ARZ-I MEV’ÛD (Vadedilmiş Topraklar):
Öncelikle
belirtmek isterim ki, bu siyasi bir yazı değildir. Sadece dünya varolduğundan
beri yaşanan ve halen yaşanmakta olan savaşların, nedenlerini anlama çabasıdır.
Bu savaşlar Âdem’in iki oğlu olan Hâbil ve Kâbil’in birbiri ile olan savaşıyla
başlamıştır. Tasavvufta Hâbil aklı, Kâbil vehimi temsil eder.
Filibeli
Ahmet Hilmi’nin Âmak-ı Hayal kitabında; İran’lı Din kurucusu Zerdüşt anlayışına
göre (M.Ö. VII. yüzyıl) iyi ve kötü arasında sürekli bir çatışma vardır ve
insan rûhu bu iki zıt gücün savaş alanı gibidir. Hürmüz iyiliği/aydınlığı,
Ehrimen ise kötülüğü/karanlığı temsil eder. Bu âlem bir tarafın diğer tarafı
yenmesi ve yok etmesi üzerine kurulmuştur. Aralarında bu savaş hiç bitmez.
Kitapta
anlatıldığına göre, yine iki zıt güç taraftarlarıyla birlikte savaş meydanına
çıkarlar, aralarında bir küre (Kalp) vardır. Kürenin (Kalbin)
doğuya bakan kısmı aydınlık (rûh), batıya bakan kısmı karanlıktır
(nefs).
Nifak ile Muhabbet, Muhabbet ile Gazap, Gazap ile Hikmet, Hikmet ile Nefs-i
Emmâre, Nefs-i Emmâre ile AŞK savaşır. En sonunda kazanan AŞK olur. Sürekli
aydınlanıp kararan küre (Kalp) sonunda Aşk’ın zaferi ile tamamen
aydınlanır. Hürmüz ve Ehrimen savaş meydanının ortasına gelir, birbirlerini saygı
ile selamlarlar.
Âlem tekrar
eski hâline döner, yine kürenin yarısı aydınlık, yarısı karanlık olur. Bu arada
her ikisi de mensup oldukları efendinin elini öperler. Kardeşmişler gibi el ele
verip selamlaşırlar…
(Birinin
diğerine teslim olması ile sona eren savaş/mücâdele yerini bir süreliğine
sükûnete bırakır. Ta ki, yeni bir savaş başlayana kadar… Cenk bitmez nefs
mağlup olmazsa...)
Kıssadan
anlaşılacağı üzere beden şehrinde nefsâni ve rûhani kuvvetler sürekli bir cenk
içindedir. Kalp özelliği gereği halden hale girerek bir nefs tarafına, bir rûh
tarafına meyleder. Kişi istidâdı ve rolü gereği nereye meylederse o taraf
kazanır. Kûr’an âyeti ne der? ‘’Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir
şey değildir’’ (En’âm, 32 - Ankebut, 64- Muhammed, 36 - Hadid, 20
sûreleri )
Hz.
Peygamber ‘’insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar’’ sözü ile dünyanın bir
rüya âlemi olduğunu vurgulamıştır. O zaman gece rüyası ile birlikte gündüz
rüyasının da yorumlanması yani te’vili gerekmektedir.
İnsan zâhiri
ve bâtıniyle bir bütündür. İç dünyası dış dünyasına yansır. İçsel çatışmalar
dış dünyada da kendini gösterir. Dışarıda gördüğü aslında kendi içidir.
Şimdi dış
dünyada oluşan olayların, savaşların iç dünyamızda nasıl anlaşılması
gerektiğini, İbnü’l Arabi Hz. nin Kûr’an ayetleri yorumlarıyla ‘’İsrâilliler’’
üzerinden anlamaya çalışalım. Ancak bunun için dinlerin kökeni hakkında kısa
bir bilgi faydalı olacaktır.
Hz. İbrâhim;
ilk Müslüman, ilk Tevhid Peygamber’i olarak kabul edilir. Ancak hem Müslümanların, hem de İsrailoğullarının ‘’atasıdır’’.
Müslümanlık: Hz. İbrâhim’in
oğlu, Hz. İsmâil’in (annesi Hâcer) soyundan gelen Hz. Muhammed’e inananların oluşturduğu
bir dindir.
Yahûdilik: Hz. İbrâhim’in diğer oğlu, Hz.
İshak’ın (annesi Sâre) soyundan gelenlerin bağlı olduğu bir din ve dini
siyasallaştıran bir ırktır. Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup’un bir
diğer adı ‘’İsrail’’ olduğu için, ‘’İsrailoğulları’’ sözü buradan gelir. (Âli İmran-93, Meryem-58) ''İsrâil'' kelimesi; ''Tanrı yolunda, doğru
yolda'' anlamına gelir. İslâm inancına göre ise; ''İsrâil, Allah'a doğru gece yapılan
yolculuktur’’. Müslümanlar
dışındaki bütün dinlerin atası Hz. İshak’tır.
Mûsevilik: Hz. Mûsâ’ya
inanan ve onun yolundan gidenlere verilen bir isim ve dindir. Yahudilerin
tamamı ‘’Mûsevi’’ dinine mensupken,
Mûsevilerin tamamı ‘’Yahûdi’’
değildir. Bu kavim; Ken’an (Filistin) iline yerleşmeden önce ‘’İbrani’’, yerleştikten sonra ‘’İsrâilliler’’, sürgünden sonra ‘’İsrâiloğulları’’ diye
isimlendirilirken, ferden ‘’Yahûdi’’ olarak
adlandırılırlar.
Hıristiyanlık: Hz. Îsâ’ya inananların
oluşturduğu bir dindir.
‘’İsrâ’’ kelimesi gece anlamındadır
ve Hz. Peygamberin Mirac’ı İsrâ sûresinde anlatılır. İsrâil kelimesi de ‘’Allah’a
doğru gece yapılan yolculuk’’ demektir. Tevhid/Birlik kelimesi ise
karanlığı temsil eder. Neden? Çünkü karanlıkta karşıdan gelen bir kişinin kadın
mı, erkek mi olduğu anlaşılmaz. Karanlıkta zıtlıklar kaybolur, Birlik hâkimdir.
İsrâilliler
Kûr’anı Kerimde övülmüş ve belirtilen kurallara uymaları şartı ile kendilerine Kutsal topraklar, Ken’an ili vadedilmiştir.
Yine Kûr’an âyetlerinde belirtildiği üzere Hz. Mûsa’nın önderliğinde Mısır’dan yola
çıkan İsrâiloğulları, Mûsa Tanrı ile görüşmek üzere Sinâ dağına çıktığında; mücevherlerden yapılmış bir buzağı heykeline
taparak, kendilerine semâdan her gün indirilen Kudret helvası ve Bıldırcın
sofrasını beğenmeyerek, farklı gıdalar isteyerek Rablerine olan inançlarını
kaybetmişler ve kırk yıl vadedilmiş topraklara girmeleri yasaklanmıştır. (Yahûdilerin
anlayışına göre; Vadedilen topraklar Filistin, Kûdüs/Mescid-i Aksâ, Şam, Mısır
ve Lübnan dağını ve Türkiye topraklarını da içine alan bir alanı kapsar. Ken’ân ili Cennet anlamındadır.)
Kûr’an
âyetleri ne dönecek olursak:
‘’Bir zamanlar Mûsa, kavmine şöyle demişti: Ey
kavmim! Allah’ın size nimetini hatırlayın: Zira O, içinizden resûller çıkardı
ve sizi hükümdar kıldı. Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi. Ey
kavmim! Allah’ın size yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza
dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.’’ (Mâide sûresi,
20-21)
‘’Mukaddes
toprağa girin…’’ Kalbin
huzuruna girin. Burası rûh semâsı karşısında arz konumundadır. ‘’Allah’ın siz’e yazdığı…’’ Ezeli
hüküm kapsamında, istidadınıza uygun olarak sizin için tayin ettiği yere girin.
‘’Arkanıza dönmeyin…’’ Beden
şehrine meyletmeyin. Bedenin ihtiyaçlarını, lezzetlerini gidermek sûretiyle
oraya yönelmeyin. Çünkü bedene meyletmek makamınızdan aşağı bir mertebedir. ‘’Yoksa kaybederek…’’ makamınızı
kaybederek dönmüş olursunuz.
‘’Onlar
şu cevabı verdiler: Ya Mûsa! Orada zorba bir toplum var. Onlar oradan
çıkmadıkça biz oraya asla giremeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen
gireriz.’’ (22)
‘’Orada
zorba bir toplum var…’’ Orada vehim,
hevâ (yanlış yönlendirilmiş sevgi), gazap, şehvet ve nefsin sıfatlarından
oluşan Firâvun karakterli bir topluluk var. Onlara karşı koyamayız. (Bunları söylemelerinin sebebi, tabii
lezzetlere ve cismâni şehvetlere alışmaları ve hevânın etkisi altına girmeleri
sebebiyledir.) ‘’Onlar oradan
çıkmadıkça…’’ Bizim riyâzat yapmamıza ve mücâdele etmemize gerek
kalmadan Allah onları oradan çıkarmadıkça, biz oraya asla girmeyeceğiz.
‘’Korkanların
içinden Allah’ın kendisine lütufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların
üzerine kapıdan girin: oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır.
Eğer müminler iseniz Allah’a güvenin.’’ (23)
‘’Korkanlar
içinde… iki kişi...’’ Nazari ve
ameli akıl şöyle dedi: Onların üzerine Kalp yani tevekkül
kapısından girin. (Rûh kapısı,
Rızâ’dır.) Güç ve kuvvet Allah’tan olduğu zaman vehim, hevâ ve gazap sizden
kaçar ve siz de zaferi kazanmış olursunuz. (Nazari akıl,
davranışa dönüşmeyen idrak kuvveti, Ameli akıl, insana özgü her
türlü dengeli davranışı ortaya koymakta etken olan akıl.)
‘’Ey
Mûsa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla giremeyiz; şu halde sen
ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturacağız, dediler’’ (24)
‘’Sen
ve Rabbin gidin…’’ Eğer Resûlsen
onları bizden uzaklaştır, bizim içimizdeki hevâyı ve kuvvetleri bizim mücadele
etmemize gerek kalmadan ez! Bunları bizden savmasını Rabbinden iste! ‘’Biz burada oturacağız…’’ Nefis
makamındaki yerimizde oturacağız ve buradan ayrılmayacağız.
‘’Mûsa: Rabbim! Ben
kendimden ve kardeşimden başkasına hâkim olamıyorum. Benimle bu toplumun
arasını ayır, dedi. Allah, Öyleyse orası onlara kırk yıl yasaklanmıştır.
Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen yoldan çıkmış toplum için
üzülme, dedi’’ (25,
26)
‘’Öyleyse orası onlara
kırk yıl yasaklanmıştır’’ Kalp beldesinden uzak kırk yıl şaşkın şakın dolaşacaklar.
Çünkü nefis istilasına uğramaları nedeniyle Kalp makamına girmeleri haramdır,
imkânsızdır. Kırk yaş güçlülük yaşı, gerçek buluğ vaktidir. (İbnü’l Arabi Hz.
Tefsirî Kebîr Te’vilât/Sayf. 304-306)
Bu te’vil’de
Mûsa Kalbi, Mûsa’nın büyük kardeşi Hârun Rûh’u temsil etmektedir.
İsrâiloğulları Rûhani kuvvetler, Kutsal topraklar da Mutmain /Allah’tan emin
olmuş nefistir.
‘’Yoldan çıkmış toplum için üzülme’’ Sen onların uğrayacakları
azaptan dolayı kederlenme. Çünkü onlar yoldan çıktılar, hevâlarına uydukları ve
azdıkları için kalbin yolundan ayrıldılar.
Buradan şöyle bir anlam çıkar: Vadedilmiş topraklar Mutmain/ olmuş nefis
yani kalp cennetidir. Bir kulun bu makama ulaşabilmesi için bedensel
lezzetlerden, nefsin hevâ ve heveslerinden, gazap ve şehvet gibi duygulardan kalbini
arındırması gerekir. İsrâiloğolları
rûhani kuvvetlerdir ki, ‘’Allah’a
doğru yapılan yolculukta’’ hevâlarına (Yahûdilik olarak sembol edilmiş
olabilir) kapılarak amaçlarından sapmışlardır.
Hz. Mûsa Yâkup ve Yusuf’tan sonra İsrâiloğullarına gönderilen 3.
Peygamberdir. Kûr’an âyetlerine göre Hz. Âdem’den Hz. Mûhammed’e kadar 25
Peygamber gelmiştir. Ancak bütün peygamberler en Kâmil görüntü olarak Hz. Mûhammed’de
Cem olmuştur. Çünkü bütün Peygamberler Hz. Mûhammed’in bir sıfatını ve gelişim
aşamalarını oluşturur. Hz. Âdem ilk yaratılışını, Hz. Eyüb sabrını, Hz. İbrâhim
teslimiyetini, Hz. Mûsa aklını, Hz. Zekeriya cömertliğini, Hz. İsâ ise rûhunu
temsil eder. Hz. Meryem de safiye makamındaki nefsidir. Her peygamber Mûhammedi
kemâle ermek için bir mücâdele verir. Ancak her zaman karşılarında mücâdele
edecekleri bir zıt güç vardır. Âdem karşısında İblis, Mûsa karşısında Firavûn,
Hz. Mûhammed karşısında Ebû Cehil gibi… Hz. Mûhammed son Peygamber olarak en
kâmil mertebeye ulaşır ve vedâ haccını tamamlar. Hac, nefsin rûha doğru olan
yolculuğudur. Prototip bir sembol ve rehber olarak Kûr’an ve hadisler ışığında
bize doğru yolu gösterir. Zaten ondan sonra da nübüvvet mühürlenir.
Hz. Yusuf Mısır’ın (beden şehrinin) sultanı olmuş, ancak ölümünden sonra
saltanat yine Firevun’un (nefsaniyetin) eline geçmiştir. Hz. Mûsa
İsrâiloğullarını vadedilmiş topraklara ulaştıramamıştır (nefsi mutmain olamamıştır).
Aynı Âmak-ı Hayal kitabındaki kıssa gibi sürekli nefsani ve rûhani kuvvetler
kıyasıya mücadele etmiştir. Nihâyet rûhu temsil eden İsâ’nın doğumu ile rûh
vücutta egemen olmuştur. İşte o zaman hakîkat elçisi son Peygamber Hz. Mûhammed
doğmuştur.
Bu insanın hikâyesidir ve herkes kendi istidadı ölçüsüne bu hikâyeden pay
alacaktır.
İslâm Peygamber'i (sav.) de,
İsmâil Peygamber'in soyundan gelmektedir. İsmâil ve İshak kardeştirler. İkisi
de İbrâhim'in oğulları olduğundan Mûhammed'de bir İbrâhim oğludur. Bu nedenle
İsrâiloğulları ve Haşimoğulları (Hz. Mûhammed'in soyu) kardeştirler. Kûr'an'da Yakub'un Yahûdi veya
Hıristiyan olmadığı belirtilir.
''Yoksa siz, şüphesiz İbrahim, İshâk, İsmail, Yakup ve
oğulları Yahûdi veya Nasara idi mi diyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi
bilirsiniz yoksa Allah'mı?'' (Bakara, 140)
‘’İbrâhim ne Yahûdi, ne
Hristiyan idi: fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi;
müşriklerden de değildi.’’ (Al-i İmran, 67)
Kûr’an bizim anayasamız ise; olmuş,
olan ve olacak olan her şey orada yazıyorsa, bu dönem hangi âyet evrende
hükmünü sürmekte, acaba?