PAMUK PRENSES VE YEDİ CÜCELER:
‘’Hiçbir
çocuk bu masalı dinlemeden büyümemiştir. Saf ve temiz Prenses’in, kötü üvey anne
tarafından saraydan atılması, Prenses’i öldürmekle görevlendirilen avcının merhametiyle
serbest bırakılması, ormanda kaybolmuşken yedi gümüş madeni işçisi cücenin evine sığınması, onların evlerini
temizleyip, yemek yapması, mutlu ve mesut yaşarlarken kötü cadının tekrar
ortaya çıkıp Prensesi kandırarak ona zehirli elmadan yedirmesi, zehirlenerek
derin bir uykuya dalan Prensesi, yakışıklı Prensin öperek uykudan uyandırması
herkesçe bilinen bir masaldır.’’
Her maddi varlık, bir
mâneviyatı işaret için vücut bulmuştur.
Yıllarca söylenmek istenen her şey, insanlara masallarla, sembollerle anlatılmış ve anlatılanların arkasında yatan gerçekler, herkesin idrâk ve anlayışına bırakılmıştır.
Bu masal da saf ve temiz olan rûhun dünya sarayından (dünyanın cezbedici arzularından) kurtulduktan sonra, beden zindanından da kurtulma mücadelesini anlatır (rûhun özgürleşmesi). Burada prenses içsel yolculuğunda, yani nefsinden rûhuna yaptığı yolculukta kalbine sığınmıştır. Ancak orası, isimleri Çekingen, Doktor, Salâk, Huysuz, Mutlu, Uykucu ve Meraklı olan nefsin cücelerine aittir. Onlar vücut madeninden hakîkat cevherini ortaya çıkarmak için çalışmaktadırlar. Vazifeleri de tekâmül etmektir.
Prenses ilk iş olarak onların evini, yani kalbini
temizler. Onlara yemekler yapar. Ancak küçük tabaklarda ikram eder. Çünkü nefs
köpek gibidir; aç bırakılınca saldırganlaşır, çok doyunca da tembelleşir.
Cücelerin, yani nefsin sıfatlarının, yavaş yavaş huyları güzelleşmeye başlar.
Mutlu ve mesut yaşarlarken, Nefs’i Emmâre olan kötü üvey anne pusuda
beklemektedir.
Prenses kapısını, yani kalbini, yabancılara (arzu ve isteklere) açmaması konusundaki uyarıları dinlemez ve cadının uzattığı zehirli elmayı yiyerek derin bir uykuya dalar. Çünkü kalbi yüzünü rûhtan nefse çevirmiştir (Kalbin iki yüzü vardır. Yüzünü bazen ulvî taraf olan rûha, bazen suflî taraf olan nefse çevirir. Bu anlamıyla ikisi arasında berzahtır). Nefs’in cüceleri çok üzgündür. Yeni bir mücâdele başlar. Ta ki Mürşid olan yakışıklı Prens gelene kadar. Prens, Prenses’i öper ve onu gaflet uykusundan uyandırır. Prenses (kalp) artık dirilmiştir. Tekâmül eden nefsin cüceleri ise Nefs-i Emmâreyi temsil eden cadıyı uçurumdan aşağı atar. Masal mutlu ve mesut biter.
Oysa insan hayatında masallar hep mutlu bitmez. Çünkü nefs mağlup olmaz. Nefs çakmaktaşı gibidir. Kırk yıl su altında kalsa, bir çakışta tekrar parlar. Nefs, ancak Peygamber Efendimizin dediği gibi ‘’Müslüman edilebilir’’. (Nefs Allah’ın kuluna verdiği en kıymetli hediyedir. Onunla yol alırız.)
Anlatılan tüm masallar aslında hep bir gerçeği işâret eder. Padişah Ferhat’a dağları delip, şehre su akıtmadan Şirin’i kendisine vermeyeceğini söyler. Rûh padişahı, ancak benlik dağını yarıp oradan hikmet pınarları akıtanın Canâna kavuşabileceğini söylemektedir.
Özellikle Nasreddin Hoca hikâyeleri tasavvuf kokar.
Baklava nereye gidiyor diyene ‘’bana ne’’ der. Size gidiyor diyene
de ‘’sana
ne’’ der (Her an nefsini gözetim altında tutan kişi kendisini
ilgilendirmeyen şeyler ile zamanını harcamaz). Göle maya çalar, ‘’Ya
tutarsa’’ der. (Akarsu gibi olan Dünya keşmekeşinden kurtulup Göl gibi
sakin ve durağan olursan farkındalığın artar ve tecellîleri hissedersin. O
zaman da Muhammedi hakîkati temsil eden Muhammedi maya senin gönlündeki sevgi
ve muhabbeti arttırır.)
Yine Pinokyo tahtadan yapılmış bir oyuncaktır.
Ancak sürekli yalan söyler, yalan söyledikçe de burnu uzar. Ne zaman yalan
söylemekten vazgeçer, gerçek bir insan olur.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Söz uzar gider…