ŞİMDİ NE ANLADIM?
Dünyanın
aslında var olmadığını, var olduğunu sandığım her şeyin kendim de dâhil bir
ilizyon, gölge, hatta gölgenin gölgesi olduğunu, gölgenin sahibini de asla
göremeyeceğimi anladım.
Her şeyin
bir enerji olduğunu ve tüm evrenin görünmeyen bağlarla birbirine bağlı olup,
birbirini etkilediğine anladım. İslâmın teslimiyet, imânın kalben tasdik olduğunu
ve her şeyin ilahi bir dizayn içinde yürüdüğünü, hiçbir irâdem olmadığını, daha
doğrusu cüz’i irâdemin külli irâdeye bağlı olduğunu, çevremde gördüğüm her şeyin
aslında iç âlemimin bir yansıması olduğunu anladım.
Dinin doğru
anlaşılır ve uygulanırsa insanı hakîkatine taşıyabilecek bir yol olduğuna
anladım. Edep ve ahlâkın bu yolun olmazsa olmazı ve levâzımı olduğunu anladım. Din
adı altında yapılan tüm ritüellerin aslında kendi hayrıma, rûhumun ve kalbimin
gıdası olduğuna inandım. Okudukça, sembolleri idrakim ölçüsünde kavradıkça en
büyük mucizenin Kur’an olduğunu anladım.
Yaratılmış,
zuhûra çıkmış her şeyin, herkesin gerekli olduğunu, tüm farklılıkların bir
bütünün parçaları olduğunu, varacağımız nokta aynı olacaksa da benim ve
herkesin hakîkatinin, yolunun birbirinden farklı olduğunu anladım. Şu an için
anlamasam da her şeyin sonunun hayr olduğuna, şer gibi görünenlerin de gerekli olduğuna inandım. Sonra hayrın varlık, şerrin yokluk
olduğunu anladım. Hayr ve şerrin bir olduğunu algılamanın da bir makam olduğuna
inandım. En sonunda inandığım her şeyin aslında kendi zanım olduğunu da anladım. Bu
dünyada gelip geçici varlıklar olduğumuza, ancak bu dünyayı da yaşamam
gerektiğine, daha doğrusu iki dünyayı da burada yaşamam ve bir etmem
gerektiğine inandım.
Şu anda
yaşadığım bu hayatı tamamen kendimin seçtiğine ve bu deneyimleri yaşamak için
can attığımı anladım.
Biliyorum
dediğim anda hiçbir şeyi bilmediğimi, gerçekten bilmiyorum dediğimde ise
gerçeğe yaklaştığımı anladım. Her ne yaşıyorsam ortaya çıkarmam gereken hakîkatimin
bir parçası olduğunu anladım. Çok bilmeye çalışmanın da hırs olduğunu, en büyük
erdemin bildiklerimi uygulamaya geçirmek olduğunu anladım.
Bu dünyadan
değil ibâdetlerimi bir ipliği dahi öbür hayatıma götüremeyeceğimi, çıplak
geldiğim gibi çıplak gideceğimi, hedefimin insan olmaya çalışmak olması
gerektiğini anladım.
İlâhi
senaryo gereği yanlış ve doğru olmayanla mücadele etmem gerektiğine inandım.
Her şeye razı olmanın ve saçma bir kabullenişin kendime ve çevreme zarar
verebileceğine, bâtıni olarak her şeyin Haktan geldiğini kabul etmeme rağmen zâhiren
yanlış ile mücadele etmem gerektiğini nihayet anladım.
Kendimin
Hakk’ın bir parçası, tüm çevremin de kendi yansımalarım, sıfatlarım olduğuna
inandım. En sonunda gözümü dışarıdan içeriye çevirmem gerektiğini ve fetvayı
kalbimden almam gerektiğini anladım. Biraz daha ileri gidersem, çevremde
gördüğün her şeyin ama her şeyin benim iç âlemimin yansımaları olduğunu
anladım. Dış dünyamı değil, iç dünyamı düzeltmem gerektiğini böylece huzura ve
hakîkatime varacağımı anladım.
Yangın,
deprem, fırtına, salgın, sel gibi doğa olaylarından her birinin özel bir
anlamının olduğuna, dünyanın da yaşlandığına, bir gün bu dünyayı terk edip
başka başka âlemlerden geçerek Öz’üme
kavuşana kadar var olacağıma inandım. Her an değişip geliştiğime, her ne
yaparsan yapayım bir güç tarafından idare edildiğime inandım.
Yaşadığım
deneyimlerle her şeyin canlı olduğuna, eşyalarımın dahi beni duyduğuna,
kızdığına, üzüldüğüne, sevindiğine ve konuştuklarıma bir şekilde cevap
verdiğine inandım. Bana hizmetlerinin onlarla kurduğum bağ ile doğru orantılı
olduğuna inandım. Bozulmuş ve çalışmayan birçok aletimin onunla konuşmam,
çalışması için rica etmem, hatta yalvarmam neticesinde çalışmaya başladığına
tanık oldum. Her gün onlarla konuştum ve teşekkür ettim. Her ne olursa olsun
kadir kıymet bilmenin kıymetini anladım.
Duanın
gücüne inandım. Dua sayesinde ilâhi ile iletişimimin güçlendiğini fark ettim. Tüm
arzu ve isteklerimin Yüce gücün beni kendisine çekmek için bir sebep olduğuna,
O’nunla bağ kurmam için planlandığına inandım.
Ağzımdan
çıkan hiçbir söz ve fiilimin kaybolmadığını, bumerang gibi dönüp dolaşıp tekrar
bana döndüğünü anladım ve bunu bizzat deneyimledim. Ancak tüm düşünce ve
eylemlerimin kaderimin bir parçası olarak bana aktarıldığını ve zorunlu olarak
buna uygun davrandığımı kavradım. Hayatıma her an yeni yeni oyuncuların
girdiğine, rolleri bitenlerin de çıktığına inandım. Ben de hayatlara girdim ve
çıktım.
O’ndan daha
fazla değer verdiğim her şey için sınanacağımı ve araya giren her ne ise eninde
sonunda ortadan kalkacağını, her şeyi ama her şeyi sadece O’nun için sevmem
gerektiğini anladım. Çok sevdiklerimin bir gün düşman, hiç sevmediklerimin de
sonunda dostum olabileceğini anladım. O’nun, kullarının kendinden emin olmasını
hiç de sevmediğini, korku ve umut içinde olmanın en doğru kıvam olduğunu
anladım. Her ne anladı isem O’nun ezelde bana yazıldığı için kavradığımı,
istidadımın bu kavrayışta büyük rol oynadığını anladım.
En önemlisi
ve benim için devrim niteliğinde olan An’ın ne olduğunu anladım. Geçmiş hayal,
gelecek meçhul ifâdelerinden gerçek zamanın An’ların toplamı olduğunu ve An’a
odaklanılırsa zamanın çocuğu (İbn’ül vakt), zaman tesir altına alınırsa zamanın
sahibi (eb’ûl vakt) olunacağını anladım. An’ı yaşamanın da zihnin
hâkimiyetinden kurtulmak olduğunu, kadim öğretilerde 2 rekât namazı hiçbir şey
düşünmeden kılmanın sadece Hz. Muhammed ve Hz. Ali’ye mahsus olmasının ve Hz. Ali’nin de
İnsan-ı Kâmil makamında olmasının ne demek olduğunu anladım.
An’ın sıfır
yani Hakk noktasını temsil ettiğini Kuantum sıçramalarının ancak bu noktada
başarılabileceğini, ancak bunu başarmanın da neredeyse imkânsız olduğunu
anladım.
Bunlar şu ana
kadar anladıklarım. Yarın bunlara neler ilâve olur bilemem!
(Not:
Yukarıda yazdıklarım yolda yürürken konu başlığı dâhil adeta zihnime aktı. İlk
defa ses kaydını açtım ve zihnime akanları kaydettim.) Doğruyu Allah bilir.