UCUB (KENDİNİ BEĞENMİŞLİK):
Nefs-i emmâreye
ilişkin tartışmalar (her ne kadar Allah’ın lutuf ve yardımı olmaksızın hiçbir
şeyin başarılamayacağı görüşü kabul görse de) kişinin kötü niteliklerine ve
bunların terbiye edilerek giderilmesi gerekliliğine yöneliktir. Nefsin en kötü
niteliklerinden birisi kendi kendisiyle memnun olmasıdır. Kendimizin iyi
olduğunu düşündüğümüz sürece alışılageldik durumdan hiçbir zaman çıkamayacağız
demektir. Özellikle tehlikeli olan ise
nefsin Allah’ın emirlerine uyduğu zaman O’na bir iyilik yaptığını düşünme
eğilimidir. Daha da kötüsü riyâ ve nifâktır ki bu iki nitelik, nefislerinin
toplumda saygı görme ve konum elde etme arzularına erişebilmek için şeriatı
gözeten kimselere âittir.
Âdem’in
yaratılış kıssasında Kur’ân iki çeşit mahlûku kınar: Melekler ve İblis. Elbette melekleri daha usulca eleştirir fakat
onları itaatlerinden ötürü değer kazandıklarını düşünmeleri sebebiyle
kınamaktan geri durmaz. Kendilerini beğenmeleri, onları Allah’a Âdem’in
yaratılışı hakkında soru sormaya ve kendilerini övmeye sevk etmiştir. ’’Biz seni hamd ile tesbih ve seni takdis
ederiz’’ (Bakara, 30) İblis ise kendi üstünlüğüne inanan, kendini beğenmiş
nefsin prototipidir (ilk örneğidir). Mottosu (sloganı) da oldukça basittir. ‘’Ben ondan daha üstünüm’’ (Sâd, 76)
Arınma yolu
nefsin unutkanlığını silmeyi, Allah’ın hakîkatini ve O’nun dini teklifî emrini
(Peygamberin yolunu) tasdik etmeyi gerektirir. Burada iki şey eş zamanlı olarak
ilerlemelidir. Bir taraftan kişi Allah’ın kulu olduğu ölçüde şerîatın emir ve
yasaklarını gözetmeye çaba göstererek kendini ortaya koymalı, diğer taraftan
Allah’a giden yolda (tarîkat) ilerlediği ölçüde amacına yâni hakîkate erebilmek
için kendini yok etmelidir. Üstesinden gelmeye çalıştığı olumsuz nitelikler tam
da nefsin kendini beğenmesine bağlı olanlardır. Eğer kişinin niyeti saf değilse
şerîatın pratiklerini yerine getirme egosunu yıpratmaktan çok egosunu yeniden
inşa eder. Bundan dolayı kişinin ihlâs sahibi olması gerekir. Çünkü ihlâs,
kalbi saflaştırmak, sırf Allah için hareket etmek ve Allah’tan başka her şeyi
kalpten çıkararak tevhîdî amele dökmektir.
Yarın âhiret
yurdunda ‘’sıdk meclisinde’’ (Kamer,
55) bulunanlar ve Hakk’ın Ceberutuna yakın olanlar bu dünyada diğerlerinden
daha yüksek ve büyük olmayı istememiş
olanlar olacaktır. Bu kişiler burada kendilerini daima başkalarından daha küçük
ve düşük mertebede görmüşler, kendilerini asla beğenmemişlerdir.
Ey
civanmert! Kendini beğenme! Benlik yoluna girme çünkü benlikten kimse fayda
görmedi. İblis’in başına gelen de benlik davasından geldi. Din büyüklerinden
birisi İblis’i gördü ve ‘’bana ne öğüt verirsin’’ diye sordu. O da ‘’Benim gibi
olmamak için aslâ ben deme’’ dedi.
Bu tarîkat
sâliklerinin ve hakîkat civanmertlerinin yoludur. Bununla birlikte şerîat yolunda
benlikten vazgeçmek câiz değildir. Çünkü şerîatte işler sana dönmüştür.
Şerîatte benliği nefy (red) etmek küfür, hakîkatte benliği ispat şirktir.
Şerîat makamında ‘’ben’’ de, hakîkat makamında ‘’O’’. Aslında hepsi de O’dur.
Şerîat fiiller, hakîkat hâllerdir. Fiiller sana bağlıdır, hâller O’nunladır.
Kur’ân
Firavun’u insanların en kötüsü, insan sûretinde bir İblis olarak tasvir eder.
Nitekim ‘’Ben, sizin en yüce Rabbinizim’’ (Nâziât, 24) diye bir iddiada
bulunmuştur. Yeryüzünde hiç kimse
kendisini üstün görenden daha aşağı ve değersiz, hiç kimse de kendisinin
temizlenmiş olduğu sanandan daha kirli değildir. İki şey gerekir: Senin
muhtaçlığın, O’nun desteği. Muhtaç olan geri çevrilmez, O’nun yolunda olan ise
O’nun kandili ile yürür.
Hadis
edebiyatında kişinin kendi dindarlığından memnun olması genellikle ‘’kendini beğenme’’ ve ‘’kendini hârikulâde görme’’ anlamına
gelen UCUB olarak adlandırılır.
Ucub, yoldaki gulyabanidir (yol kesici). Ucub,
insanın kendi ibâdetini önemli bulması, hizmeti kendinden bilmesi ve kendine
iftihar nazarıyla bakmasıdır. İlâhi haberin hükmüne ve nübüvvetin fetvâsına
göre böylesinin tâati kendi boylarının ötesine aslâ ulaşamaz.
Ucub, ibâdet ve tâatin Allah nezdinde
beğenilen bir hizmet olduğunu düşünmek, bu zanna dayanarak kendi kendine sevinç
ve mutluluk duymak, ‘’bu benim sıfatım ve kuvvetimdir’’ diye düşünmektir. Ucba
düşen kimse bütün bunların kendisine Allah’ın lütfu ve ihsânı olduğundan
gafildir. Gece vakti rûhsuz bir şekilde Kur’ân okuyarak iki rekât namaz kılan,
ertesi gün kibir düğümünü örüp
varlıklarıyla yerlere ve göklere nimet bahşettiklerini sananlara ne demeli?
Kibir
İblisin sıfatıdır. İblis Allah’a şöyle seslenir: ‘’Bana Âdem’e secdeyi
emretmiştin, ben secde etmemiştim ama Âdem’e de buğday yememeyi emretmiştin, o
yedi. Bir ona bir de bana.’’ Denilir ki, ikisi de emre baş kaldırmasına rağmen
ikisinin arasında fark vardır. Âdem’in
ayağını kaydıran şehvet, İblis’i yoldan çıkaran ise kibirdi. Kibirli olmak
şehvete kapılmaktan daha kötüdür. Şehvetten kaynaklanan günah affedilir,
kibirden kaynaklanan günahın içinde ise îman kaybolur. Nitekim Allah şöyle nida
etmiştir: ‘’Kibriyâ (ululuk) benin libasım, azamet de örtümdür. Bu ikisinde
benimle boy ölçüşmeye kalkanı ezerim.’’
Dikkat et!
Sakın eksik, kusurlu amellerine ya da o küçük aklına kendini beğenme gözüyle
bakma. O’na vâsıl olmak istiyorsan, kendi aklın ve ameline güvenme, O’nun
lütfundan iste. ‘’Allah’ın lütuf ve
rahmeti üstünüze olmasaydı içinizden hiç biriniz ebediyen temize çıkmazdı’’
(Nûr, 21)
Kişi kendi
amellerine dayanınca kendi başına bırakılır. Kişi O’nun lütuf ve rahmetine
dayanınca naim cennetlerinin de ötelerine ‘’Kudretli
bir Melik’in katında doğruluk meclisine’’ (Kamer, 55) götürülür.
Hz.
Peygamber (sav.) ‘’Hiçbiriniz ameliyle
kurtulamayacaktır’’ buyurdu. ‘’Sen de
mi, ey Allah’ın elçisi?’’ diye sordular. ‘’Evet, Allah beni rahmeti ile kuşatmadıkça ben de’’ diye cevap
verdi. (Wıllıam C. Chıttıck/İlâhî aşk Syf. 128- 129, 183- 189)
UCUBE de UCUB kelimesinden türemiştir. Çirkin şey anlamındadır.