Haram; dinen
yapılması yasak olan her türlü eylem ve fiildir. Haram; terk edildiğinde sevap,
işlenildiğinde cezâyı gerektirecek din kökenli bir inanca dayanmakta iken,
yasak sadece işlenildiğinde (kanunla belirlenmiş ise) cezâya çarptırılmayı
gerektirecek bir durumu temsil eden bir kavramdır.
Haram ve
helâlin karşılığı âhirette cennet ve cehennemken, yasaklara uymayanların cezâsı
dünyadadır.
Helâl ve
haram kılma yetkisi sadece Allah’a aittir. Ancak haram ve helâller mezhep ve
dinlere göre değişir.
Yasak
Âdem’in yaradılışından beri var olan ve kâinat oldukça var olacak bir olgudur
(yasak elma). İnsan kendi hâline ve tabiatına bırakılırsa azan ve cismâni
lezzetlere dalan, zûlmâni bulutlar içinde kaybolan bir varlıktır. Yasaklarla korunmalıdır, yoksa zamanla istidadı
kaybolur ve insanlık mertebesinden düşer. Buna karşılık mûhafaza edilir,
hikmet, adap, tehdit ve vaad esaslı
öğütlerle terbiye edilirlerse yükselir ve nûrlanır. Dinler de tam bunun
içindir. Bu nedenle ibâdetler ve bazı yasaklar ile kulun Allah’a dönüş yolunun
kolaylaştırılması hedeflenmiştir.
Aslında
ibâdet, haram ve yasakların arkasında çok özel sebepler ve sırlar vardır. Amaç
güzel davranışlarla ahlâkı düzeltmek, insanı dine yaklaştırmak, nefsi denetim
altına alarak terbiye etmek ve edepli hâle getirmektir. Gaye kulların
temizlenmesidir. Çünkü Allah temizdir ve temizi sever. Nefsimizin kirlerinden
temizlenmeden aslî vatana dönüş mümkün değildir. Kin, nefret, yalan, riyâ,
zinâ, gıybet ve benzeri nefsâni sıfatlar kulu Allah’tan uzaklaştırır.
Burada Kur’an âyetleri ile de
desteklenmiş haram ve yasaklardan İÇKİ ve KUMAR, DOMUZ ETİ, FAİZ ve SÜTKARDEŞLER
ile EVLİLİK ele alınmıştır. İbnü’l Arabî Hz. bunların yasaklanma sebeplerini bâtınî açıdan ele alır.
İçki,
başlangıçta övülürken yıllar içerisinde kullanımında bazı uyarılar yapılır. En
sonunda da tamamen yasaklanır.
‘’Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem
içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullananlar için
büyük bir ibret vardır.’’ (Nahl, 67)
‘’Ey îman edenler! Siz sarhoş iken
(ne söylediğinizi bilinceye kadar) cünüp iken de (yolcu olan müstesna) gusül
edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde
bulunursanız yahut sizden biriniz ayakyolundan gelirse yahut kadınlara dokunup
da su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve
ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır’’ (Nisâ, 43)
Ey îman
edenler! Ey ameli îmanla inananlar!
Çünkü aynî îmanla inanan bir müminin
namazında gafil olması düşünülemez.
‘’Namaza yaklaşmayın’’ huzur ve Allah’a münacat (yalvarma)
makamına yaklaşmayın. ‘’Siz sarhoş iken’’
gaflet uykusundan veya hevâ
şaraplarından ya da dünya sevgisinden dolayı sarhoş iken namaza yaklaşmayın.
‘’Ne söylediğini bilinceye kadar’’
münacat ederken (Allah’a yalvarırken) ne söylediğini bilinceye kadar. Ki
kalpleriniz dünya meşgaleleriyle ve dünyevî vesveselerle ilgilenmesin. Aksi
takdirde namazdan gafil olursunuz. Nefse şiddetli bir şekilde meyletmek, nefsin
lezzetlerini tatmak, şehevî arzularını tatmin etmek, paylarını almak ve nefse
yaklaşmak sûretiyle Hak’tan uzak olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın. ‘’Yolcu olan müstesna’’ yol üzerinde
yürüyen, zarûret ve maslahat (faydalanma) miktarı yararlanma yollarından birinde süluk eden müstesna.
Ölmemek ve
gücü korumak için, yemek ve içmek sûretiyle beslenme yolunu yürüyen, sıcaktan
ve soğuktan korunmak ve avret mahallini örtmek için giyinme yolunu yürüyen,
nesli korumak için cinsel ilişki yolunu yürüyen, ama sırf hevâ uğruna bunlara
büsbütün kapılmayan, hevâ ve tutkulu arzular peşinde gitmeyi, yok olmayan veya
yok olması zorlaşan temel karakteri hâline getirmeyen kimse müstesna. (Nefsin
sıfatlarından gerektiği kadar yararlananlar hariç)
‘’Gusül edinceye kadar’’ sufli cihetin cezbesine kapılmaktan
meydana gelen hâllerden tevbe ve istiğfar suyuyla temizleninceye kadar.
‘’Eğer hasta olursanız’’ Eğer kalpleriniz hasta olursa,
ölümcül rezilliklerle sağlığını yitirmişse, ‘’veya
bir yolculuk üzerinde bulunursanız’’ nefsin talebi nedeniyle hırsla,
cehâlet ve şaşkınlık çöllerinde yolculuğa çıkmış iseniz, ‘’yahut sizden biriniz…gelirse’’ mal kiriyle meşgul olmaktan, maddi
kırıntılar kazanmaktan dolayı dünyevi sevgi ve eğilimle kirlenmiş, bu hâl
içinde köklü bir karakter haline gelmiş olarak gelirse ‘’yahut kadınlara dokunursanız’’
nefislere eşlik etmişseniz, ‘’ve su
da bulamamışsanız’’ sizi bundan uzaklaştıracak, sizi ondan arındırıp
temizleyecek bir ilim
bulamamışsanız, ‘’o zaman temiz bir
toprak ile teyemmüm edin’’ o zaman istidâdınızın temiz toprağına yönelin,
fıtrî istidâdın aslına dönün, ‘’sürün’’
fıtrî istidâdınızın nûrundan sürün ‘’yüzlerinize
ve ellerinize’’ mevcut zâtlarınıza ve sıfatlarınıza onların düzeyine inmek
sûretiyle sürün. Çünkü bu toprak onların etkilerini silecektir ve önceki gibi
berrak ve saf hale getirecektir.
‘’Şüphesiz Allah çok affedicidir’’ bu karanlık ve perdeleyici
melekelerin kökleşmişliğini affeder, bütünüyle ortadan kaldırır. Böylece istidâdınız
arınır ve bunun sonucunda Allah ile buluşmaya ve O’na münacat etmeye (dilekte
bulunmaya) hazır hale gelirsiniz.
‘’Ve bağışlayıcıdır’’ sıfatları ve zâtıyla sizin
sıfatlarınızı ve zâtlarınızı örter.
‘’Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük
bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak, her ikisinin de
günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını
sorarlar. ‘’İhtiyaç fazlasını’’ de. Allah size ayetleri böyle açıklar ki
düşünesiniz’’ (Bakara,
219)
‘’Sana ……sorarlar’’ hevâ
ve dünya sevgisi şarabını ve nefsin hazzın cezbesine kapılıp aldanması kumarını
sorarlar. De ki: ‘’İkisinde de büyük bir
günah vardır’’ Perdelenme ve uzaklık vardır. ‘’Ve insanlar için bir takım faydalar vardır’’ Geçim, nefsâni
hazlar elde etme, aşağılık ve bulanık heyetlerden ve hüzünlendiren kederlerden
gafil olma neticesinde sevinç türünden birtakım faydalar vardır. (Allah nefsin
bazı sıfatlarını ayakta kalma sebebi kılmıştır)
‘’Ey îman edenler! Şarap, kumar,
dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak
durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza
düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve salâttan alıkoymak ister.
Artık vazgeçtiniz değil mi?’’ (Mâide, 90-91) İbnü’l Arabî Hz. Tefsir-i Kebîr Te’vilât
Şarap hevâ
ve dünya sevgisi, kumar nefsin hazzının aldatması, dikili taşlar ise put
ettiklerimizdir. Fal gelecek hakkında bilgi almak olup, Allah bunu şiddetle
yasaklamıştır.
Özetle; Allah dünya sevgisinden sarhoş ve
nefsinin sıfatlarının şiddetli etkisi altında iken bana ve benimle münacaat
(yakarma, dilekte bulunma) makamına yaklaşmayın demektedir.
Özellikle
içki yasağına daha bâtınî açıdan bakacak olursak; İçkinin başlangıçta övülüp, sonra
yasaklanmasının bir nedeni de, insan mânevî yolculuğunun başlarında dünyaya ve
maddeye ihtiyaç duyar. Ancak hedef her şeyi birlemek ve Allah’tır. Şarap aşktır
ve aşkta ikilik vardır. Bu nedenle başta serbest olan ikilik (şarap/aşk) yerini
tekliğe bırakmak zorundadır.
‘’Allah size ölüyü haram kıldı…..’’ (Bakara, 173) İçindeki kan donduğu
ve mizacının sapması neticesi itidalden (dengeden) uzaklaştığı için haram
kılındı. (Örn. Konuşmanın itidali Hikmet, ifratı yani aşırısı taşkınlık,
tefriti yani azı akılsızlık ve bönlüktür. Öfkenin itidali cesaret ve atılganlık,
ifratı öfke patlaması, tefriti ödlekliktir. Şehvetin itidali iffet, ifratı
sapıklık ve fuhuş, tefriti hadımlık ve donukluktur)
‘’Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanmış, boğulmuş, vurulup
öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş hayvanlar ile
canavarların yediği hayvanlar(ölmeden yetişip yediğiniz müstesna) dikili taşlar
üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram
kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden ümit
kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün size dininizi
ikmâl ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı
beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara
düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve
esirgeyicidir.’’ (Mâide,
3 -En’am, 145- Nahl, 115))
‘’Leşten’’ maksat, şehvetin tamamen
sönmesidir. Bu ise iffete aykırı aşağılayıcı bir tefrittir. Bu nimet içinde
yaşamayı terk edenlerin, doğuştan şehevi duygulara karşı ilgisiz olan
kimselerin, istidatları eksik olduğunda sülukta yetersiz kalanların durumunda
olduğu gibi şehevi güç itibariyle denge yitirildiği için zorunlu yararlanma
miktarını gerçekleştirmekten acizlik bu kapsama girer. ‘’Kan’’ yani amellerde
nefsin hevâsından yararlanma haram kılındı. Çünkü hevâ ve heves amele karışır,
bulandırırsa ameli bütünüyle bozar.
‘’Domuz
eti’’ yırtıcılık, oburluk ve deyyusluk (eşini kıskanmama) gibi haller yiyenin
tabiatına galip olacağı ve eti yiyenden bu karakterlere sahip nesiller dünyaya
geleceği için haram kılındı. Ayrıca hırs ve aç gözlülükle gerçekleştirilen tüm
yararlanma çeşitleri haram kılınmıştır. Çünkü insanların sahip olduğu kuvvetlerin
en iğrenç olanı, kemâl ve kurtuluş yolunu en çok tıkayan hırs kuvvetidir.
‘’Allah’tan başkası
adına boğazlanmış’’ riyâ ile gerçekleştirilen riyâzet ve ameller, ayrıca
Allah’tan başkası için yapılan bütün işler haram kılınmıştır. Çünkü nefsin
kırılması, ezilmesi, nefse muhalefet, ancak Allah için olduğu zaman güzel ve
erdemli, sülûkta yardımcı bir fiil olabilir. Allahtan başkası için olunca, bu
davranış şirk olur. Şirk ise en büyük günahlardandır.
‘’Boğulmuş’’
nefsi, faziletler elde etmek ve güzel fiiller işlemekle rezilliklerinden
hapsetmek ve çirkinliklerinden içinde heva olacak şekilde sûreten men etmek de
haram kılındı. Çünkü nefsani fiiller Allah için ezildiği, bastırıldığı zaman
güzel olur. Tıpkı hayvanın kanının Allah için boğazlanmak sûretiyle dışarıya
akıtılması gibi. ‘’Vurulup öldürülmüş’’ İstemediği ve bir anlamda zorlandığı
halde nefisten faziletlerin sudur etmesi de haram kılınmıştır.
‘’Boynuzlanıp
ölmüş’’ Kendisine benzer birinin korkusu
ve baskısıyla sadır olmuş fiiller de haramdır. ‘’Canavarların yediği’’ gazap
gücünün şiddetiyle ortaya çıkan gurur, hamiyet ve gazabın istilası gibi iffet
kapsamına giren erdemler haram kılınmıştır. ‘’Ölmeden yetişip kestikleriniz
müstesna’’ başkasından gelen baskıdan sonra alıştığınız ve adet haline
getirdiğiniz şeyler müstesnadır. ‘’Dikili taşlar üzerine boğazlanmış’’ akli ve
şeri bir amaç olması hali müstesna, kaldırılması gereken adetlere dayalı olarak
fiiller de haram kılınmıştır.
‘’Ve fal
oklarıyla kısmet aramanız’’ Allah’ın kaza ve kaderine güvenerek, talebinizi
elde etmek için çalışmayı ve çaba göstermeyi terk ederek, kemâlat ve mutluluğu
talihlerden beklemeniz (nasibimiz varsa mutlaka gerçekleşir demeniz) haram
kılınmıştır. Kader kapsamında kişinin kemâli çalışmaya bağlı kılınmış olabilir.
Neticede kaderde ne yazıldığı bilinemez.
‘’Kim dara
düşerse (bunlardan yemeye mecbur kalırsa)’’ saydığımız haram şeylerden biriyle
ilgili olarak dara düşerse, gönülden günaha yönelmiş olmamak, dinden sapmamak,
rezilliklere yönelmemek şartıyla……….. ‘’Allah çok bağışlayıcıdır’’ sıfatlarının
birinin nûruyla kulunun bu durumunu örter. ‘’Bağışlayıcıdır’’ kemâli ortaya
çıkarmak ve kemâlin önündeki engelleri kaldırmak sûretiyle tavfik yardımını
sunarak merhamet eder.
‘’Faiz yiyenler, şeytan çarpmış kimselerin
cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hâl onların ‘’ alım-satım tıpkı
faiz gibidir’’ demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi
haram kılmıştır. Bundan sonra kimse Rabbinden bir öğüt gelir de faizden
vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır.
Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar’’ (Bakara, 275)
‘’Faiz yiyenler…..’’ Faiz yiyen kişi, diğer tüm büyük günahları işleyen faizciden çok daha zor durumdadır. Çünkü her çalışıp kazanan kişi, kazancı ile ilgili olarak az veya çok tevekkül eder. Tüccar, ziraatçı ve zanaatkâr gibi. Onlar rızıklarını, kazançlarını, akıllarını belirlemezler. Kazanmaktan önce kazançlarının ne olacağını bilmezler. Nitekim Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: ‘’Allah mümini onun hesap etmediği yerden rızıklandırmayı ister’’ Faiz yiyen kimse ise, kendisinden borç alan kimseden kazanacağını, rızkını önceden tayin eder, borç alan kimse ister kâr etsin, ister zarar etsin bu böyledir. Böylece faiz yiyen kimse, bu muamelede nefsini kendi ile Rabbi arasına sokar, nefsiyle Rabbinden perdelenir. Onun muamelesinde tevekküle hiç yer yoktur. Böylece cinler onu kaparlar, çarparlar.
Bunun
üzerine Allah onu nefsi ve aklıyla baş başa bırakır, korunmasından ve
vekâletinden çıkarır. Kıyamet günü kalktığında ise onunla Allah arasında bir
rabıta olmaz. Oysa sair insanlar, tevekkül aracılığıyla kendileriyle Allah
arasında bir bağ kurarlar. Faiz yiyen kimse bu yüzden şeytan çarpmış saralı
gibi olur.
‘’Bu hal onların
alım-satım tıpkı faiz gibidir’’ diyerek yaptıkları kıyas ile perdelenmeleri yüzündendir. İlk
kıyas yapan da İblis’tir (ben ondan üstünüm). Bu yüzden de kovulanlardan
olurlar. (Tefsir-i Kebir Te’vilât Syf. 166-167)
‘’Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz,
halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları, sizi
emziren analarınız, sütkardeşleriniz, eşlerinizin anaları, kendileriyle
birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla birleşmiş
değilseniz (evliliğiniz son bulduğunda) kızlarını almanızda size bir sakınca
yoktur. Kendi sülbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birlikte
almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve
esirgeyicidir.’’
(Nisâ, 23)
Başka
annelerden doğmalarına rağmen aynı sütanneden süt emen çocuklar sütkardeş
sayılırlar. Kur’ân’da geçen bu süre kabul görmesine rağmen pek anlaşılamamış,
ancak 1970 yılında yapılan bir çalışmanın sonucu bunun nedenini açıklamıştır.
Yüce Yaradan’ın bize yasakladığı veya emrettiği her kuralın arkasında çok
önemli bir sebebin ve kullar için bir yararın olduğu bir kez daha
kanıtlanmıştır.
Şöyle ki;
Emziren kadın, emzirdiği çocuk doğurmadığı bir çocuk olsa bile sütü yoluyla
genlerini o çocuğa vermektedir. Daha da ilginci bebeğe babadan gelen genler de
sütannenin genleri ile değişmektedir. Yâni emziren anne, gerçek anne
olmaktadır. ‘’Sizi emziren sizin
annenizdir’’ ayeti ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda bu annenin emzirdiği
çocuklar da gerçekten kardeş olmaktadırlar.
Sizi
emzirenler sizi ister doğuranlar olsun, ister doğurmayanlar olsun gerçekte
sizin genetik annenizdir. Bunun yanında sizi emzirenin hem emzirdikleri hem de
doğurdukları sizin gerçekten genetik kardeşlerinizdir. (Dr. Lütfi Hocaoğlu www.akevler.com)
Bakara, 228: ‘’Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç iddet süresi beklerler. Eğer
Allah’a ve âhiret gününe inanmışlarsa Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri
kendilerine helâl değildir. Kocaları
bu iddet müddeti içerisinde barışmak isterlerse eşlerini geri almakta daha çok
hak sahibidirler……….’’
Yapılan bilimsel
çalışmalar boşanmış kadınların ancak üç iddet dönemi bekledikten sonra yeniden
evlenmeleri ve çocuk sahibi olmaları gerektiğini, aksi takdirde eski eşinin
kodlarının doğacak çocukta etken olacağını ortaya koymuştur. Ayrıca birliktelik
kocanın vefatı ile sona ermişse, yaşanan üzüntü nedeniyle bu kodların kadının
bedeninde bir süre daha kalabileceğini, buna bağlı olarak kadının eski eşinin
kodlarından tamamen temizlenme süresinin dört ay on gün olabileceğini
açıklanmışlardır. Sadakallâhül Azim.