10 Şubat 2019 Pazar

ALTIN TUĞLA, GÜMÜŞ TUĞLA:

Hz. Peygamber (sav.); ''Ben ahlak binasının son tuğlasıyım'' demiştir.

Burada anlatılmak istenen ''Peygamberliğin'' sona ermiş olmasıdır.

İbnü’l Arabî Hz. yakaza halindeyken; Kâbe'nin duvarının iki tuğlasının eksik olduğunu ve kendisi bu iki tuğlanın yerine yerleşerek, Kâbe duvarının tamamlandığını görür. Bu olayı Füsus'ul Hikem'in Hz. Şit fassında; ''son iki tuğlasıyım'' diye açıklar.

Altın tuğla, Gümüş tuğla. Bu iki tuğla tek tuğlayı temsil etmektedir.

Altın tuğla;     Hâtemü'l-Evliyâ (son Velî),
Gümüş tuğla; Hatemü'l-Enbiya (Hz. Peygamber'in şeriatına bağlılık).

Hz. Peygamber ile beraber ''şeriat ve Peygamberlik'' bitmiş, ''velâyet'' Veli makamı ise Kıyâmet'e kadar, hatta daha sonra da devam edecektir. Bunun bir göstergesi olarak Allah'ın isimleri içerisinde el-Velî ismi olmasına rağmen Nebî ismi yoktur. Çünkü Veli’lik asla bitmez. Her Peygamber; önce Velî, sonra Nebî, sonra Peygamber'dir. Ancak her Veli, Nebî ve Peygamber olmayabilir. 

Hikmeti, Resul ve Nebi'lerden görebilenler, sadece Nübüvvet hatemi olan Hz. Muhammed'in (sav.) nûruyla görürler. (Kesbî/Vâsıtalı ilim)

Velâlet ehlinden görebilenler ise ancak son Veli'nin,  Allah'ın elçisinin ışığından görürler. (vehbî/vâsıtasız ilim/ilm-i ledün) (Füsus-ul Hikem Syf. 25-27)

Bu aynı dünyanın hem güneş, hem de ay vâsıtasıyla aydınlatılması gibidir.

Allah Akl-ı Külli (İlk Akıl/Hakîkat-ı Muhammedi) ''vâsıtasıyla'' yaratmasına rağmen, Allah'ın dünyadaki her mahlûka doğrudan bakan ''vâsıtasız'' bir ''vech-i has'' sının (yüzünün) olduğu bildirilmektedir. (Zaman ve Kozmoloji Syf. 190)

Son Velî öyle bir kaynaktan beslenir ki; Allah resûlüne vahiy getiren melek de aynı kaynaktan içer.

Hz. Âdem'in zamanından, Hz. Muhammed'e kadar tüm Nebî'ler ilmini, Hz. Muhammed'in nûrundan almıştır. Çünkü o henüz ''Âdem suyla toprak arasındayken'' Peygamber olduğundan, tekâmülünün tamamlanmasını beklemiştir. Aynı şekilde Velî’lerin sonuncusu da Velî iken, Âdem suyla toprak arasındaydı.

Hz. Muhammed (sav.); hem Velî, hem Nebî ve hem de Peygamber iken, son Evlîya (Veli) hikmeti kaynağından alan VÂRİS'tir. (Syf. 27)

Önde giden iz bırakır. Ayak izini ya da kademi takip edenler/vârisler, iz bırakanın yol açtığı, ama sırf önde olduğu için bilemediği bir bilgiyi bilebilir. Ama önde olan yine de herkesin önündedir. (Fütühat-ı Mekkiye 1 Syf. 477)

Kısaca; Altın tuğla Velî makamını, bâtınını/içini,
Gümüş tuğla da, Nebi makamını, zâhirini/dışını anlatır.

''Ahmed'' Altın tuğladır. Methedilen; bâtınî tecellî, ümmi, vahyin alıcısı.
''Muhammed'' ise Gümüş tuğladır. Hamd edilen, Kur'ân'ın mânâsının indiği Kadir gecesi. 

Kadir gecesi; Ramazan ayının son üçte birinde olduğu bildirilen bir gecedir. Ramazan ayını sabır, zorluk ve gece gibi düşünürsek, Kadir yani Allah'ın mânâsının tecellîsi olan ''Kur'ân'ın idrâki, ancak bu zorluğa katlananlara inmektedir.

Sahîh bir Hâdis'te de ''Cenâb-ı Hakk her gecenin son üçte birinde, dünya semasına inerek, bir şey isteyen yok mu?'' der. Sıkıntının son üçte birinde kul eğer ''hamd'' eden mü'minse Allah'la irtibat kurar ve kul ''an'' zuhûruna mazhar olur. İşte bu hâl ''Muhammedi'' zuhûrdur. İnsan beden, nefs ve rûhtan ibarettir. Ne zaman ki, bedeninin bir gölge ve rûhunun bineği,  nefsinin de tekâmül için bir fırsat ve Allah'ın bir hediyesi olduğunu idrak eder ve  ''nefsini rûha'' tabi kılarsa, o zaman da insanda rûhtan (üçte bir) başka bir şey kalmaz. O zaman duâyı eden de, duâya icâbet eden de kendi olur.(Kendinden kendine)

Ahmed ve Muhammed. Vahyi alan ve vahyi ileten. Veli ve Nebi. Altın ve Gümüş.

Ahmed ve Muhammed'de ''mim'' harfi ortaktır. Muhammed'deki ''mim'' harfi kalkarsa ''Ahmed'', Ahmed'deki ''mim'' kalkarsa ''ahad'' kalır. Mim vücûd dur. (Ey İnsan Syf. 12-13)

Neden Velîlik ''altın'', Nebîlik ''gümüştür’’ denilirse?
Bütün madenlerin aslı altındır. (Tıpkı bütün suların aslının yağmur suyu olması gibi) Altın saftır. Kirlenmez, bozulmaz, değer kaybetmez. Ancak ''yansıtıcı'' değildir.

Gümüş ise kalpler gibi  kararmasına ve sık sık temizlenmek istemesine rağmen ''yansıtıcı'' özelliğe sahiptir. Hz. Peygamber ise''platin''dir. Dâima parlak ve yansıtıcı. (Lütfi Filiz Hz.)

Simyacı'lar nasıl ki bakır ve gümüşü altına çevirmek için simya ilmini kullanırsa, bir diğer adı simyacı olan İnsan-Kâmil'ler de bizim değersiz varlığımızı değerli hale getirmek için çaba harcarlar. Aynı Kibrit-i Ahmer/Kırmızı Kibrit gibi. Onlar yanmaya, tutuşmaya elverişli olanların kalplerine ''aşk'' kıvılcımını sıçratmak için bekleyen ocak, tenûr ve fırınlardır.

Hz. İsa, Saff sûresi 6. âyette; Ahmed adında bir Peygamber'in geleceğini müjdeler.

Ayın ikiye bölünmesi, Şakk-ul Kamer mucizesi ''Devr-i Ahmed-i'' olarak bilinir. ''Kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı'' (Kamer sûresi-1) Bu ayetle ilgili pek çok te'vil yapılmıştır;

Ay'ın yarılması ''kıyamet'' (dirilmek, ayağa kalkmak) ile ilişkilendirilirse; Ay kalptir. Kalbin nefse ve rûha bakan iki yüzü vardır. Bir yanı karanlık (nefs), bir yanı ise aydınlıktır(rûh). Kalbin rûhtan ışık alması, tıpkı ayın güneşten ışık alması gibidir. Kalp, rûhun nûrunun kendisine tesir etmesiyle döner ve güneşi de kendisinin battığı yerden doğar. 

Hz. Muhammed'in zuhûru ayın infilâk edip açılması, yarılmasıdır. Çünkü Hz. Muhammed kamer devrinde zuhûr etmiştir. 

Peygamber zâtıyla kendisine bağlananların maddesi (nefs) ile mânâsını (rûhu ve sırrı) ayırdı. Böylece rablık ve kulluk ayrıldı. İnsan bir yönü Rablık (Rubûbiyet, Hakk), bir yönü kulluk (Ubûdiyet, halk) özelliklerini taşıyan iki yönlü bir ''AYNA''dır. İnsan; kul olunca Hakk ile genişler, Rab olunca yaşayışı daralır. Çünkü bütün âlemin ondan bir şey istediğine tanık olur. Oysa bunu gerçekleştirmekten zâtıyla acizdir. O halde sen Rabbinin kulu ol, kulun Rabbi olma. Sonra bu ilgi nedeniyle ateşe ve erimeye mahkûm olursun. (Ey İnsan Syf. 14, Syf. 233)

Hz. Peygamber Miraç'a kadar ''AY'' olup ışığını zâttan alır iken, Miraç'tan sonra ''GÜNEŞ'' olmuştur. (Cemâlnur Sargut/Can’ı Can’dır Syf. 178)