Hazreti
Peygamber(s.a.v.) âlemin görünen ve görünmeyen yetkinliklerinin (mükemmelliğin)
kaynağıdır. Âlemde duyularla algılanan şeyler O’nun dış görünüşüne dayanır. Âlemde
akılla bilinen şeyler O’nun ahlâkıdır ki, bâtınına dayanır.
HZ.
MUHAMMED’in Duyularla Algılanan Dış yaratılışı ve Bedeni (ŞEMÂİLİ)
Bil ki, Hz. Peygamber(s.a.v.) kemâl konusunda
DENGE’de yaratılmıştır. Güzellikte ise kendisine üstünlük yoktur. Çünkü ilâhi
emir O’nu mükemmellik için zuhur ettirmiş olup, eksiklik için ortaya çıkarmamıştır.
Bu yüzden Hz. Peygamber ‘’Mekârim-i ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim’’
buyurmuşlardır. Varlık, Efendimiz’in gönderilmesinden önce eksikti. Bu
yüzden O, zorunlu övülmüş ahlâk ve şer’î övülmüş ahlâk(Din) ile varlığı
yetkinleştirendir(mükemmelleştiren).
Efendimiz (s.a.v.) âlemin yetkinliği olduğu
için O’ndaki her şey mükemmelliğin zirvesidir. Öyleyse O’nda hiçbir bakımdan
eksiklik yoktur. Çünkü O mutlak Kemâl’dir. Hatta O’nun artıkları bile temizdir.
O, Ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır.
O, en mükemmel tertip
ve en güzel sûret üzeredir. Zira Hz. Peygamber’in organlarının birbirine uyumu,
mükemmellik, ten letâfeti, kibarlık, sevimlilik, güler yüzlülük, güzel
seslilik, siyah saçlılık, kızıla çalan beyaz tenlilik, hoş kokulu olma, açık
ifâdelilik, hoş konuşma, diğer tutum ve davranışlarında güzel muamele sahibi
olma, orta boyluluk, güçlü yaratılışlık, karın ve göğsü düz olma, geniş
omuzluluk, seri yürüyüş, güzel karşılama ve bakışını indirme ile sûret
güzelliği ve dengeli yaratılışın zirvesi olarak zuhûr etmiştir. Bundan dolayı
da gerek yaratılış ve gerekse ahlâk bakımından kendisine nispet olunan her
şeyde mükemmeldir.
Hind b. Ebî Hâle
(Hasan b.Ali(r.a.)’ın dayısı) Efendimizi şöyle anlatmıştır:
Efendimiz(s.a.v.)
muhteşemdi. Yüzünde dolunay gecesinin ayının parıltısı parıldardı. Orta
boyludan uzun, ince uzun boyludan kısaydı. Büyük başlı idi. Uzun saçlıydı. Eğer
kendiliğinden ikiye ayrılıyorsa onları ayırırdı, ayrılmıyorlarsa ayırmazdı.
Saçlarını uzattığında saçları kulak memesini geçerdi. Rengi parlaktı. Alnı
genişti. Kaşları gür ve birbirine yakındı. Kaşlarının arasında celâllendiğinde
ortaya çıkan bir damar vardı. Burunlarının üst kısmı biraz yüksekçe olup, üstü
ince idi. Mübarek burnunun üstünde-onu yüksek gösteren- bir nur vardı ki,
dikkatlice bakmayan kimseler, Peygamberimizi kartal burunlu zannederlerdi.
Sakalı sık ve gür; yanakları ise yumru olmayıp düz idi. Saadetli ağızları
geniş, ön dişlerinin arası seyrekti. Göğüs çukuru ile göbeği arasında ince bir
şerit gibi uzanan kıllar vardı. Gerdanı, saf mermerden tıraş edilen heykellerin
boynu gibi gümüş berraklığındaydı. Vücudunun bütün organları birbiriyle uyumlu
olup, yakışıklı bir yapıya sahipti.
Ne şişman, ne de çok zayıftı. Karnı ile göğsü aynı hizada idi. Göğsü ile iki omzunun arası genişçe, kemik mafsalları kalınca, vücudunun açık yerleri gayet nurlu idi. Göğüs çukuru ile göbeğinin arasını birleştiren kıllar, ince uzun bir şerit gibi uzanırdı. Bu uzanan kıllar dışında memelerinde ve karnında kıl yok idi; kolları, omuzları ve göğüslerinin üst tarafları ise son derece kıllı idi. Bilekleri uzun, el ayaları geniş, el ve ayakları kalın, parmakları ise uzunca(veya kalınca) idi. Ayaklarının altı çukur(kemerli) idi; düztaban değildi. Ayaklarının üstü ise pürüzsüzdü; öyle ki, üzerine su dökülse yağ gibi akar giderdi. Yürürken, ayaklarını yerden biraz kaldırıp, önlerine hafif eğilerek yürürlerdi. Ayaklarını ses çıkarıp toz kaldıracak şekilde yere sert vurmazlar; adımlarını uzun ve seri atmakla beraber, sükûnet ve vakar üzere yürürlerdi. Yürürken, sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor görünümü verirlerdi.
Bir tarafa dönüp baktıklarında, bütün vücutları ile birlikte dönerlerdi. Rast gele sağa sola bakmazlardı. Yere bakışları, göğe bakışlarından daha çoktu. Çoğunlukla göz ucu ile bakarlardı. Ashabı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendileri arkadan yürürlerdi. Yolda karşılaştığı kimselere, onlardan önce hemen selâm verirdi.
Resûlullah efendimiz
sürekli hüzünlüydü. Daima düşünceli olurdu. Hiç rahatı yoktu. Lüzumsuz
konuşmazdı. Ağzını doldurarak konuşmaya başlar ve bitirirdi.
Cevâmiü’l-kelîm(kısa-öz) ile konuşur ve açık seçik söylerdi. Sözlerinde beyhudelik
ve anlamsızlık bulunmazdı. Geçinilir bir kimse olup kaba saba değildi. Küfrân-ı
Nîmet etmezdi. Az bile olsa Allah’ın verdiği nimete tâzim(saygı) ederdi. Nîmete
kusur bulmazdı. Şu kadarı var ki tadını beğenmezse onu methetmezdi. Hakk’ın
emrettiği veya yasakladığı bir hususa karşı çıkıldığı vakit, öfkesinin önüne
kimse duramazdı. Sonunda Allah O’na bu konuda yardım ederdi. Kendisi için
kızmaz ve nefsine bu konuda yardımcı da olmazdı. İşaret ettiğinde avucunun
tamamıyla işaret eder, şaşırdığında onları çevirir, konuştuğunda ise
birleştirirdi. Ellerini sağ elinin avuç içi, sol elinin içinin üstüne gelecek
şekilde birleştirirdi. Öfkelenince yüz çevirir ve dönerdi. Sevindiğinde
gözlerini kısardı. Ekseri gülmesi tebessümdü. Tebessüm ettiğinde dişleri
buluttan düşen gırcı tanesi gibi görünürdü.
Bu hadis üzerine
düşünen bir kimse, bu yüce sûretin sûretlerin en kâmili, en güzeli ve en
kıvamlısı olduğunu kesinlikle bilir. Biz müptedi(yeni) müridin, bu sûretin
hayâlini kalbinde hazır etmesi için bunun tamamından sadece mükemmel sûret ve
mûtedil(dengeli) yaradılışını nakletmekle yetineceğiz. Burada elde edemediği
bilgi için mürîd bu sûretin hayalinden yardım ister.
Kul kalbinde bu
sûreti düşündüğünde bu en yüce mutluluğu elde etmesi için sürekli bir mülâzaha
(düşünce) olur. Bundan dolayı kendisi ile Hz. Peygamber(s.a.v.) arasında yardım
yolu açılır. Öyle ki, nefsi, aklî ve diğer havâtırlardan(düşüncelerden) kurtulduğu,
temizlendiği ve saflaştığında kul bu halden Hz. Peygamber’in sûretinin ruhlar
âleminden ansızın gelmesi makamına yükselir.
Böylece
Muhammed(s.a.v.) aslî sûreti üzere o kula görünür de kul bu sûrete
yakarır. Sûret kulla konuşur. Böylece
kul sağlığında ashâbının kendisinden aldıkları gibi Resûlullah’ın sûretinden ilim ve feyz alır. Durum bu şekilde
olduğu vakit kul has TEVHİD ehlinden olur. Bu durum kul melekût-i a’lâda, ufuk-i
mübînde ve sonra da ufuk-i a’lâda Hz. Peygamber’i müşâhede edene değin sürer.
Bu makamda Hz.
Peygamber’i (s.a.v.) gören kişi ancak kendi nefsinin kâbiliyeti miktarınca O’nu
görmüştür. Kendi aslî sureti üzere Hz. Peygamber’i görmemiştir. Çünkü kendisi
dışında hiç kimse O’nu aslî sureti üzere görmeye güç yettiremez. İşte bu O’nun
sıfatları ile vasıflanmanın sırrıdır ki sen bunu ‘’O’nu O’ndan başka kimse
bilmez’’ sözünle tâbir edersin. O hâlde bunu iyi anla!
HZ. MUHAMMED’in
AHLÂKI
‘’ BEN MEKÂRİM-İ
AHLÂK’I, YANİ GÜZEL AHLÂK’I TAMAMLAMAK ÜZERE GÖNDERİLDİM’’ Hâdisi gereği,
Peygamberimiz ‘’ Ben ahlâk binasının son tuğlasıyım’’ buyurmuştur. Din
güzel ahlâk demektir. İnsanlar tasavvufu, güzel ahlâka erişip dini tamamlamak
üzere yaşarlar. Bu yüzden önümüzdeki örnek Hz. Muhammed’dir.
Her güzelliğin son
noktası ona aittir. O’nun cesareti cesaretin son noktası, cömertliği,
merhameti, vericiliği, ilmi, hilmi(yumuşaklık), sabrı, sükûnu, adâleti, zühtü,
rızâsı, tevâzu, affı, iffeti, hayâsı(edep), âli cenaplığı, sadakati, vaadini
yerine getirmesi, muhabbeti, meveddeti(muhabbet), vakarı, rahmeti, güzel edebi,
muaşeret ve mahlûkata yol göstericiliği, herkesin hayrını istemesi ..… hepsi
son noktadır. Kimse O’na benzeyemez, bu yüzden O ahlâkta en üstündür.
Peygamberin ahlâkı
KÛR’AN’DIR. O HERŞEYİN BAŞI OLDUĞU GİBİ HERŞEYİN DE SONUDUR.
KULUN AHLÂKI DA,
O’NUN AHLÂKINA GÖRE KIYASLANARAK GÜZELLEŞİR. GÜZEL AHLÂK, İNSANA İZZET VE
ŞEREF GETİREN AHLÂK DEMEKTİR. YARADILIŞTAN GAYE DE PEYGAMBERİN AHLÂKI OLAN
GÜZEL AHLÂKTIR.
Kaynak: Abdülkerîm
Cîlî, Hakîkat-i Muhammediyye.
İbn’ül Arabî
Hazretleri, AHLÂK konusunda şöyle der:
AHLÂK;
herhangi bir ön düşünce ve tercih olmaksızın, insanların davranışlarını yerine
getirmesini sağlayan nefsin durumudur(Meleke). Ahlâk bazı insanlarda
doğal olarak yerleşiktir. Bazı insanlarda ise, eğitim ve çalışmayla bulunur.
Cömertlik, yumuşaklık, iffet, adalet iyi huylara örnekken, cimrilik, korkaklık,
adaletsiz davranma kötü huylara örnektir.
Şu var ki, yaratılışı
bakımından iyi huylara sahip insanlar son derece azdır. Kötü huylara sahip
olanlar ise, çoğunluğu oluşturur. Çünkü insanın doğasına hâkim olan şey,
kötülüktür. İnsanlar çirkin huylara sahip bir doğada yaratılmış, (düşünme
gücünü kullanmadıkları sürece) bayağı arzulara boyun eğmiştir. İşte DİN ve
YASAKLARA, İYİ YÖNETİMLERE bu nedenle de ihtiyaç duyulmuştur. Yöneticiler,
başkasının hakkına tecavüz eden kimseyi engeller, hırsızlık yapanı bu
davranışından men eder, suçluyu suçundan dolayı cezalandırır, dengeli davransın
diye haksızlık yapanı caydırır.
Ahlâk edinmenin bir gereklilik olmasının sebebi, NEFS’tir. Nefs üç
türlüdür. Arzulayan nefs, öfkelenen nefs, düşünen nefs. Arzulayan nefs İNSAN
ile birlikte tüm canlılarda bulunur. Yemeye, içmeye, karşı cinse bedensel
arzulara yönelen ARZULAYAN NEFS’tir. Arzulayan nefs, insana hâkim olduğunda ve
insan nefsine boyun eğdiğinde daha çok hayvana benzer. Utanma duygusu azalır,
taşkınlığı artar, erdemlerden uzaklaşır. ÖFKELENEN NEFS ise arzu duyan nefsten çok
daha güçlü olduğu için, İNSAN kendisine boyun eğdiğinde, daha da zararlı bir
varlık olabilir. Saldırganlık, intikam duygusu, taşkınlık, sataşma, sövme,
zarar verme, hatta öldürmeye teşebbüs fiilleri ortaya çıkabilir. Her iki nefsin
de terbiye edilerek güzelleştirilmesi gerekir ki, insan nefse değil, nefs insana boyun eğsin, ona tabî olsun.
DÜŞÜNEN NEFS ise, İNSAN’ın bütün canlı türlerinden ayrışmasını ve
farklılaşmasını sağlayan güçtür. Anlama, hatırlama ve ayırt etme bu güç
sayesinde gerçekleşir. Ayrıca insanın üstünlüğü bu nefse bağlı olduğu gibi
HİMMET’i de bu nefs sayesinde büyür.
İYİ HUYLAR: İffet, Kanaat ve tutumluluk, hoşgörü, ağırbaşlılık,
sevgi ve dostluk, merhamet, vefakârlık, emanete riayet ve sır saklamak,
alçakgönüllülük, güler yüzlülük, doğru söyleme, iyi niyet, cömertlik, cesaret,
iyiliklerde rekabet, sabretme, Himmet büyüklüğü (maksada ulaşmada kararlılık,
üstün mertebeleri istemek), adalet.
KÖTÜ HUYLAR: Fücur(arzularda aşırılık) ve günahkârlık, tamahkârlık,
dağıtmak(saygınlığını kaybetmek), sefihlik(öfkelenmek, kavgaya tutuşmak), boş
konuşmak, aşırı sevgi, katı kalplilik, ahde vefasızlık, hainlik, sırrı yayma,
kibir, asık suratlılık, yalancılık, ikiyüzlülük, cimrilik, korkaklık,
çekememezlik, Himmet küçüklüğü(acizlik, orta karar ve küçük işlere rıza
göstermek), zulüm yapma.
İbn’ül Arabî Hz. Allah Kimleri Sever
Allah O’nun ahlâkıyla ahlaklanmayı, yolunda olmayı daim etsin inşallah.
Âmin.