5 Şubat 2019 Salı


Hazreti Peygamber(s.a.v.) âlemin görünen ve görünmeyen yetkinliklerinin (mükemmelliğin) kaynağıdır. Âlemde duyularla algılanan şeyler O’nun dış görünüşüne dayanır. Âlemde akılla bilinen şeyler O’nun ahlâkıdır ki, bâtınına dayanır.

HZ. MUHAMMED’in Duyularla Algılanan Dış yaratılışı ve Bedeni  (ŞEMÂİLİ)

 Bil ki, Hz. Peygamber(s.a.v.) kemâl konusunda DENGE’de yaratılmıştır. Güzellikte ise kendisine üstünlük yoktur. Çünkü ilâhi emir O’nu mükemmellik için zuhur ettirmiş olup, eksiklik için ortaya çıkarmamıştır. Bu yüzden Hz. Peygamber ‘’Mekârim-i ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim’’ buyurmuşlardır. Varlık, Efendimiz’in gönderilmesinden önce eksikti. Bu yüzden O, zorunlu övülmüş ahlâk ve şer’î övülmüş ahlâk(Din) ile varlığı yetkinleştirendir(mükemmelleştiren).

 Efendimiz (s.a.v.) âlemin yetkinliği olduğu için O’ndaki her şey mükemmelliğin zirvesidir. Öyleyse O’nda hiçbir bakımdan eksiklik yoktur. Çünkü O mutlak Kemâl’dir. Hatta O’nun artıkları bile temizdir. O, Ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır.

O, en mükemmel tertip ve en güzel sûret üzeredir. Zira Hz. Peygamber’in organlarının birbirine uyumu, mükemmellik, ten letâfeti, kibarlık, sevimlilik, güler yüzlülük, güzel seslilik, siyah saçlılık, kızıla çalan beyaz tenlilik, hoş kokulu olma, açık ifâdelilik, hoş konuşma, diğer tutum ve davranışlarında güzel muamele sahibi olma, orta boyluluk, güçlü yaratılışlık, karın ve göğsü düz olma, geniş omuzluluk, seri yürüyüş, güzel karşılama ve bakışını indirme ile sûret güzelliği ve dengeli yaratılışın zirvesi olarak zuhûr etmiştir. Bundan dolayı da gerek yaratılış ve gerekse ahlâk bakımından kendisine nispet olunan her şeyde mükemmeldir.

Hind b. Ebî Hâle (Hasan b.Ali(r.a.)’ın dayısı) Efendimizi şöyle anlatmıştır:

Efendimiz(s.a.v.) muhteşemdi. Yüzünde dolunay gecesinin ayının parıltısı parıldardı. Orta boyludan uzun, ince uzun boyludan kısaydı. Büyük başlı idi. Uzun saçlıydı. Eğer kendiliğinden ikiye ayrılıyorsa onları ayırırdı, ayrılmıyorlarsa ayırmazdı. Saçlarını uzattığında saçları kulak memesini geçerdi. Rengi parlaktı. Alnı genişti. Kaşları gür ve birbirine yakındı. Kaşlarının arasında celâllendiğinde ortaya çıkan bir damar vardı. Burunlarının üst kısmı biraz yüksekçe olup, üstü ince idi. Mübarek burnunun üstünde-onu yüksek gösteren- bir nur vardı ki, dikkatlice bakmayan kimseler, Peygamberimizi kartal burunlu zannederlerdi. Sakalı sık ve gür; yanakları ise yumru olmayıp düz idi. Saadetli ağızları geniş, ön dişlerinin arası seyrekti. Göğüs çukuru ile göbeği arasında ince bir şerit gibi uzanan kıllar vardı. Gerdanı, saf mermerden tıraş edilen heykellerin boynu gibi gümüş berraklığındaydı. Vücudunun bütün organları birbiriyle uyumlu olup, yakışıklı bir yapıya sahipti.

Ne şişman, ne de çok zayıftı. Karnı ile göğsü aynı hizada idi. Göğsü ile iki omzunun arası genişçe, kemik mafsalları kalınca, vücudunun açık yerleri gayet nurlu idi. Göğüs çukuru ile göbeğinin arasını birleştiren kıllar, ince uzun bir şerit gibi uzanırdı. Bu uzanan kıllar dışında memelerinde ve karnında kıl yok idi; kolları, omuzları ve göğüslerinin üst tarafları ise son derece kıllı idi. Bilekleri uzun, el ayaları geniş, el ve ayakları kalın, parmakları ise uzunca(veya kalınca) idi. Ayaklarının altı çukur(kemerli) idi; düztaban değildi. Ayaklarının üstü ise pürüzsüzdü; öyle ki, üzerine su dökülse yağ gibi akar giderdi. Yürürken, ayaklarını yerden biraz kaldırıp, önlerine hafif eğilerek yürürlerdi. Ayaklarını ses çıkarıp toz kaldıracak şekilde yere sert vurmazlar; adımlarını uzun ve seri atmakla beraber, sükûnet ve vakar üzere yürürlerdi. Yürürken, sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor görünümü verirlerdi.

Bir tarafa dönüp baktıklarında, bütün vücutları ile birlikte dönerlerdi. Rast gele sağa sola bakmazlardı. Yere bakışları, göğe bakışlarından daha çoktu. Çoğunlukla göz ucu ile bakarlardı. Ashabı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendileri arkadan yürürlerdi. Yolda karşılaştığı kimselere, onlardan önce hemen selâm verirdi.

Resûlullah efendimiz sürekli hüzünlüydü. Daima düşünceli olurdu. Hiç rahatı yoktu. Lüzumsuz konuşmazdı. Ağzını doldurarak konuşmaya başlar ve bitirirdi. Cevâmiü’l-kelîm(kısa-öz) ile konuşur ve açık seçik söylerdi. Sözlerinde beyhudelik ve anlamsızlık bulunmazdı. Geçinilir bir kimse olup kaba saba değildi. Küfrân-ı Nîmet etmezdi. Az bile olsa Allah’ın verdiği nimete tâzim(saygı) ederdi. Nîmete kusur bulmazdı. Şu kadarı var ki tadını beğenmezse onu methetmezdi. Hakk’ın emrettiği veya yasakladığı bir hususa karşı çıkıldığı vakit, öfkesinin önüne kimse duramazdı. Sonunda Allah O’na bu konuda yardım ederdi. Kendisi için kızmaz ve nefsine bu konuda yardımcı da olmazdı. İşaret ettiğinde avucunun tamamıyla işaret eder, şaşırdığında onları çevirir, konuştuğunda ise birleştirirdi. Ellerini sağ elinin avuç içi, sol elinin içinin üstüne gelecek şekilde birleştirirdi. Öfkelenince yüz çevirir ve dönerdi. Sevindiğinde gözlerini kısardı. Ekseri gülmesi tebessümdü. Tebessüm ettiğinde dişleri buluttan düşen gırcı tanesi gibi görünürdü.

Bu hadis üzerine düşünen bir kimse, bu yüce sûretin sûretlerin en kâmili, en güzeli ve en kıvamlısı olduğunu kesinlikle bilir. Biz müptedi(yeni) müridin, bu sûretin hayâlini kalbinde hazır etmesi için bunun tamamından sadece mükemmel sûret ve mûtedil(dengeli) yaradılışını nakletmekle yetineceğiz. Burada elde edemediği bilgi için mürîd bu sûretin hayalinden yardım ister.

Kul kalbinde bu sûreti düşündüğünde bu en yüce mutluluğu elde etmesi için sürekli bir mülâzaha (düşünce) olur. Bundan dolayı kendisi ile Hz. Peygamber(s.a.v.) arasında yardım yolu açılır. Öyle ki, nefsi, aklî ve diğer havâtırlardan(düşüncelerden) kurtulduğu, temizlendiği ve saflaştığında kul bu halden Hz. Peygamber’in sûretinin ruhlar âleminden ansızın gelmesi makamına yükselir.

Böylece Muhammed(s.a.v.) aslî sûreti üzere o kula görünür de kul bu sûrete yakarır.  Sûret kulla konuşur. Böylece kul sağlığında ashâbının kendisinden aldıkları gibi Resûlullah’ın  sûretinden ilim ve feyz alır. Durum bu şekilde olduğu vakit kul has TEVHİD ehlinden olur. Bu durum kul melekût-i a’lâda, ufuk-i mübînde ve sonra da ufuk-i a’lâda Hz. Peygamber’i müşâhede edene değin sürer.

Bu makamda Hz. Peygamber’i (s.a.v.) gören kişi ancak kendi nefsinin kâbiliyeti miktarınca O’nu görmüştür. Kendi aslî sureti üzere Hz. Peygamber’i görmemiştir. Çünkü kendisi dışında hiç kimse O’nu aslî sureti üzere görmeye güç yettiremez. İşte bu O’nun sıfatları ile vasıflanmanın sırrıdır ki sen bunu ‘’O’nu O’ndan başka kimse bilmez’’ sözünle tâbir edersin. O hâlde bunu iyi anla!

HZ. MUHAMMED’in AHLÂKI 

‘’ BEN MEKÂRİM-İ AHLÂK’I, YANİ GÜZEL AHLÂK’I TAMAMLAMAK ÜZERE GÖNDERİLDİM’’ Hâdisi gereği, Peygamberimiz ‘’ Ben ahlâk binasının son tuğlasıyım’’ buyurmuştur. Din güzel ahlâk demektir. İnsanlar tasavvufu, güzel ahlâka erişip dini tamamlamak üzere yaşarlar. Bu yüzden önümüzdeki örnek Hz. Muhammed’dir.
Her güzelliğin son noktası ona aittir. O’nun cesareti cesaretin son noktası, cömertliği, merhameti, vericiliği, ilmi, hilmi(yumuşaklık), sabrı, sükûnu, adâleti, zühtü, rızâsı, tevâzu, affı, iffeti, hayâsı(edep), âli cenaplığı, sadakati, vaadini yerine getirmesi, muhabbeti, meveddeti(muhabbet), vakarı, rahmeti, güzel edebi, muaşeret ve mahlûkata yol göstericiliği, herkesin hayrını istemesi ..… hepsi son noktadır. Kimse O’na benzeyemez, bu yüzden O ahlâkta en üstündür.

Peygamberin ahlâkı KÛR’AN’DIR. O HERŞEYİN BAŞI OLDUĞU GİBİ HERŞEYİN DE SONUDUR.

KULUN AHLÂKI DA, O’NUN  AHLÂKINA GÖRE KIYASLANARAK GÜZELLEŞİR. GÜZEL AHLÂK, İNSANA İZZET VE ŞEREF GETİREN AHLÂK DEMEKTİR. YARADILIŞTAN GAYE DE PEYGAMBERİN AHLÂKI OLAN GÜZEL  AHLÂKTIR. 

 Kaynak: Abdülkerîm Cîlî, Hakîkat-i Muhammediyye.

İbn’ül Arabî Hazretleri, AHLÂK konusunda şöyle der:

AHLÂK; herhangi bir ön düşünce ve tercih olmaksızın, insanların davranışlarını yerine getirmesini sağlayan nefsin durumudur(Meleke). Ahlâk bazı insanlarda doğal olarak yerleşiktir. Bazı insanlarda ise, eğitim ve çalışmayla bulunur. Cömertlik, yumuşaklık, iffet, adalet iyi huylara örnekken, cimrilik, korkaklık, adaletsiz davranma kötü huylara örnektir.

Şu var ki, yaratılışı bakımından iyi huylara sahip insanlar son derece azdır. Kötü huylara sahip olanlar ise, çoğunluğu oluşturur. Çünkü insanın doğasına hâkim olan şey, kötülüktür. İnsanlar çirkin huylara sahip bir doğada yaratılmış, (düşünme gücünü kullanmadıkları sürece) bayağı arzulara boyun eğmiştir. İşte DİN ve YASAKLARA, İYİ YÖNETİMLERE bu nedenle de ihtiyaç duyulmuştur. Yöneticiler, başkasının hakkına tecavüz eden kimseyi engeller, hırsızlık yapanı bu davranışından men eder, suçluyu suçundan dolayı cezalandırır, dengeli davransın diye haksızlık yapanı caydırır.

Ahlâk edinmenin bir gereklilik olmasının sebebi, NEFS’tir. Nefs üç türlüdür. Arzulayan nefs, öfkelenen nefs, düşünen nefs. Arzulayan nefs İNSAN ile birlikte tüm canlılarda bulunur. Yemeye, içmeye, karşı cinse bedensel arzulara yönelen ARZULAYAN NEFS’tir. Arzulayan nefs, insana hâkim olduğunda ve insan nefsine boyun eğdiğinde daha çok hayvana benzer. Utanma duygusu azalır, taşkınlığı artar, erdemlerden uzaklaşır. ÖFKELENEN NEFS ise arzu duyan nefsten çok daha güçlü olduğu için, İNSAN kendisine boyun eğdiğinde, daha da zararlı bir varlık olabilir. Saldırganlık, intikam duygusu, taşkınlık, sataşma, sövme, zarar verme, hatta öldürmeye teşebbüs fiilleri ortaya çıkabilir. Her iki nefsin de terbiye edilerek güzelleştirilmesi gerekir ki, insan nefse değil,  nefs insana boyun eğsin, ona tabî olsun. DÜŞÜNEN NEFS ise, İNSAN’ın bütün canlı türlerinden ayrışmasını ve farklılaşmasını sağlayan güçtür. Anlama, hatırlama ve ayırt etme bu güç sayesinde gerçekleşir. Ayrıca insanın üstünlüğü bu nefse bağlı olduğu gibi HİMMET’i de bu nefs sayesinde büyür.

İYİ HUYLAR: İffet, Kanaat ve tutumluluk, hoşgörü, ağırbaşlılık, sevgi ve dostluk, merhamet, vefakârlık, emanete riayet ve sır saklamak, alçakgönüllülük, güler yüzlülük, doğru söyleme, iyi niyet, cömertlik, cesaret, iyiliklerde rekabet, sabretme, Himmet büyüklüğü (maksada ulaşmada kararlılık, üstün mertebeleri istemek), adalet.

KÖTÜ HUYLAR: Fücur(arzularda aşırılık) ve günahkârlık, tamahkârlık, dağıtmak(saygınlığını kaybetmek), sefihlik(öfkelenmek, kavgaya tutuşmak), boş konuşmak, aşırı sevgi, katı kalplilik, ahde vefasızlık, hainlik, sırrı yayma, kibir, asık suratlılık, yalancılık, ikiyüzlülük, cimrilik, korkaklık, çekememezlik, Himmet küçüklüğü(acizlik, orta karar ve küçük işlere rıza göstermek), zulüm yapma.

İbn’ül Arabî Hz. Allah Kimleri Sever

Allah O’nun ahlâkıyla ahlaklanmayı, yolunda olmayı daim etsin inşallah. Âmin.