21 Nisan 2020 Salı

HARAM VE YASAKLAR:

Haram; dinen yapılması yasak olan her türlü eylem ve fiildir. Haram; terk edildiğinde sevap, işlenildiğinde cezâyı gerektirecek din kökenli bir inanca dayanmakta iken, yasak sadece işlenildiğinde (kanunla belirlenmiş ise) cezâya çarptırılmayı gerektirecek bir durumu temsil eden bir kavramdır.

Haram ve helâlin karşılığı âhirette cennet ve cehennemken, yasaklara uymayanların cezâsı dünyadadır.

Helâl ve haram kılma yetkisi sadece Allah’a aittir. Ancak haram ve helâller mezhep ve dinlere göre değişir.

Yasak Âdem’in yaradılışından beri var olan ve kâinat oldukça var olacak bir olgudur (yasak elma). İnsan kendi hâline ve tabiatına bırakılırsa azan ve cismâni lezzetlere dalan, zûlmâni bulutlar içinde kaybolan bir varlıktır.  Yasaklarla korunmalıdır, yoksa zamanla istidadı kaybolur ve insanlık mertebesinden düşer. Buna karşılık mûhafaza edilir, hikmet, adap, tehdit ve vaad esaslı öğütlerle terbiye edilirlerse yükselir ve nûrlanır. Dinler de tam bunun içindir. Bu nedenle ibâdetler ve bazı yasaklar ile kulun Allah’a dönüş yolunun kolaylaştırılması hedeflenmiştir.

Aslında ibâdet, haram ve yasakların arkasında çok özel sebepler ve sırlar vardır. Amaç güzel davranışlarla ahlâkı düzeltmek, insanı dine yaklaştırmak, nefsi denetim altına alarak terbiye etmek ve edepli hâle getirmektir. Gaye kulların temizlenmesidir. Çünkü Allah temizdir ve temizi sever. Nefsimizin kirlerinden temizlenmeden aslî vatana dönüş mümkün değildir. Kin, nefret, yalan, riyâ, zinâ, gıybet ve benzeri nefsâni sıfatlar kulu Allah’tan uzaklaştırır.

Burada Kur’an âyetleri ile de desteklenmiş haram ve yasaklardan İÇKİ ve KUMAR, DOMUZ ETİ, FAİZ ve SÜTKARDEŞLER ile EVLİLİK ele alınmıştır. İbnü’l Arabî Hz. bunların yasaklanma sebeplerini bâtınî açıdan ele alır.

İçki, başlangıçta övülürken yıllar içerisinde kullanımında bazı uyarılar yapılır. En sonunda da tamamen yasaklanır.

‘’Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullananlar için büyük bir ibret vardır.’’ (Nahl, 67)

‘’Ey îman edenler! Siz sarhoş iken (ne söylediğinizi bilinceye kadar) cünüp iken de (yolcu olan müstesna) gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız yahut sizden biriniz ayakyolundan gelirse yahut kadınlara dokunup da su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır’’ (Nisâ, 43)

Ey îman edenler! Ey ameli îmanla inananlar! Çünkü aynî îmanla inanan bir müminin namazında gafil olması düşünülemez.

‘’Namaza yaklaşmayın’’ huzur ve Allah’a münacat (yalvarma) makamına yaklaşmayın. ‘’Siz sarhoş iken’’ gaflet uykusundan veya hevâ şaraplarından ya da dünya sevgisinden dolayı sarhoş iken namaza yaklaşmayın. ‘’Ne söylediğini bilinceye kadar’’ münacat ederken (Allah’a yalvarırken) ne söylediğini bilinceye kadar. Ki kalpleriniz dünya meşgaleleriyle ve dünyevî vesveselerle ilgilenmesin. Aksi takdirde namazdan gafil olursunuz. Nefse şiddetli bir şekilde meyletmek, nefsin lezzetlerini tatmak, şehevî arzularını tatmin etmek, paylarını almak ve nefse yaklaşmak sûretiyle Hak’tan uzak olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın. ‘’Yolcu olan müstesna’’ yol üzerinde yürüyen, zarûret ve maslahat (faydalanma) miktarı yararlanma yollarından birinde süluk eden müstesna.

Ölmemek ve gücü korumak için, yemek ve içmek sûretiyle beslenme yolunu yürüyen, sıcaktan ve soğuktan korunmak ve avret mahallini örtmek için giyinme yolunu yürüyen, nesli korumak için cinsel ilişki yolunu yürüyen, ama sırf hevâ uğruna bunlara büsbütün kapılmayan, hevâ ve tutkulu arzular peşinde gitmeyi, yok olmayan veya yok olması zorlaşan temel karakteri hâline getirmeyen kimse müstesna. (Nefsin sıfatlarından gerektiği kadar yararlananlar hariç)

‘’Gusül edinceye kadar’’ sufli cihetin cezbesine kapılmaktan meydana gelen hâllerden tevbe ve istiğfar suyuyla temizleninceye kadar.

‘’Eğer hasta olursanız’’ Eğer kalpleriniz hasta olursa, ölümcül rezilliklerle sağlığını yitirmişse, ‘’veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız’’ nefsin talebi nedeniyle hırsla, cehâlet ve şaşkınlık çöllerinde yolculuğa çıkmış iseniz, ‘’yahut sizden biriniz…gelirse’’ mal kiriyle meşgul olmaktan, maddi kırıntılar kazanmaktan dolayı dünyevi sevgi ve eğilimle kirlenmiş, bu hâl içinde köklü bir karakter haline gelmiş olarak gelirse ‘’yahut kadınlara dokunursanız’’ nefislere eşlik etmişseniz, ‘’ve su da bulamamışsanız’’ sizi bundan uzaklaştıracak, sizi ondan arındırıp temizleyecek bir ilim bulamamışsanız, ‘’o zaman temiz bir toprak ile teyemmüm edin’’ o zaman istidâdınızın temiz toprağına yönelin, fıtrî istidâdın aslına dönün, ‘’sürün’’ fıtrî istidâdınızın nûrundan sürün ‘’yüzlerinize ve ellerinize’’ mevcut zâtlarınıza ve sıfatlarınıza onların düzeyine inmek sûretiyle sürün. Çünkü bu toprak onların etkilerini silecektir ve önceki gibi berrak ve saf hale getirecektir.

‘’Şüphesiz Allah çok affedicidir’’ bu karanlık ve perdeleyici melekelerin kökleşmişliğini affeder, bütünüyle ortadan kaldırır. Böylece istidâdınız arınır ve bunun sonucunda Allah ile buluşmaya ve O’na münacat etmeye (dilekte bulunmaya) hazır hale gelirsiniz.

‘’Ve bağışlayıcıdır’’ sıfatları ve zâtıyla sizin sıfatlarınızı ve zâtlarınızı örter.

‘’Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak, her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. ‘’İhtiyaç fazlasını’’ de. Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz’’ (Bakara, 219)

‘’Sana ……sorarlar’’ hevâ ve dünya sevgisi şarabını ve nefsin hazzın cezbesine kapılıp aldanması kumarını sorarlar. De ki: ‘’İkisinde de büyük bir günah vardır’’ Perdelenme ve uzaklık vardır. ‘’Ve insanlar için bir takım faydalar vardır’’ Geçim, nefsâni hazlar elde etme, aşağılık ve bulanık heyetlerden ve hüzünlendiren kederlerden gafil olma neticesinde sevinç türünden birtakım faydalar vardır. (Allah nefsin bazı sıfatlarını ayakta kalma sebebi kılmıştır)

‘’Ey îman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve salâttan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?’’ (Mâide, 90-91) İbnü’l Arabî Hz. Tefsir-i Kebîr Te’vilât

Şarap hevâ ve dünya sevgisi, kumar nefsin hazzının aldatması, dikili taşlar ise put ettiklerimizdir. Fal gelecek hakkında bilgi almak olup, Allah bunu şiddetle yasaklamıştır.

Özetle; Allah dünya sevgisinden sarhoş ve nefsinin sıfatlarının şiddetli etkisi altında iken bana ve benimle münacaat (yakarma, dilekte bulunma) makamına yaklaşmayın demektedir.

Özellikle içki yasağına daha bâtınî açıdan bakacak olursak; İçkinin başlangıçta övülüp, sonra yasaklanmasının bir nedeni de, insan mânevî yolculuğunun başlarında dünyaya ve maddeye ihtiyaç duyar. Ancak hedef her şeyi birlemek ve Allah’tır. Şarap aşktır ve aşkta ikilik vardır. Bu nedenle başta serbest olan ikilik (şarap/aşk) yerini tekliğe bırakmak zorundadır.

‘’Allah size ölüyü haram kıldı…..’’ (Bakara, 173) İçindeki kan donduğu ve mizacının sapması neticesi itidalden (dengeden) uzaklaştığı için haram kılındı. (Örn. Konuşmanın itidali Hikmet, ifratı yani aşırısı taşkınlık, tefriti yani azı akılsızlık ve bönlüktür. Öfkenin itidali cesaret ve atılganlık, ifratı öfke patlaması, tefriti ödlekliktir. Şehvetin itidali iffet, ifratı sapıklık ve fuhuş, tefriti hadımlık ve donukluktur)

‘’Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanmış, boğulmuş, vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş hayvanlar ile canavarların yediği hayvanlar(ölmeden yetişip yediğiniz müstesna) dikili taşlar üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün size dininizi ikmâl ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.’’ (Mâide, 3 -En’am, 145- Nahl, 115))

 ‘’Leşten’’ maksat, şehvetin tamamen sönmesidir. Bu ise iffete aykırı aşağılayıcı bir tefrittir. Bu nimet içinde yaşamayı terk edenlerin, doğuştan şehevi duygulara karşı ilgisiz olan kimselerin, istidatları eksik olduğunda sülukta yetersiz kalanların durumunda olduğu gibi şehevi güç itibariyle denge yitirildiği için zorunlu yararlanma miktarını gerçekleştirmekten acizlik bu kapsama girer. ‘’Kan’’ yani amellerde nefsin hevâsından yararlanma haram kılındı. Çünkü hevâ ve heves amele karışır, bulandırırsa ameli bütünüyle bozar.

‘’Domuz eti’’ yırtıcılık, oburluk ve deyyusluk (eşini kıskanmama) gibi haller yiyenin tabiatına galip olacağı ve eti yiyenden bu karakterlere sahip nesiller dünyaya geleceği için haram kılındı. Ayrıca hırs ve aç gözlülükle gerçekleştirilen tüm yararlanma çeşitleri haram kılınmıştır. Çünkü insanların sahip olduğu kuvvetlerin en iğrenç olanı, kemâl ve kurtuluş yolunu en çok tıkayan hırs kuvvetidir.

‘’Allah’tan başkası adına boğazlanmış’’ riyâ ile gerçekleştirilen riyâzet ve ameller, ayrıca Allah’tan başkası için yapılan bütün işler haram kılınmıştır. Çünkü nefsin kırılması, ezilmesi, nefse muhalefet, ancak Allah için olduğu zaman güzel ve erdemli, sülûkta yardımcı bir fiil olabilir. Allahtan başkası için olunca, bu davranış şirk olur. Şirk ise en büyük günahlardandır.

‘’Boğulmuş’’ nefsi, faziletler elde etmek ve güzel fiiller işlemekle rezilliklerinden hapsetmek ve çirkinliklerinden içinde heva olacak şekilde sûreten men etmek de haram kılındı. Çünkü nefsani fiiller Allah için ezildiği, bastırıldığı zaman güzel olur. Tıpkı hayvanın kanının Allah için boğazlanmak sûretiyle dışarıya akıtılması gibi. ‘’Vurulup öldürülmüş’’ İstemediği ve bir anlamda zorlandığı halde nefisten faziletlerin sudur etmesi de haram kılınmıştır.

‘’Boynuzlanıp ölmüş’’  Kendisine benzer birinin korkusu ve baskısıyla sadır olmuş fiiller de haramdır. ‘’Canavarların yediği’’ gazap gücünün şiddetiyle ortaya çıkan gurur, hamiyet ve gazabın istilası gibi iffet kapsamına giren erdemler haram kılınmıştır. ‘’Ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna’’ başkasından gelen baskıdan sonra alıştığınız ve adet haline getirdiğiniz şeyler müstesnadır. ‘’Dikili taşlar üzerine boğazlanmış’’ akli ve şeri bir amaç olması hali müstesna, kaldırılması gereken adetlere dayalı olarak fiiller de haram kılınmıştır.

‘’Ve fal oklarıyla kısmet aramanız’’ Allah’ın kaza ve kaderine güvenerek, talebinizi elde etmek için çalışmayı ve çaba göstermeyi terk ederek, kemâlat ve mutluluğu talihlerden beklemeniz (nasibimiz varsa mutlaka gerçekleşir demeniz) haram kılınmıştır. Kader kapsamında kişinin kemâli çalışmaya bağlı kılınmış olabilir. Neticede kaderde ne yazıldığı bilinemez.

‘’Kim dara düşerse (bunlardan yemeye mecbur kalırsa)’’ saydığımız haram şeylerden biriyle ilgili olarak dara düşerse, gönülden günaha yönelmiş olmamak, dinden sapmamak, rezilliklere yönelmemek şartıyla……….. ‘’Allah çok bağışlayıcıdır’’ sıfatlarının birinin nûruyla kulunun bu durumunu örter. ‘’Bağışlayıcıdır’’ kemâli ortaya çıkarmak ve kemâlin önündeki engelleri kaldırmak sûretiyle tavfik yardımını sunarak merhamet eder.

 ‘’Faiz yiyenler, şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hâl onların ‘’ alım-satım tıpkı faiz gibidir’’ demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kimse Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar’’ (Bakara, 275)

‘’Faiz yiyenler…..’’ Faiz yiyen kişi, diğer tüm büyük günahları işleyen faizciden çok daha zor durumdadır. Çünkü her çalışıp kazanan kişi, kazancı ile ilgili olarak az veya çok tevekkül eder. Tüccar, ziraatçı ve zanaatkâr gibi. Onlar rızıklarını, kazançlarını, akıllarını belirlemezler. Kazanmaktan önce kazançlarının ne olacağını bilmezler. Nitekim Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: ‘’Allah mümini onun hesap etmediği yerden rızıklandırmayı ister’’  Faiz yiyen kimse ise, kendisinden borç alan kimseden kazanacağını, rızkını önceden tayin eder, borç alan kimse ister kâr etsin, ister zarar etsin bu böyledir. Böylece faiz yiyen kimse, bu muamelede nefsini kendi ile Rabbi arasına sokar, nefsiyle Rabbinden perdelenir. Onun muamelesinde tevekküle hiç yer yoktur. Böylece cinler onu kaparlar, çarparlar.

Bunun üzerine Allah onu nefsi ve aklıyla baş başa bırakır, korunmasından ve vekâletinden çıkarır. Kıyamet günü kalktığında ise onunla Allah arasında bir rabıta olmaz. Oysa sair insanlar, tevekkül aracılığıyla kendileriyle Allah arasında bir bağ kurarlar. Faiz yiyen kimse bu yüzden şeytan çarpmış saralı gibi olur.

‘’Bu hal onların alım-satım tıpkı faiz gibidir’’ diyerek yaptıkları kıyas ile perdelenmeleri yüzündendir. İlk kıyas yapan da İblis’tir (ben ondan üstünüm). Bu yüzden de kovulanlardan olurlar. (Tefsir-i Kebir Te’vilât Syf. 166-167)

 ‘’Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren analarınız, sütkardeşleriniz,  eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla birleşmiş değilseniz (evliliğiniz son bulduğunda) kızlarını almanızda size bir sakınca yoktur. Kendi sülbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birlikte almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.’’ (Nisâ, 23)

Başka annelerden doğmalarına rağmen aynı sütanneden süt emen çocuklar sütkardeş sayılırlar. Kur’ân’da geçen bu süre kabul görmesine rağmen pek anlaşılamamış, ancak 1970 yılında yapılan bir çalışmanın sonucu bunun nedenini açıklamıştır. Yüce Yaradan’ın bize yasakladığı veya emrettiği her kuralın arkasında çok önemli bir sebebin ve kullar için bir yararın olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır.

Şöyle ki; Emziren kadın, emzirdiği çocuk doğurmadığı bir çocuk olsa bile sütü yoluyla genlerini o çocuğa vermektedir. Daha da ilginci bebeğe babadan gelen genler de sütannenin genleri ile değişmektedir. Yâni emziren anne, gerçek anne olmaktadır. ‘’Sizi emziren sizin annenizdir’’ ayeti ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda bu annenin emzirdiği çocuklar da gerçekten kardeş olmaktadırlar.

Sizi emzirenler sizi ister doğuranlar olsun, ister doğurmayanlar olsun gerçekte sizin genetik annenizdir. Bunun yanında sizi emzirenin hem emzirdikleri hem de doğurdukları sizin gerçekten genetik kardeşlerinizdir. (Dr. Lütfi Hocaoğlu www.akevler.com)

Bakara, 228: ‘’Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç iddet süresi beklerler. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanmışlarsa Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl değildir. Kocaları bu iddet müddeti içerisinde barışmak isterlerse eşlerini geri almakta daha çok hak sahibidirler……….’’

Yapılan bilimsel çalışmalar boşanmış kadınların ancak üç iddet dönemi bekledikten sonra yeniden evlenmeleri ve çocuk sahibi olmaları gerektiğini, aksi takdirde eski eşinin kodlarının doğacak çocukta etken olacağını ortaya koymuştur. Ayrıca birliktelik kocanın vefatı ile sona ermişse, yaşanan üzüntü nedeniyle bu kodların kadının bedeninde bir süre daha kalabileceğini, buna bağlı olarak kadının eski eşinin kodlarından tamamen temizlenme süresinin dört ay on gün olabileceğini açıklanmışlardır. Sadakallâhül Azim.