4 Eylül 2021 Cumartesi

 ŞİMDİ NE ANLADIM?

Dünyanın aslında var olmadığını, var olduğunu sandığım her şeyin kendim de dâhil bir ilizyon, gölge, hatta gölgenin gölgesi olduğunu, gölgenin sahibini de asla göremeyeceğimi anladım.

Her şeyin bir enerji olduğunu ve tüm evrenin görünmeyen bağlarla birbirine bağlı olup, birbirini etkilediğine anladım. İslâmın teslimiyet, imânın kalben tasdik olduğunu ve her şeyin ilahi bir dizayn içinde yürüdüğünü, hiçbir irâdem olmadığını, daha doğrusu cüz’i irâdemin külli irâdeye bağlı olduğunu, çevremde gördüğüm her şeyin aslında iç âlemimin bir yansıması olduğunu anladım.

Dinin doğru anlaşılır ve uygulanırsa insanı hakîkatine taşıyabilecek bir yol olduğuna anladım. Edep ve ahlâkın bu yolun olmazsa olmazı ve levâzımı olduğunu anladım. Din adı altında yapılan tüm ritüellerin aslında kendi hayrıma, rûhumun ve kalbimin gıdası olduğuna inandım. Okudukça, sembolleri idrakim ölçüsünde kavradıkça en büyük mucizenin Kur’an olduğunu anladım.

Yaratılmış, zuhûra çıkmış her şeyin, herkesin gerekli olduğunu, tüm farklılıkların bir bütünün parçaları olduğunu, varacağımız nokta aynı olacaksa da benim ve herkesin hakîkatinin, yolunun birbirinden farklı olduğunu anladım. Şu an için anlamasam da her şeyin sonunun hayr olduğuna, şer gibi görünenlerin de gerekli olduğuna inandım. Sonra hayrın varlık, şerrin yokluk olduğunu anladım. Hayr ve şerrin bir olduğunu algılamanın da bir makam olduğuna inandım. En sonunda inandığım her şeyin aslında kendi zanım olduğunu da anladım. Bu dünyada gelip geçici varlıklar olduğumuza, ancak bu dünyayı da yaşamam gerektiğine, daha doğrusu iki dünyayı da burada yaşamam ve bir etmem gerektiğine inandım.

Şu anda yaşadığım bu hayatı tamamen kendimin seçtiğine ve bu deneyimleri yaşamak için can attığımı anladım.

Biliyorum dediğim anda hiçbir şeyi bilmediğimi, gerçekten bilmiyorum dediğimde ise gerçeğe yaklaştığımı anladım. Her ne yaşıyorsam ortaya çıkarmam gereken hakîkatimin bir parçası olduğunu anladım. Çok bilmeye çalışmanın da hırs olduğunu, en büyük erdemin bildiklerimi uygulamaya geçirmek olduğunu anladım.

Bu dünyadan değil ibâdetlerimi bir ipliği dahi öbür hayatıma götüremeyeceğimi, çıplak geldiğim gibi çıplak gideceğimi, hedefimin insan olmaya çalışmak olması gerektiğini anladım.

İlâhi senaryo gereği yanlış ve doğru olmayanla mücadele etmem gerektiğine inandım. Her şeye razı olmanın ve saçma bir kabullenişin kendime ve çevreme zarar verebileceğine, bâtıni olarak her şeyin Haktan geldiğini kabul etmeme rağmen zâhiren yanlış ile mücadele etmem gerektiğini nihayet anladım.

Kendimin Hakk’ın bir parçası, tüm çevremin de kendi yansımalarım, sıfatlarım olduğuna inandım. En sonunda gözümü dışarıdan içeriye çevirmem gerektiğini ve fetvayı kalbimden almam gerektiğini anladım. Biraz daha ileri gidersem, çevremde gördüğün her şeyin ama her şeyin benim iç âlemimin yansımaları olduğunu anladım. Dış dünyamı değil, iç dünyamı düzeltmem gerektiğini böylece huzura ve hakîkatime varacağımı anladım.

Yangın, deprem, fırtına, salgın, sel gibi doğa olaylarından her birinin özel bir anlamının olduğuna, dünyanın da yaşlandığına, bir gün bu dünyayı terk edip başka başka âlemlerden  geçerek Öz’üme kavuşana kadar var olacağıma inandım. Her an değişip geliştiğime, her ne yaparsan yapayım bir güç tarafından idare edildiğime inandım.

Yaşadığım deneyimlerle her şeyin canlı olduğuna, eşyalarımın dahi beni duyduğuna, kızdığına, üzüldüğüne, sevindiğine ve konuştuklarıma bir şekilde cevap verdiğine inandım. Bana hizmetlerinin onlarla kurduğum bağ ile doğru orantılı olduğuna inandım. Bozulmuş ve çalışmayan birçok aletimin onunla konuşmam, çalışması için rica etmem, hatta yalvarmam neticesinde çalışmaya başladığına tanık oldum. Her gün onlarla konuştum ve teşekkür ettim. Her ne olursa olsun kadir kıymet bilmenin kıymetini anladım.

Duanın gücüne inandım. Dua sayesinde ilâhi ile iletişimimin güçlendiğini fark ettim. Tüm arzu ve isteklerimin Yüce gücün beni kendisine çekmek için bir sebep olduğuna, O’nunla bağ kurmam için planlandığına inandım.

Ağzımdan çıkan hiçbir söz ve fiilimin kaybolmadığını, bumerang gibi dönüp dolaşıp tekrar bana döndüğünü anladım ve bunu bizzat deneyimledim. Ancak tüm düşünce ve eylemlerimin kaderimin bir parçası olarak bana aktarıldığını ve zorunlu olarak buna uygun davrandığımı kavradım. Hayatıma her an yeni yeni oyuncuların girdiğine, rolleri bitenlerin de çıktığına inandım. Ben de hayatlara girdim ve çıktım.

O’ndan daha fazla değer verdiğim her şey için sınanacağımı ve araya giren her ne ise eninde sonunda ortadan kalkacağını, her şeyi ama her şeyi sadece O’nun için sevmem gerektiğini anladım. Çok sevdiklerimin bir gün düşman, hiç sevmediklerimin de sonunda dostum olabileceğini anladım. O’nun, kullarının kendinden emin olmasını hiç de sevmediğini, korku ve umut içinde olmanın en doğru kıvam olduğunu anladım. Her ne anladı isem O’nun ezelde bana yazıldığı için kavradığımı, istidadımın bu kavrayışta büyük rol oynadığını anladım.

En önemlisi ve benim için devrim niteliğinde olan An’ın ne olduğunu anladım. Geçmiş hayal, gelecek meçhul ifâdelerinden gerçek zamanın An’ların toplamı olduğunu ve An’a odaklanılırsa zamanın çocuğu (İbn’ül vakt), zaman tesir altına alınırsa zamanın sahibi (eb’ûl vakt) olunacağını anladım. An’ı yaşamanın da zihnin hâkimiyetinden kurtulmak olduğunu, kadim öğretilerde 2 rekât namazı hiçbir şey düşünmeden kılmanın sadece Hz. Muhammed ve Hz. Ali’ye mahsus olmasının ve Hz. Ali’nin de İnsan-ı Kâmil makamında olmasının ne demek olduğunu anladım.

An’ın sıfır yani Hakk noktasını temsil ettiğini Kuantum sıçramalarının ancak bu noktada başarılabileceğini, ancak bunu başarmanın da neredeyse imkânsız olduğunu anladım.

Bunlar şu ana kadar anladıklarım. Yarın bunlara neler ilâve olur bilemem!  

(Not: Yukarıda yazdıklarım yolda yürürken konu başlığı dâhil adeta zihnime aktı. İlk defa ses kaydını açtım ve zihnime akanları kaydettim.)  Doğruyu Allah bilir.