ATEŞ/NÂR:
‘’Dört temel
unsurdan (Ateş, Hava, Su, Toprak) biri olan
ateş, kâinatı meydana getiren en büyük güç ve enerjilerdendir ve pek
çok gelenekte yeri olan kutsal bir semboldür. Çeşitli geleneklerde
sembolize ettiği anlamlar incelendiğinde çoğunlukla ruhla, sezgisel bilgiyle, ilâhi olanla, arınmayla, dönüşümle, güçlü
oluşla, enerjiyle, ruhsal hiyerarşiyle, ıstırapla, güneşle, ışıkla ve ocakla ilişkilendirildiği
görülmekte; çevresini etkileyen bir güç kaynağı olma, karanlığı aydınlatma ve
arındırma sûretiyle yükseltici olma özellikleri öne çıkmaktadır.
Ateş
sembolüne; Eski İran, Hint ve İslam dinlerinde, Eski Mısır, Grek, Roma,
Slav, Maya, Kuzey Amerika, Meksika, Çin, Afrika, Polinezya ve Çin geleneklerinde
rastlanmaktadır.
Ruhsal
açıdan değerlendirildiğinde ateş sembolü varoluş, varolmak, hayatta olmak
şeklinde düşünülebilir. Ateş aynı zamanda bir şeyin canlandırılması, var
edilmesi, açığa çıkarılması anlamına da gelir. Bir ocak veya ateş yandığı zaman
orada pişirmek, beslemek ve etrafında insanları toplamak gibi eylemler açığa
çıkar. Etrafında toplanan ise bir kabile, bir topluluk olabileceği gibi, küçük
bir aile ya da çok daha büyük bir kitle de olabilir. Ocak ve ateş böyle
bir örnekte var olmayı ve hayatta kalmayı simgelemekte, hamken pişirmekte,
olgunlaştırmakta, aynı zamanda da besleyip, tortularından arındırmaktadır.
Buradaki beslenme kavramı ruhsal olarak beslenmeyi işâret eder. Dolayısıyla
ateş bilginin ışığında pişiren, arındıran, besleyen ve etrafında toplayan bir
sembol olarak düşünülebilir.
Ateş,
rûha ait olan bilginin açığa çıkmasına neden olmaktadır. Söz konusu bilgi
ateşte yanmak, ateşle imtihan olmak; yani ıstırap çekerek, arınarak ve pişerek
açığa çıkmaktadır. Açığa çıktığında ise ateş, ışığı ile aydınlatan olup o ışıktan
birçok insanın yararlanmasına da olanak sağlamaktadır. Işığın yayılması ise birleştiren,
toplayan bilgiyi ifâde etmektedir.
Bir
yerde bir ocak yandığı zaman orada bilginin ışığı hayat bulur. İnce ruhsal
tesirler ve yüksek bilgiler, insanları toparlayıcı ve birleştirici özellik
taşırlar. Ruhsal bilgi rûhu temsil eder ve bilginin ışığını yayar. Ateşte
yanarak arınmayı sağlayan ve böylelikle rûha ait olan bilginin ortaya çıkmasını
sağlayan da ruhsal bilgidir. Ateşle imtihan edilme, genelde olumsuz gibi algılansa
da gerçekte bir varlıktaki incelikleri açığa çıkardığı için o kişiye
yapılabilecek en büyük yardım niteliğindedir.
Yine
ateşle imtihan olunan, bir başka deyişle ateşte yürüyen kişinin bazen yanma
hissi duyması mümkündür. Söz konusu yanmanın hissedilmemesi içinse
farkındalığı, konsantrasyonu yüksek bir seviyede tutmak gerekir. Ateş sembolü;
ruhsal ışığı, gerçeğin ışığını bir meşale gibi elinde tutmak ve o meşalenin
ışığı ile hizmet vermek şeklinde de açıklanabilir. Herkesin sahibi olduğu
kendine ait meşalesini yakıncaya kadar faydalanabileceği bir meşaledir söz konusu
olan…
Ateş çoğu ilk
çağ insanına göre kâinatın yaratıcısı anlamına gelir ve güneşin dünyevi
temsilcisidir. Kabala geleneğinde ise ateş insanın mânevi kısmıyla, özüyle
özdeşleştirilir. Zerdüşt dininin inancına göre ise ateş, bu dinin tanrısı
Ahura-Mazda’nın sembolü olup, kötülüklerden koruyucu niteliğe sahiptir.
Hint
Metinleri olan Bhagavatgita’da ateş
sezgisel bilginin sembolüdür ve yaratılışı gerçekleştiren Brahma ile özdeşleştirilir ve aynı zamanda günahları temizleyici
oluşuyla bilinir. Çinlilere göre ise ateş beş elementten veya beş dönüşme
halinden biridir, aynı zamanda kalbin ve rûhun sembolüdür. Çinliler ateş
sembolünü eskiden yeniye geçiş ritüellerinde/dini törenlerinde kullanmışlardır.
Ateş
üzerinde yürüme ritüeline günümüzdeki Şaman
uygulamalarında ve diğer arındırma törenlerinde hala rastlanmaktadır. Simyacılar da ateşi “dönüşüm
elemanı” olarak kabul etmişlerdir.
Sufizmde, değiştirici ve arındırıcı bir
unsur olan ateşe girenin nûr olacağı söylenir. Bu sembol, İslam dininin kutsal
kitabı olan Kûr’an’da çoğunlukla cehennem ateşi olarak geçer. Söz konusu
anlamıyla ateş acı verici olup sonunda arınmaya varan bir sürecin vâsıtası
olmaktadır. Cehennem ateşinde yanma sembolizminde belirtilen ateşten canın
yanması vicdan azabını simgeler. Bu, ölümden sonraki hesaplaşma
sırasında duyulan vicdan azabıdır. Platon bu aşamayı “varlığın kendi kendini yargılaması ve dünyada bedenliyken
yaptıklarının bedelini kendine ödetmesi” olarak ifâde eder.
Ateş,
Kûr’an’da şimşek ve yıldırım sembolleri ile, güçle ve Allah’la
ilişkilendirilmektedir. İbnü’l-Arabi’ye göre şimşek İlahi Zât’ın bir tecellîsidir.
Bu yüzden eski çağlardan beri İlâhi Işık çakmaları “yürünemeyecek kadar karanlık olan yolu bir an için aydınlatıp varlığın
birkaç adım ilerlemesini sağlayan şimşekler” olarak sembolize edilmiştir.
Grek geleneklerine
göre ateş maddenin ‘’esir’’ haliyle yakından ilişkilidir. (Esir maddesi Atomların tarlasıdır)
Ölüm
olayı ile boyut değiştiren varlığın ilk aşamada çektiği vicdan azapları ve
duyduğu ıstıraplar, sıkıntılar birçok gelenekte ateşte yanma ile sembolize
edilmektedir. Ölüm ötesinde ateşte yanma sembolizmi İncil’de de mevcuttur.
Ateşin ilahi yönünün bir başka ifâdesi ise, sık kullanılan ve Hıristiyan Geleneğinde olduğu kadar Hint Geleneğinde de iyi bilinen “ateşteki demir” simgesi olmaktadır. Mevlâna, Hallac-ı Mansur’un “Ene’l Hak” yani “Ben Hakk’ım” sözünü onu ateşteki demire benzeterek açıklar: Kor halindeki demir “ben ateşim” diye haykırır, buna karşın onun özü yine demirdir, ateş değil. Çünkü yaratılanın maddi ve fiziksel yönü devam ettiği sürece Allah ile insan arasında mutlak birliğin gerçekleşmesine imkân yoktur. Ateşin bir başka kullanımı da Hallac’ın pervane öyküsünde yer alır.
"Pervane yavaşça kandile yaklaşır,
öncelikle kandilin ışığını görür, sonra onun sıcaklığını hisseder, son olarak
da tam bir özdeşleşme yaşamak için kendisini alevde yok eder". Ateşte
eriyip yok olma şeklinde yanlış anlaşılan bu öyküde İslam tasavvufunun
da temelini oluşturan evrensel gerçekleri fark etme, yasalarla bütünleşme
arzusu duyma, yüksek farkındalığa ulaşma, aydınlanma ve ilahi aşk anlatılmak
istenmiştir.
Ateş sembolü “içsel ateş” olarak da
adlandırılmakta ve bu ifade Şamanizm de, Tibet ve Maya geleneklerinde, Sûfizmde,
Hindûizmde ve Bûdizmde de kullanılmaktadır. Bu anlayış ile öze ulaşılması için
kabuğun kırılması ya da bir başka ifadeyle “içsel ateşle yakılması” gerekmektedir.
Burada içsel ateş sembolü, varlığın kendisine çekebileceği yüksek seviyeli
ruhsal tesiri ifade etmektedir. Dikey duruş sergileyen içsel ateşe sahip bir
insan çevresine ışık saçma, karanlıkları aydınlatma ve aydınlanma yolunda
demektir.’’ (Bedri Ruhselman)
Ateş tasavvufta şiddetli ''nûr'' olarak geçer. Hz. Peygamber ve
diğer tüm peygamberler minyatür sanatıyla resmedilirken (nûrunun şiddeti
nedeniyle) yüzleri peçeli ve başlarından çıkan bir ateş çemberi ile gösterilir.
Enbiyâ sûresinin 68 ve 69. âyetlerine göre; ‘’Hz. İbrâhim Nemrut tarafından
ateşe atılmış, sonra da o ateş Allah’ın emri ile onu serin kılmıştır…’’ Çünkü
ateş, ateşi yakmaz.
Kasas sûresi, 29 ve 30. âyetlere
göre de; ‘’Mûsa Tûr tarafından bir ateş gördü… Oraya gelince, o mübarek yerdeki
vâdinin sağ tarafından kendisine seslenildi. Ey Mûsa! Bil ki Ben, bütün
âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.’’ Mûsa’nın gördüğü kutsal ruh ateşidir…
Mübârek yer, sır adı verilen kalbin kemâli yani sıfarlarda fenâ bulma makamıdır.
Burada söyleyen de, dinleyen de Allah’tır.
‘’Hûd suresi- 40. âyet, Nûh tûfanını anlatır; ‘’Nihayet, emrimiz gelip de ‘’TENÛR’’/Ocak
; kaynadığında…’’ Nûh
kavmi; Nûh’un, ‘’tenûr’’un
‘’nûr’’ olan hakîkatinin tercümanı olduğunu bilemediler. Bilemediler ki
‘’tenûr’’un aslı ‘’nûr’’dur ve
ona cismanî varlık mertebesinde var oluşu tamamlayan ‘’te’’ harfi eklenmiştir. Ateş/tenûr,
şiddetli nûrdur ve ondan fışkıran su ilimdir. Nûh (a.s) kavmi, ilmi reddettiği
için ilim suyu ile helâk olmuştur.
Ocak/tenûr, İnsan-ı Kâmil’dir.
İnsan-ı Kâmil’in ocağı Allah’ın inayetiyle hiç durmadan yanar ve yanmaya
elverişli olanları vakit ve zamanı gelince tutuşturur.’’ (İbn’ül Arabi Hz.)
(İnsan-ı Kâmil; mânevi kemâlde
en yüksek dereceye yükseldiği için iksir gibi olan nazarıyla insanı kötülükten
iyiliğe, küfürden îmâna çevirebilen nadir bulunan ulu veli, Kibrit-i Ahmer’dir
)
Kibrit-i Ahmer (Kırmızı Kibrit); Şeyleri değersiz niteliklerinden,
değerli niteliklere çevirmeyi sağlayan kimyadır (Simya ilmi). Bu kimya
sayesinde taş yakuta ve bakır saf altına dönüştürülerek, değersiz varlığımızdan
geçip zâta ulaşmak hedeflenir. İnsanın tüm gayreti; hayvani sıfatlarını, kalbin
cevherlerine dönüştürerek âlemlerin Rabbine yaklaşma ve ona kavuşma çabasıdır. Fitne de altını bakırdan ayıran ‘’ateş’’ tir. Çünkü bir insanın
kalbine fitne düştü mü onun cevheri ortaya çıkar.
Neticede; Nâr (ateş) da Nûr'da Allah'ındır.
Nâr celâl (azâmet, kibriya), nûr ise cemâl (lütuf) tecellîsidir. Ancak Allah der ki; ''Celâlim cemâlimi örten perdedir''