2 Nisan 2018 Pazartesi

İŞARET- 3

Deniz Erten’in ‘’İŞARET’’ kitaplarının 3. Serisinin kısa özetidir.

‘’ÂLEM’’ olan her birimiz için ve ‘’ÂLEM’’ olan KÂİNAT için her şey RAB’bim tarafından en güzel şekilde planlanmıştır. ‘’Kâinat’’ senin ‘’bilincinin aynası’’ dır. Burada tekâmül etmek ve sana verilen ‘’varoluşu’’ sonsuza taşımak terbiyesinde olduğunu İLİM ve İDRAK etmeye başladığında hayatın ‘’görünenine’’ ilişkin tüm kabullerin değişmeye başlar. Burası ‘’AYNA’’ olduğu için aynada kişinin aksi  gerçeklerin ‘’ZIDDI’’ olarak ‘’TERS’’ten yansır. İşte kişi rüya olan bu dünyada uyanmaya başladığında, artık bu kâinat aynası ona sağı sol olarak değil, sağı sağ olarak yansıtır ve yaşadıkları ‘’hakîki hale gelmeye’’ başlar.

İslâmiyette ‘’Salih rüya’’ Peygamberliğin kırk altı cüzünden biri kabul edilir. Çünkü Salih rüyada bir kişi, bir olayı ‘’MİSAL’’ âleminde ‘’olacağı veya olduğu’’ gibi görür. Bunun dışında olan rüyalar ise ‘’TERS’’ten yorumlanır. MİSAL âlemi olacak her şeyin ‘’MODELİ’’ nin olduğu bir âlemdir. Salih rüya ancak ‘’ıslah’’ edilmiş, yani temizlenmiş bilinç tarafından MİSAL âleminden(her şey, gelecek-geçmiş tümüyle halihazırda var olduğu üst âlem olan model âleminden) kişinin bilincine kanalize edilir. Bunun için ‘’her şey olup bitmiştir’’ denilir. Biz şu anda ZAMAN içinde olan, biten her şeyi ve yaptıklarımızı, RAB’bimizin yanında RAB’bimizle beraber yine ‘’AN’’ da izliyor ve bunlara GÖZLEMCİ olarak ŞAHİT tutuluyoruz. Buradaki yolculuğumuz, bize RAB’bimizi ve kendimizi tanıma fırsatı veriyor ve bizi sonsuz bir varoluşa götürüyor.

Islah edilmiş; yani tüm manevî şart ve proğramlardan arındırılmış, ‘’adet’’ denilen bedensel alışkanlıkları kırmış ve temizlenmiş bilinç, ‘’ümmi’’ yani annesinden doğduğu gibi tertemiz olmaya başlamış bilinçtir. İşte bu kişi, ‘’ilâhi bilgi akışıyla’’ kendi İSMİ/ESMA’sından dolayı, kendindeki RESÛL, yani  ‘’RAB’binden bilgi alan ve veren’’ ilâhi özelliğini yansıtmaya başlar. Peygamber Efendimiz; Allah’ın bütün isimleri kendisinde CEM olduğundan, ‘’tüm haber veren mertebeleri de kendinde toplayan bilinç’’tir. Bizlerse kendi isimlerimiz gereği, O’nun şemsiyesi altındaki ismin haber veren ve alanlarız. Bu nedenle, ‘’BİLGİ’’ Allah’tan onun vesîlesiyle alındığı için Peygamber Efendimiz’e(s.a.v.) ‘’SALAVAT’’ getirmek çok önemlidir. Ana kaynaktan ne kadar çok BİLGİ alırsak, o oranda yüksek bilince ve tekâmüle ereriz.

Eğer yolumuz hüzünden geçiyorsa, HAZİNE’ye yol alıyoruz demektir. Çünkü her HAZİNE’nin HAZİN bir hikâyesi vardır. İşte eğitimin aslı budur. Kendindeki ilâhi HAKÎKAT’i, ESMA’nı açığa çıkarıp, ona DÖNÜŞÜP, onu ALLAH bilincine yükseltip, sahibine iade edip, bu dünya yolculuğunda, sendeki ‘’KABIN ÖLÇÜSÜNDEKİ’’ Allah tecellisiyle OKU’maya, tekâmül etmeye başlaman. İnsan başkasının toprağına göz dilmek yerine, kendi toprağındaki ALTIN’ı aramalıdır. Herkesin kendi HAZİNE’si, Rabb’i tarafından kendisine has olarak tasarlanmış ve eşsizdir. Herkes kendi hakîkatinin SİMYACI’sı olmalıdır. Her insanda aynı ESMA ve SIFATLAR vardır, sadece tezâhür ağırlıkları farklıdır. Biz kendi ESMA’mızı açığa çıkartıp, Allah bilincine ulaştığımızda tüm ESMA ‘lar denizi içinde, aynı ESMA’ların farklı ağırlıklarda iç içe geçmiş olduğunu görürüz.

Bizler beden alanlarımızın, fiziksel varlığımızın ötesine geçtiğimizde, tüm varlıkların kaynağı olan enerjinin TEK olduğunu anlarız. Etrafımızda beden ya da madde olarak gördüğümüz EŞYA’lar aslında bir ESMA terkibinin beyin bilgisayarı tarafından okunmuş görüntüleridir. Eşya; Esma ve sıfatların mânâlarının, beyin tarafından okunabilmesi için dünya sabit frekansına göre indirgenmiş haldir. Örn. Mandalina sandığımız ŞEY, Mandalina görüntüsünü ve titreşimini oluşturan ESMA’nın beyin tarafından okunmuş görüntüsüdür. Eğer beden algısının ötesine geçebilirsek, ekrana düşen görüntünün arkasındaki yazılımın, ESMA mânâlarını fark ederiz. Örn. Âlim ESMA’sına giren kişi, bu ESMA’nın herkeste, ancak farklı ağırlıklarda olduğunu anlar, böylece SEN-BEN farkı kalmaz ve kendindeki ilâhi hakikatin açığa çıkmasına ŞAHİT olur.

İnsanın hedefi kendi hakikatini gerçekleştirmek, yani islâmi tabiriyle ‘’ölmeden önce ölmek ve miracını yapmak’’tır. Buradaki İSMİMİZİN, HAKK’taki ESMA ile buluşması ‘’MİRAÇ’’dır. Her birimiz kendi Miracımızı kendi çapımızda yapıp ebediyetimize kavuşabiliriz. Bu konuda Kâmil bir metod yoktur. İnsanlığın lideri ve imamı Peygamber’imizi, bize sunulan teslimiyet ve İmân metodlarını takip etmek sûretiyle bir dağda, bir köyde, okuma yazma dahi bilmeyen bir çiftçi, Miracını o sağlam imânıyla kendi kabının gerektirdiği kadarıyla yapabilir. Kişi, herhangi bir ilmi yoldan gitmeden, Rabb’i için tertemiz bir hale gelme gayreti, Kûr’an ve Peygamber’ine uyarak da miracını gerçekleştirebilir. Ne kadar mahlûk, ne kadar nefes varsa, o kadar Hakk’a giden yol vardır. Mahlûkatların istîdat, kâbiliyet, Mizaç ve fıtratları birbirinden farklı olduğundan her birinin Hakk’a varış yolları da bir diğerinden farklıdır. Kimi Hakk’a ilimle varmayı, kimi zikirle varmayı kimi sessiz zikri, kimi hararetli zikri sever. Tesbihat ve zikirlerden ise en temel olanı ‘’Lâ ilâhe İllallah’’ ve ‘’Salavat’’tır. Bu iki zikir, sâlik yani yolcu için bir anahtarın iki dişi gibidir. ‘’Kapı’’nın açılması için bu iki diş bir arada olmalıdır. HAKK’ın HALK’ına HİZMET de çok önemlidir. Allah rızası için; Salih amel işlemek, Hayır-Hasenat yapmak, İlim yaymak.. ... Allah’a varış  iki şekilde tanımlanır:

1)-Âlemi,  kendini,  nefsini tanımak sûretiyle Rabb’ine varmak  (Tarikatların metodu budur)  
    
2)- Önce Allah’ı tanımak ve Allah’ı tanımak sûretiyle kendine varmak.

Her birimiz 18 bin âlemdem geçerek bu dünyaya gönderildik. Her âlemde de o âleme uygun beşeri özelliklerden giydirildik. Rabb’imizden üflenen ‘’SAF’’ Rûh yani SIR’rımız, atalarımızdan gelen genetik miraslar, DNA’mız, doğum anında yıldızların üzerimizde oluşturduğu etkiler, dört unsur ve daha nice beşeri özellikler. Şimdi aşağıdan yukarıya doğru çıkma aşamasındayız. En alt seviye BİLİNÇ olan Dünya hayatından bir üst mertebeye çıkışda, bize inerken giydirilenleri her geçtiğimiz âlem katında bırakacak ve en son katmanda RAB’bimize geri dönüp onda FANÎ olacağız. FENÂ’dan sonra da BEKÂ’ya ulaşarak, bizdeki Hakk ile burada Rab’bimize olan kulluğu devam ettirip, aslında bize bakanın O’nun tecellisinden başka bir şey görmediği noktaya ulaşma serüvenini deneyimleyeceğiz. Bu geri dönüş serüveninde Allah’a davet üç şekilde olur:

1)- Rabbani davet. 2)- Rahmanî davet. 3)- İlâhi davet

Bir kişi Allah’ı ‘’cezalandırıcı’’ olarak tanıyorsa, kendisinde Allah’ın Celâli bir İSMİ var demektir ve bu kişi karşısındakini Allah’a korkutarak davet eder. Çünkü; Rab ismi onda bu şekilde tezâhür etmiştir. Bu eksik bir davettir. ‘’Allah kulunun zannı üzeredir’’. Eğer kişi, olmuş, olabilecek en güzel ve net AYNA olan Allah’ta zûlüm görüyorsa, bu onun kendisinde zûlmedici tarafların olduğunun işâretidir. Bir başka kişi, Allah’ı ‘’affedici’’ olarak tanıyorsa, onda da Allah’ın Cemâli bir ismi var demektir ve karşısındaki kişiyi  Allah’a daveti de  Allah’ın merhamet ve şefkati üzerine olacaktır (Rahmanî davet). Bu da eksik(ve kendi zannınca) bir davettir. ‘’KÂMİL ÇAĞRI’’ ilâhi davettir ki bunu ancak Rabbi Has’ından Rabbi-l Âlemin’e ulaşmış Keşif ehli yapabilir. Kâmil çağrı; ancak yaşanan duruma, o an ki şartlara ve Celâl ve Cemâl tecellilerinden hangisi öne çıkmalıysa ona göre yapılan çağrıdır. İnsanları ‘’ötekileştirmeden’’ hakîki mânâda ‘’iyiliği emredip, kötülükten men etme’’ ancak Basîret sahibi, keşif ehlince yapılabilir. Bu nedenle Allah’ı kendi algılarına göre tanıyanların çağrıları kendi Rabbi tecellileri ile sınırlı ve bütünsellikten uzaktır. Bizler bir kişiye DUA edeceksek, o kişinin dileğini Rabbi-l Âlemin’den istemeliyiz. Çünkü kişi bilinç olarak Rabbi Has’ından çıkamadıysa, dileği, kendi Rabbi tecelli mertebesinden ister ki, OLMAZ.

BASİRET; idrâk kuvveti, anlayış/kavrayış, derin görüş, öngörü gücü, İDRÂK EDEN KALP,  HAKK’ı BÂTIL’dan ayıran MÂRİFET İLMİ için kullanılır. BASİRET ayrıca; ‘’yaralı bir hayvanı izleyen AVCI hayvanın, onun izini sürmeye yarıyan kanına da denilmiştir. Yani ‘’AVCI’yı AV’a götüren İZ’ler’’.

Enam=Hayvan=Hayy, Anımal=Animasyon=Canlandırma. Bu hayat; kişinin HAYVAN’î varlığından İNSAN’î varlığına yani BEŞER’likten İNSAN’lığa yolculuktur. Bedenimiz de, ESMA’larımızı taşıyan birer binek hayvanıdır. Hayvan ve Melekler tekâmülle yükümlü değildir. Onlar kendi ilim seviyelerinin ötesine geçemezler, bunun üstünde bir mertebeye çıkma yetkileri ve sorumlulukları da yoktur. Ama İNSAN, bileşik bir varlık olduğundan tüm mertebeleri, maden, bitki, hayvan, Melek kendinde bulundurur. Dolayısıyla da İNSAN’ın tüm varlığı kapsayan bilince ulaşması beklenir.

KALP; İnkilâp eden, dönüşen, gelişen anlamındadır. İdrâk merkezi AKIL değil, KALP’tir. Âyetleri ve Kur’an’ı okurken ve tefekkür ederken iki şekilde görmeliyiz.

1)-Âyetin, senin bilincindeki yansımasının  açılımı  yani  senin ‘’içsel âlemine’’ seslenişi   ‘’ENFÜS, 2)- Âyetlerin senin bilincinin ‘’AYNA’’sı olan kâinatta yani ‘’dış dünyada’’ yansıması ‘’AFAK’’ olarak adlandırılır.

ÂDEM’dekinin ÂLEM’e yansıması olan bu sistem, sana seni göstermek ve eksiklerini tamamlayıp fazlalıklarını dengelemek için çalışır. ‘’Şu dünya DAĞ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir’’ der Şems-i Tebrizi. Yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz ve yaşayacağımız her şey, kitapların anası olan Kûr’an’da mevcûddur. Allah her kulu varoluş sebebine, yapması gerekene, yaradılış amacına göre gerekli ilim ve özellikler ile donatarak yarattı. İşte tüm bu hakikat ışığında yapmamız gereken de, bize ‘’yüklenmiş bilgileri’’ hatırlamak için SAF’laşmak, ARI gibi temiz ve çalışkan olmak. Kûr’an; aslen bir ‘’TELKİN’’ kitabı olup, hedefi bilincimizi dönüştürmektir. Biz dönüşünce yani içsel âlemimizi ‘’Enfüs’’ümüzü, Kâbe olan Kalbimizi temizledikçe, ‘’AFAK’’ olan dış dünyamız da değişecektir. Çünkü’’Allah kulunun zannı, yani bilinci üzeredir’’. Bilincimizi dönüştürebilirsek, Allah’ın AYNA sisteminin bize olan davranış şekli de dönüşecektir. Kuantum mekaniğine göre her parçacığın bir alanı vardır ve parçacığı dönüştürmek istediğinde bu işin sırrı parçacığa bağlı olan ‘’alanı’’ yani ‘’enerji’’yi değiştirmektir.

Bedendeki RÛH ‘’MİRAÇ’’ edip, Hakk’a yani SIR’rına ulaşarak, bedenden sıyrılıp, aslî hakîkatine ulaşmak için özlem duyar. Bir kafese tıkılmış RÛH, kınında saklı bir kılıç gibi ona ‘’üflenmiş’’ onca Kudret’ine rağmen sıkışıp kalmıştır. RÛH dünyaya niye geldiğini bilir ve kendisini taşıyanı tekâmül etmesi için adeta oraya buraya savurur. Depresyon, bipolar, panik atak ve psikolojik rahatsızlıkların çoğu da aslında insanların ‘’Rûhlarının tekâmül etme isteğinin’’ bedensel dürtüler ve hayvani nefis tarafından bastırılmasının kişideki tezahürüdür. Bütün yaşanan olumsuzluklar, Allah’ın bizleri eğitim proğramında tutmak, dönüştürmek ve temizlemek istemesindendir. Başta ailemiz olmak üzere hayatımızdaki herkes, her ŞEY RAB’bi tecellinin elbise giymiş görüntüleridir. Hatta tüm hayatımız boyunca bir kez, sadece bir saniye için evimizin kapısının önünden geçmiş adam da dahil, bizi olmamız gerekene dönüştürmek için Allah’ın kurduğu eğitim ekibidir. Allah kâinatı ve olabilecek tüm manyetik alan ve kuvvetleri bizi yetiştirmek için düzenleyip, belirli vakitlerde resmi olarak SALAT’a davet eder. SALAT/NAMAZ bağlantı demektir. Biz NAMAZ esnasında hedeflenen FENÂ ve BEKÂ ‘ya ulaşabilirsek ‘’ZAMAN’’a maruz kalan beden boyutundan ‘’AN’’a yani zamanın ötesindeki ‘’RÛH’’ boyutuna çıkarız. Namazdan sonra 33’er kere zikredilen Sübhanallah, Allahuekber ve Elhamdülillah sözleri 33 boğumlu OMURİLİK kablosu ile beyne telkin ve hatırlatmadır.

Bu dünya bir RÜYA’dır.. Ve bu rüya tabir edilmelidir. Bu dünya hayatının tabiri de âhiret hayatıdır. Dolayısıyla rüyadan/simülasyondan ibaret olan bu âlemde hakikate uyanmak için Rab’bimiz tarafından sarsılmamız gerekir. İşte tasavvufta ‘’KABZ’’ denilen bir tür bilinç sıkışması hali, aslında ardından gelecek olan ‘’BAST’’ bilinç genişlemesi için bilincin hazırlanmasıdır.

Kûr’an kişinin güzel gözler söylemesini telkin eder. Çünkü bu sözler biz görmesek dahi sûret giyerek bizimle beraber kıyamete kadar beraber olup, bize şahitlik edecektir. Çirkin söz söylendiğinde TÖVBE etmek, bu sözlerin sûretlerini güzele çevirir. Kâinat; Rahman’ın nefesinden oluşmuştur ve sonsuz bir bilinç denizidir. Bu bilinç denizi içinde tüm seslere ve kelimelere karşılık gelen frekanslar bulunur. Dünya âhiretin tarlasıdır ve bizler burada ürettiğimiz her şeyin karşılığını/cezasını alacağız.

İnsan sürekli olarak bilgi alan ve veren bir varlıktır. Her birimiz gerek uyurken, gerek uyanıkken içerdiğimiz ilmi, farklı farklı şekillerde evrensel ilim denizine yaymaktayız. Bu nedenle herkes birbiriyle farkında bile olmadan etkileşmekte ve bu şekilde de herkesin ilmi kesişmek sûretiyle bir hologram oluşturmaktadır. İşte insan bilinci, insanlığa ilişkin büyük bir ilim hologramıdır. Hepimiz TEK bir BİLİNÇ, TEK bir AKIL’ız. Bu nedenle; bizlerin yaptığı her şey, sadece kendimizi değil, herkesi, dünyayı ve kâinatı da etkiliyor. Kûr’an’da bahsedilen; ‘Masum bir kişiyi öldürmek tüm insanlığı öldürmek, yaşatmaksa tüm insanlığı yaşatmak gibidir’’ âyeti bunu anlatır. Yapılan hayırlı bir işten dolayı tüm kâinat insana duacı iken, kötü işten dolayı da şikayetçi olur.

Ahirette bizi bu dünyada yaptıklarımız karşılayacak ve insan âhiret’te Rûhaniyetinin sûretinde dirilecektir.  Bu nedenle hem dünya, hem de âhiret için çalışmak çok önemli. Biz dünyada yaşadığımız süreyi Rıza-i İlâhi’yi gözeterek geçirirsek, buradaki hayatımız ibâdet hükmüne girer. Hedef; DOĞRU, DENGE’de ve ADİL bir insan olmak. Bilinç ölümden sonra da devam ediyor. Peygamberimiz, âhirete göçtüğünden beri hâlâ kaç kişinin rüyasına giriyor. Yani hâlâ aktif. Hatta her ayın belli bir gününde kâinatın yönetimi için geçmişte yaşamış, ancak hakîkatte hâlâ diri olan Allah dostlarıyla buluştuğu detaylarıyla anlatılıyor.

Kâinat sadece İNSAN varsa ‘’VAR’’ ve Kâinat’da  o kişinin idrâkine göre ‘’VAR’’. Dışarıda gördüğümüz her şey yalnızca bizim bilincimizin yansıması. Hz.Peygamber’imiz; ‘Bu dünya rüyadır’’ demiş, bu anlayış bugün pek çok bilim insanınca da kabul görmüştür. Rüyada görülen EŞYA başka bir hakîkati sembolize eden bir işarettir, simgedir. Bu dünya RÜYA ise, o zaman bu dünyada görülen her şey başka ŞEY’lerin sembolü ve işaretidir. Örn: Afakta yani dış âlemde gördüğün okyanus ve denizler, Enfüs’te bizim bilincimizi sembolize eder. Denizde canlıların yaşaması PLANKTON’lara bağlıdır. Plankton’ların herhangi bir sebeple kaybolması BALIK neslinin yok olmasına ve DENİZ ANALARI’nın denizleri istila etmesine yol açar. Deniz analarının BEYNİ ve OMURGASI yoktur. Dünya böyle yorumlandığında, beyinsiz ve omurgasız insanların varlığının çoğalacağı anlaşılır. Dünyayı yorumlamaya devam edersek, Kûr’an’da geçen KEVSER (sütten ak bir nehir)kelimesin 1950 ‘li yıllarda keşfedilen, 13 Milyar ışık yılı uzaklıkta olmasına rağmen GÜNEŞ’ten trilyonlarca kat daha fazla ışık ve radyasyon saçan KUASAR’ları ifade ettiğine inanıldığı söylenebilir. KUASAR’ların KARA DELİK’lerin zıddı AK DELİKLER olabileceği anlayışı yaygındır.

KISA ÖZETLER: Hidayet(Doğru yol), Hediye demektir. Tesbih, bir anlamıyla yüzmek, bir anlamıyla ise bir parçacığın merkezinden koparak hedefine doğru yol almasıdır. Kaderin değişmesi de Kader dahilindedir. Bizler gölgenin gölgeleriyiz. Yapmamız gereken gölgemizi aslî hakikatimize iade etmektir. Sûre, tasavvur, hayal etmedir. Kabiliyet-Kabala, kab’ı kadar kabul etmektir. Kosmos, kozmetik yani güzelleşmek ile aynı köktendir. İlim-Amel- Lema(Güneş gibi parlamak) aynı kektendir. İkon, PUT demektir. Önce şimşek çakar, gök gürültüsü sonra duyulur. Her şey olup biter, algı sonra oluşur. Vefat bir Vefa borcudur. Aşk-Işk-Işık aynı köktendir. İlmin sonu cehalettir. İnsanoğlu bencildir. Zarar gördüğü kişinin Allah tarafından ceza görmesini beklerken ve arzularken, kendi ceza gördüğünde bunu sorgular. İblis, biri iki gösteren sistemdir.Keşif Ehli, keşfeden demektir. Keşif ehli müthiş bir zevk içindedir ve bu ‘ekstazi’ etkisi yaratır. Ekstazi=Ex (bedende ölme). Depresyon, Rûh’un tekâmül etme savaşıdır. Sakın yemin etme, Allah yemini çok önemser. Sözün yetsin. Rezonans gereği kiminle yakınlaşırsan, onun bilinç seviyesine uyumlanırsın. Biyo-Manyetik rezonans; Güçlü rezonansı olanın, zayıfı etkisi altına almasıdır. Bu nedenle Hz. Peygamber insanlığın lideri, Kûr’an da kitapların lideridir. Biz geleceğe değil, geçmişe gidiyoruz. Dünya buz, Ahiret SU’dur. Karınca iki boyutlu görür, derinlik görmez. Öfkelendiğinizde hemen ABDEST alınız. Çünkü, ATEŞ’i SU söndürür. Kendini kontrol edemeyen (Takva), başkalarını yönetemez. Bizim ve geçmiş nesillerimizin bilerek veya bilmeyerek işlediği günahlarının temizlenmesi için TÖVBE namazının kılınması gerekir. Her insan suistimale yatkındır. Eğer doğru ve güzel bir insan olmak istiyorsan, hem sevdiğin hem de otoritesinden çekindiğin biri (ALLAH’ımız) muhakkak olmalı hayatımızda. Hayatın temeli DENGE’dir. Otoritesiz sevgi, sevgisiz otorite olmaz. ‘’Eşhedü en lâ ilâhe illallah’’ Şahidim ki her yerde, her şeyde var olan yegâne Allah’tır. Yaşadığım herşey Allah’tandır ve herkes Allah’ımın vechidir. İsim ve sıfatlarının Ayna’larıdır.

Sadakallâhül Azim. AMİN.