KALEM VE LEVHA:
Sözlükte
’’kısaltmak, kesmek, yontmak’’ anlamında kullanılan Kalem, dini bir terim
olarak ulûhiyyet âleminde ‘’Kâinatın başlangıcından kıyâmete kadar meydana
gelecek bütün nesne ve olayları kaydeden ilâhi
kalem’’ olarak tanımlanır.(Ulûhiyyet: İlâhi isimlerin zuhûr ettiği mertebedir.)
Kalem kelimesi
Kur’ân’ı Kerim’de iki yerde tekil, iki yerde çoğul şekliyle geçer.
‘’Nun, Kaleme ve yazdıklarına and
olsun’’ Kalem
sûresi-1
‘’Oku! Yaradan Rabbinin adıyla oku. O
Kalem’le öğretti’’
Alak sûresi-4
‘’Şayet ağaçlar Kalem, denizler
mürekkep olsa, Allah’ın sözleri yazmakla tükenmez’’ Lokman sûresi-27
‘’İçlerinden hangisi Meryem’i
himayesine alacak diye kur’a çekmek için Kalemlerini atarlarken …….’’ Âli-İmran sûresi-44
Hadislerde
de kalem hakkında çeşitli bilgiler verilir. Hz. Peygamber (sav.) şöyle
demiştir: ‘’Allah’ın ilk yarattığı şey Kalem’dir.
Allah Kalem’i yaratınca ona kıyamete kadar vuku bulacak olan her şeyi yazmasını
emretmiş, o da yazmış ve artık bir daha yazmamak üzere Kalem kurumuştur.’’
Yine Hz.
Peygamber miraca çıkınca (meleklere ait) Kalem’lerin çıkardığı sesleri duymuş,
Kalem’in insanlar hakkında yazdığı hususların asla değişmeyeceğine inanmak
gerektiğini belirtmiş ve bütün insanlar birleşse bile Allah yazmadıkça hiçbir
kimseye fayda ve zarar veremeyeceklerini söylemiştir. Ayrıca uyanıncaya kadar
uyuyandan, ergenlik çağına girinceye kadar çocuktan, akıllanıncaya kadar
deliden ve bunaktan, uğradığı musibetten kurtuluncaya kadar musibete uğrayandan
kalemin kaldırıldığı, yani onlar hakkında Kalem’in günah yazmayacağını
bildirmiştir.
İlâhi Kalem, bütün yaratıkların
aslını teşkil eden akıllar nazariyesinin ilk basamağını oluşturan ‘’ilk akıl’’
dır. Zira yöneltilen
hitapları vasıtasız olarak anlayan akıldır. Allah’ın yarattığı ilk soyut varlık
olan Akl-ı Evvel/ilk akıl,
kendi zâtını ve başlangıcını idrâk etmesi açısından Akıl diye adlandırılırken,
diğer varlıkların meydana gelişi ve bilgilerin yazılışında vasıta olması bakımından
Kalem, nübüvvet nûrunun
yayılmasına aracılık etmesi itibariyle de ‘’Nûr-ı Muhammedi’’ diye isimlendirilir. Buna göre, İlk
Akıl ve aynı zamanda en yüce Kalem tek bir nûrdan ibarettir. Bu nûr, kula
nisbet edilince ‘’Akl-ı evvel’’, Hakk’a nisbet edilince ‘’Kalem-i a’lâ’’ adını
alır. Nitekim bazı rivayetlerde ilk yaratılan varlığın Kalem olduğu
belirtilirken, diğer bazı rivayetlerde Allah’ın ilk yarattığı Şey’in Akıl veya
bir Cevher olduğu bildirilmiştir.
İbnü’l Arabi
Hz. Varlığa yazılmış bir kitap diye bakar. Ondaki her cüz’î hakîkat bir
harf, birleşik her hakîkat bir kelimedir. Bu âlem tedvin (yazılmış kitap) ve
yazı âlemi diye isimlendirilmiştir. Bu âlemdeki ilk varlık doğal olarak
Kalem’dir, onun vasıtasıyla varlık (kitap) meydana gelmiştir. İsimlendirilen
tek, isimler çoktur. Hakîkat tek, hükümler farklıdır.
İlk akıl,
yazması yönünden Kalem’dir. ‘’Sonra
Tanrı, irade kalemini ilim mürekkebine daldırdı ve Kudret sağıyla korunmuş,
saklanmış olan Levh-i Mahfuz’a daha önce olan her şeyi ve şu anda
olmakta olan her şeyi ve ileride olacak olan ve olmayacak olan her şeyi
yazdı.’’
Kalem’in
hokkası ’’Nun’’ dur (Kalem sûresi nun
harfi ile başlar). Nun harfi de hokka şeklindedir (ﻥ ). ‘’Nun’’dan maksat Allah’ın zâtıdır. Kalem’den maksat ‘’Hakîkat-i
Muhammediyye’’dir. Kalemi tutan Allah’ın elidir. Kalemden düşen mürekkebin
ilk damlası ‘’Nokta’’ yani ‘’Cevher’’ dir. Kalemin yazdığı ilk
şey: ‘’Gerçekten Benim Rahmetim Gazabımın
önüne geçti’’ olmuştur. (Nokta hakkında geniş bilgi ‘’Besmele’’
yazısındadır.)
Kalem’in
yazı mahalli de Levha yani Levh-i Mahfûz’dur.
Levha, Aklın ifade yeridir. İbnü’l Arabi Hz. göre Kalem ve Levha etken ve edilgendir. Kalem ve Levha
arasındaki özel bir hareket sayesinde manevî
nikâh meydana gelir (Külli Tabiat/Doğa). Kalemler ve Levhalar varlıkta
çoğalır. Kalem erkek/Âdem, Levha
kadın/Havva’dır. (Şuayb Şerefüddin/Nokta ve Kalem)
‘’Bu âlemden
maksat, insanın (ki o imamdır) varlığı olunca, baba ve anneleri ona tamlama
yapıp ulvi babalarımız (rûhlar) ve süfli analarımız (doğa) dedik. Her etken
baba, her edilgen anadır. İşte bu, bu konudaki ilkedir. Bu etkilenmeden ana ve
baba arasında meydana gelen şey, oğul
ve ürün diye isimlendirilir. (Evrende var olan her şey etken ve edilgen
olan iki olgunun birleşmesinden oluşur. Bu birliktelik ‘’mânevî nikâh’’ olarak adlandırılır.)
Aynı
şekilde, bilgileri ortaya çıkarmada anlamlar da böyledir. Bilgileri ortaya
çıkarmak, ancak iki öncül sayesinde gerçekleşebilir. Aralarında meydana gelen
netice ise, elde edilmek istenen şeydir.
Bu
meyanda bütün rûhlar baba, doğa ise başkalaşma ve değişmenin mahalli olduğu
için anadır. Bu
rûhların unsurlara (dört unsura) yönelmesiyle de onlardan ürünler ortaya çıkar.
Söz konusu ürünler madenler, bitkiler, hayvan ve cindir. İnsan ise
onların en yetkinidir.
Bizim
şeriatımız bütün tümel hakîkatlere göre cereyan ettiği için en yetkin şeriat
olarak gelmiştir. Onu getirene, cevâmiu’l-kelim verilmiş (Hz. Peygamber), evlenmeyi dört ile sınırlamış,
anlaşmaya dayanan nikâh tarzıyla dörtten fazlasını yasaklamıştır. Bu yasağa cariye dâhil değildir, onu, bazı
bilim adamlarının ileri sürdüğü beşinci
unsurun karşılığında mubah saymıştır. (Evlilik dört eş ile sınırlı iken,
Cariye de sınırlama yoktur. Dört unsur dört kadın mesabesinde kabul edilmiş,
Cariye ise beşinci unsur ‘’Doğa’’
ile eşleştirilmiştir. Çünkü doğada türeyenler sonsuz çeşitliliğe sahiptir.)
Doğa
âlemindeki unsurlar dörttür (Ateş, hava,
su, toprak). Ulvi âlemin (nûrlarının) bu dört unsurla birleşmesiyle
Allah onlardan meydana gelen şeyleri yaratır. (Türeyenler)
İnsanlar bu
konuda pek çok farklı görüş ileri sürmüştür. Bir grup bu dört unsurdan her
birinin kendi başına asıl olduğunu iddia etmiş, başka bir grup ise, ateş unsurunun asıl olduğunu
iddia etmiştir. Ondan yoğunlaşan şey hava
olmuş, havadan yoğunlaşan şey su,
sudan yoğunlaşan ise toprak
olmuştur. Bir grup ise bu dört
unsurdan birisi olmayan beşinci bir şey olduğunu iddia etmiştir. Söz
konusu şey, bizim cariye
mesabesinde kabul ettiğimizdir. Böylelikle şeriatımız, bütün görüşleri
kendisine katmak için evlilikte en yetkin görüşleri içermiştir.
Beşinci aslı kabul eden görüş bizce doğru
olandır ve o ‘’doğa’’ (cariye) diye
isimlendirilir. Çünkü doğa tek bir mânâdır, ateş unsuru ve bütün diğer unsurlar
ondan meydana gelmiştir. Bu bağlamda şöyle denilir. Ateş unsuru doğadandır
ve onunla aynı şey değildir. (Doğa:
Kendi kuralları çerçevesinde gelişen, değişen canlı ve cansız varlıkların tümü.
Tabiat.)
Doğanın,
dört unsurun aynı olan bir toplam sayılması mümkün değildir. Çünkü bazı
unsurlar, diğerini bütünüyle ittiği gibi, bir kısmı belirli bir durumda
diğerini iter. Örneğin ateş ve su her yönden birbirlerini iter. Hava ve toprak
da böyledir. Bu nedenle Allah, onları varlıkta bir hikmete göre sıralamıştır.
Birbirini iten iki unsur, yan yana gelseydi, dönüşmek mümkün olmaz ve Hakk’ın ortaya koyduğu hikmet
(türeyenler) geçersizleşirdi. Allah
havayı ateş unsurunun ardına yerleştirmiştir, bu ikisini birleştiren ise sıcaklıktır.
Su ise havayı takip eder, o ikisini birleştiren yaşlıktır. Toprak ise
suyu takip eder, onları birleştiren soğukluktur.
‘’Sıcaklık
ve kuruluk karışmış ateş
olmuş, sıcaklık ve yaşlılık karışmış hava olmuş, soğukluk ve yaşlılık
karışmış su olmuş, kuruluk ve
soğukluk karışmış toprak
olmuştur.’’ (Cilt,1/Syf.148)
O halde
dönüştüren baba (rûh), dönüşen ana (doğa), dönüşme birleşme, dönüşmenin
kendisine olduğu şey ise çocuktur (ürün). Her baba ulvîdir, çünkü o etkendir;
her anne süflîdir, çünkü o edilgendir. Aralarındaki belirli her bağlantı,
birleşme ve yöneliş, her netice çocuktur. İşte, buradan konuşan kişinin
kalkmasını istediğine söylediği ‘’kalk’’ sözü anlaşılır. Böylece kalması
istenen kişi ’’kalk’’ sözünün etkisiyle ayağa kalkar. Duyan kalkmaz ise (duyan
annedir) söz sonuçsuz kalmıştır. Sonuçsuz kaldığında ise sözü duyan bu halde
anne değildir. (İbnü’l Arabi Hz. /Fütuhat-i Mekkiyye Cilt, 1 /Syf. 400-402)
İnsan Allah
tarafından yaratıldığında, Allah onun bedenini sıcak, soğuk, yaş ve kurunun
bileşiminden oluşturmuştur. Burada kastedilen, Âdem veya beşeri yaratılışın ve
unsurlardan oluşmuş doğal bedensel sûretin aslıdır. Bunlar dört karışımdır. Safra, sevdâ, kan ve balgam
(dört Hılt). Söz konusu dört unsur
büyük âlemin cisminde ateş (safra), hava (kan), su (balgam) ve toprak (sevdâ)
olarak bulunur. (Beşeri sûretlerdeki dört karışım, büyük âlemdeki dört unsurun
karşılığıdır.)
Allah İsrail
oğullarındaki peygamberlere indirdiği bazı kitaplarda şöyle demiştir: ‘’Ben Âdem’i toprak ve sudan yarattım. Ona
nefis ve rûh üfledim. Onun bedenini toprak yönünden düzenledim. Yaşlılığını
sudan, sıcaklığını nefisten, soğukluğunu rûhtan düzenledim. Ardından bedene
başka dört tür yerleştirdim ki her birisi ancak diğeriyle ayakta durur. Bunlar
safra, sevdâ, kan ve balgamdır. Sonra onların bir kısmını diğerine
yerleştirdim. Kuruluğun yerini sevdâ, sıcaklığın yerini safra, yaşlılığın
yerini kan ve soğukluğun yerini ise balgam yaptım.’’ Hangi bedende bu
karışımlar dengeli halde bulunursa o bedenin sağlığı tam ve yapısı dengededir. (Cilt, 1/Syf.
443) (Ateş Celâlli, Su ilim ehli, Toprak tevazu sahibi, Hava değişken tabiatlı)
‘’Gece gündüzü örter’’ (Â’raf, 54), bu ayet ‘’Âdem Havvâ’yı kucakladığında, Havvâ hamile
kaldı’’ (Â’raf, 189) ifâdesine benzer. O halde, gece gündüzü örttüğünde ‘’gece
baba, gündüz ana’’ dır . Allah’ın gündüzde meydana getirdiği her
şey, kadının doğurduğu çocuk mesabesindedir. Gündüz geceyi örttüğünde ise, ‘’gündüz
baba, gece ana’’dır. Böylece Allah’ın gecede meydana getirdiği işler,
annenin doğurduğu çocuklar mesabesindedir.
Allah şöyle
buyurur: ‘’Geceyi gündüze katar, gündüzü
geceye’’ (Zümer, 5). Böylece gece ve gündüz arasındaki evlilik ilişkisi
açıklanmış olur. ‘’Onlar için bir delil gecedir. Ondan gündüzü çıkarırız’’ (Yâ-Sîn,
37) âyeti ile de, gecenin gündüzün annesi olduğunu ve çocuğun annesinden
doğması ya da yılanın derisinden sıyrılması gibi kendisinden çıktığında
gündüzün geceden meydana geldiğini açıklamıştır. Böylece gece bir açıdan baba,
bir açıdan annedir. Türeyenler ise gece ve gündüzün oğulları diye adlandırılır. (Cilt,
1/ Syf. 407)
‘’Güneş
doğumu ve batımıyla gece ve gündüzü oluşturur. Allah o ikisi için iki perde
yarattı ki, bu, ‘’nikâh’’ demektir.
Gecenin gündüze girmesi, türeyenlerin varlıklarının ortaya çıkmasını sağlar.
Allah’ın gece ve gündüzde yarattığı yaratıklar, bu girme ve gizlenmeden
doğar’’(Cilt,7/ Syf. 178)
Nûrani
ışınlar dört unsura bitiştiğinde, bu manevî birleşmeden Allah’ın
belirlediği türeyenler meydana gelir. Böylelikle türeyen şeyler, babalar (yüce
nûrlar) ile analar arasında meydana gelir. Analar doğanın süfli unsurlarıdır.
Bunlardan unsurlara ulaşan ışıklar manevî birleşme, feleklerin hareketleri ve nûrların dönmesi ise birleştirici
hareket haline gelmiştir. Unsurların hareketleri ise doğumla ortaya çıkan
çocuğu meydana getirmek için ananın doğum vaktine benzer. Çocuk bu
unsurlarda gözle görülen maden, bitki, hayvan, cin ve insan gibi türeyenlerin
suretleridir.’’ (Cilt, 1/ Syf. 408-409)
‘’Allah unsurlara
ulaşan ışınlar yarattı. Onların unsurlara ulaşması, babaların analarla
birleşmesinin yerini tutar. Allah, bu aydınlık ışınların dört unsura ulaşması
vesilesiyle, doğa âleminde duyuda gördüğümüz oluşanları yaratır. Bu unsurlar, o ışınlar için
şeriatımızdaki dört kadın mesabesindedir.
Kalem ile
Levha arasında manevî ve akledilir bir birleşme, duyusal ve görülür bir eser
vardır. Levhaya
bırakılmış eser, dişinin rahmine bırakılmış bir su gibidir. Yazıdan ortaya
çıkan harflere bırakılmış anlamlar ise, cisimlere bırakılmış çocukların
rûhlarına benzer. Anla! Allah hakkı söyler ve doğruya ulaştırır.’’
(İbnü’l
Arabi Hz./Fütuhat-ı Mekkiyye Cilt-1 Syf.403)