan uzak durmak gerekir. Şükür sahip olduğun ve
olamadığın her şeye yapılmalıdır.
Nietche;
‘’Uçuruma bakarsan, uçurum da sana
bakar’’ demiştir. ‘’Hiç’liğe bakarsan, Hiç’lik de sana bakar’’. Ektiğini
biçersin, düşüncen ne ise O’sundur. Ego’ya sahibiz. Ve sahip olduğumuz şeyleri
de gerektiği zaman kullanmalı, gerektiği zaman kontrol altına almalıyız.
Istırabın kaynağı Ego’nun/Nefs’in denetlenmemesidir. Bunun ortadan kaldırılması
da; doğru anlama, doğru niyet, doğru düşünme, doğru konuşma, doğru eylem ve
çaba.....Gotama Buda buna ‘’ORTA YOL’’
der. Yaratılan ve var olan her şey bir amaç uğruna yaratılmıştır ve vardır.
Evrendeki çeşitliliğin, çokluğun aslında bir ölçü ve denge içerisinde, bir bütün halinde ‘’BÜYÜK ZEKÂ’’ unsuru olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bütün ile
anlayabileceğimiz tek şey, hepimizin bir ve bütün olduğudur. Biz hatasıyla,
doğrusuyla zaten bütüne hizmet ediyoruz, dolayısıyla da tekâmülümüzü
gerçekleştiriyoruz.
Tüm
kâinat; yasalar, ilkeler ve sistemler bütünü. Var olan her şey, canlı cansız Büyük Evren ve Küçük Evren (Atom,
Atomaltı partiküller...) bu yasalara, ilkelere ve sisteme dâhildir. Ne yaparsak
yapalım, bu yasalar ve kanunların dışına çıkamayız. Çünkü, Büyük Evren’in yapıtaşı olan insan
ve insanın yapıtaşı olan Atom ve Atomaltı dünyası, bu sistemin düzeni
içerisinde yer alır. Evren ve canlı
cansız, tüm görünen görünmeyen her şey, ihtiyaca yönelik bir düşünce
ürünüdür. ‘’Mistiklerin âlemlerin aslı
hayaldir’’ sözü buradan gelir. Hayal kelimesi gereksizdir anlamında
söylenmemiştir. Evren ilâhi düşünce
ürünüdür. İlk Rezonans, ses titreşimi ile ‘’OL’’ kelimesi ile başlar.
İlk yaratılan şey canlı düşünce enerjisiydi ve söz enerjisine dönüştü. İlk
titreşimle kâinatı meydana getiren cümle ‘’OL’’
dendi. Kuantum felsefesi de bunu tamamıyla destekler.
Kuantum
fiziğine göre; Her insanın Atomu ile bir kayanın, taşın Atomu aynıdır. Aynı
yaştadır. Hiçbir Atomun, evren var olduğundan bu yana tanesi bile
eksilmemiştir. Sadece dönüşmüştür. Bu
yüzden ölüm ve yok olma yoktur. Dönüşüm vardır. Bir organizmayı meydana
getirecek Atomlar toplanır (İcad), bir
tezahür oluşur. Ve o tezahür dağılır (İdam), başka bir tezahür oluşur. Bunun adı ölüm değil, dönüşümdür. Her
şey bir enerjidir ve sonunda aslına döner. Tüm Atom ve Atomaltı partikülleri aynı
yaştadır, ne eksilmiş ne de fazlalaşmıştır. Yok olmamış dönüşmüştür.
Sıfır
dönüşümü simgeler. Sıfır/Sifr, hiç,
boşluk anlamındadır. Tüm sayılar Bir’den
çıkmıştır. Bir’de Sıfırdan. Sıfır, ne azalır ne çoğalır. Yuvarlak, daire
şeklinde yazılır ve daire kusursuzluğun simgesidir. Mu dininde; ‘’Tanrı tektir, herşey ondan varolmuştur ve
ona dönecektir’’ kavramı daire içinde NOKTA
olarak sembolize edilir. Sırları bilen, sırları çözen Yılan da başta tıp olmak
üzere pek çok yerde karşımıza çıkmaktadır. Kuyruğunu ısırmış yılan da evrendeki
dönüşümü ifade eder.
Eski
uygarlıkların mitolojilerinde; Aslan ve Güneş ilâhi irâdeyi sembolize eder.
Atlantis’in tarih sahnesinden silindiği dönem Aslan burcuna denk gelmektedir.
Sfenks’lerin başının insan, vücudunun
ise Aslan olması bir dönüşümün
sembolüdür. Denizkızı da bunlardan biridir. İnsanlaşan Aslan’lar, bilgelikten
uzaklaşan bizim devrimizin insanlarını anlatmaktadır. Aslan’laşan insanlar ise
galaktik ırkın sembolüdür. Hz. ‘Îsâ dedi ki; ‘’Ne mutlu, insanın yediği aslana ve aslan insan olacak, ve aslanın
yediği insana ve aslan insan olacak’’.
Hz. Ali; Allah’ın Aslan’ı. Resmedildiği zaman Aslan resmi ile görülür. Hz. Ali,
‘’B’’ sırrının altındaki ‘’nokta’’. O nokta, evrenin yapıtaşı olan insandır ve
insanın yapıtaşı da Atom’dur.
Atom,
tüm kâinatın canlı veya cansızların yapıtaşıdır. Kâinatta bulunan her şey insan
bedeninde de bulunur ve eksiklikleri hayati önem taşır. İnsan da bulunan
elementler: Oksijen, Karbon, Hidrojen, Nitrojen, Kalsiyum, Fosfor, Potasyum,
Kükürt, Sodyum, Mağnezyum, Bakır, Çinko, Selenyum, Molibdenyum, Flor, Klor,
İyot, Mangan, Kobalt, Demir, Lityum, Stronsiyum, Alüminyum, Silikon, Kurşun,
Vanadyum, Arsenik, Brom. Kutsal âyetlerde anlatılan ve önemle üzerinde durulan,
insanın topraktan yaratılması,
Kuantum fiziğinde de insanın toprakla aynı Atoma sahip olduğunun bilimsel
olarak ıspatıdır.
Tüm
yaratılanlar Öz’de eşittir, farklı boyutlarda, zamanlarda ve ortamlarda
farklılık ve çeşitlilik gösterir. Bu çeşitlilik ve farklılık onların eşit
olmadığını asla göstermez. Kâinattaki tüm düzen, eşitlik ve denge, seçme
özgürlüğü ilkesinden dolayıdır. Çünkü her varlık, özündeki varlıksal ihtiyaca
uygun olanı seçer ve tatbik eder. Bir yaratılan diğer bir yaratılana müdâhalede
bulunamaz, engelleyemez, zarar veremez, önüne arkasına geçemez. Kimse kimseden
ne üstündür, ne de aşağıdadır. Çünkü eşitlik ilkesi söz konusudur. Öz’ünde birlik
ilkesi taşıyan varlık, tecrübe ve çaba göstereceği her ortamda vazifesini
lâyığıyla yerine getirmekte, O birliğe
hizmet etmektedir..
Mistiklerin
(Özündeki hakîkati arayanların) ‘’âlemlerin aslı hayaldir’’ sözü ve
kuantumun keşfi ile anlaşılan maddenin %99’unun boş olması, örtüşüyor olabilir.
Makro ve mikro kosmos boşluklardan meydana gelmiştir. İmam Rabbani (1563-1624)
maddenin içi BOŞ’tur demiştir. Bu
boşluk da ESİR maddesi ile kaplıdır.
Esir, Atomun yapıtaşıdır. Akıcı ve
nüfus edicidir. Her yerdedir. Isı, ışık ve sesin, elektriğin yayılması Esir’in
varlığının en güzel delilidir. Çünkü boşlukta ısı ve ışık yayılmaz. Tüm kâinat,
en küçük zerresine kadar Esir maddesiyle doludur. Esir denilen madde, ‘’AN’’ zaman da haberleşmeyi
sağlamakta, kâinatta her şey ‘’AN’’
zamanda haberleşmektedir.
Zaman
dediğimiz kavram, gerçekten akan bir şey midir?. Dün, bugün ve yarın. Geçmiş,
şimdi ve gelecek. Biz An’da iken geçmiş nerede?. Nereye gidiyor ya da
kayboluyor?. Gelecek önümüzde mi duruyor?. Oysa zaman gelişmiyor, akmıyor,
geçip gitmiyor. Bizim beyinlerimiz, algılarımız, bilinçlerimiz gelişiyor,
bedenlerimiz gelişime uğruyor, teknolojide varılan sonuçlar gelişiyor, fakat
zaman ne ilerliyor, ne geriliyor. Zaman sonsuz bir kavram. Zihin geçmiş ve
gelecekte iken, bizim bedenimiz şimdi de. Şimdinin ve An’ın enerjisini alamıyor
bir türlü. Zihin o kadar meşgul ki, gelen enerjiler ona teğet geçip gidiyor. Şimdi’nin
gücünü bir türlü yakalayamıyor.
Hayatta
başarıyı yakalamış ve planlarını gerçekleştirebilen kişiler, örnekleri saymakla
bitmeyecek kişiler var; onların bedenlerinin ve zihinlerinin aynı zamanda
yaşamayı başarabilmesinden dolayıdır. Şimdi’nin gücü işte burada yatıyor. Zaman ile mekânı çakıştırmak.
Başına gelen her şeyin ona ceza
olarak verildiğini düşünenler, şansının yaver gitmediğini düşünenler, sürekli
kaderine kızanlar ve küsenler. Geçmişteki her şeyi affetme, korkularını yenme
çalışmaları, planlar, hedefler.... An’ı bir kez yaşadığımızda aldığımız haz,
bizi hep An’da kalmaya ikna edecektir. Sezgilerimiz artacak, rüyalarımız
değişecek, düşüncelerimiz pozitifleşecek, daha mutlu ve huzurlu olacağız. Çünkü
An’daki enerji evrensel enerjidir, bütündür, ne geçmiş vardır, ne gelecek.
Zaman ve mekân mevhumu geçicidir. Her şey An’da gerçekleşmektedir.
Kutsal
âyetlerde bahsedilen en çarpıcı sembolik ifade ‘’DİRİ’’ olma meselesidir. Kuantum kavramı, her şeyin canlı
olduğunu ortaya koyar. Tüm kâinat canlıdır ve her türlü bilgiyi bünyesinde
saklar. Diri Bilge’liktir, bilginin
sembolüdür. Çünkü ölüm ve uyku dünya yaşamını simgelerken, DİRİ olmak, BİLGİ sahibi olma anlamında
kullanılmıştır. Eğer insan, ezel ile ebed arasında rûhun varlığının
amacını, dünyadaki yaşamın uyku ve dünya malının geçici olduğunu bilirse diri olacaktır.
Dirilik yüce Yaradan’a kavuşmaktır. Diri ve ölümsüz Yaradandır. Tek yol ve
hedef; gerçek bilgiye ulaşma ve Yaradan’ı tanımadır. Bunun için de yola kendimizi tanıyarak çıkmalıyız. Tüm
dinlerin; inanç, ahlâk ve felsefi sistemlerin, en ilkel inanışların bile ortak
özelliklerinden bir tanesi insanın kendisini tanımasıdır. ‘’İlacın senin kendindedir ve görmüyorsun
ve hastalığın da senden, ama şuuruna varamıyorsun ve sen kendi cirmini çok
küçük zannediyorsun, halbuki âlem-i ekber senin içindedir’’ (Hz. Ali)
Bilgi
tek bir kaynaktan yayılır. Biz varlıklara düşen onu uygulamak ve bilgi ile
hareket etmek, naçizane yorumlamaktır. Bilgi paylaştıkça değer kazanır
ve değeri artar. Bilgiye sahip çıkalım, koruyalım, paylaşalım ama
sahiplenmeyelim, kendimize mal etmeyelim. Her şeyin Öz’ü birdir. Kâinat (görünen
ve görünmeyen evren) bilgi ile inşa
edilmiştir. Bizlerin Öz’ü bilgidir. Bilgi bize, dosdoğru ve apaçık verilmiyor.
Şifrelerle, kodlarla ya da sembollerle kapatılarak aktarılıyor. Araştır ve bul;
yaşa ve öğren; düşe kalka çabala ve bul. Yani bize hedeflenen kendi kendimize
bulmamız. Herkes kendi yolunu kendi bulmalı. Fakat o yolu bulanlar da nasıl
bulduklarını anlatmalı ki, bir sonrakilere yardımı olabilsin. Gerçek, herkesin
içinde, gönlünde ve rûhunda gizlidir. Herkesin bir gerçeği vardır. Bizler
hepimiz tek tek, rûhumuzun enerjisini yeryüzüne, maddeye aktarmak ve maddeyi de
tekâmül ettirmekle görevli varlıklarız.
Özünde
tüm bilgilere sahip olan varlık, dünyaya doğduğunda tüm gerçekleri neden
unutmuştur?. Neden kendisine sürekli hatırlatılması için görevli varlıklar
gönderilmiştir ve ayetler, kutsal kitaplar sunulmuştur?. Dünya üzerinde bulunan
dört kutsal kitap, birbirini tamamlayıcı bilgiye sahiptir ve en son gönderilen
Kûr’an’daki tamamlayıcı ve bütünleyici bilgi
akışı ile son bulmuştur.
Beden
ölüyor, toprak oluyor; tüm bilgileri, DNA bilgileri kaybolmuyor, toprağa
karışıyor. Atomları titreşiyor ve evren ile Rezonansa giriyor. Bilgi kaybolmuyor. Hiçbir Atom
kaybolmuyor, sadece dönüşüyor. Çünkü tüm yaşadıklarımız bedene, hücrelere ve
Atoma siniyor ve ölünce bu toprağa geçiyor, oradan titreşmeye devam ediyor ve biz
topraktan besleniyoruz. Dönüşüm var, bilgi de dönüşüyor. Tekrar
doğanlara geri dönüyor bilgilerimiz. Rûh
başka bir bedenden diğerine bedenlenmiyor, bilgi yeniden bedenleniyor. Bilginin
yeniden doğuşu, yoksa bir insanın yeniden doğması değil. Bilginin
sürekli kayıt halinde olduğu bir evrende yaşıyoruz. Sevgi; evrensel bilgi deposuyla, kaynağıyla Rezonansa girilerek bilgi
edinilmesi en önemli titreşimlerinden biri.
Evren,
kâinat ve tüm âlemler ile onlar içerisinde bulunan görünen/görünmeyen tüm
varlıklar arasında iletişimi sağlayan, haberleşmeyi tanzim eden basit bir enzim
daha var. Adı DMT. Kısaca Tanrısal parçacık. Beyinde EPİFİZ BEZİ’nin bir enzimi.
Ancak derin uyku esnasında, yani REM
uyku devresinde salgılanıyor. Hatta zifiri karanlıkta. Salgılanması rüyaların
görüldüğü evreye denk geliyor ve etkilerinin arasında zaman algısında değişim
oluyor. Sadece doğum ve ölüm anında en yüksek seviyede salgılanıyor. Gece
yarısından sonra da beynimizde minumum düzeyde bir salgı var. Kısacası geceleri
evren ve tüm varlıklar ile iletişim halinde insan. Bilgi alışverişi.
Ancak;
Varlık bildiğinden sorumludur. Merkeze yaklaştıkça mesâfe azalır fakat bilgi ve
sorumluluk artar. Merkeze ne kadar
yakınsan, o kadar uzağa fırlarsın. Ne kadar çok bilgi, o kadar
sorumluluk demektir ve beraberinde bir o kadar da imtihan getirir. Bu
imtihanlar hiç bilmeyen bir kişinin yaşadığı imtihanlarla kıyaslanamaz. Çünkü
bilenle bilmeyen bir değildir artık. Herkes
bilgisi sorumluluğunda imtihanlar yaşar. İmtihanı geçmemek diye bir
durum söz sonusu değildir, önemli olan ne kadar zamanda olayı toparlayabildiğin
ve farkına vardığındır. Sen Bir GÖZLEMCİ’sin,
Çemberin hem içinde, hem dışında olmalısın.
Belki
üç boyutlu dünyada yaşıyoruz, fakat zihin olarak hâlâ iki boyuttayız.
Zihnimizin sınırlarını biraz açarak, evrendeki enerjiyle etkileşerek, Yüce
Yaradan’ın izlerini takip etsek ve yorumlasak,
gerçeğe ulaşmamız ‘’AN’’ meselesidir.
ÖZET’le; Kuantum fiziğini anlamadan, kuantum felsefesini
çözmek; yaşamı, doğayı, evreni ve insan davranışlarını anlamak mümkün olamaz.
Atom seviyesindeki partiküllerin çalışma prensibini anlarsak var olan her şeyi
de idrakimiz ölçüsünde anlayabiliriz. Sadakallâhül Azim.
Kaynak: Kevser Yeşiltaş/ Kuantum fiziği
ve Felsefesi