Hz. Peygamber (sav.); ''Ben ahlak binasının son tuğlasıyım''
demiştir.
Burada
anlatılmak istenen ''Peygamberliğin''
sona ermiş olmasıdır.
İbnü’l Arabî
Hz. yakaza halindeyken; Kâbe'nin duvarının iki tuğlasının eksik olduğunu ve
kendisi bu iki tuğlanın yerine yerleşerek, Kâbe duvarının tamamlandığını görür.
Bu olayı Füsus'ul Hikem'in Hz. Şit fassında; ''son iki tuğlasıyım''
diye açıklar.
Altın tuğla, Gümüş tuğla. Bu iki
tuğla tek tuğlayı temsil etmektedir.
Altın tuğla; Hâtemü'l-Evliyâ (son Velî),
Gümüş tuğla; Hatemü'l-Enbiya (Hz. Peygamber'in
şeriatına bağlılık).
Hz.
Peygamber ile beraber ''şeriat ve Peygamberlik''
bitmiş, ''velâyet'' Veli makamı ise
Kıyâmet'e kadar, hatta daha sonra da devam edecektir. Bunun bir göstergesi
olarak Allah'ın isimleri içerisinde el-Velî
ismi olmasına rağmen Nebî ismi
yoktur. Çünkü Veli’lik asla bitmez. Her Peygamber; önce Velî, sonra Nebî, sonra
Peygamber'dir. Ancak her Veli, Nebî ve Peygamber olmayabilir.
Hikmeti, Resul ve Nebi'lerden
görebilenler, sadece Nübüvvet hatemi olan Hz. Muhammed'in (sav.) nûruyla
görürler. (Kesbî/Vâsıtalı ilim)
Velâlet ehlinden görebilenler ise ancak son Veli'nin, Allah'ın elçisinin ışığından görürler.
(vehbî/vâsıtasız ilim/ilm-i ledün) (Füsus-ul Hikem Syf. 25-27)
Bu aynı
dünyanın hem güneş, hem de ay vâsıtasıyla aydınlatılması gibidir.
Allah Akl-ı
Külli (İlk Akıl/Hakîkat-ı Muhammedi) ''vâsıtasıyla'' yaratmasına
rağmen, Allah'ın dünyadaki her mahlûka doğrudan bakan ''vâsıtasız'' bir ''vech-i
has'' sının (yüzünün) olduğu bildirilmektedir. (Zaman ve Kozmoloji
Syf. 190)
Son Velî öyle bir kaynaktan beslenir
ki; Allah resûlüne vahiy getiren melek de aynı kaynaktan içer.
Hz. Âdem'in
zamanından, Hz. Muhammed'e kadar tüm Nebî'ler ilmini, Hz. Muhammed'in nûrundan
almıştır. Çünkü o henüz ''Âdem suyla
toprak arasındayken'' Peygamber olduğundan, tekâmülünün tamamlanmasını
beklemiştir. Aynı şekilde Velî’lerin sonuncusu da Velî iken, Âdem suyla toprak
arasındaydı.
Hz. Muhammed (sav.); hem Velî, hem
Nebî ve hem de Peygamber iken, son Evlîya (Veli) hikmeti kaynağından alan
VÂRİS'tir. (Syf. 27)
Önde giden
iz bırakır. Ayak izini ya da kademi takip edenler/vârisler, iz bırakanın yol
açtığı, ama sırf önde olduğu için bilemediği bir bilgiyi bilebilir. Ama önde
olan yine de herkesin önündedir. (Fütühat-ı Mekkiye 1 Syf. 477)
Kısaca; Altın
tuğla Velî makamını, bâtınını/içini,
Gümüş tuğla
da, Nebi makamını, zâhirini/dışını anlatır.
''Ahmed'' Altın tuğladır. Methedilen;
bâtınî tecellî, ümmi, vahyin alıcısı.
''Muhammed'' ise Gümüş tuğladır. Hamd
edilen, Kur'ân'ın mânâsının indiği Kadir gecesi.
Kadir gecesi; Ramazan ayının son üçte birinde olduğu
bildirilen bir gecedir. Ramazan ayını sabır, zorluk ve gece gibi düşünürsek,
Kadir yani Allah'ın mânâsının tecellîsi olan ''Kur'ân'ın idrâki, ancak bu
zorluğa katlananlara inmektedir.
Sahîh bir
Hâdis'te de ''Cenâb-ı Hakk her gecenin son üçte birinde, dünya semasına
inerek, bir şey isteyen yok mu?'' der. Sıkıntının son
üçte birinde kul eğer ''hamd'' eden
mü'minse Allah'la irtibat kurar ve kul ''an''
zuhûruna mazhar olur. İşte bu hâl ''Muhammedi''
zuhûrdur. İnsan beden, nefs ve rûhtan ibarettir. Ne zaman ki, bedeninin bir
gölge ve rûhunun bineği, nefsinin de tekâmül için bir fırsat ve Allah'ın
bir hediyesi olduğunu idrak eder ve ''nefsini
rûha'' tabi kılarsa, o zaman da insanda rûhtan (üçte bir) başka bir şey
kalmaz. O zaman duâyı eden de, duâya icâbet eden de kendi olur.(Kendinden
kendine)
Ahmed ve Muhammed. Vahyi alan ve
vahyi ileten. Veli ve Nebi. Altın ve Gümüş.
Ahmed ve
Muhammed'de ''mim'' harfi ortaktır.
Muhammed'deki ''mim'' harfi kalkarsa
''Ahmed'', Ahmed'deki ''mim'' kalkarsa ''ahad'' kalır. Mim vücûd dur. (Ey İnsan Syf. 12-13)
Neden Velîlik
''altın'', Nebîlik ''gümüştür’’ denilirse?
Bütün
madenlerin aslı altındır. (Tıpkı bütün suların aslının yağmur suyu olması gibi)
Altın saftır. Kirlenmez, bozulmaz, değer kaybetmez. Ancak ''yansıtıcı'' değildir.
Gümüş ise
kalpler gibi kararmasına ve sık sık temizlenmek istemesine rağmen ''yansıtıcı'' özelliğe sahiptir. Hz.
Peygamber ise''platin''dir. Dâima parlak ve yansıtıcı. (Lütfi Filiz
Hz.)
Simyacı'lar
nasıl ki bakır ve gümüşü altına çevirmek için simya ilmini kullanırsa, bir diğer adı simyacı olan İnsan-Kâmil'ler
de bizim değersiz varlığımızı değerli hale getirmek için çaba harcarlar. Aynı Kibrit-i
Ahmer/Kırmızı Kibrit gibi. Onlar yanmaya, tutuşmaya elverişli olanların
kalplerine ''aşk'' kıvılcımını
sıçratmak için bekleyen ocak, tenûr ve
fırınlardır.
Hz. İsa,
Saff sûresi 6. âyette; Ahmed adında bir Peygamber'in geleceğini müjdeler.
Ayın ikiye
bölünmesi, Şakk-ul Kamer mucizesi ''Devr-i
Ahmed-i'' olarak bilinir. ''Kıyamet saati yaklaştı ve ay
yarıldı'' (Kamer sûresi-1) Bu ayetle ilgili pek çok te'vil
yapılmıştır;
Ay'ın
yarılması ''kıyamet'' (dirilmek,
ayağa kalkmak) ile ilişkilendirilirse; Ay
kalptir. Kalbin nefse ve rûha bakan iki yüzü vardır. Bir yanı karanlık (nefs),
bir yanı ise aydınlıktır(rûh). Kalbin rûhtan ışık alması, tıpkı ayın güneşten
ışık alması gibidir. Kalp, rûhun nûrunun kendisine tesir etmesiyle döner ve
güneşi de kendisinin battığı yerden doğar.
Hz.
Muhammed'in zuhûru ayın infilâk edip açılması, yarılmasıdır. Çünkü Hz. Muhammed
kamer devrinde zuhûr etmiştir.
Peygamber
zâtıyla kendisine bağlananların maddesi (nefs) ile mânâsını (rûhu ve sırrı) ayırdı. Böylece rablık ve kulluk ayrıldı. İnsan bir yönü Rablık (Rubûbiyet, Hakk),
bir yönü kulluk (Ubûdiyet, halk) özelliklerini taşıyan iki yönlü bir ''AYNA''dır. İnsan; kul olunca Hakk ile
genişler, Rab olunca yaşayışı daralır. Çünkü bütün âlemin ondan bir şey
istediğine tanık olur. Oysa bunu gerçekleştirmekten zâtıyla acizdir. O halde sen
Rabbinin kulu ol, kulun Rabbi olma. Sonra bu ilgi nedeniyle ateşe ve erimeye
mahkûm olursun. (Ey İnsan Syf. 14, Syf. 233)
Hz.
Peygamber Miraç'a kadar ''AY'' olup
ışığını zâttan alır iken, Miraç'tan sonra
''GÜNEŞ'' olmuştur. (Cemâlnur Sargut/Can’ı Can’dır Syf. 178)