25 Şubat 2019 Pazartesi

VEDA HUTBESİ:

Hz. Peygamber'in, hicri 10. yılda yaptığı Veda Haccı'nda sayıları 114.000'i bulan hacıya hitaben irâd ettiği (söylediği) hutbedir. Peygamber(sav.) bu son hutbesinde, bundan sonra bir daha haccetmeyeceğini bildirip vefatının yaklaştığını imâ ettiği, sonraki gelen günler de onun bu sözlerini doğruladığı için bu hacca veda haccı, bu hac esnasında irâd ettiği hutbeye de veda hutbesi adı verildi. Veda hutbesi her ne kadar tek bir hutbe imiş gibi kabul edilmekteyse de, gerçekte bu hutbe, Arafat'da, Mina'da ve bir gün sonra yine Mina'da olmak üzere Arife günü ile Bayramın 1. ve 2. günlerinde parça parça irâd edilmiştir. Değişik yer ve zamanda irâda buyurulduğu için de hutbe, birçok kişi tarafından birbirinden farklı şekillerde rivâyet edilmiş; kişinin ya da grubun duyduğunu diğerleri işitmediğinden, hutbenin tamamının bir araya toplanmasında bu farklı rivâyetlerden yararlanılmış ve daha sonraki yıllarda bu üç yer ve zamanda buyurulan hutbe tek bir hutbe olarak bir araya getirilmiştir.

Rasûlullah'ın bu son haccından bir yıl önce nâzil olan Tevbe sûresinde, müşriklerin pis olduğu ve bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmamaları emredilmişti. ‘’Ey Îman edenler! Müşrikler bir pisliktirler. Artık bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız Allah sizi dilediğinde lütuf ve ihsanıyla zenginleştirecektir. Allah gerçekten alîmdir, hakîmdir’’ (Tevbe-28) Veda Haccında Mekke'de sadece Müslümanlar vardı, hutbeyi de yalnızca Müslümanlar dinlemişti. Zaten Mekke’nin fethinden sonra müşriklerin sayısı parmakla sayılacak kadar azalmıştı. Rasûlullah, Medine'den kendisiyle birlikte yola çıkan 100.000 civarındaki ashâbıyla Mekke'ye haccetmek için geldiklerinde bir yıl önceki uyarı sebebiyle Mekke'de müşrik kalmamıştı; çoğunluk Müslüman olurken Mekke'yi terk edenler de vardı. Rasûlullah, haccın bütün erkâmını bizzat kendisi yaparak Müslümanlara öğretmiş, İslâm'ın hac konusundaki emirleri de böylece tamamlanmıştı. İslâm'ın tamamlandığını bildiren bazı âyetler de bu veda haccında nâzil oldu.


Cahiliye döneminde dışarıdan gelen hacılar Arafat'ta vakfeye dururken, Kureyş eşrafı diğer insanlardan üstün olduklarını belli edercesine Arafat yerine Müzdelife'de vakfeye dururlardı. Resûlullah cahiliye döneminin bu sınıf üstünlüğüne dayalı âdetini ortadan kaldırdı ve bütün hacılar gibi Arafat'ta vakfeye durdu. Rasûlullah'a orada bu dinin tamamlandığı şu âyet-i kerimeyle müjdelendi:

"Ey Mü'minler, şu küfreden müşrikler bugün dininizi söndürmekten ümidlerini kesmişlerdir. Artık bundan böyle onlardan korkmayınız; ancak benden korkunuz. Bugün dininizi kemale erdirdim; ve size ihsan ettiğim nimetimi tamamladım. Din olarak da size İslâm'ı seçtim." (el-Mâide, 5/3).

Dinin kemâle erdirilmesine bütün Müslümanlar sevinirken yalnızca Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, bunun, Hz. Peygamber'in vefâtının yaklaştığına delâlet ettiğini anlamışlar ve gözlerinden yaşlar akmıştı. Gerçekten de bundan sonra Rasûlullah 82 gün yaşamış ve vefat etmiştir.

Arafat'ta 100 binin üzerindeki hacıya hitaben bir hutbe irâd eden Rasûlullah sesinin bütün hacılar tarafından işitilmesi için belli mesafelerde gür sesli sahabilerden bazılarını görevlendirdi. Rasûlullah'ın sözlerini tekrar eden bu kişiler hutbenin bütün hacılar tarafından duyulmasını sağlıyorlardı. Devesi Kusva'nın sırtında olduğu halde Rasûlullah şu hutbeyi irâd etti:

"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha buluşamayacağım. Ey İnsanlar bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz nasıl mübarek bir şehir ise; canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da öyle mukaddestir, her türlü saldırıdan emindir. Ashabım! Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski dalâletlere dönüp birbirinizin boynunu vurmayın. Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.

Ey ashabım! Kimin yanında bir emânet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımız altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zûlmediniz ne de zûlme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

Ashabım! Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen ortadan kaldırılmıştır, ilk kaldırdığım kan davası da Abdulmuttalib'in torunu (yeğenim) Rebîa'nın kan davasıdır.

Ey İnsanlar! Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfuz ve saltanat gücünü ebedi sûrette kaybetmiştir. Fakat bu kaldırdığım şeyler haricinde küçük gördüğünüz işlerde de ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan sakınınız.

Ey İnsanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah' tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Ve onların namuslarını ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; onların, aile şerefini korumaları ve evlerinizi sizin hoşlanmadığınız hiç kimseye açmamaları, çiğnenmemeleridir. Eğer onlar, râzı olmadığınız herhangi bir kimseyi evinize alırlarsa onları hafif bir şekilde dövebilir, azarlayabilirsiniz. Kadıların da sizin üzerinizdeki hakları; örfe göre her türlü giyim ve yiyeceklerini temin etmenizdir. Ey mü'minler, size bir emânet bırakıyorum ki siz ona sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiçbir zaman şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'ân’dır.

Ey mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi muhafaza ediniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir ve bütün Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz, başkasına helâl değildir. Ancak gönül hoşluğuyla verilen başka. Ashabım! Nefsinize de zûlmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

Ey insanlar! Cenâb-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Varis için vasiyete gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zinakâr için mahrumiyet cezâsı vardır. Babasından başkasına nesep iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına uymaya kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün Müslümanların düşmanlığına uğrasın. Cenâb-ı Hak bu insanların ne tevbelerini ne de şehâdetlerini kabul eder."

Rasûlullah sözlerinin burasında dinleyenlere sordu: "Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. Ne dersiniz?" Ashab-ı Kiram cevap verdi:

"Allah'ın risâletini tebliğ ettin; risâlet görevini yerine getirdin, bize vasiyyet ve nasihatte bulundun diye şehadet ederiz." Rasûlullah şehadet parmağını göğe kaldırarak üç kez "Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab!" buyurarak Arafat'taki hutbesini bitirdi.

Hz. Peygamber güneş batıncaya kadar vakfede durdu. Tam buradan inmeye karar vereceği bir anda yukarıda zikredilen Mâide sûresinin 3. âyeti nazil oldu. Daha sonra devesine binen Rasûlüllah yavaş adımlarla Arafat'tan inerek Müzdelife'ye geldi. Burada bir ezan iki kamet ile akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kıldı. Ve istirahate çekildi. Sabah olunca cemaatle birlikte sabah namazını kıldı ve ortalık iyice ağardıktan sonra Müzdelife'den Cemretü'l Akabe mevkiine geldi. Şeytan taşlamadan sonra Mina'ya geçen Rasûlullah burada da Veda Hutbesi'nin diğer bölümünü irâd etti. Allah'a hamdü senadan sonra devamla:

"Ey insanlar! Sizi Allah'ın kitabına bağlayan Peygamberinizin sözlerini iyi dinleyiniz, ona itaat ediniz. Hac ibadetinizin bütün hareketlerini benden gördüğünüz gibi ifa ediniz. Öyle sanıyorum ki, ben bu seneden sonra bir daha haccedemem." Rasûlullah bundan sonra halkla sorulu cevaplı sürdürdüğü hutbesini:

"Ey insanlar! Ayların yerini değiştirerek geri bırakmak inkârda aşırı gitmektir. Kâfirler böyle yapmakla doğru yoldan saptılar. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısını uygun yapmak için, bir yıl haram ayını helâl, diğer yıl onu haram sayarlar. Böylece Allah'ın haram kıldığını helâl kabul ederler. Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gün gibi aynı duruma döndü. Allah'ın katında ayların sayısı on ikidir. Bunların dördü mukaddes (haram) aylardır ki üçü arka arkaya gelen Zilkade, Zilhicce ve Muharrem, dördüncüsü de Cemaziyelahir ile Şaban'ın arasındaki Receb'tir.

- Ey mü'minler! Bu ay hangi aydır? Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.
- Zilhicce ayı değil midir? Evet Zilhiccedir.
- Bu içinde bulunduğumuz belde hangi beldedir? Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.
- Mekke Şehri değil midir? Evet Mekke'dir.
- Bugün hangi gündür? Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.
- Yevmü'nnahr (kurban kesme günü) değil midir?"  Evet yevmünahr'dır.

Bu diyalogdan sonra Rasûlullah sahabelere dönerek "Şu halde iyi bilin ki; bu şehrinizde, bu beldenizde, bu gününüzün mukaddes (haram) olduğu gibi birbirinize kanlarınızı dökmek, mallarınızı haksız yere almak, namuslarınızı kirletmek de haramdır, her türlü saldırıdan masumdur. Muhakkak ki, siz Rabbinize kavuşacaksınız, o zaman bütün bu işlerden sorulacaksınız.

Ey İnsanlar! Aklınızı başınıza alında benden sonra birbirinizin boynunu vuracak şekilde dalâlete, vahşete düşerek cahiliye devrine dönmeyin. Ey insanlar! Bu nasihatlerime kulak verip bunları burada hazır bulunanlarınız burada bulunmayanlara tebliğ etsin. Olabilir ki, kendisine tebliği edilen kimse burada bulunup işiten bir kısım kimseden daha iyi anlayıp bellemiş olur" ardından Rasûlullah iki kez:

- Tebliğ ettim mi, buyurdu.
Sahabîler: - Evet ettin, deyince O; "Şahit ol ya Rab!" dedi ve tekrar hatırlattı: "Burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin."

Rasulullah Mina'daki bu hutbesinden sonra kurban kesim yerine gelerek önceden hazırlanan 100 devenin 63’ünü bizzat kendi kurban etti diğerlerini de Hz. Ali kestikten sonra her deveden birer parça et alınarak pişirilip yenildi. Daha sonra tıraş olan Hz. Peygamber ihramdan çıktı ve Kâbe'yi tavaf etti. Öğle namazını da orada kıldıktan sonra Zemzem suyunun yanına gitti ve kendisine sunulan bir bardak suyu içtikten sonra tekrar Mina'ya döndü. Rasûlullah Mina'da geçirdiği teşrik günlerinde şeytan taşlama görevini yerine getirmiş, bu arada çevresinde bulunan insanlara hutbeler irâd buyurmuştu.

"Allah'ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman Rabbini överek tesbih et. O'ndan mağfiret dile. Çünkü o tevbeleri çok kabul edendir." (en-Nasr, 110/1-3) mealindeki Nasr sûresinin nâzil olduğunu duyan Müslümanlara, hem yeni nâzil olan bu sûreyi okumuş hem de kendilerine nasihat ettiği hutbelerinden birini irâd buyurmuştur. Bu hutbesinde de yine Müslümanların mal, can, namus emniyetinden bahseden Rasûlullah insan haklarının temelini oluşturan bu üç hakkı tekrar tekrar ümmetine hatırlatmıştı. Değişik yer ve zamanda irade edilen bu hutbeler, tek bir hutbe şeklinde bütünleştirilmiştir.

Hutbenin toplum hayatına getirdiği prensipler İncelendiği zaman Veda Hutbesinde Peygamber (s.a.v)'in başlıca şu noktalara değindiği görülür:

1.Her işte daima Allah'a hamd-ü sena etmek gerekir. 2. Nefis, insanı her zaman şerre yöneltmek ister. Bu sebeple nefislerin şerrinden de Allah'a sığınmak lâzımdır. 3. Can, mal ve ırz kutsaldır. Yaşama hakkı tabii bir haktır. Irz, şeref, haysiyet, hürriyet ve mülkiyet saldırıdan korunmuş haklardır. 4. Cahiliye gelenekleri kaldırılmıştır. İnsanlar alışa geldikleri kötü şeyleri körü körüne yapmaktan vazgeçmelidirler.  5. Faiz haramdır. 6. Kan davası gütmek haramdır. 7. Emânetler yerlerine verilmelidir. Emânete hıyanet edilmemelidir.  8. Küçük büyük önemli-önemsiz her işte şeytana uymaktan sakınılmalıdır. 9. Kadınların ve erkeklerin karşılıklı hak, vazife ve sorumlulukları vardır. Kadınlara nezâketle davranılacaktır. 10. Hem kadın hem de erkekler zinâdan şiddetle kaçınacaklardır. 11. Köle ve hizmetçilere iyi davranılacaktır. 12. Bütün Müslümanlar kardeştir. Her türlü sınıf farkları ve ayrıcalıklar kaldırılmıştır. Üstünlük fazilet iledir. 13. Zûlümden sakınmak gerekir, halkın malı haksız yere yenemez, birine ait bir şey sahibinin izni olmadıkça başkası için helâl olmaz. 14. Müslümanlar birbirleriyle savaşmaktan sakınacaklardır. 15. Allah'ın Kitabına ve Peygamber'in sünnetine uyanlar asla sapıklığa düşmezler. 16. İslâm sadeliğinden ayrılmamak, aşırılıklara sapmamak gerekir. 17. Hak Teâlâ'ya ibâdet olunacak; beş vakit namaz kılınacak, oruç ayında oruç tutulacak, Hz. Peygamber'in tavsiyelerine uyulacaktır. Bunları hakkıyla yerine getirenlerin mükâfatı cennettir.

İslâm Ansiklopedisi/Fedâkar Kızmaz

Hz. Peygamber’in önce Mekke’den Medine’ye, sonra da Medine’den Mekke’ye hicreti nasıl ki bize birlikten çokluğa, oradan da tekrar birliğe nasıl sefer edeceğimizin göstergesi ise, veda haccı da Hz. Peygamber’in önce nefsinden fâni, sonra da Allah’la bâki oluşunu, rûh mâkâmına ulaşmasını anlatır. Haccı bâtınî anlamda inceleresek:

Hac; Nefsin rûha olan seferidir. Hac, rûhun Allah’a doğru asla bitmeyen yolculuğuna işâret eder. Hac, Allah’tan geleni yine Allah’a döndürme çabasıdır, vuslattır. Haccın şartları şöyle sıralanabilir.
İhram, Mekke’ye giriş tavafı, Sa’y, Arafat’ta duruş, Müzdelife’de gecelemek, Mina’da şeytan taşlamak ve kurban kesmek, İhramdan çıkış, Hareme gelmek, Veda tavafı, Zemzem suyu içmek, İbrâhim mâkâmında iki rekât namaz kılmak.

Mekke;  Beden şehri. Mescid-i Haram: Kâbe/Kalp’tir.

İhram; Aslında helâl olan şeyleri, belirli bir süre kendisine yasaklamak anlamını taşır.

Mekke’ye giriş tavafı; Tavaf bir şeyin etrafında dönmek anlamındadır. Allah kendini insana 7 vasfı ile tanıtır. Bunlar zâtını tamamlayan 7 sıfattır. Hayat, İlim, İrâde, Kudret, Duyma, Görme, Konuşma. Tavafta öncelikle bize ait sandığımız bu sıfatların bize ait olmadığını idrak etmeye çalışırız.

Sa’y; Safâ ve Merve tepeleri arasında 7 kere koşmadır. Kalbin günah ve sevap, iyi ve kötü, rûh ve nefs arasında koşmasını sembolize eder. Koşma Safâ tepesinden başlar, Merve tepesinde sona erer.

Arafat’ta duruş; Arafat bir mârifet yeridir. Kişinin kendini tanıdığı ve bildiği, kendi hakikatinin sırrına erdiği irfan makamıdır. Burada vakfe(duruş) yapılarak nereden geldiğinin, nerede durduğunun ve nereye gideceğinin muhakemesi yapılır. Arafat Âdem ile Havva’nın buluştukları yani Rûh ile nefsin birleştiği Ârif’lik makamdır. Gerçek hac Arafat’tır.

Müzdelife’de gecelemek; Makamın yükselmesidir. İçte nefs, dışta şeytan olan bu iki azılı düşmana karşı güç toplamadır.

Mina’da kurban kesmek; Hakikat yolcusu burada şeytan ile karşı karşıyadır. Müzdelife’de hazırladığı küçük taşlarla üç noktada (cemreler) 7’şerden 21 taş atarak (ef’al, sıfat ve zât) onu kovar. Böylece varlığından kurtulup fâni olarak Kâmil’liğe adım atar.

İhramdan çıkma; İhramlı iken yasak olan şeyler, artık ona helâldir. Hırs bıyıkları kısaltılır, öfke ve kin tırnakları kesilir, saçlar kısaltılır ki ihlâsı koruyabilsin, halka karşı kendini kusurlu göstersin.

Veda tavafı; Bu tavaf beyazın siyah içinde damla damla eriyişinin, nefsin rûha dönüşünün kimyasıdır. Her dönüşte ‘’araz’’ lar silinmekte hüviyet ortaya çıkmaktadır. Her dönüşte Allah’ın emânet olarak verdiği Hayat, İlim, İrâde, Kudret, Duyma, Görme, Konuşma gibi sıfatlar sahibine geri verilerek O’nun zâti Ahâdiyet’inde fenâ bulmaktır. Hâl yolu ile yüce Allah’a doğru Hidâyet bulmaya işarettir. Bu Hidâyet; yüce Allah’ın sırrını hak edene emânet etmesinden ibârettir.

Zemzem içmek;  Tavafı başarmış kula verilen mârifet ilmidir. Bunu başarabilen makam ehlidir ve gerçeğin sükût olduğunu öğrenmiştir.

İbrahim makamında 2 rekât namaz; O artık kesret de vahdeti, vahdet de kesreti  zevk eden bir ‘’tevhid eri’’ dir ve Tevhidin babası olan İbrâhim makamında 2 rekât şükür namazı kılmayı hak etmiştir.

Hutbe: Fark, İrşad, davet ve bekâ makamına işarettir(Cem’den sonra fark).


Zılhıcce: Haram yani savaşmanın yasak olduğu ay. Hac ayı, yolculuk anlamındadır. Hicri ayların  sonuncusu. 2. Bayram, nefsin özgürleşmesi.  

10 Şubat 2019 Pazar

ALTIN TUĞLA, GÜMÜŞ TUĞLA:

Hz. Peygamber (sav.); ''Ben ahlak binasının son tuğlasıyım'' demiştir.

Burada anlatılmak istenen ''Peygamberliğin'' sona ermiş olmasıdır.

İbnü’l Arabî Hz. yakaza halindeyken; Kâbe'nin duvarının iki tuğlasının eksik olduğunu ve kendisi bu iki tuğlanın yerine yerleşerek, Kâbe duvarının tamamlandığını görür. Bu olayı Füsus'ul Hikem'in Hz. Şit fassında; ''son iki tuğlasıyım'' diye açıklar.

Altın tuğla, Gümüş tuğla. Bu iki tuğla tek tuğlayı temsil etmektedir.

Altın tuğla;     Hâtemü'l-Evliyâ (son Velî),
Gümüş tuğla; Hatemü'l-Enbiya (Hz. Peygamber'in şeriatına bağlılık).

Hz. Peygamber ile beraber ''şeriat ve Peygamberlik'' bitmiş, ''velâyet'' Veli makamı ise Kıyâmet'e kadar, hatta daha sonra da devam edecektir. Bunun bir göstergesi olarak Allah'ın isimleri içerisinde el-Velî ismi olmasına rağmen Nebî ismi yoktur. Çünkü Veli’lik asla bitmez. Her Peygamber; önce Velî, sonra Nebî, sonra Peygamber'dir. Ancak her Veli, Nebî ve Peygamber olmayabilir. 

Hikmeti, Resul ve Nebi'lerden görebilenler, sadece Nübüvvet hatemi olan Hz. Muhammed'in (sav.) nûruyla görürler. (Kesbî/Vâsıtalı ilim)

Velâlet ehlinden görebilenler ise ancak son Veli'nin,  Allah'ın elçisinin ışığından görürler. (vehbî/vâsıtasız ilim/ilm-i ledün) (Füsus-ul Hikem Syf. 25-27)

Bu aynı dünyanın hem güneş, hem de ay vâsıtasıyla aydınlatılması gibidir.

Allah Akl-ı Külli (İlk Akıl/Hakîkat-ı Muhammedi) ''vâsıtasıyla'' yaratmasına rağmen, Allah'ın dünyadaki her mahlûka doğrudan bakan ''vâsıtasız'' bir ''vech-i has'' sının (yüzünün) olduğu bildirilmektedir. (Zaman ve Kozmoloji Syf. 190)

Son Velî öyle bir kaynaktan beslenir ki; Allah resûlüne vahiy getiren melek de aynı kaynaktan içer.

Hz. Âdem'in zamanından, Hz. Muhammed'e kadar tüm Nebî'ler ilmini, Hz. Muhammed'in nûrundan almıştır. Çünkü o henüz ''Âdem suyla toprak arasındayken'' Peygamber olduğundan, tekâmülünün tamamlanmasını beklemiştir. Aynı şekilde Velî’lerin sonuncusu da Velî iken, Âdem suyla toprak arasındaydı.

Hz. Muhammed (sav.); hem Velî, hem Nebî ve hem de Peygamber iken, son Evlîya (Veli) hikmeti kaynağından alan VÂRİS'tir. (Syf. 27)

Önde giden iz bırakır. Ayak izini ya da kademi takip edenler/vârisler, iz bırakanın yol açtığı, ama sırf önde olduğu için bilemediği bir bilgiyi bilebilir. Ama önde olan yine de herkesin önündedir. (Fütühat-ı Mekkiye 1 Syf. 477)

Kısaca; Altın tuğla Velî makamını, bâtınını/içini,
Gümüş tuğla da, Nebi makamını, zâhirini/dışını anlatır.

''Ahmed'' Altın tuğladır. Methedilen; bâtınî tecellî, ümmi, vahyin alıcısı.
''Muhammed'' ise Gümüş tuğladır. Hamd edilen, Kur'ân'ın mânâsının indiği Kadir gecesi. 

Kadir gecesi; Ramazan ayının son üçte birinde olduğu bildirilen bir gecedir. Ramazan ayını sabır, zorluk ve gece gibi düşünürsek, Kadir yani Allah'ın mânâsının tecellîsi olan ''Kur'ân'ın idrâki, ancak bu zorluğa katlananlara inmektedir.

Sahîh bir Hâdis'te de ''Cenâb-ı Hakk her gecenin son üçte birinde, dünya semasına inerek, bir şey isteyen yok mu?'' der. Sıkıntının son üçte birinde kul eğer ''hamd'' eden mü'minse Allah'la irtibat kurar ve kul ''an'' zuhûruna mazhar olur. İşte bu hâl ''Muhammedi'' zuhûrdur. İnsan beden, nefs ve rûhtan ibarettir. Ne zaman ki, bedeninin bir gölge ve rûhunun bineği,  nefsinin de tekâmül için bir fırsat ve Allah'ın bir hediyesi olduğunu idrak eder ve  ''nefsini rûha'' tabi kılarsa, o zaman da insanda rûhtan (üçte bir) başka bir şey kalmaz. O zaman duâyı eden de, duâya icâbet eden de kendi olur.(Kendinden kendine)

Ahmed ve Muhammed. Vahyi alan ve vahyi ileten. Veli ve Nebi. Altın ve Gümüş.

Ahmed ve Muhammed'de ''mim'' harfi ortaktır. Muhammed'deki ''mim'' harfi kalkarsa ''Ahmed'', Ahmed'deki ''mim'' kalkarsa ''ahad'' kalır. Mim vücûd dur. (Ey İnsan Syf. 12-13)

Neden Velîlik ''altın'', Nebîlik ''gümüştür’’ denilirse?
Bütün madenlerin aslı altındır. (Tıpkı bütün suların aslının yağmur suyu olması gibi) Altın saftır. Kirlenmez, bozulmaz, değer kaybetmez. Ancak ''yansıtıcı'' değildir.

Gümüş ise kalpler gibi  kararmasına ve sık sık temizlenmek istemesine rağmen ''yansıtıcı'' özelliğe sahiptir. Hz. Peygamber ise''platin''dir. Dâima parlak ve yansıtıcı. (Lütfi Filiz Hz.)

Simyacı'lar nasıl ki bakır ve gümüşü altına çevirmek için simya ilmini kullanırsa, bir diğer adı simyacı olan İnsan-Kâmil'ler de bizim değersiz varlığımızı değerli hale getirmek için çaba harcarlar. Aynı Kibrit-i Ahmer/Kırmızı Kibrit gibi. Onlar yanmaya, tutuşmaya elverişli olanların kalplerine ''aşk'' kıvılcımını sıçratmak için bekleyen ocak, tenûr ve fırınlardır.

Hz. İsa, Saff sûresi 6. âyette; Ahmed adında bir Peygamber'in geleceğini müjdeler.

Ayın ikiye bölünmesi, Şakk-ul Kamer mucizesi ''Devr-i Ahmed-i'' olarak bilinir. ''Kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı'' (Kamer sûresi-1) Bu ayetle ilgili pek çok te'vil yapılmıştır;

Ay'ın yarılması ''kıyamet'' (dirilmek, ayağa kalkmak) ile ilişkilendirilirse; Ay kalptir. Kalbin nefse ve rûha bakan iki yüzü vardır. Bir yanı karanlık (nefs), bir yanı ise aydınlıktır(rûh). Kalbin rûhtan ışık alması, tıpkı ayın güneşten ışık alması gibidir. Kalp, rûhun nûrunun kendisine tesir etmesiyle döner ve güneşi de kendisinin battığı yerden doğar. 

Hz. Muhammed'in zuhûru ayın infilâk edip açılması, yarılmasıdır. Çünkü Hz. Muhammed kamer devrinde zuhûr etmiştir. 

Peygamber zâtıyla kendisine bağlananların maddesi (nefs) ile mânâsını (rûhu ve sırrı) ayırdı. Böylece rablık ve kulluk ayrıldı. İnsan bir yönü Rablık (Rubûbiyet, Hakk), bir yönü kulluk (Ubûdiyet, halk) özelliklerini taşıyan iki yönlü bir ''AYNA''dır. İnsan; kul olunca Hakk ile genişler, Rab olunca yaşayışı daralır. Çünkü bütün âlemin ondan bir şey istediğine tanık olur. Oysa bunu gerçekleştirmekten zâtıyla acizdir. O halde sen Rabbinin kulu ol, kulun Rabbi olma. Sonra bu ilgi nedeniyle ateşe ve erimeye mahkûm olursun. (Ey İnsan Syf. 14, Syf. 233)

Hz. Peygamber Miraç'a kadar ''AY'' olup ışığını zâttan alır iken, Miraç'tan sonra ''GÜNEŞ'' olmuştur. (Cemâlnur Sargut/Can’ı Can’dır Syf. 178)


5 Şubat 2019 Salı


Hazreti Peygamber(s.a.v.) âlemin görünen ve görünmeyen yetkinliklerinin (mükemmelliğin) kaynağıdır. Âlemde duyularla algılanan şeyler O’nun dış görünüşüne dayanır. Âlemde akılla bilinen şeyler O’nun ahlâkıdır ki, bâtınına dayanır.

HZ. MUHAMMED’in Duyularla Algılanan Dış yaratılışı ve Bedeni  (ŞEMÂİLİ)

 Bil ki, Hz. Peygamber(s.a.v.) kemâl konusunda DENGE’de yaratılmıştır. Güzellikte ise kendisine üstünlük yoktur. Çünkü ilâhi emir O’nu mükemmellik için zuhur ettirmiş olup, eksiklik için ortaya çıkarmamıştır. Bu yüzden Hz. Peygamber ‘’Mekârim-i ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim’’ buyurmuşlardır. Varlık, Efendimiz’in gönderilmesinden önce eksikti. Bu yüzden O, zorunlu övülmüş ahlâk ve şer’î övülmüş ahlâk(Din) ile varlığı yetkinleştirendir(mükemmelleştiren).

 Efendimiz (s.a.v.) âlemin yetkinliği olduğu için O’ndaki her şey mükemmelliğin zirvesidir. Öyleyse O’nda hiçbir bakımdan eksiklik yoktur. Çünkü O mutlak Kemâl’dir. Hatta O’nun artıkları bile temizdir. O, Ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır.

O, en mükemmel tertip ve en güzel sûret üzeredir. Zira Hz. Peygamber’in organlarının birbirine uyumu, mükemmellik, ten letâfeti, kibarlık, sevimlilik, güler yüzlülük, güzel seslilik, siyah saçlılık, kızıla çalan beyaz tenlilik, hoş kokulu olma, açık ifâdelilik, hoş konuşma, diğer tutum ve davranışlarında güzel muamele sahibi olma, orta boyluluk, güçlü yaratılışlık, karın ve göğsü düz olma, geniş omuzluluk, seri yürüyüş, güzel karşılama ve bakışını indirme ile sûret güzelliği ve dengeli yaratılışın zirvesi olarak zuhûr etmiştir. Bundan dolayı da gerek yaratılış ve gerekse ahlâk bakımından kendisine nispet olunan her şeyde mükemmeldir.

Hind b. Ebî Hâle (Hasan b.Ali(r.a.)’ın dayısı) Efendimizi şöyle anlatmıştır:

Efendimiz(s.a.v.) muhteşemdi. Yüzünde dolunay gecesinin ayının parıltısı parıldardı. Orta boyludan uzun, ince uzun boyludan kısaydı. Büyük başlı idi. Uzun saçlıydı. Eğer kendiliğinden ikiye ayrılıyorsa onları ayırırdı, ayrılmıyorlarsa ayırmazdı. Saçlarını uzattığında saçları kulak memesini geçerdi. Rengi parlaktı. Alnı genişti. Kaşları gür ve birbirine yakındı. Kaşlarının arasında celâllendiğinde ortaya çıkan bir damar vardı. Burunlarının üst kısmı biraz yüksekçe olup, üstü ince idi. Mübarek burnunun üstünde-onu yüksek gösteren- bir nur vardı ki, dikkatlice bakmayan kimseler, Peygamberimizi kartal burunlu zannederlerdi. Sakalı sık ve gür; yanakları ise yumru olmayıp düz idi. Saadetli ağızları geniş, ön dişlerinin arası seyrekti. Göğüs çukuru ile göbeği arasında ince bir şerit gibi uzanan kıllar vardı. Gerdanı, saf mermerden tıraş edilen heykellerin boynu gibi gümüş berraklığındaydı. Vücudunun bütün organları birbiriyle uyumlu olup, yakışıklı bir yapıya sahipti.

Ne şişman, ne de çok zayıftı. Karnı ile göğsü aynı hizada idi. Göğsü ile iki omzunun arası genişçe, kemik mafsalları kalınca, vücudunun açık yerleri gayet nurlu idi. Göğüs çukuru ile göbeğinin arasını birleştiren kıllar, ince uzun bir şerit gibi uzanırdı. Bu uzanan kıllar dışında memelerinde ve karnında kıl yok idi; kolları, omuzları ve göğüslerinin üst tarafları ise son derece kıllı idi. Bilekleri uzun, el ayaları geniş, el ve ayakları kalın, parmakları ise uzunca(veya kalınca) idi. Ayaklarının altı çukur(kemerli) idi; düztaban değildi. Ayaklarının üstü ise pürüzsüzdü; öyle ki, üzerine su dökülse yağ gibi akar giderdi. Yürürken, ayaklarını yerden biraz kaldırıp, önlerine hafif eğilerek yürürlerdi. Ayaklarını ses çıkarıp toz kaldıracak şekilde yere sert vurmazlar; adımlarını uzun ve seri atmakla beraber, sükûnet ve vakar üzere yürürlerdi. Yürürken, sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor görünümü verirlerdi.

Bir tarafa dönüp baktıklarında, bütün vücutları ile birlikte dönerlerdi. Rast gele sağa sola bakmazlardı. Yere bakışları, göğe bakışlarından daha çoktu. Çoğunlukla göz ucu ile bakarlardı. Ashabı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendileri arkadan yürürlerdi. Yolda karşılaştığı kimselere, onlardan önce hemen selâm verirdi.

Resûlullah efendimiz sürekli hüzünlüydü. Daima düşünceli olurdu. Hiç rahatı yoktu. Lüzumsuz konuşmazdı. Ağzını doldurarak konuşmaya başlar ve bitirirdi. Cevâmiü’l-kelîm(kısa-öz) ile konuşur ve açık seçik söylerdi. Sözlerinde beyhudelik ve anlamsızlık bulunmazdı. Geçinilir bir kimse olup kaba saba değildi. Küfrân-ı Nîmet etmezdi. Az bile olsa Allah’ın verdiği nimete tâzim(saygı) ederdi. Nîmete kusur bulmazdı. Şu kadarı var ki tadını beğenmezse onu methetmezdi. Hakk’ın emrettiği veya yasakladığı bir hususa karşı çıkıldığı vakit, öfkesinin önüne kimse duramazdı. Sonunda Allah O’na bu konuda yardım ederdi. Kendisi için kızmaz ve nefsine bu konuda yardımcı da olmazdı. İşaret ettiğinde avucunun tamamıyla işaret eder, şaşırdığında onları çevirir, konuştuğunda ise birleştirirdi. Ellerini sağ elinin avuç içi, sol elinin içinin üstüne gelecek şekilde birleştirirdi. Öfkelenince yüz çevirir ve dönerdi. Sevindiğinde gözlerini kısardı. Ekseri gülmesi tebessümdü. Tebessüm ettiğinde dişleri buluttan düşen gırcı tanesi gibi görünürdü.

Bu hadis üzerine düşünen bir kimse, bu yüce sûretin sûretlerin en kâmili, en güzeli ve en kıvamlısı olduğunu kesinlikle bilir. Biz müptedi(yeni) müridin, bu sûretin hayâlini kalbinde hazır etmesi için bunun tamamından sadece mükemmel sûret ve mûtedil(dengeli) yaradılışını nakletmekle yetineceğiz. Burada elde edemediği bilgi için mürîd bu sûretin hayalinden yardım ister.

Kul kalbinde bu sûreti düşündüğünde bu en yüce mutluluğu elde etmesi için sürekli bir mülâzaha (düşünce) olur. Bundan dolayı kendisi ile Hz. Peygamber(s.a.v.) arasında yardım yolu açılır. Öyle ki, nefsi, aklî ve diğer havâtırlardan(düşüncelerden) kurtulduğu, temizlendiği ve saflaştığında kul bu halden Hz. Peygamber’in sûretinin ruhlar âleminden ansızın gelmesi makamına yükselir.

Böylece Muhammed(s.a.v.) aslî sûreti üzere o kula görünür de kul bu sûrete yakarır.  Sûret kulla konuşur. Böylece kul sağlığında ashâbının kendisinden aldıkları gibi Resûlullah’ın  sûretinden ilim ve feyz alır. Durum bu şekilde olduğu vakit kul has TEVHİD ehlinden olur. Bu durum kul melekût-i a’lâda, ufuk-i mübînde ve sonra da ufuk-i a’lâda Hz. Peygamber’i müşâhede edene değin sürer.

Bu makamda Hz. Peygamber’i (s.a.v.) gören kişi ancak kendi nefsinin kâbiliyeti miktarınca O’nu görmüştür. Kendi aslî sureti üzere Hz. Peygamber’i görmemiştir. Çünkü kendisi dışında hiç kimse O’nu aslî sureti üzere görmeye güç yettiremez. İşte bu O’nun sıfatları ile vasıflanmanın sırrıdır ki sen bunu ‘’O’nu O’ndan başka kimse bilmez’’ sözünle tâbir edersin. O hâlde bunu iyi anla!

HZ. MUHAMMED’in AHLÂKI 

‘’ BEN MEKÂRİM-İ AHLÂK’I, YANİ GÜZEL AHLÂK’I TAMAMLAMAK ÜZERE GÖNDERİLDİM’’ Hâdisi gereği, Peygamberimiz ‘’ Ben ahlâk binasının son tuğlasıyım’’ buyurmuştur. Din güzel ahlâk demektir. İnsanlar tasavvufu, güzel ahlâka erişip dini tamamlamak üzere yaşarlar. Bu yüzden önümüzdeki örnek Hz. Muhammed’dir.
Her güzelliğin son noktası ona aittir. O’nun cesareti cesaretin son noktası, cömertliği, merhameti, vericiliği, ilmi, hilmi(yumuşaklık), sabrı, sükûnu, adâleti, zühtü, rızâsı, tevâzu, affı, iffeti, hayâsı(edep), âli cenaplığı, sadakati, vaadini yerine getirmesi, muhabbeti, meveddeti(muhabbet), vakarı, rahmeti, güzel edebi, muaşeret ve mahlûkata yol göstericiliği, herkesin hayrını istemesi ..… hepsi son noktadır. Kimse O’na benzeyemez, bu yüzden O ahlâkta en üstündür.

Peygamberin ahlâkı KÛR’AN’DIR. O HERŞEYİN BAŞI OLDUĞU GİBİ HERŞEYİN DE SONUDUR.

KULUN AHLÂKI DA, O’NUN  AHLÂKINA GÖRE KIYASLANARAK GÜZELLEŞİR. GÜZEL AHLÂK, İNSANA İZZET VE ŞEREF GETİREN AHLÂK DEMEKTİR. YARADILIŞTAN GAYE DE PEYGAMBERİN AHLÂKI OLAN GÜZEL  AHLÂKTIR. 

 Kaynak: Abdülkerîm Cîlî, Hakîkat-i Muhammediyye.

İbn’ül Arabî Hazretleri, AHLÂK konusunda şöyle der:

AHLÂK; herhangi bir ön düşünce ve tercih olmaksızın, insanların davranışlarını yerine getirmesini sağlayan nefsin durumudur(Meleke). Ahlâk bazı insanlarda doğal olarak yerleşiktir. Bazı insanlarda ise, eğitim ve çalışmayla bulunur. Cömertlik, yumuşaklık, iffet, adalet iyi huylara örnekken, cimrilik, korkaklık, adaletsiz davranma kötü huylara örnektir.

Şu var ki, yaratılışı bakımından iyi huylara sahip insanlar son derece azdır. Kötü huylara sahip olanlar ise, çoğunluğu oluşturur. Çünkü insanın doğasına hâkim olan şey, kötülüktür. İnsanlar çirkin huylara sahip bir doğada yaratılmış, (düşünme gücünü kullanmadıkları sürece) bayağı arzulara boyun eğmiştir. İşte DİN ve YASAKLARA, İYİ YÖNETİMLERE bu nedenle de ihtiyaç duyulmuştur. Yöneticiler, başkasının hakkına tecavüz eden kimseyi engeller, hırsızlık yapanı bu davranışından men eder, suçluyu suçundan dolayı cezalandırır, dengeli davransın diye haksızlık yapanı caydırır.

Ahlâk edinmenin bir gereklilik olmasının sebebi, NEFS’tir. Nefs üç türlüdür. Arzulayan nefs, öfkelenen nefs, düşünen nefs. Arzulayan nefs İNSAN ile birlikte tüm canlılarda bulunur. Yemeye, içmeye, karşı cinse bedensel arzulara yönelen ARZULAYAN NEFS’tir. Arzulayan nefs, insana hâkim olduğunda ve insan nefsine boyun eğdiğinde daha çok hayvana benzer. Utanma duygusu azalır, taşkınlığı artar, erdemlerden uzaklaşır. ÖFKELENEN NEFS ise arzu duyan nefsten çok daha güçlü olduğu için, İNSAN kendisine boyun eğdiğinde, daha da zararlı bir varlık olabilir. Saldırganlık, intikam duygusu, taşkınlık, sataşma, sövme, zarar verme, hatta öldürmeye teşebbüs fiilleri ortaya çıkabilir. Her iki nefsin de terbiye edilerek güzelleştirilmesi gerekir ki, insan nefse değil,  nefs insana boyun eğsin, ona tabî olsun. DÜŞÜNEN NEFS ise, İNSAN’ın bütün canlı türlerinden ayrışmasını ve farklılaşmasını sağlayan güçtür. Anlama, hatırlama ve ayırt etme bu güç sayesinde gerçekleşir. Ayrıca insanın üstünlüğü bu nefse bağlı olduğu gibi HİMMET’i de bu nefs sayesinde büyür.

İYİ HUYLAR: İffet, Kanaat ve tutumluluk, hoşgörü, ağırbaşlılık, sevgi ve dostluk, merhamet, vefakârlık, emanete riayet ve sır saklamak, alçakgönüllülük, güler yüzlülük, doğru söyleme, iyi niyet, cömertlik, cesaret, iyiliklerde rekabet, sabretme, Himmet büyüklüğü (maksada ulaşmada kararlılık, üstün mertebeleri istemek), adalet.

KÖTÜ HUYLAR: Fücur(arzularda aşırılık) ve günahkârlık, tamahkârlık, dağıtmak(saygınlığını kaybetmek), sefihlik(öfkelenmek, kavgaya tutuşmak), boş konuşmak, aşırı sevgi, katı kalplilik, ahde vefasızlık, hainlik, sırrı yayma, kibir, asık suratlılık, yalancılık, ikiyüzlülük, cimrilik, korkaklık, çekememezlik, Himmet küçüklüğü(acizlik, orta karar ve küçük işlere rıza göstermek), zulüm yapma.

İbn’ül Arabî Hz. Allah Kimleri Sever

Allah O’nun ahlâkıyla ahlaklanmayı, yolunda olmayı daim etsin inşallah. Âmin.