ZAMAN VE MEKÂN:
Zaman
herkesin hissettiği fakat kimsenin kesin olarak tanımlayamadığı bir mefhumdur.
Platon zamanı dünya ile beraber yaratılan
bir şey olarak düşünürken, ‘’zaman, ebediyetin (sonsuzluğun) hareket
eden formudur’’ der. Aristo ise dünyanın zamanda
yaratıldığını söyler. Aristo’ya göre zaman sonsuz ve dâimi bir genişlemedir.
İbni Sinâ da zamanı nihai olarak hareket ile
tanımlamaktadır. Ona göre zaman gerçektir, çünkü onun bağımsız bir özü yoktur,
maddenin hareketi ile var olur. Fârâbî’ye
göre ise ‘’Sadece dairesel hareket süreklidir ve zaman bu hareketle irtibatlıdır.’’
Zaman,
hareketi tanımlamak için gereklidir. Madde sürekli hareket halindedir ve
nesneler hareket etmek için bir sebebe ihtiyaç duyar. Zaman, genel
anlamda algılarımız tarafından nesnelerin hareketini ve olayları kronolojik
olarak (zaman sırasına göre) tasnif etmek için kullanılan bir araçtır. Hareket
veya değişim olmadan zamanın hiçbir anlamı olmaz. Bu yüzden uyurken zamanı
hissetmeyiz ve ne kadar zaman geçtiğini anlamak için güneş, ay, yıldız veya bir
saate ihtiyaç duyarız.
İbnü’l-Arabî Hz. zamanı hayâli ve gerçek varoluştan
ayrı görmektedir. Zamanın hayâli bir sıfatının olduğunu, kendi başına var
olmadığını ve zamanın kendisine ait ayrı fiziksel ya da gayrı fiziksel bir
varlığının olmadığını beyan etmektedir. Ona göre zaman, sadece feleklerin ve
fiziksel nesnelerin hareketlerini, olayları ayarlamak için akıl tarafından
kullanılan bir araçtır. Hazrete göre zaman dairesel ve izafidir (görecelidir).
Dünya
zamanın dışında yaratılmıştır ve zaman yaratılmış dünyanın bir parçasıdır.
Zamanın iki çeşidi olduğu gibi (geçmiş ve gelecek) dünya da maddî ve
mânevî dünya olarak ikiye ayrılmıştır. Bu yüzden fiziksel dünyanın
yaratılmasından evvel mânevî bir zaman vardır. İbnü’l Arabî Hz. mânevî zamanın,
fiziksel dünyanın yaratılmasından önce rûhlar ve Esma arasındaki ilişkinin
tanımlanması için gerekli olduğunu ifâde etmektedir. Bu ifâde maddî dünyanın yaratılmasından evvel
ne vardı sorusuna da cevap niteliğindedir.
Einstein’in ispatı bize, evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce
bir anda çok ufak, fakat aynı zamanda çok yüksek bir yoğunluktan başladığını ve
şu anki mevcut durumuna kadar genişlediğini göstermektedir.
Gökbilimciler
zaman ve mekân da dâhil olmak üzere,
bütün evrenin Büyük Patlamada
yaratıldığını söylemektedir.
İzafiyet
teorisine göre Zaman, mekân ve hareket
birbirinden bağımsız değildir, birbirleriyle bağlantılı izâfi bir bütündür.
Mekân
nesnelerin üzerine konulduğu yer olarak anlatılabilir. Zaman gibi mekân da
hakîkatte yoktur. Varlıkların sadece bir illüzyon ve bu illüzyonun da sadece
insanoğlunun bir vehmi olduğu ifâde edilmektedir. Zaman iki parçadan
müteşekkildir. Bunlardan ilki var olmuştur (geçip girmiştir), diğeri ise henüz
var olmamıştır (gelecekteki zaman). O hâlde bir şey nasıl henüz var olmamış
şeyden müteşekkil olabilir? Dolayısıyla eğer zaman ‘’gerçek’’ bir varoluşa
sahip ise ‘’şu anda’’ (şimdide) olmalıdır, geçmişte ve gelecekte değil. ‘’Bir
şeyin zamanı onun mevcudiyetidir.’’
Zaman daire
şeklinde yaratılmışken, vakitler zamanda takdir edilmiştir. ‘’Vakit
ne gelecekteki ne de geçmişteki, senin şu andaki hâlindir’’ Vakit senin
kendisiyle (an’da) olduğun şeydir. Senin kendisiyle olduğun ise senin
istidâdındır. Vakit hâlihazırdaki andır. Dünyadaki her varlığın ânı onun
vaktidir. İşte bu yüzden sûfîlere ‘’ibn vakt’’ (vaktin oğlu) denir. An (şimdi) Berzah gibidir. Geçmiş ve geleceği
birbirinden ayırır.
Mekân
oturanla tanımlanırken, zaman nefesle sayılır. Zaman aslında Allah’ın ‘’ed-Dehr’’
ismidir. Dehr kelimesi sadece zamanı değil, mekânı da kapsar. Dehr tek
bir gündür ve kendisini tekrar etmez. Bir hadiste şöyle der: ‘’Dehr’e
küfretmeyiniz, çünkü Allah, Dehr’dir’’ Hz. Peygamber Dehr’i bir esmâ-i
ilâhi olarak görmektedir.
Kur’ân’ı
Kerîm’de Allah, Arapça ‘’zaman’’ kelimesine direkt referans
vermemektedir. Ancak zamanla alâkalı sene,
ay, gün ve gece gibi terimler sıkça geçmektedir. Ayrıca Esmâ-i Hüsnâ’da
zaman mefhumu ile alâkalı olarak Evvel,
Âhir, Dehr gibi ismi şerifler de bulunmaktadır.
Zaman; vakit,
gün, gündüz, ezel/ebed ve Dehr gibi ifadelerin yanında hafta, ay, yıl
(sene
360 gün, âm tam veya bütün) gibi ifadelerle de kullanılmaktadır. Bunun
yanında: Sermet: ezel/ebed ve Dehr’den başka Mutlak sonsuzluk (eternity)
yerine de kullanılmaktadır. Metâ:
‘’Ne zaman’’ anlamına gelmektedir. Hin: Bu kelime (nispeten kısa)
zaman süreçleri anlamına gelmektedir. Genelde hususi bir geçmiş ve gelecek
zamanı işaret etmek için kullanılır.
Zaman ve
mekân nesnel evrende hiçbir şeyi tayin etmeyen soyut kavramlardır. Zaman
kavramının yanında mekân kavramını anlamak daha kolaydır. Mekân kelimesinin
kökü kevn
kelimesinden gelmektedir. Bu kelime bütün yaratılmış şeyler için
kullanılmaktadır. Mekân genellikle cismâni âlemde bulunan şeyler için
kullanılır, çünkü mânevî varlıklar yer ile sınırlandırılamaz. Kevn kelimesi
hiçbir zaman Allah’ın varlığı için kullanılmamıştır. Kevn, Allah’ın şeyleri varlığa
getirdiğinde, şeylerin sahip olduğu varlıktır. Mekân kelimesinin
kullanımı bize varlığa sahip olmayan bir şeyin varlık alanına girmesini
anlatmaktadır. Âlemin tamamından ‘’el-kevn’’ (varlık alanı) olarak
bahsedilmesi, Allah’ın ‘’Ol’’ demesinin açık sonucudur.
Mekân
görünür âlemdeki yeri ve bir şeyin konumunu tayin etmektedir ve bu yüzden bu
kavram belirli bir sabitlik içermektedir. Fakat eşya aslında sabit
değildir, çünkü hem varlıkları hem de konumu değişebilir. Zaman kelimesi,
varlık alanındaki değişimi ve hareketi tayin etmektedir. Âlemin görünüşündeki
değişen ilişkileri işaret etmektedir. Âlemin varlığı hiçbir zaman sabit ve durağan
olamaz, çünkü daimilik ve sabitlik, mahlûkun değil Hakk’ın
sıfatlarıdır. Kevne değil, vücuda aittir. ‘’Zaman’’ âlemde daima
vukû bulan değişikliğin kalıbına verdiğimiz bir isimdir.
İbnü’l Arabî
Hz. zaman ve mekânın ‘’kevn ü fesad’’ (oluş ve bozuluş)
âleminde gerektiğini belirtmektedir. Kevn
Allah’ın yaratıcı fiiliyatının bir sonucu, fesad ise yok oluşu
mânâsındadır. Kevne dair konuşmak, mekâna dair konuşmaktır, çünkü bir şeyin
varlığı mekândadır. Fesada dair konuşmak ise değişime dairdir, çünkü değişim
zamana göre tanımlanır.
Allah zamandan ve
mekândan münezzehtir. Kadim ve samedî kelimeleri bunu ifade etmektedir. Her iki kelime
zamanın ötesinde ve dışında anlamına gelmektedir.
İbnü’l Arabî
Hz. zamanın hayâli olmasına karşın zamanın, tabiatın dört temel unsurundan biri
olduğu ifâde etmektedir. Zaman,
mekân, cevher ve araz (form). Cevher ‘’öz, töz’’ anlamındadır.
Araz ise cevherin sûretidir. Arazlar değişirken, Cevherler değişmez ve kendi
başına görülemez. Ancak bir sûrete girdiğinde görülebilir. Varlığın bu dört
anası cevher ile birlikte ‘’Vahdet-i Vücûd’’ un içindeki
hayâli sûretlerden başka bir şey değildir. Tek gerçek varlık ‘’cevher-i
ferd’’ dir (İnsan-ı Kâmil) ve dünyadaki diğer bütün şeyler onun bir
yansımasıdır.
Zaman, mekân
gibi (gözle) görülmemesine rağmen İzafiyet teorisinde tıpkı mekânın diğer
boyutları gibi (yükseklik, en, boy: x,y,z) dördüncü bir boyut olarak düşünülür.
Fiziksel evren zaman ve mekânda çerçevelenmiş olarak tanımlanır. İbnü’l Arabî
Hz. zamana ait görüşünün en önemli
neticesi: bizim yaşadığımız günü Cumartesi
olarak, Pazar’dan Cuma’ya
diğer günleri ise dünyanın (aralıksız her an) yaratılışını mekânda olarak izah eder. Allah üç boyutlu dünyayı Pazar’dan Cuma’ya kadar ‘’altı
günde’’ yarattı fakat biz insanoğlu olarak sadece ‘’Cumartesi gününe’’
şahit olmaktayız. Çünkü haftanın diğer altı gününde biz (bütün mahlûkat ile
birlikte) hâlâ yaratılmaktayız. Ayrıca İbnü’l Arabî Hz. Kur’ân’ın bazı
ayetlerine dayanarak dünyanın var olmaktan aniden inkıtâa (kesintiye)
uğradığını ve yaratılışından bir sonraki anda yeniden, yeni sûretlerde
yaratıldığını, bu yeni yaratımın hep devam ettiğini ifâde etmektedir. ’’O
her gün yeni bir şe’n üzeredir’’ (Rahman, 29)
Kur’an’da
geçen, Allah’ın yeri ve göğü altı günde (mekâna karşılık gelmektedir)
yarattığını ve arşın üzerine istivâ ettiğini (yani Cumartesi günü, zamana
karşılık gelmektedir) anlatan aşağıdaki âyetlerin nihai anlamı burada
anlatıldığı gibidir
‘’Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden….’’ (A’raf, 54) ‘’Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a hükümdar olan, her şeyi ve her işi
yerli yerince yöneten Allah’tır’’ (Yunus, 3)
‘’O hanginizin amelinin
daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş’ı su üstünde iken
gökleri ve yeri altı günde
yaratandır’’ (Hûd,
7)
‘’O gökleri, yeri ve
arasında bulunan her şeyi altı günde
yarattı ve Arş’a istivâ etti (yerleşti)…’’ (Furkan, 59)
Altı gün burada altı yöne (ön, arka, sağ, sol, üst, alt)
karşılık gelmektedir (Mekân) ve yedinci günde (Cumartesi) ise Dünya ve
insanoğlu yaşamaya, bir halden diğer bir hale değişmeye devam etmektedir
(Zaman).
PAZARTESİ: İlâhi sıfatı ‘’Hayy’’ yani hayattır.
Bu sıfat sayesinde dünyada hayat vardır. Peygamberi Hz. Âdem’dir. Çünkü Âdem İnsan-ı Kâmil’in ilk zuhûru ve
örneğidir (Beden). Gezegeni Ay (Kamer) dir. İlâhi esmâsı ‘’Mübin’’ dir. Mübin açık
ve belli olan, açıklayan anlamındadır.
SALI: İlâhi sıfatı ‘’Basar’’ yani görme.
Yaratıcının zâtı görülmez. Sadece isim
ve sıfatlarının tecellileri görülebilir. Bu günün Peygamberi Hz. Harun, gezegeni
el-Merih/Mars’tır. İlâhi esması da ‘’Kahhar’’ dır.
ÇARŞAMBA: İlâhi sıfatı ‘’İrade’’, Peygamberi Hz.
İsâ’dır. Gezegeni
el-Kâtip/Merkür’dür. İlâhi esması ise ‘’Muhsi’’ dir. Muhsi her şeyi sayan
anlamındadır.
PERŞEMBE: İlâhi sıfatı ‘’Kudret’’ tir.
Peygamberi Hz. Mûsâ, gezegeni
Müşteri/Jüpiter’dir. İlâhi ismi de ‘’Âlim’’dir.
CUMA: İlâhi sıfatı ‘’İlim’’, Peygamberi Hz. Yusuf, gezegeni
ez-Zühre/Venüs’tür. İlâhi esmâsı da ‘’Musavvir’’ yani şekillendiren
anlamındadır.
Cuma toplanma ve Cem olma günüdür. Bu günde Allah Âdem’i
kendi sûretinde yaratmış, Hakkın ve bütün mevcudatın sûretini insanda Cem
etmiştir. Bu nedenle bu güne Cuma denilmiştir.
CUMARTESİ: Bu günün hareketi ‘’Kelâm’’
sıfatından var olmuştur. Dünya aslında kelimelerden (titreşimlerden) ve en
küçük ölçekteki mevcudat tarafından meydana getirilmiştir (Bu tahlil süpersicim
teorisine de uyuyor gözükmektedir). Bu günün Peygamberi Hz. İbrâhim’dir. Gezegeni Keyvan/Satürün, İlâhi esması ‘’Rab’’
ismidir. Rab derece derece büyüten, terbiye eden anlamındadır.
İbnü’l Arabî Hz. bu günü ebediyet (sonsuzluk) ve dinlenme
günü olarak görmektedir. Cumartesi günü ne var olan, ne var olmayandır. Bu gün ‘’Sebt’’
günüdür. Sebt rahatlama demektir. Hazrete göre Allah Âlemi Pazardan
Cuma’ya altı günde yaratmış ve Cumartesi gününü yorulmuş bir kimsenin istirahat
etmesine benzeterek o güne dinlenme günü demiştir.
İbnü’l Arabi Hz. bir Cuma günü Kâbe’yi tavaf ederken ünlü
Abbasi halifesi Harun Reşid’in oğlu Muhammed ismindeki Sebti’nin rûhuyla
karşılaşması sonucu başından geçen hikâyeyi şöyle anlatır: ‘’Sana neden Sebti denildiğini biliyorum, çünkü Cumartesi günleri
haftanın geri kalan günlerindeki iaşeni temin etmek için çalıştın… Peki neden
Cumartesini seçtin’’
Septi’nin cevabı şöyle olur; ‘’Allah Âlemi yaratmaya Pazar günü başlamış ve Cuma günü bitirmiştir ve
Cumartesi günü sırt üstü yatmış, Ben her şeyin sahibiyim demiştir. Dünyadayken
duyduğum budur.’’ Sebti Cumartesi günleri çalışmış ve diğer altı günde
(Pazar’dan Cuma’ya Allah’a ibâdet edebilmek için) rahata ermiştir. Ebediyet
günü bizim için çalışmaktır ve bizi istikâmetimize götüren yol vâsıtasıyla
kemâle ermektir.
Dünyanın var oluşu nasıl ki duyma ile başlayıp, konuşma ile biten özel bir sıralamaya tabiyse, bir çocuğun hayatında da benzer bir sıralama vardır. Çocuk da ilk altı sıralamadan sonra konuşma sıfatına sahip olur. Anla…
Kaynak: Muhammed Hacı Yusuf/ İbnü’l Arabî de Zaman ve Kozmoloji
William C. Chıttıck /İbn Arabî’ye
giriş