23 Eylül 2021 Perşembe

KALEM VE LEVHA:

Sözlükte ’’kısaltmak, kesmek, yontmak’’ anlamında kullanılan Kalem,  dini bir terim olarak ulûhiyyet âleminde ‘’Kâinatın başlangıcından kıyâmete kadar meydana gelecek bütün nesne ve olayları kaydeden ilâhi kalem’’ olarak tanımlanır.(Ulûhiyyet: İlâhi isimlerin zuhûr ettiği mertebedir.)

Kalem kelimesi Kur’ân’ı Kerim’de iki yerde tekil, iki yerde çoğul şekliyle geçer.

‘’Nun, Kaleme ve yazdıklarına and olsun’’ Kalem sûresi-1

‘’Oku! Yaradan Rabbinin adıyla oku. O Kalem’le öğretti’’ Alak sûresi-4

‘’Şayet ağaçlar Kalem, denizler mürekkep olsa, Allah’ın sözleri yazmakla tükenmez’’ Lokman sûresi-27

‘’İçlerinden hangisi Meryem’i himayesine alacak diye kur’a çekmek için Kalemlerini atarlarken …….’’  Âli-İmran sûresi-44

Hadislerde de kalem hakkında çeşitli bilgiler verilir. Hz. Peygamber (sav.) şöyle demiştir: ‘’Allah’ın ilk yarattığı şey Kalem’dir. Allah Kalem’i yaratınca ona kıyamete kadar vuku bulacak olan her şeyi yazmasını emretmiş, o da yazmış ve artık bir daha yazmamak üzere Kalem kurumuştur.’’

Yine Hz. Peygamber miraca çıkınca (meleklere ait) Kalem’lerin çıkardığı sesleri duymuş, Kalem’in insanlar hakkında yazdığı hususların asla değişmeyeceğine inanmak gerektiğini belirtmiş ve bütün insanlar birleşse bile Allah yazmadıkça hiçbir kimseye fayda ve zarar veremeyeceklerini söylemiştir. Ayrıca uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik çağına girinceye kadar çocuktan, akıllanıncaya kadar deliden ve bunaktan, uğradığı musibetten kurtuluncaya kadar musibete uğrayandan kalemin kaldırıldığı, yani onlar hakkında Kalem’in günah yazmayacağını bildirmiştir.

İlâhi Kalem, bütün yaratıkların aslını teşkil eden akıllar nazariyesinin ilk basamağını oluşturan ‘’ilk akıl’’ dır. Zira yöneltilen hitapları vasıtasız olarak anlayan akıldır. Allah’ın yarattığı ilk soyut varlık olan Akl-ı Evvel/ilk akıl, kendi zâtını ve başlangıcını idrâk etmesi açısından Akıl diye adlandırılırken, diğer varlıkların meydana gelişi ve bilgilerin yazılışında vasıta olması bakımından Kalem, nübüvvet nûrunun yayılmasına aracılık etmesi itibariyle de ‘’Nûr-ı Muhammedi’’ diye isimlendirilir. Buna göre, İlk Akıl ve aynı zamanda en yüce Kalem tek bir nûrdan ibarettir. Bu nûr, kula nisbet edilince ‘’Akl-ı evvel’’, Hakk’a nisbet edilince ‘’Kalem-i a’lâ’’ adını alır. Nitekim bazı rivayetlerde ilk yaratılan varlığın Kalem olduğu belirtilirken, diğer bazı rivayetlerde Allah’ın ilk yarattığı Şey’in Akıl veya bir Cevher olduğu bildirilmiştir.

İbnü’l Arabi Hz. Varlığa yazılmış bir kitap diye bakar. Ondaki her cüz’î hakîkat bir harf, birleşik her hakîkat bir kelimedir. Bu âlem tedvin (yazılmış kitap) ve yazı âlemi diye isimlendirilmiştir. Bu âlemdeki ilk varlık doğal olarak Kalem’dir, onun vasıtasıyla varlık (kitap) meydana gelmiştir. İsimlendirilen tek, isimler çoktur. Hakîkat tek, hükümler farklıdır.

İlk akıl, yazması yönünden Kalem’dir. ‘’Sonra Tanrı, irade kalemini ilim mürekkebine daldırdı ve Kudret sağıyla korunmuş, saklanmış olan Levh-i Mahfuz’a daha önce olan her şeyi ve şu anda olmakta olan her şeyi ve ileride olacak olan ve olmayacak olan her şeyi yazdı.’’

Kalem’in hokkası ’’Nun’’ dur (Kalem sûresi nun harfi ile başlar). Nun harfi de hokka şeklindedir ( ). ‘’Nun’’dan maksat Allah’ın zâtıdır. Kalem’den maksat ‘’Hakîkat-i Muhammediyye’’dir. Kalemi tutan Allah’ın elidir. Kalemden düşen mürekkebin ilk damlası ‘’Nokta’’ yani ‘’Cevher’’ dir. Kalemin yazdığı ilk şey: ‘’Gerçekten Benim Rahmetim Gazabımın önüne geçti’’ olmuştur. (Nokta hakkında geniş bilgi ‘’Besmele’’ yazısındadır.)

Kalem’in yazı mahalli de Levha yani Levh-i Mahfûz’dur. Levha, Aklın ifade yeridir. İbnü’l Arabi Hz. göre Kalem ve Levha etken ve edilgendir. Kalem ve Levha arasındaki özel bir hareket sayesinde manevî nikâh meydana gelir (Külli Tabiat/Doğa). Kalemler ve Levhalar varlıkta çoğalır. Kalem erkek/Âdem, Levha kadın/Havva’dır. (Şuayb Şerefüddin/Nokta ve Kalem)

‘’Bu âlemden maksat, insanın (ki o imamdır) varlığı olunca, baba ve anneleri ona tamlama yapıp ulvi babalarımız (rûhlar) ve süfli analarımız (doğa) dedik. Her etken baba, her edilgen anadır. İşte bu, bu konudaki ilkedir. Bu etkilenmeden ana ve baba arasında meydana gelen şey, oğul ve ürün diye isimlendirilir. (Evrende var olan her şey etken ve edilgen olan iki olgunun birleşmesinden oluşur. Bu birliktelik ‘’mânevî nikâh’’ olarak adlandırılır.)

Aynı şekilde, bilgileri ortaya çıkarmada anlamlar da böyledir. Bilgileri ortaya çıkarmak, ancak iki öncül sayesinde gerçekleşebilir. Aralarında meydana gelen netice ise, elde edilmek istenen şeydir.

Bu meyanda bütün rûhlar baba, doğa ise başkalaşma ve değişmenin mahalli olduğu için anadır. Bu rûhların unsurlara (dört unsura) yönelmesiyle de onlardan ürünler ortaya çıkar. Söz konusu ürünler madenler, bitkiler, hayvan ve cindir. İnsan ise onların en yetkinidir.

Bizim şeriatımız bütün tümel hakîkatlere göre cereyan ettiği için en yetkin şeriat olarak gelmiştir. Onu getirene, cevâmiu’l-kelim verilmiş (Hz. Peygamber), evlenmeyi dört ile sınırlamış, anlaşmaya dayanan nikâh tarzıyla dörtten fazlasını yasaklamıştır. Bu yasağa cariye dâhil değildir, onu, bazı bilim adamlarının ileri sürdüğü beşinci unsurun karşılığında mubah saymıştır. (Evlilik dört eş ile sınırlı iken, Cariye de sınırlama yoktur. Dört unsur dört kadın mesabesinde kabul edilmiş, Cariye ise beşinci unsur ‘’Doğa’’ ile eşleştirilmiştir. Çünkü doğada türeyenler sonsuz çeşitliliğe sahiptir.)

Doğa âlemindeki unsurlar dörttür (Ateş, hava,  su, toprak). Ulvi âlemin (nûrlarının) bu dört unsurla birleşmesiyle Allah onlardan meydana gelen şeyleri yaratır. (Türeyenler)

İnsanlar bu konuda pek çok farklı görüş ileri sürmüştür. Bir grup bu dört unsurdan her birinin kendi başına asıl olduğunu iddia etmiş, başka bir grup ise, ateş unsurunun asıl olduğunu iddia etmiştir. Ondan yoğunlaşan şey hava olmuş, havadan yoğunlaşan şey su, sudan yoğunlaşan ise toprak olmuştur. Bir grup ise bu dört unsurdan birisi olmayan beşinci bir şey olduğunu iddia etmiştir. Söz konusu şey, bizim cariye mesabesinde kabul ettiğimizdir. Böylelikle şeriatımız, bütün görüşleri kendisine katmak için evlilikte en yetkin görüşleri içermiştir.

Beşinci aslı kabul eden görüş bizce doğru olandır ve o ‘’doğa’’ (cariye) diye isimlendirilir. Çünkü doğa tek bir mânâdır, ateş unsuru ve bütün diğer unsurlar ondan meydana gelmiştir. Bu bağlamda şöyle denilir. Ateş unsuru doğadandır ve onunla aynı şey değildir. (Doğa: Kendi kuralları çerçevesinde gelişen, değişen canlı ve cansız varlıkların tümü. Tabiat.)

Doğanın, dört unsurun aynı olan bir toplam sayılması mümkün değildir. Çünkü bazı unsurlar, diğerini bütünüyle ittiği gibi, bir kısmı belirli bir durumda diğerini iter. Örneğin ateş ve su her yönden birbirlerini iter. Hava ve toprak da böyledir. Bu nedenle Allah, onları varlıkta bir hikmete göre sıralamıştır. Birbirini iten iki unsur, yan yana gelseydi, dönüşmek mümkün olmaz ve Hakk’ın ortaya koyduğu hikmet (türeyenler) geçersizleşirdi. Allah havayı ateş unsurunun ardına yerleştirmiştir, bu ikisini birleştiren ise sıcaklıktır. Su ise havayı takip eder, o ikisini birleştiren yaşlıktır. Toprak ise suyu takip eder, onları birleştiren soğukluktur.

‘’Sıcaklık ve kuruluk karışmış ateş olmuş, sıcaklık ve yaşlılık karışmış hava olmuş, soğukluk ve yaşlılık karışmış su olmuş, kuruluk ve soğukluk karışmış toprak olmuştur.’’ (Cilt,1/Syf.148)

O halde dönüştüren baba (rûh), dönüşen ana (doğa), dönüşme birleşme, dönüşmenin kendisine olduğu şey ise çocuktur (ürün). Her baba ulvîdir, çünkü o etkendir; her anne süflîdir, çünkü o edilgendir. Aralarındaki belirli her bağlantı, birleşme ve yöneliş, her netice çocuktur. İşte, buradan konuşan kişinin kalkmasını istediğine söylediği ‘’kalk’’ sözü anlaşılır. Böylece kalması istenen kişi ’’kalk’’ sözünün etkisiyle ayağa kalkar. Duyan kalkmaz ise (duyan annedir) söz sonuçsuz kalmıştır. Sonuçsuz kaldığında ise sözü duyan bu halde anne değildir. (İbnü’l Arabi Hz. /Fütuhat-i Mekkiyye Cilt, 1 /Syf. 400-402)

İnsan Allah tarafından yaratıldığında, Allah onun bedenini sıcak, soğuk, yaş ve kurunun bileşiminden oluşturmuştur. Burada kastedilen, Âdem veya beşeri yaratılışın ve unsurlardan oluşmuş doğal bedensel sûretin aslıdır.  Bunlar dört karışımdır. Safra, sevdâ, kan ve balgam   (dört Hılt). Söz konusu dört unsur büyük âlemin cisminde ateş (safra), hava (kan), su (balgam) ve toprak (sevdâ) olarak bulunur. (Beşeri sûretlerdeki dört karışım, büyük âlemdeki dört unsurun karşılığıdır.)

Allah İsrail oğullarındaki peygamberlere indirdiği bazı kitaplarda şöyle demiştir: ‘’Ben Âdem’i toprak ve sudan yarattım. Ona nefis ve rûh üfledim. Onun bedenini toprak yönünden düzenledim. Yaşlılığını sudan, sıcaklığını nefisten, soğukluğunu rûhtan düzenledim. Ardından bedene başka dört tür yerleştirdim ki her birisi ancak diğeriyle ayakta durur. Bunlar safra, sevdâ, kan ve balgamdır. Sonra onların bir kısmını diğerine yerleştirdim. Kuruluğun yerini sevdâ, sıcaklığın yerini safra, yaşlılığın yerini kan ve soğukluğun yerini ise balgam yaptım.’’ Hangi bedende bu karışımlar dengeli halde bulunursa o bedenin sağlığı tam ve yapısı dengededir. (Cilt, 1/Syf. 443) (Ateş Celâlli, Su ilim ehli, Toprak tevazu sahibi, Hava değişken tabiatlı)

 ‘’Gece gündüzü örter’’ (Â’raf, 54), bu ayet ‘’Âdem Havvâ’yı kucakladığında, Havvâ hamile kaldı’’ (Â’raf, 189) ifâdesine benzer. O halde, gece gündüzü örttüğünde ‘’gece baba, gündüz ana’’ dır . Allah’ın gündüzde meydana getirdiği her şey, kadının doğurduğu çocuk mesabesindedir. Gündüz geceyi örttüğünde ise, ‘’gündüz baba, gece ana’’dır. Böylece Allah’ın gecede meydana getirdiği işler, annenin doğurduğu çocuklar mesabesindedir.

Allah şöyle buyurur: ‘’Geceyi gündüze katar, gündüzü geceye’’ (Zümer, 5). Böylece gece ve gündüz arasındaki evlilik ilişkisi açıklanmış olur.  ‘’Onlar için bir delil gecedir. Ondan gündüzü çıkarırız’’ (Yâ-Sîn, 37) âyeti ile de, gecenin gündüzün annesi olduğunu ve çocuğun annesinden doğması ya da yılanın derisinden sıyrılması gibi kendisinden çıktığında gündüzün geceden meydana geldiğini açıklamıştır. Böylece gece bir açıdan baba, bir açıdan annedir. Türeyenler ise gece ve gündüzün oğulları diye adlandırılır. (Cilt, 1/ Syf. 407)

‘’Güneş doğumu ve batımıyla gece ve gündüzü oluşturur. Allah o ikisi için iki perde yarattı ki, bu, ‘’nikâh’’ demektir. Gecenin gündüze girmesi, türeyenlerin varlıklarının ortaya çıkmasını sağlar. Allah’ın gece ve gündüzde yarattığı yaratıklar, bu girme ve gizlenmeden doğar’’(Cilt,7/ Syf. 178)

Nûrani ışınlar dört unsura bitiştiğinde, bu manevî birleşmeden Allah’ın belirlediği türeyenler meydana gelir. Böylelikle türeyen şeyler, babalar (yüce nûrlar) ile analar arasında meydana gelir. Analar doğanın süfli unsurlarıdır. Bunlardan unsurlara ulaşan ışıklar manevî birleşme, feleklerin hareketleri ve nûrların dönmesi ise birleştirici hareket haline gelmiştir. Unsurların hareketleri ise doğumla ortaya çıkan çocuğu meydana getirmek için ananın doğum vaktine benzer. Çocuk bu unsurlarda gözle görülen maden, bitki, hayvan, cin ve insan gibi türeyenlerin suretleridir.’’ (Cilt, 1/ Syf. 408-409)

‘’Allah unsurlara ulaşan ışınlar yarattı. Onların unsurlara ulaşması, babaların analarla birleşmesinin yerini tutar. Allah, bu aydınlık ışınların dört unsura ulaşması vesilesiyle, doğa âleminde duyuda gördüğümüz oluşanları yaratır. Bu unsurlar, o ışınlar için şeriatımızdaki dört kadın mesabesindedir.

Kalem ile Levha arasında manevî ve akledilir bir birleşme, duyusal ve görülür bir eser vardır. Levhaya bırakılmış eser, dişinin rahmine bırakılmış bir su gibidir. Yazıdan ortaya çıkan harflere bırakılmış anlamlar ise, cisimlere bırakılmış çocukların rûhlarına benzer. Anla! Allah hakkı söyler ve doğruya ulaştırır.’’

(İbnü’l Arabi Hz./Fütuhat-ı Mekkiyye Cilt-1 Syf.403)