İŞARET- 3
Deniz Erten’in ‘’İŞARET’’ kitaplarının 3. Serisinin kısa özetidir.
‘’ÂLEM’’ olan her birimiz için ve ‘’ÂLEM’’ olan KÂİNAT için her şey
RAB’bim tarafından en güzel şekilde planlanmıştır. ‘’Kâinat’’ senin
‘’bilincinin aynası’’ dır. Burada tekâmül etmek ve sana verilen ‘’varoluşu’’
sonsuza taşımak terbiyesinde olduğunu İLİM ve İDRAK etmeye başladığında hayatın
‘’görünenine’’ ilişkin tüm kabullerin değişmeye başlar. Burası ‘’AYNA’’ olduğu
için aynada kişinin aksi gerçeklerin
‘’ZIDDI’’ olarak ‘’TERS’’ten yansır. İşte kişi rüya olan bu dünyada
uyanmaya başladığında, artık bu kâinat aynası ona sağı sol olarak değil, sağı
sağ olarak yansıtır ve yaşadıkları ‘’hakîki hale gelmeye’’ başlar.
İslâmiyette ‘’Salih rüya’’ Peygamberliğin kırk altı cüzünden biri kabul
edilir. Çünkü Salih rüyada bir kişi, bir olayı ‘’MİSAL’’ âleminde ‘’olacağı
veya olduğu’’ gibi görür. Bunun dışında olan rüyalar ise ‘’TERS’’ten
yorumlanır. MİSAL âlemi olacak her şeyin ‘’MODELİ’’ nin olduğu bir âlemdir. Salih
rüya ancak ‘’ıslah’’ edilmiş, yani temizlenmiş bilinç tarafından MİSAL
âleminden(her şey, gelecek-geçmiş tümüyle halihazırda var olduğu üst âlem olan
model âleminden) kişinin bilincine kanalize edilir. Bunun için ‘’her şey olup
bitmiştir’’ denilir. Biz şu anda ZAMAN içinde olan, biten her şeyi ve
yaptıklarımızı, RAB’bimizin yanında RAB’bimizle beraber yine ‘’AN’’ da izliyor
ve bunlara GÖZLEMCİ olarak ŞAHİT tutuluyoruz. Buradaki yolculuğumuz, bize
RAB’bimizi ve kendimizi tanıma fırsatı veriyor ve bizi sonsuz bir varoluşa
götürüyor.
Islah edilmiş; yani tüm manevî şart ve proğramlardan arındırılmış,
‘’adet’’ denilen bedensel alışkanlıkları kırmış ve temizlenmiş bilinç, ‘’ümmi’’
yani annesinden doğduğu gibi tertemiz olmaya başlamış bilinçtir. İşte bu kişi,
‘’ilâhi bilgi akışıyla’’ kendi İSMİ/ESMA’sından dolayı, kendindeki RESÛL, yani ‘’RAB’binden bilgi alan ve veren’’ ilâhi
özelliğini yansıtmaya başlar. Peygamber Efendimiz; Allah’ın bütün isimleri
kendisinde CEM olduğundan, ‘’tüm haber veren mertebeleri de kendinde toplayan
bilinç’’tir. Bizlerse kendi isimlerimiz gereği, O’nun şemsiyesi altındaki ismin
haber veren ve alanlarız. Bu nedenle, ‘’BİLGİ’’ Allah’tan onun vesîlesiyle
alındığı için Peygamber Efendimiz’e(s.a.v.) ‘’SALAVAT’’ getirmek çok önemlidir.
Ana kaynaktan ne kadar çok BİLGİ alırsak, o oranda yüksek bilince ve tekâmüle
ereriz.
Eğer yolumuz hüzünden geçiyorsa, HAZİNE’ye yol alıyoruz demektir. Çünkü
her HAZİNE’nin HAZİN bir hikâyesi vardır. İşte eğitimin aslı budur. Kendindeki
ilâhi HAKÎKAT’i, ESMA’nı açığa çıkarıp, ona DÖNÜŞÜP, onu ALLAH bilincine
yükseltip, sahibine iade edip, bu dünya yolculuğunda, sendeki ‘’KABIN
ÖLÇÜSÜNDEKİ’’ Allah tecellisiyle OKU’maya, tekâmül etmeye başlaman. İnsan
başkasının toprağına göz dilmek yerine, kendi toprağındaki ALTIN’ı aramalıdır.
Herkesin kendi HAZİNE’si, Rabb’i tarafından kendisine has olarak tasarlanmış ve
eşsizdir. Herkes kendi hakîkatinin SİMYACI’sı olmalıdır. Her insanda aynı ESMA
ve SIFATLAR vardır, sadece tezâhür ağırlıkları farklıdır. Biz kendi ESMA’mızı
açığa çıkartıp, Allah bilincine ulaştığımızda tüm ESMA ‘lar denizi içinde, aynı
ESMA’ların farklı ağırlıklarda iç içe geçmiş olduğunu görürüz.
Bizler beden alanlarımızın, fiziksel varlığımızın ötesine geçtiğimizde,
tüm varlıkların kaynağı olan enerjinin TEK olduğunu anlarız. Etrafımızda beden
ya da madde olarak gördüğümüz EŞYA’lar aslında bir ESMA terkibinin beyin
bilgisayarı tarafından okunmuş görüntüleridir. Eşya; Esma ve sıfatların
mânâlarının, beyin tarafından okunabilmesi için dünya sabit frekansına göre
indirgenmiş haldir. Örn. Mandalina sandığımız ŞEY, Mandalina görüntüsünü ve
titreşimini oluşturan ESMA’nın beyin tarafından okunmuş görüntüsüdür. Eğer
beden algısının ötesine geçebilirsek, ekrana düşen görüntünün arkasındaki
yazılımın, ESMA mânâlarını fark ederiz. Örn. Âlim ESMA’sına giren kişi, bu
ESMA’nın herkeste, ancak farklı ağırlıklarda olduğunu anlar, böylece SEN-BEN
farkı kalmaz ve kendindeki ilâhi hakikatin açığa çıkmasına ŞAHİT olur.
İnsanın hedefi kendi hakikatini gerçekleştirmek, yani islâmi tabiriyle
‘’ölmeden önce ölmek ve miracını yapmak’’tır. Buradaki İSMİMİZİN, HAKK’taki
ESMA ile buluşması ‘’MİRAÇ’’dır. Her birimiz kendi Miracımızı kendi
çapımızda yapıp ebediyetimize kavuşabiliriz. Bu konuda Kâmil bir metod yoktur. İnsanlığın
lideri ve imamı Peygamber’imizi, bize sunulan teslimiyet ve İmân metodlarını
takip etmek sûretiyle bir dağda, bir köyde, okuma yazma dahi bilmeyen bir
çiftçi, Miracını o sağlam imânıyla kendi kabının gerektirdiği kadarıyla
yapabilir. Kişi, herhangi bir ilmi yoldan gitmeden, Rabb’i için tertemiz bir
hale gelme gayreti, Kûr’an ve Peygamber’ine uyarak da miracını
gerçekleştirebilir. Ne kadar mahlûk, ne kadar nefes varsa, o kadar Hakk’a giden
yol vardır. Mahlûkatların istîdat, kâbiliyet, Mizaç ve fıtratları birbirinden
farklı olduğundan her birinin Hakk’a varış yolları da bir diğerinden farklıdır.
Kimi Hakk’a ilimle varmayı, kimi zikirle varmayı kimi sessiz zikri, kimi
hararetli zikri sever. Tesbihat ve zikirlerden ise en temel olanı ‘’Lâ ilâhe
İllallah’’ ve ‘’Salavat’’tır. Bu iki zikir, sâlik yani yolcu için bir anahtarın
iki dişi gibidir. ‘’Kapı’’nın açılması için bu iki diş bir arada olmalıdır. HAKK’ın
HALK’ına HİZMET de çok önemlidir. Allah rızası için; Salih amel işlemek,
Hayır-Hasenat yapmak, İlim yaymak.. ... Allah’a varış iki şekilde tanımlanır:
1)-Âlemi, kendini, nefsini tanımak sûretiyle Rabb’ine varmak (Tarikatların metodu budur)
2)- Önce Allah’ı tanımak ve Allah’ı
tanımak sûretiyle kendine varmak.
Her birimiz 18 bin âlemdem geçerek bu dünyaya gönderildik. Her âlemde
de o âleme uygun beşeri özelliklerden giydirildik. Rabb’imizden üflenen ‘’SAF’’
Rûh yani SIR’rımız, atalarımızdan gelen genetik miraslar, DNA’mız, doğum anında
yıldızların üzerimizde oluşturduğu etkiler, dört unsur ve daha nice beşeri
özellikler. Şimdi aşağıdan yukarıya doğru çıkma aşamasındayız. En alt seviye
BİLİNÇ olan Dünya hayatından bir üst mertebeye çıkışda, bize inerken
giydirilenleri her geçtiğimiz âlem katında bırakacak ve en son katmanda RAB’bimize
geri dönüp onda FANÎ olacağız. FENÂ’dan sonra da BEKÂ’ya ulaşarak, bizdeki Hakk
ile burada Rab’bimize olan kulluğu devam ettirip, aslında bize bakanın O’nun
tecellisinden başka bir şey görmediği noktaya ulaşma serüvenini
deneyimleyeceğiz. Bu geri dönüş serüveninde Allah’a davet üç şekilde olur:
1)- Rabbani davet. 2)- Rahmanî davet. 3)- İlâhi davet
Bir kişi Allah’ı ‘’cezalandırıcı’’ olarak tanıyorsa, kendisinde
Allah’ın Celâli bir İSMİ var demektir ve bu kişi karşısındakini Allah’a
korkutarak davet eder. Çünkü; Rab ismi onda bu şekilde tezâhür etmiştir. Bu
eksik bir davettir. ‘’Allah kulunun
zannı üzeredir’’. Eğer kişi, olmuş, olabilecek en güzel ve net AYNA
olan Allah’ta zûlüm görüyorsa, bu onun kendisinde zûlmedici tarafların
olduğunun işâretidir. Bir başka kişi, Allah’ı ‘’affedici’’ olarak tanıyorsa,
onda da Allah’ın Cemâli bir ismi var demektir ve karşısındaki kişiyi Allah’a daveti de Allah’ın merhamet ve şefkati üzerine
olacaktır (Rahmanî davet). Bu da eksik(ve kendi zannınca) bir davettir. ‘’KÂMİL
ÇAĞRI’’ ilâhi davettir ki bunu ancak Rabbi Has’ından Rabbi-l Âlemin’e
ulaşmış Keşif ehli yapabilir. Kâmil çağrı; ancak yaşanan duruma, o an ki
şartlara ve Celâl ve Cemâl tecellilerinden hangisi öne çıkmalıysa ona göre
yapılan çağrıdır. İnsanları ‘’ötekileştirmeden’’ hakîki mânâda ‘’iyiliği
emredip, kötülükten men etme’’ ancak Basîret sahibi, keşif ehlince yapılabilir.
Bu nedenle Allah’ı kendi algılarına göre tanıyanların çağrıları kendi Rabbi
tecellileri ile sınırlı ve bütünsellikten uzaktır. Bizler bir kişiye DUA
edeceksek, o kişinin dileğini Rabbi-l Âlemin’den istemeliyiz. Çünkü kişi bilinç
olarak Rabbi Has’ından çıkamadıysa, dileği, kendi Rabbi tecelli mertebesinden
ister ki, OLMAZ.
BASİRET; idrâk kuvveti, anlayış/kavrayış, derin görüş, öngörü
gücü, İDRÂK EDEN KALP, HAKK’ı
BÂTIL’dan ayıran MÂRİFET İLMİ için kullanılır. BASİRET ayrıca; ‘’yaralı
bir hayvanı izleyen AVCI hayvanın, onun izini sürmeye yarıyan kanına da
denilmiştir. Yani ‘’AVCI’yı AV’a götüren İZ’ler’’.
Enam=Hayvan=Hayy, Anımal=Animasyon=Canlandırma. Bu hayat; kişinin
HAYVAN’î varlığından İNSAN’î varlığına yani BEŞER’likten İNSAN’lığa
yolculuktur. Bedenimiz de, ESMA’larımızı taşıyan birer binek hayvanıdır. Hayvan
ve Melekler tekâmülle yükümlü değildir. Onlar kendi ilim seviyelerinin ötesine
geçemezler, bunun üstünde bir mertebeye çıkma yetkileri ve sorumlulukları da
yoktur. Ama İNSAN, bileşik bir varlık olduğundan tüm mertebeleri, maden, bitki,
hayvan, Melek kendinde bulundurur. Dolayısıyla da İNSAN’ın tüm varlığı kapsayan
bilince ulaşması beklenir.
KALP; İnkilâp eden, dönüşen, gelişen anlamındadır. İdrâk merkezi AKIL
değil, KALP’tir. Âyetleri ve Kur’an’ı okurken ve tefekkür ederken iki şekilde
görmeliyiz.
1)-Âyetin, senin bilincindeki yansımasının açılımı yani senin
‘’içsel âlemine’’ seslenişi ‘’ENFÜS,
2)- Âyetlerin senin bilincinin ‘’AYNA’’sı olan kâinatta yani ‘’dış dünyada’’
yansıması ‘’AFAK’’ olarak adlandırılır.
ÂDEM’dekinin ÂLEM’e yansıması olan bu sistem, sana seni göstermek ve
eksiklerini tamamlayıp fazlalıklarını dengelemek için çalışır. ‘’Şu dünya DAĞ gibidir, ona nasıl
seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir’’ der Şems-i Tebrizi. Yaşadığımız,
yaşamakta olduğumuz ve yaşayacağımız her şey, kitapların anası olan Kûr’an’da
mevcûddur. Allah her kulu varoluş sebebine, yapması gerekene, yaradılış amacına
göre gerekli ilim ve özellikler ile donatarak yarattı. İşte tüm bu hakikat
ışığında yapmamız gereken de, bize ‘’yüklenmiş bilgileri’’ hatırlamak için
SAF’laşmak, ARI gibi temiz ve çalışkan olmak. Kûr’an; aslen bir ‘’TELKİN’’
kitabı olup, hedefi bilincimizi dönüştürmektir. Biz dönüşünce yani içsel
âlemimizi ‘’Enfüs’’ümüzü, Kâbe olan Kalbimizi temizledikçe, ‘’AFAK’’ olan dış
dünyamız da değişecektir. Çünkü’’Allah
kulunun zannı, yani bilinci üzeredir’’. Bilincimizi dönüştürebilirsek,
Allah’ın AYNA sisteminin bize olan davranış şekli de dönüşecektir. Kuantum
mekaniğine göre her parçacığın bir alanı vardır ve parçacığı dönüştürmek
istediğinde bu işin sırrı parçacığa bağlı olan ‘’alanı’’ yani ‘’enerji’’yi
değiştirmektir.
Bedendeki RÛH ‘’MİRAÇ’’ edip, Hakk’a yani SIR’rına ulaşarak, bedenden
sıyrılıp, aslî hakîkatine ulaşmak için özlem duyar. Bir kafese tıkılmış RÛH,
kınında saklı bir kılıç gibi ona ‘’üflenmiş’’ onca Kudret’ine rağmen sıkışıp
kalmıştır. RÛH dünyaya niye geldiğini bilir ve kendisini taşıyanı tekâmül
etmesi için adeta oraya buraya savurur. Depresyon, bipolar, panik atak ve
psikolojik rahatsızlıkların çoğu da aslında insanların ‘’Rûhlarının tekâmül etme isteğinin’’ bedensel dürtüler ve
hayvani nefis tarafından bastırılmasının kişideki tezahürüdür. Bütün yaşanan
olumsuzluklar, Allah’ın bizleri eğitim proğramında tutmak, dönüştürmek ve temizlemek
istemesindendir. Başta ailemiz olmak üzere hayatımızdaki herkes, her ŞEY RAB’bi
tecellinin elbise giymiş görüntüleridir. Hatta tüm hayatımız boyunca bir kez,
sadece bir saniye için evimizin kapısının önünden geçmiş adam da dahil, bizi
olmamız gerekene dönüştürmek için Allah’ın kurduğu eğitim ekibidir. Allah
kâinatı ve olabilecek tüm manyetik alan ve kuvvetleri bizi yetiştirmek için
düzenleyip, belirli vakitlerde resmi olarak SALAT’a davet eder. SALAT/NAMAZ
bağlantı demektir. Biz NAMAZ esnasında hedeflenen FENÂ ve BEKÂ ‘ya
ulaşabilirsek ‘’ZAMAN’’a maruz kalan beden boyutundan ‘’AN’’a yani zamanın
ötesindeki ‘’RÛH’’ boyutuna çıkarız. Namazdan sonra 33’er kere zikredilen
Sübhanallah, Allahuekber ve Elhamdülillah sözleri 33 boğumlu OMURİLİK kablosu
ile beyne telkin ve hatırlatmadır.
Bu dünya bir RÜYA’dır.. Ve bu rüya tabir edilmelidir. Bu dünya hayatının
tabiri de âhiret hayatıdır. Dolayısıyla rüyadan/simülasyondan ibaret olan bu
âlemde hakikate uyanmak için Rab’bimiz tarafından sarsılmamız gerekir. İşte
tasavvufta ‘’KABZ’’ denilen bir tür bilinç sıkışması hali, aslında ardından
gelecek olan ‘’BAST’’ bilinç genişlemesi için bilincin hazırlanmasıdır.
Kûr’an kişinin güzel gözler söylemesini telkin eder. Çünkü bu sözler biz
görmesek dahi sûret giyerek bizimle beraber kıyamete kadar beraber olup, bize
şahitlik edecektir. Çirkin söz söylendiğinde TÖVBE etmek, bu sözlerin
sûretlerini güzele çevirir. Kâinat; Rahman’ın nefesinden oluşmuştur ve sonsuz
bir bilinç denizidir. Bu bilinç denizi içinde tüm seslere ve kelimelere
karşılık gelen frekanslar bulunur. Dünya âhiretin tarlasıdır ve bizler burada
ürettiğimiz her şeyin karşılığını/cezasını alacağız.
İnsan sürekli olarak bilgi alan ve veren bir varlıktır. Her birimiz
gerek uyurken, gerek uyanıkken içerdiğimiz ilmi, farklı farklı şekillerde
evrensel ilim denizine yaymaktayız. Bu nedenle herkes birbiriyle farkında
bile olmadan etkileşmekte ve bu şekilde de herkesin ilmi kesişmek sûretiyle bir
hologram oluşturmaktadır. İşte insan bilinci, insanlığa ilişkin büyük bir ilim
hologramıdır. Hepimiz TEK bir BİLİNÇ, TEK bir AKIL’ız. Bu nedenle; bizlerin yaptığı
her şey, sadece kendimizi değil, herkesi, dünyayı ve kâinatı da etkiliyor. Kûr’an’da
bahsedilen; ‘’Masum bir kişiyi
öldürmek tüm insanlığı öldürmek,
yaşatmaksa tüm insanlığı yaşatmak gibidir’’ âyeti bunu anlatır. Yapılan hayırlı bir işten dolayı tüm kâinat
insana duacı iken, kötü işten dolayı da şikayetçi olur.
Ahirette bizi bu dünyada yaptıklarımız karşılayacak ve insan âhiret’te
Rûhaniyetinin sûretinde dirilecektir. Bu
nedenle hem dünya, hem de âhiret için çalışmak çok önemli. Biz dünyada
yaşadığımız süreyi Rıza-i İlâhi’yi gözeterek geçirirsek, buradaki hayatımız
ibâdet hükmüne girer. Hedef; DOĞRU, DENGE’de ve ADİL bir insan olmak. Bilinç
ölümden sonra da devam ediyor. Peygamberimiz, âhirete göçtüğünden beri hâlâ kaç
kişinin rüyasına giriyor. Yani hâlâ aktif. Hatta her ayın belli bir gününde
kâinatın yönetimi için geçmişte yaşamış, ancak hakîkatte hâlâ diri olan Allah
dostlarıyla buluştuğu detaylarıyla anlatılıyor.
Kâinat sadece İNSAN varsa ‘’VAR’’ ve Kâinat’da o kişinin idrâkine göre ‘’VAR’’. Dışarıda
gördüğümüz her şey yalnızca bizim bilincimizin yansıması. Hz.Peygamber’imiz; ‘’Bu dünya rüyadır’’ demiş, bu
anlayış bugün pek çok bilim insanınca da kabul görmüştür. Rüyada görülen EŞYA
başka bir hakîkati sembolize eden bir işarettir, simgedir. Bu dünya RÜYA ise, o
zaman bu dünyada görülen her şey başka ŞEY’lerin sembolü ve işaretidir. Örn:
Afakta yani dış âlemde gördüğün okyanus ve denizler, Enfüs’te bizim bilincimizi
sembolize eder. Denizde canlıların yaşaması PLANKTON’lara bağlıdır.
Plankton’ların herhangi bir sebeple kaybolması BALIK neslinin yok olmasına ve
DENİZ ANALARI’nın denizleri istila etmesine yol açar. Deniz analarının BEYNİ ve
OMURGASI yoktur. Dünya böyle yorumlandığında, beyinsiz ve omurgasız insanların
varlığının çoğalacağı anlaşılır. Dünyayı yorumlamaya devam edersek, Kûr’an’da
geçen KEVSER (sütten ak bir nehir)kelimesin 1950 ‘li yıllarda keşfedilen, 13
Milyar ışık yılı uzaklıkta olmasına rağmen GÜNEŞ’ten trilyonlarca kat daha fazla
ışık ve radyasyon saçan KUASAR’ları ifade ettiğine inanıldığı söylenebilir.
KUASAR’ların KARA DELİK’lerin zıddı AK DELİKLER olabileceği anlayışı yaygındır.
KISA ÖZETLER: Hidayet(Doğru yol), Hediye demektir. Tesbih, bir
anlamıyla yüzmek, bir anlamıyla ise bir parçacığın merkezinden koparak hedefine
doğru yol almasıdır. Kaderin değişmesi de Kader dahilindedir. Bizler gölgenin
gölgeleriyiz. Yapmamız gereken gölgemizi aslî hakikatimize iade etmektir. Sûre,
tasavvur, hayal etmedir. Kabiliyet-Kabala, kab’ı kadar kabul etmektir. Kosmos,
kozmetik yani güzelleşmek ile aynı köktendir. İlim-Amel- Lema(Güneş gibi
parlamak) aynı kektendir. İkon, PUT demektir. Önce şimşek çakar, gök gürültüsü
sonra duyulur. Her şey olup biter, algı sonra oluşur. Vefat bir Vefa borcudur.
Aşk-Işk-Işık aynı köktendir. İlmin sonu cehalettir. İnsanoğlu bencildir. Zarar
gördüğü kişinin Allah tarafından ceza görmesini beklerken ve arzularken, kendi
ceza gördüğünde bunu sorgular. İblis, biri iki gösteren sistemdir.Keşif Ehli,
keşfeden demektir. Keşif ehli müthiş bir zevk içindedir ve bu ‘ekstazi’ etkisi
yaratır. Ekstazi=Ex (bedende ölme). Depresyon, Rûh’un tekâmül etme savaşıdır. Sakın
yemin etme, Allah yemini çok önemser. Sözün yetsin. Rezonans gereği kiminle
yakınlaşırsan, onun bilinç seviyesine uyumlanırsın. Biyo-Manyetik rezonans; Güçlü
rezonansı olanın, zayıfı etkisi altına almasıdır. Bu nedenle Hz. Peygamber
insanlığın lideri, Kûr’an da kitapların lideridir. Biz geleceğe değil, geçmişe
gidiyoruz. Dünya buz, Ahiret SU’dur. Karınca iki boyutlu görür, derinlik
görmez. Öfkelendiğinizde hemen ABDEST alınız. Çünkü, ATEŞ’i SU söndürür. Kendini
kontrol edemeyen (Takva), başkalarını yönetemez. Bizim ve geçmiş nesillerimizin
bilerek veya bilmeyerek işlediği günahlarının temizlenmesi için TÖVBE namazının
kılınması gerekir. Her insan suistimale yatkındır. Eğer doğru ve güzel bir
insan olmak istiyorsan, hem sevdiğin hem de otoritesinden çekindiğin biri
(ALLAH’ımız) muhakkak olmalı hayatımızda. Hayatın temeli DENGE’dir.
Otoritesiz sevgi, sevgisiz otorite olmaz. ‘’Eşhedü
en lâ ilâhe illallah’’ Şahidim ki her yerde, her şeyde var olan yegâne
Allah’tır. Yaşadığım herşey Allah’tandır ve herkes Allah’ımın vechidir. İsim ve
sıfatlarının Ayna’larıdır.